HACI ÜZEYİR EFENDİ / Köşe Yazısı - Ziya TEPE

27.05.2021 23:12:22
Ziya TEPE

Ziya TEPE

HACI ÜZEYİR EFENDİ 
 
Kâhta’ya bağlı Narince beldesinde yaşayan Hacı Üzeyir Efendi ile 1995 yılında uzun bir röportaj yapmıştım. Bu sırada yaşının yüzün üstünde olduğunu söylemişti. Kâhta yöresinin orman yapısı ve ormanda yaşayan hayvan türleri, eğitim kurumları, ünlü şahsiyetleri hakkında ile tarihi vakalar karşısındaki tutumu ve ağalar ile ilişkisi konularında çok sayıda önemli sorular sormuştum. Bu röportajı teyp bandına kaydetmiştik. Bu bandı Kâhta Sahabe Vakfının yeni oluşturulan arşivine verdim. Ne yazık ki bu bant kayboldu. 
 
Bu röportaj sırasında çektiğim fotoğraf, bu dergimizin arka kapağında görüldüğü gibi çok sade bir hayatı vardı. Bu sade hayatla birlikte hikmetli ve vurgulu bir dile de sahipti. Sıradan halktan biri gibi, halkın içinde yaşardı. Küçük-büyük, fakir-zengin, köylü-şehirli farkı gözetmezdi. Herkesle oturup konuşur ve onları muhatap alırdı. Bu sade ve samimi duruşu ile insanlara İslam dinini anlatırdı.  
 
Halk nezdinde öyle bir güven oluşturmuştu ki, halkın hurafelerine ve bidatlerine karşı konuşması halk tarafından saygı ile karşılanırdı. Ve halk Hacı Üzeyir Efendi aleyhinde konuşmaz ve eleştirmezdi de. Bütün Kâhta halkı üzerindeki ağırlığı, bugün Kâhtalı yüzlerce din adamı ve akademisyenin etkisinden daha fazlaydı. Bu saygı değer şahsiyet, Kâhta halkını muska gibi şeylerle şayet istismar etmiş olsaydı belki de Kâhta’nın en zenginlerinden biri olurdu. Fakat O, insanlara gerçek İslam’ı öğütleyerek onların zihinlerinin yanlış dini bilgilerle kirlenmesine izin vermiyordu. İşte bu yüzden halk arasında fazla kabul gördü. Bunun da sebebi sahip olduğu berrak ilmi ve bu ilmi ile amel etmesiydi. 
 
Kâhta’ya bağlı Narince köyünde 1895 tarihinde dünyaya geldi. Sülalesi Şeyh Mahmut’a dayanır ve bu adla anılır. Küçüklüğünde abisi ile beraber Akçelili Nakşibendî şeyhi Hacı Efendiden talimat almışlardır. Gençliğinde sofi birisi imiş. Çocuk iken köyde kendisine ‘Deli Üzeyir’ derlermiş. Kimsenin kendisi ile oynamadığını ifade ederdiNarinceli Osman-ı Sevri ile yaşıttı. Bir ara köyde çobanlık da yapmıştır. 
 
 
Hacı Efendiden ders almak için gittiği Adıyaman’da şehir içinde yürürken askeri devriye yanına gelir ve devriye subayı boynunda asılı olanın ne olduğunu sorunca; Kuran alfabesi olduğunu söylediğinde subay: “Demek ki hâlâ eşek kafalılar var.” demiş. “Benim şu anda acil bir görevim var yoksa seni götürür anandan doğduğuna pişman ederdimNe de olsa başka bir devriyeye rastlar, bunu götürürler. demiş. Adıyaman’da ikamet eden Hacı Efendi Kuran öğrenmeye gelen Hacı Üzeyir Efendi’ye “Bu memlekette artık barınma, çık!” der. Memleketten ayrılacağı zaman Hacı Efendi, Hacı Üzeyir Efendi’ye sorar: “Gidiyorsun, bana bir şey söylemeyecek misin?’ derHacı Üzeyir Efendi de: “Evin içinde hizmetçi bulundurmaçiftçilerin de aynı evin içinde yatıp kalkmasın. Bu durum dinimizde haramdır. Hizmetçi ve çiftçilerin evini ayrı yap. Başka yerlerde kalsınlar.” der. Memleketinden ayrılmasının başka bir sebebi de şapka takma mecburiyeti idi. Fakat döndükten sonra şapkayı dinin alameti değil adetten saydı. “Bu şapkada bir şey yoktur, bir çaputtan ibarettir. der. 
 
Hacı Üzeyir EfendiSuriye topraklarına girince Fransız askerleri tarafından yakalanarak hapse atılır. Hapisten birinin yardımı ile kurtulur. Suriye’den Filistin’e geçer. Sina Çölünde üç gün, üç gece yönünü kaybetmiş halde yürür. Sina Çölünde bir gece rüyasında büyük bir ağacın tepesinde iken zerdali gibi bir meyve yediğini görür. Rüya tabirlerinde usta olan Hacı Üzeyir Efendi bu rüyasını hayra yorar. Daha sonra Mısır topraklarına girer, oradan da Kahire’ye geçer. Oraya varınca kendisine bir sürü bit girdiğini fark eder. Hamamda temizlenir. Daha sonra El-Ezherin ilkokuluna kaydolur. O dönem El-Ezherin otuz iki bin talebesi, bin sekiz yüz öğretmeni ve altı tane de profesörü vardır. Derslerinde çok başarılı olur. Yazın arkadaşları tatile giderken kendisi başka dersleri mütalaa eder. El-Ezher Medresesini on altı yılda bitirir. Çok okuyup çalıştığı için arkadaşları kendisine ‘kitap yüklü merkep’ diye takılırlar. 
 
El-Ezherde okurken bazı vakitlerde cinlerin etrafında toplandığını görür ve onlardan korkmadığını belirtir. Onların da ilim öğrenmek için geldiğini söyler. Kürt asıllı zengin birisi Kahire’nin güzel bir yerinde bulunan büyük bir Hanını, dünyanın her tarafından gelen Kürt öğrencileri için vakfetmişti.  Zamanla Han’dan gelen gelir öğrencilere verilmeyerek gasp edilirBunun üzerine Hacı Üzeyir Efendi iki mahkeme sonucu Hanın tüm gelirini tekrar Kürt asıllı öğrencilere kazandırır. 
 
Mısırdan sonra Mekke’ye giden Hacı Üzeyir Efendi, yedi yıl şeriat mahkemesinin hâkimliğini yapar. Mekke’ye geldiğinde dışarıdan gelen Müslümanlardan altı riyal ayakbastı parası alınıyordu. Mekke’ye yeni bir vali atanınca da ayakbastı parası kırk riyala çıkar. Bunun üzerine Kral Abdülaziz’e bir mektup yazar. Mekke ve Medine’nin bütün Müslümanların toprağı olduğunu ve Müslümanlardan cizye alma hakkının bulunmadığını yazar. Yapılan uygulamanın İslam dinine ters olduğunu ve Müslümanlardan ayakbastı parasının alınmaması gerektiğini belirtir. Mektubu postaneye götürdüğünde memur titreyerek “Sen ne yapıyorsun? Bu şikâyet mektubu için kral seni de asar beni de asar.” der. Hacı Üzeyir Efendi: “Yazan benim, adresimi de yazmışım, senlik bir şey yok.” diye çıkışır. Başka bir memur da “Mektubu getir göndereyim.” der.  
 
Mektubu okuyan Kral Abdülaziz, Hacı Üzeyir Efendinin yazdıklarını haklı bulur ve Mekke’ye gelenlerden ayakbastı parasının alınmaması talimatını valiye bildirir. Ayrıca Valiye, mektup yazan âlimden özür dilemesini ve kendisine dokunulduğu takdirde belini yedi yerinden kıracağı ekler. Vali, Hacı Üzeyir Efendiyi yanına çağırtır. Koltuğuna gömülü Vali yerinden kalkmadan Hacı Üzeyir Efendiye: “Sen mi beni krala şikâyet etmişsin?” derHacı Üzeyir: “Evet, o benim!” der. Vali: “Söyle bakalım sen hangi örgüte bağlısın?’ dediğinde Hacı Üzeyir Efendi: “Ben yalnız Allah’ın örgütündenim!’ diyerek cebinden kalemini çıkarır: “Benim örgütüm bu kalemim ve (parmaklarını göstererek) bu iki parmağımdır, başka örgütüm de yoktur.” der. 
 
Mekke imamı Cuma namazı için vaazını hazırlarken biri gelip verasetle ilgili bir soru sorar. İmamCuma için vaaz hazırladığını, başka bir gün gelmesini ister. İmamın yakınında oturan Hacı Üzeyir Efendi soru soran kişiyi yanına çağırarak verasetin paylaşımını bir bir anlatır. O anda Mekke imamı da anlatılanlara kulak misafiri olur. İmam, Hacı Üzeyir Efendiyi yanına çağırarak “Üzeyir!” der, “Mekke’nin sana ihtiyacı mı var? Git memleketine, burada ne duruyorsun?” der. 
 
1953‘te Hacı Üzeyir Efendinin şeyhi olan Hacı Efendi vefat eder. 1957’de Hacı Üzeyir Efendi Türkiye ‘ye döner. Türkiye’ye geç dönmesinin sebebi ile ilgili Hacı Üzeyir Efendiyçok yakın olan birinin tahmini şöyledir: Hacı Efendi’nin dini esaslara ters düşen görüş ve davranışlarına tahammül edemeyeceğinden hareketle şeyhine nezaketsizlik olmasın diye geç dönmüştür. Bu yakını Hacı Üzeyir Efendiye şayet Hacı Efendi sağ olsaydı, karşı çıkacağın şeyleri kabul eder miydi?” sorusuna, Hacı Üzeyir Efendi “Evet, kabul ederdi.” der. 
 
Hacı Üzeyir Efendi Kâhta’ya döndüğünde kalacak bir yeri yoktur. Bir kısım talebe bularak Celaleddin Camisinde okutmak istedi. O zaman Kâhta müftüsü olan Molla Emin, Hacı Üzeyir Vehhabi yetiştirecek! diye karşı çıkar ve izin vermez. Cami cemaatinden de destek alamayan Hacı Üzeyir Efendi öğrenci okutmaktan vazgeçer. 
 
Hacı Üzeyir Efendi dönüşünden sonra her türlü İslam dışı bidatlere, hurafelere, batıl inançlara karşı şu tebliğlerde bulunurdu: Ziyaretlerden (türbelerden) bir şey ummayın, sizlere ne faydası ne de zararı olur. Ziyaret yerinde kurban kesmek şirktir. Mezarlıklara gidebilirsiniz ve gittiğinizde de hem onlara hem de kendinize dua edin. Muskalara kesinlikle inanmayın, muska yapanlara da para vermeyin. Gece ve gündüz yatarken, yolcu iken Ayetel Kürsü ile Felak ve Nas gibi surelerini okuyabilirsinizİslam da İskat da yoktur. derdi. 
 
Bunun üzerine halk Hacı Üzeyir Efendiyi Diyanet İşleri Başkanlığına şikâyet eder.  Toplum arasında ikililik oluşturuyor diye Kâhta’dan sürgün edilmesini isterler. Diyanet, Hacı Üzeyir gibi bir zat toplum arasında ikililik oluşturmaz diye yapılan şikâyeti reddeder. Hacı Üzeyir Efendi inancında samimi, tavizsiz ve cesurdu. Doğru yolda ben çok inatçı birisiyim. Allah beni bu hasletimden ayırmasın.” derdi. 
 
1960 askeri darbesinden sonra bir gün Çarşı Camisine geldiğinde caminin içerisine çimento torbalarının koyulduğunu görür. İlgili askeri sorumlunun yanına gidip cami içindeki çimento torbalarının kaldırılmasını ister. “Siz bugün camiye çimento koymuşsunuz, yarın da ahıra çevirirsiniz.” der. Hacı Üzeyir Efendinin bu cesur ve samimi duruşundan dolayı caminin içine konulan çimento torbaları kaldırılır. 
 
Görev yaptığı yıllarda Kâhta ilçesine bir İmam-hatip kadrosu çıkar. Zamanın Kâhta Belediye Başkanı eniştesini imam yapmak istiyordu. İmtihan kurulu üyesi olan Hacı Üzeyir Efendi, bunun Kur’an-ı Kerim’i okuması zayıftır diye onaylamaz. Belediye Başkanı eniştesinin imamlığını onaylamadığı takdirde görevinden aldıracağını söyler. Buna Hacı Üzeyir Efendi, Narince köyünün çobanlığı beni bekliyor. Sen benim çobanlık yapmamı da önleyebilir misin? diye cevap verir. 
 
Bir gün Kâhta çarşısında bulunan zamanın ağalarından biri, Hacı Üzeyir Efendiyi yanına çağırır ve kendisine; “Yeni bir parti kurulmuş, ismi Millî Nizam partisidir. Bu partinin başkanı İslamdan bahsediyor, şeriattan bahsediyor. Mustafa Kemalin Cumhuriyetinde bu mümkün müdür?” diye sorar. Hacı Üzeyir Efendi de; “Bu başkan bunları mı söylüyor? diye teyit etmek amacıyla sorunca Ağa: “Evet.” der. Hacı Üzeyir de: “Anlaşılmıştır.” diye karşılık verir. Bunun üzerine Hacı Üzeyir halka, Millî Nizam partisini desteklemek üzerimize bir görevdir.” diye beyanda bulunur. Zamanında Hacı Efendiye de “Hangi partiye oy verelim?” diye sorduklarında, Hacı Efendi, “Sizden olanoyunuzu verin?” demiş.  
 
Kâhta yöresinde sözü, duruşu ve cesaretiyle ün yapmış olanlardan biri, Hacı Üzeyir Efendiye “Sen köylere gidiyorsun, Millî Selamet Partisi için çalışıyorsun. İnsanlar senin arabanı taşlarsa ve sana ileri geri konuşurlarsa bu durum senin gibi bir din adamına yakışır mı? diye sorar. Hacı Üzeyir Efendide; Bunlar bana en fazla ne yapabilirler? Beni ancak öldürebilirlerdeğil mi? Bu da benim için bir şereftir. Bunlar beni öldürdükten sonra cehenneme götürüp azap da edebilirler mi? diye sorunca adam: “Hayır! der. Yine Hacı Üzeyir Efendi“Suyu bulanık akan çeşmenin başında biri duruyor ve diyor ki ben bu çeşmenin bulanık suyunu berraklaştırmak istiyorum. Bu durumda ona destek vermek de üzerimize farzdır. Çok ayıptır ki bunları sen bana söylüyorsun.” der.  
 
Hacı Üzeyir Efendiye rejimin zulmünden bahsedildiğinde “Ya ağaların zulmü?”ne ne demeli derdi. Ağaların zulmünde, hiç kimse ne kendi malının, ne de namusunun sahibiydi. Yine yapılan zulümlerden bahsedildiğinde zulme destek verenlerin de büyük pay sahibi olduğunu özellikle vurgulardı. Firavun’un insanlara yaptığı zulmün gücünü, yalnız başına kendinde değil asıl kendisine destek verenlerden aldığını unutmamak gerekir derdi. 
 
Kendisine sorulan sorulara şöyle cevap vermiştir: 
 
Hacı Üzeyir’in yakın çevresinde olan Hacı Ramazan Özbek’e: “Kim benim Menzil şeyhini sevmediğimi söylerse sen “Yalan, yalan, yalan! diyeceksin. Yoksa sana hakkımı helal etmem.” ve “Menzil şeyhinin (Şeyh Abdulhakim) ailesi kadar halim selim olan bir aile yeryüzünde zor bulunur.” demiştir. Menzil şeyhine bağlılığını men etmiyordu. İslam’da cezbenin olduğunu, ancak gereksiz bağırma ve çağırmaların da uygun olmadığını da ifade ederdi. 
 
Şeyh Mevlana Halid-i Bağdadi’nin yazdığı Mektubat’ında, şeyhlerin ve ağaların çocuklarını halkalarınıza almayın, zira onlar bağlılıklara ve talimlere gelmezler, yazıyor. Buna ne diyorsunuz?” sorusuna: “Bu söyledikleri doğrudur, çünkü şeyh ve ağaların çocukları refah ve rahatlıklarına düşkündürler. Bol bol etli yemekler yerler. Etli yemekler de insanlarda rehaveti ve şehveti oluşturur.  
 
Şeyh Sait hakkında halkın ve kendisinin tutumu ile ilgili sorduğum soruya; başta kendisinin de Şeyh Sait’in bir neferi olmasını çok istediğini ancak kendisine nasip olmadığını ifade etmişti. Kâhta’da bir kısım ağanın da Şeyh Sait kıyamına karşı olduklarını belirtmişti. Kâhta’nın ormanlık alanları ilgili soruya da, “Orman öylesine gür bir yapıya sahipti ki içine girmeye çalışıldığında insanı korku(ğuf) sarardı. cevabını verdi. 
 
Hacı Üzeyir Efendi Kâhta valiliğinde emekli olduktan sonra tekrar köyü Narince’ye döner ve orada ....... tarihinde vefat eder. Üç erkek ve bir kız çocuğu vardı. 
 

Not: Yazının hazırlanmasında önemli bir katkısı olan Hacı Ramazan Özbek’e teşekkür ederim.  

Bu yazı toplam 3067 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.