TAHA KILINÇ İLE RÖPORTAJ
EĞİTİMLE DİRİLİŞ: Öncelikle röportajımızı kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Bize kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?
TAHA KILINÇ: 1980, Mersin Anamur doğumluyum. Kartal Anadolu İmam-Hatip Lisesi ve İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ni bitirdikten sonra başladığım gazetecilik mesleğini sürdürüyorum. İslâm coğrafyası, esas çalışma alanım. Yayınlanmış 26 kitabım var. Hâlen Yeni Şafak gazetesinde haftanın iki günü İslâm coğrafyası merkezli yazılar kaleme alıyorum. Aylık Derin Tarih dergisiyle, gzt.com/mecra online sitesinin de yayın yönetmenliğini sürdürüyorum.
E.D.: Tarih ve coğrafya arasındaki bağlantı nedir, sizin için tarih ve coğrafya neyi ifade ediyor? Neden bu alanlara yoğunlaştınız?
T.K.: Aslında sonradan başlamış bir yoğunlaşmadan da söz edemem belki, zira İslâm âleminin sürekli konuşulduğu ve tartışıldığı bir atmosferde büyüdüm. Bütün sohbetlerde, hasbihal ve konuşmalarda tarih ve coğrafya vurguları muhakkak vardı. Büyük dedemizin Birinci Dünya Savaşı yıllarında Kudüs'te askerlik yapmış olması mesela, kendimi bildim bileli bütün detaylarıyla anlatılan bir konudur. Ailemdeki bütün büyüklerim ilim tahsili için gurbete çıkmışlar. 10 yaşında bana da gurbet yolu göründüğünde, dolayısıyla hiç garipsemedim. Elhamdülillah, o zamandan günümüze sürekli yollardayım ve her anlamıyla- seyahat halindeyim.
Tarih ve coğrafya, bir Müslümanın dünyayı algılarken ve anlamlandırırken muhakkak gözetmesi gereken iki temel ölçüdür. Zaman ve zemin şuuru, ayağımızı nereye ve nasıl basacağımızı belirler.
E.D.: Mekânların ruhları var mıdır? Tarihsel olayların mekânlardaki dinamizm ile bir ilişkisi var mıdır? Mesela Anadolu'da coğrafya tarihte neyi etkilemiştir?
T.K.: Mekânların ruhu elbette vardır. Ve mekânlara sinen duygular, tonlar, sesler, hatta kahkahalar ve çığlıklar vardır. Ne zaman Kudüs'ü ziyaret etsem, taşların benimle konuştuğunu duyarım mesela. Sokak aralarından nal sesleri, kılıç şakırtıları işitilir. Mekânları böyle algılayabildiğimizde, artık tarihin ve coğrafyanın gördüğümüz sınırlarının dışına çıkar, mekânlarla hasbihale başlarız.
Anadolu, tarih boyunca bir "köprü" olmuştur. Köprünün üzerinden insan toplulukları, kültürler, işgalciler, fatihler, seyyahlar, maceracılar vb. geçerek kıtaları aşmış, geçerken de ayak izlerini Anadolu'da bırakmıştır. Bugün Anadolu, dünyada çok az coğrafyaya nasip olacak bir derinliğe ve çok boyutluluğa sahipse, "köprü" olma vasfından dolayıdır.
E.D.: Bir toplumun ihya ve yükselişi nelere bağlıdır? Toplumun fertleri ihya olabilmek için neler yapmalıdır?
T.K.: Bir toplumun ihyası ve yükselişi için birçok nedenden söz etmek mümkün. Eğitilmiş ve hedefe kilitlenmiş kadroların yetiştirilmesi, herhalde bunların başında geliyor. Bu kadrolar eliyle gerçekleştirilecek her atılım, nihayetinde o toplumun ihyasına ve yükselişine hizmet edecektir. Ancak burada şu iki nazik noktanın unutulmaması gerekiyor:
Toplumlar yükseldikçe ve ihya oldukça, uğraşmaları gereken problemler de artacak ve büyüyecektir. Mutlak üstünlük veya kalıcı bir hâkimiyet mümkün olmadığından, her yükseliş aslında bir çöküşün de başlangıcıdır.
Bazen elinizdeki bütün imkânları kullanırsınız ve yetişmiş kadrolar bütün güçlerini harcar, ancak yine de bazı şeyleri başarmak nasip olmaz. Tarihte böyle dönemler vardır. Nitekim, bir kişinin bile iman etmediği nice peygamber gelip geçmiştir. Bu azim hakikati de göz önünde tutarak çalışmak gerekir.
E.D.: Bir topluma tarih bilinci aşılanmak istenirse nasıl bir yol izlenilmelidir? Bu bilinç hangi alanlarda verilebilir?
T.H.: Bunun için evvela devlet ve yönetim bazında, kararlı bir politikanın belirlenmesi gerekiyor. Kitlelere tarih bilinci aşılamak, küçücük derneklerin veya hasbî çalışmalarla etrafını ıslaha çabalayan samimi insanların gayretleriyle mümkün olmaz. Fakat devletlerin yeterli kararlılığı göstermediği durumlarda, şahıslar da kendi çabalarını mutlaka ortaya koymalıdır. Ben genç arkadaşlara özellikle ailelerinin ve sülalelerinin öykülerini derinlemesine öğrenmelerini, yaşlıları konuşturup anlattıklarını kayıt altına almalarını, böylece bir "hafıza" oluşturmalarını tavsiye ediyorum. Maalesef bu bile yeterince yapılmıyor. Nice kıymetli insan, zihinlerindeki hatıralarla âhirete göçüp gidiyor. Keza, en yakından başlamak suretiyle keşif geziler yapılmalı, köylerin ve ilçelerin tarihlerinden daha uzaklara doğru "mekân okuması" da ihmal edilmemelidir.
E.D.: Günümüzde bilgiye ulaşım kolaylaşmış olsa da ulaşmak isteyen kitlenin günden güne azaldığını görüyoruz. Kişilerin kitaplara ve tarihe uzak kalmasının kısa ve uzun vadede sonuçları nelerdir?
T.K.: Yıllar önce Internet yaygınlaşmaya başladığında, artık kitabın ve kâğıdın tarihe karışacağını iddia edenler olmuştu. Aradan geçen zamanda, iletişim teknolojilerindeki onca ilerlemeye rağmen, kitap ve kâğıt ölmedi; aksine, bütün dünyadaki araştırmalar, kitaba dönüşün yoğunlaştığını gösteriyor. Okunan metinlerin kalitesi, yazılan kitapların içeriği veya okumanın insanları nereye taşıdığı gibi önemli sorular, elbette mahfuz.
Okumaktan uzak kalan bir insanın başına üç temel bela gelir:
1) Kendine ait fikirleri olmaz, her güzel konuşan onu kandırır,
2) Düşünme melekeleri dumura uğradığından, hadiseleri kavramakta zorlanmaya başlar,
3) Hafızası gittikçe zayıflar, özellikle yaşlılığında hafıza ile alakalı birtakım imtihanlara uğrar.
E.D.: Çok tartışılan bir konu var: Tarih tekerrür eder mi etmez mi? Geçmişte yaşanan kaosların tekerrür etmemesi için nasıl önlemler alınabilir?
T.K.: Tarih, yapılan hatalardan ders alınmadığında ve daha önceki tecrübeler yeterince değerlendirilmediğinde, mutlaka tekerrür eder. Ben tarih ilmiyle ilgilenmeyi ve bizatihi tarih ilminin kendisini şöyle tanımlarım her zaman: Bugünü anlamak ve geleceğe hazırlanmak için, geçmişe ayna tutmak. Yaşanan tecrübeleri çok önemsediğim için, biyografi ve hatırat kitaplarını asla elimden düşürmem. Toplumlar nihayetinde insanlardan oluşur ve insanların şahsî tecrübeleri de toplumların bilinçaltlarının temeline oturur.
E.D.: Tarihi doğru okumak gerek diyoruz. Peki, bu doğruluğun ölçütü nedir? Hangi taraftan, hangi ilkelerle bakmalıyız olaylara?
T.K.: Bu soru şöyle de sorulabilir belki: "Hangi kaynakları okursak, doğru tarih şuuruna erişebiliriz?" Doğrusu, herkesin aklı, mantığı, algısı ve kapasitesi farklı olduğundan tek bir kaynağa işaret etmek hem mantıklı değil hem de makul ve gerçekçi değil. Tarihi okuyacağımız kaynaklarda, benim aradığım başlıca özellikler şunlar:
•Temiz, sade, akıcı ve gerçekçi bir dille kaleme alınmış olmalı
•Hamasetten, duygusallıktan ve hayatın dışına düşen romantizmden uzak durulmalı
•Anlatımda "sebep-sonuç zinciri" sağlam biçimde kurulmalı, mantıksal boşluklara yer verilmemeli,
•Sağlam ve güvenilir kaynaklara dayanmalı,
•Yazar, okuru bir fikre ikna etmeye çalışmak yerine, manzaranın fotoğrafını net bir biçimde çekmekle yetinmeli.
Son zamanlarda sahte tarih okuyucuları belirdi. Kişiler sosyal medya mecralarında yayınlar aracılığıyla tarihi belge okuduğunu söyleyerek tarihi ele aldıklarını savunuyorlar. Bir de ülkemizde fazlaca popülerleşmiş materyalist tarihçiler var. Peki, biz tarihi kimden öğrenmeli, kimleri takip etmeliyiz?
İsim vermekten bilhassa kaçınıyorum. Herkesin kendine göre beğendiği, doğru gördüğü, üstat bellediği isimler mutlaka vardır. Yukarıdaki ilkeler, bence yeterli bir çerçeve çiziyor. Bu ilkeleri şahsında barındıran kişileri okumalı ve takip etmeliyiz diye düşünüyorum.
E.D.: Bize çok etkilendiğiniz, bize önerebileceğiniz, bir kitap, bir şahsiyet ve bir film ismi verebilir misiniz?
T.K.: Müsaadenizle, yalnızca beni etkileyen şahsiyetlerden söz ederek cevaplayayım bu sorunuzu.
Tarihten başlayacak olursak, -peygamberleri liste dışında tutuyorum elbette- ilk sırada Hz. Ömer var. Adaletiyle, Kur'ân'a bağlılığıyla, Rasûlullah'a ve onun sünnetine olan muhabbetiyle, realistliğiyle, devlet adamlılığıyla, ileri görüşlülüğüyle... Ona hayran olduğum yön çok fazla. Hayatını ne zaman okusam veya onun içinde yer aldığı hangi rivayeti yeniden hatırlasam, tüylerim diken diken olur. Yine Ömer bin Abdulazîz, ayrı bir muhabbetle sevdiğim bir şahsiyettir. Yalnızca üç yıl görevde bulunmasına rağmen, "Müslüman hükümdar"ın nasıl olacağını dosta-düşmana göstermiştir. Osmanlı asırları içinde, ilmiyle, vakarıyla ve takvasıyla İmam Birgivî'yi kenarda ve özel bir yerde tutarım. Saraybosna'nın kurucusu Gazi Hüsrev Bey, ismini anarken bile beni titretir. Son yüzyıldan günümüze "Çöl Aslanı" Ömer Muhtar'ı, Japonya'ya İslâm'ı götüren Abdurreşid İbrahim Efendi'yi, modern dönemin en büyük adamlarından Hasan el Benna'yı, İhvân-ı Muslimîn saflarının en parlak kadın sîması Zeyneb Gazâlî'yi, Amerikan Müslümanlarının yüz akı Malcolm X'i, İslâm'ı seçmemiş olsaydı İsrail'in cumhurbaşkanlarından biri olabilecek çapta bir deha olan Muhammed Esed'i, yersiz-yurtsuz münzevî bir âlim olarak ömrü boyunca ilim peşinde koşan Muhammed Hamidullah'ı, Türkiye'deki ilahiyat eğitimi altyapısının gizli kahramanlarından Bosnalı âlim Muhammed Tayyib Okiç'i, Hint Alt Kıtası'nın zâhid ulemasından Ebu'l-Hasen en-Nedvî'yi, Kudüs'ü savunma uğruna canını veren rahmetli Kral Faysal'ı, asrımızın en büyük âlimlerinden Yûsuf el Karadâvî'yi, Filistin'de başlayan hayatı ABD'de bir ırkçının bıçak darbeleriyle sona eren İsmail Râcî Fârûkî'yi, sahabe gibi tertemiz bir hayat süren Ali Ulvi Kurucu'yu, heybetiyle insanı hizaya getiren Gönenli Mehmed Efendi'yi, Güney Afrika'nın parlayan yıldızı İmam Abdullah Harun'u, Kur'ân kıraatının Türkiye'deki en önemli temsilcilerinden Abdurrahman Gürses'i, Kur'ân'ın haşyetle nasıl okunacağı kendisinde gördüğüm Kâbe imamlarından Suûd İbrahim eş-Şureym'i, gerçek bir gönül adamı Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu'nu, aynı yıllarda İstanbul'da yaşadığımız halde kendisiyle tanışamadığım için âh ettiğim Mûsâ Topbaş'ı, Balkanların düşünen aklı Aliya İzetbegoviç'i, laik Türkiye'nin ilk başörtülü doktoru Ayşe Hümeyra Ökten'i, Türk edebiyatının gözden ırak kalmış isimlerinden Hâlide Nusret Zorlutuna'yı, teptiği şöhretin ardından İslâm'a sadık bir hayatı sürekli bereketle donatan Yusuf İslâm'ı... ve daha birçok ismi zikretmem gerekir. Erbâbının da fark edeceği üzere, hepsi hayatın çok farklı cephelerini temsil eden bu ve benzeri şahsiyetler, yürüdükleri yollar itibariyle benim dikkatimi celp etmiştir. Bazılarına olan muhabbet ve hayranlığım, ömrüm boyunca devam edecektir.
E.D.: Son olarak gençler başta olmak üzere toplumun her bir ferdine birkaç tavsiyede bulunabilir misiniz?
T.K.: Kendimi insanlara tavsiye verme makamında görmüyorum. Ama kendime sürekli hatırlattığım bazı hususları sıralayayım:
•Özümüz ve sözümüz arasında tenakuz bulunmamalı
•Ağzımızdan çıkan her sözün hesabını vereceğimizi hiç unutmamalı
•Müslümanları sevmeli ve kâfirlere buğzu kalpten hiç çıkarmamalı
•Okumayı son nefese kadar hiç bırakmamalı
•Hayırlı akıbet ve hüsn-ü hâtime için duayı dilden düşürmemeli.
E.D.: Bize zaman ayırdığınız için Allah razı olsun. Emeğinize, dilinize, yüreğinize sağlık.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İMSAK | GÜNEŞ | ÖĞLE | İKİNDİ | AKŞAM | YATSI |
04:22 | 05:44 | 11:45 | 14:58 | 17:34 | 18:49 |