GENÇLİK, ZİHİNSEL DİNAMİZM VE ANLAM ARAYIŞI / Köşe Yazısı - İ. HALİL TÜNÇMEN

21.06.2024 11:42:37
İ. HALİL TÜNÇMEN

İ. HALİL TÜNÇMEN

 Bu yazı Eğitimle Diriliş dergisinin Kasım 2023 tarihli 20. sayısından alınmıştır.
 

İnsan hayatı çocukluk, gençlik ve yaşlılık dönemlerinden oluşmaktadır. En önemli, en kritik, en hareketli ve aynı zamanda en sorunlu dönem gençlik dönemidir.

Gençlik, insan hayatında kimine göre bir gelişme basamağı, kimine göre çocuklukla erişkinlik arasında bir köprü, kimine göre ise hayatın evrelerinden en coşkulu ama bir o kadar çalkantılı bir evre olarak tanımlanır. Bu dönemi biyolojik, psikolojik ve sosyolojik özellikler açısından belli yaş parantezine almak, belki istatistiklere yardımcı olmak için geçerli ve elverişli olsa da gençliği belirli bir yaş dilimi ile sınırlandırmak ve onun sonrasını “artık genç olmamakla” nitelemek çok doğru olmamakla beraber, insanlarda yaşlılık duygusunu bizim ortaya çıkarttığımız anlamına gelmektedir. Oysa kalbinin kıpırdanışlarına kulak veren, hiç ölmeyecekmiş gibi bir azme bununla beraber kendini ve hakikati arayan, dinamik bir zihne sahip, üreten, huzur ve mutluluğu elde etme çabasındaki herkese “genç” demek yanlış olmasa gerektir.

Bununla birlikte gençlik, genel olarak coşkulu, atılgan ve çalkantılı, kabına sığmayan bir beden gücünün, yürekliliğin, kaynayan kanının davranışa egemen olduğu bir çağı temsil etmektedir. Bu çağ, “cesaretin çekingenliğe, macera isteğinin rahata üstün geldiği bir döneme” işaret eder. Çoğu kez geçtikten sonra değeri bilinen, eski kuşakların özlemle andığı bir dönemi temsil eder. Yine bu çağı önemli kılan, geleceği inşa edecek, ilerletecek, geliştirecek enerjinin gençlikte ziyadesiyle bulunmasıdır. Zira gençlik çoğu kez umut, yeniden canlanma, çiçek açma, tazelenme olarak tasvir edilir.

Bu hususlardan ayrı olarak gençlik, kendine özgü değerlerin, hayat anlayışının ve dünya görüşünün oluşturulmak istendiği, bir başka ifadeyle kendi öz benliğinin bilincine varıldığı, kimlik duygusunun oluşturulmak istendiği, kişiliğin/şahsiyetin inşasının başladığı bir dönemdir. Gençlerin hayatlarındaki hareketlilik içerisinde zihinsel, ruhsal arayış ve dinamizm de barındırıyor. Kestirmeden söylersek genç, hakikatin peşinde ve kendini arayan insandır. Genç, bu arayışı ile kendini, yaratıcısını, varlık sebebini, içinde doğduğu kültürü, doğayı, bedenini, ruhsal özelliklerini öğrenecek ve bu sürecin sonunda kendisini, toplumdaki ve dünyadaki yerini ve yaşadığı hayatın manasını sorgulayacaktır. Kimi genç aradığını çabucak bulur, kimisi ise aramaya devam eder. Genç, bulduğu inançları, zihninde oluşturduğu görüşleri sürekli sınar, yargılar ve hesaplaşırsa daima zinde kalır. Bu zihinsel dinamizm ve arayış tıpkı akan bir nehir gibi geçtiği her yeri güzelleştirir. Ulaştığı her yerde yeni hayatlar filizlenir. Bereket ve canlılık getirir dokunduğu her yere. Bu arayış ve akış ulaştırır genci hakikat denizine. Bu zindelik, şahsiyetini geliştirmek ve hayatın anlamını oluşturmak adına başkalarına ufuk olur; toplumsal hayatın olgunlaşmasına katkı sağlar.

Gencin kendisini, tarihini, inançlarını, geleceğini ve hayatın anlamını arayışında ilk ve en önemli uğrak yerinin kendi kültürü olduğu açıktır. 

Genç kültürüyle tanıştıkça, yaşadığı dünyayı keşfettikçe kendisinin ‘kim’ ve ‘ne’ olduğunu idrak eder; kendisiyle tanıştıkça da, önce kendi toplumuyla sonra da bütün insanlık âlemiyle ilişki kurar. Ancak bu arayış ve ilişki kurma süreci, kolayca gelişen ve ilerleyen bir akıştan ziyade oldukça zahmetli, yorucu unsurları içerir.

Gencin önünde, asırlar boyunca biriken son derece bol ve karmaşık bilgiler ile yeni oluşan bilgiler, yeni hayat tarzları bulunur. Mesele bu dağınık şeyler arasından makul bir inşa yapmak ve böylelikle yaşam mimarisini zenginleştirmektir. Bu yüzden genç; arayışında, seçimlerinde dikkatli ve itinalı olmalı; seçtiklerini yargılama, değerlendirme ve onlarla hesaplaşmada bilinçli olmak zorundadır. Kolaycılığı tercih etmeden, yılmadan ve dirençle yoluna devam edebilmelidir. Hayatta hazır reçete ve çözümlerin olmadığını aklında tutan bir genç, bir toplumun üyesi olarak benimsediği değerlerin, hayatı anlamlandırma yönünde gösterdiği gayret ve kâinata yaptığı katkıların önce kendisini, sonra da kültürünü yeniden inşa ettiğini fark edebilir.

Gencin kendini gerçekleştirmesi, hayatının manasını kavraması, kendisini tanıması ya da kimlik ve kişilik kazanması öncelikle kültür dünyasının farkında olmasını sağlar. Bu farkındalık hem bireysel hem de toplumsal düzeydeki sorumluluklarını gerçekleştirmesine yardımcı olur. Aynı zamanda bu bilinçlenme ve sorumluluk, gencin taşıdığı değerler ile anlamları bizzat benimsemesini, onlara ‘kendi’ gözüyle bakmasını veya ‘okumasını’ da sağlar. 

Gencin hakikate ve hayata dair anlam arayışı her daim belli bir mana küresinde gerçekleşir. Bu çerçevede mânalar insanın hakikatle karşı karşıya gelmesi, Hakk’ın bizden talep ettiği düşünme ile gerçekleşir. İnsanın kendi doğasını, özünü varlık içinde tutmak anlamına gelen düşünme, esasen kişinin kendi gerçekliği ve mânasını tayin etmesine işaret eder. Bu faaliyet vasıtasıyla insan ile Hakk ve hakikat arasındaki mesafe azalır; insanın nasıl var olacağı ve anlamını nasıl ortaya koyacağı belirlenir. Bu çerçevede düşünme, insanın kendisini varlığın içine salıvermesi; hakikati orada, kendi gerçekliği içerisinde müşahede edebilmesidir. Biz düşünme vasıtasıyla bir şekilde varlığa şekil vermeye çalışır ve mânalar oluştururuz. Bu noktada mâna oluşturmak, oluşa gelmenin özüne el atmadır. Bu el atma varlığı ve onun hakikatini açığa çıkarmayı temsil eder; açığa çıkma çiçeklenme, parıldama, dinleme, söyleme, mâna oluşturma şeklinde oluşur. Bizler bu faaliyet ile varlığın önümüzde oluşmasına izin verir ve onu kalbimize alırız. Dolayısıyla varlık olmakta olan değil; kalbimize aldığımız; önümüzde oluşmasına izin verdiğimiz; kalbimizde oluşturduğumuzu temsil eder.

Gerçekten bizler varlığın içinde bir var olan olarak yer, gök, ölümlüler ve Allah ile ilişkimizi, kendi durumumuzu ve değerimizi anlamak isteriz. Bu anlama faaliyeti ister istemez düşünmenin bizatihi kendisini ortaya çıkarır. Dolayısıyla düşünme ya da anlamlandırma varoluşsal bir hadiseye işaret eder. Bir kültür içinde doğan insanın düşünmesi ise, öncelikle başkaları ile aralarındaki ‘ayrılıkları ve mesafeleri’ her zaman hafızasında tutmasına, değişen ve (bugün için) küreselleşen dünyanın farkına varmasına; diğer medeniyetleri araştırarak, kendi meşruiyetini korumasına ve kendi kültürünü yaşanabilir ve yaşatılabilir kılmasına bağlıdır. Bu husus, hafızasını unutmamakla birlikte geçmişin rüyalarında yaşamayan gencin oluşan ve değişen dünyayı kavrayarak, bilme, bilgi üretme ve bilinçli eylemde bulunma kapasitesini seferber etmesi anlamına gelir. Genç, hayat boyu sürecek bu seferberliği bir yandan kişilik yetkinliği diğer yandan mana ve değer üretimiyle somutlaştıracak; böylelikle sürekli bir değer üretimi ile yetkinliğini gerçekleştirme yoluna koyularak, sürecin başlangıcında olduğu gibi sürecin sonunda da bir kişi olacaktır.

 

Gencin şahsiyet oluşturmadaki en önemli uğraklarından biri hayatın anlamını kendi kültüründeki mana küreleri üzerinden fark edebilmesi ve bu kürelerde kendisine yer bulmasıdır. Zira insanın, biyolojik değil ama manevi anlamda nefes alıp verdiği, insan olarak yaşamayı ve yaşatmayı öğrendiği yer olan kültür dünyası, barındırdığı anlamlarla uyum içinde her bireye özgü farklı tavır ve tutumları üretir. Bu farklı tavır ve tutumlar esasen özgünlük ile iyi yaşamı yansıtan bir zemine işaret eder. Gencin bu zemin ile ilişki ya da iletişime geçmesi varoluşu bize kavratacak uğraklarla; felsefe, sanat, bilim ve din alanlarıyla karşılaşmasıyla gerçekleşir.

İnsan varoluşun sırlarını; gerek dış dünyanın gerekse kendi iç dünyasının sırlarını ancak düşünme aracılığıyla çözebilmektedir. Bu çerçevede düşünmek, insan olmanın en temel özelliğidir. Bu manada düşünce serüveni, insanın kendisini açığa çıkardığı; kendisini, kendisine ifşa ettiği bir varoluş aynası gibidir. Bu varoluş aynasında görünen, esasen insanın kendisini arayışıdır. Bu arayışın özellikle rasyonel, şümullü, tutarlı ve objektif bir çerçeve içinde icra edilmesi hayatı nasıl yaşamamız gerektiği hususunda yol gösterici bir işleve sahiptir. Nitekim bu işlev, düşüncelerin davranışlar üzerindeki etkisinin görülmesidir.

Sonuç olarak genç zihni donuklaştıran, çürüten sabitlerinden sıyrılmalı. Gençliğinin bahşettiği dinamizmi zihinsel ve ruhsal dünyasında istikameti hakikat olan bir arayışa dönüştürerek hayata mâna ve canlılık kazandırmalı, hakikat denizine ulaşarak sükûnet ve huzura kavuşmalıdır.

 

KAYNAKÇA

1* Prof. Dr., Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Felsefe Tarihi Ana Bilim Dalı, (celal.

turer@ankara.edu.tr).

Kültür,

2*Jaspers, Karl. Felsefe Nedir?. Çev. İsmet Zeki Eyüboğlu. İstanbul: Say Yayınları, 1986.

Mengüşoğlu, Takiyettin. Felsefeye Giriş. İstanbul: Remzi Kitabevi, 1992.

3*William James, The Letters of William James (Boston: Athlantic Monthly Press, 1920), Vol.

 

Bu yazı toplam 424 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.