İLİM VE HİKMET İLE YOĞRULMUŞ BİR ÖMRÜN HATIRI OLMAZ MI? / Köşe Yazısı - Mehmet ORMAN

17.11.2021 20:59:35
Mehmet ORMAN

Mehmet ORMAN

 

 

 

 

İLİM VE HİKMET İLE YOĞRULMUŞ BİR ÖMRÜN HATIRI OLMAZ MI?

 

“Her şeyin bir hatırı vardır”

Sabri Hoca’yı tanıyanlar sık sık bu atıfı ondan duyarlardı. Sabri Hoca insanlara, eşyaya ve olaylara duyduğu saygıyı böyle ifade ederdi.

Adıyaman’ın Kâhta ilçesinin Hiniç; yeni adıyla Adalı köyü, Fırat nehrinin kıyısında, kuzeydoğu ve kuzeybatısında bulunan iki tepenin eteğinde, düzlük bir alanda mütevazı bir yerleşke… Bölgede, belki de, ilmin ve medeniyetin öğretildiği ve öğrenildiği kurumlar olan cami ve okulun inşa edildiği ilk yerleşkelerden biri olan bir köy… Aynı zamanda Fırat gibi büyük bir nehrin havzasında yer alan ve bol su kaynaklarının olduğu, tarım ve hayvancılığın başlıca geçim kaynakları olduğu, mütedeyyin ve muhafazakâr insanların yaşadığı güzel bir köy... Farklı yönleriyle hayata katkı sağlayan birçok insanın doğup büyüdüğü; gerek özel sektörde gerekse de devlet kademelerinde görev alan birçok insanın yetiştiği ancak gününüzde birçok köy gibi Atatürk Barajının göl alanında kaldığı için Fırat’ın sularına maruz kalmıştır. Şimdilerde ise henüz baraj sularının erişemediği bir bölgede Yeni Adalı adıyla bir iki haneden ibaret, genelde tarım tarlalarının bulunduğu mini bir yerleşke olarak varlığını sürdürmeye çalışan bir mezra.

Bu yazımızda Hiniç’in bağrında doğup büyüyen, devlet nezdinde çok önemli kurumlarda,  önemli görevler üstlenen ve maalesef geçtiğimiz yılın Haziran ayında ahirete irtikal eden mümtaz bir şahsiyet; adeta “Âlimin ölümü âlemin ölümü gibidir” hadisinin bir tezahürü olan, aynı zamanda ilmiyle amel eden/amil olan bir ilim adamı olan merhum Prof. Dr. Sabri Orman’ı, pek sevgili ve kıymetli amcamı anmaya, anlamaya ve anlatmaya çalışacağız.

Sabri Orman, nüfusa kayıtlı olduğu haliyle 01.01.1948 yılında Adıyaman’ın Kâhta ilçesine bağlı Hiniç köyünde doğmuştur. Ancak kendisinden ve aile bireylerinden dinlediğimiz kadarıyla, benim de dâhil olmak üzere birçok kimse de olduğu gibi bu doğum tarihi tam olarak gerçeği yansıtmamaktadır. Kendilerinin ifadeleriyle “Annem derdi ki; ‘Oğlum sen dut zamanı doğdun.’ Yani sene doğru; 1948. Fakat 48’in ilk gününde değil, dut zamanındaki bir günde doğmuşum. Dut zamanını araştırdım. Dut zamanı bizim memlekette, Mayıs sonları ile Haziran başları arasındaki bir zamana denk gelmektedir.. Dolayısıyla hangi gün hangi saat gibi dakik şeyler bizim doğum tarihi için geçerli değildir.”

Ailesi; anne ve babası yani dede ve ninemiz köylü insanlar idi. Köyde Hamış/Hamşin ailesi olarak bilinirlerdi. Ayrıca kıymetli babalarının (dedemizin) zamanla, kendi gayretleriyle kendisini yetiştirerek elde etmiş olduğu fahri imamlık/mollalık görevinden dolayı olsa gerek ‘Mala Mele/Mala Mele Emin’ yani ‘Molla Ailesi/Molla Emin Ailesi’ diye de bilinirdi yörede.

Babalarından söz açılmış iken; babaları yörede Mele Emin olarak bilinen ve asıl adı Memet Emin Orman olan mütedeyyin bir ilim adamıydı. Mele Emin, kendi gayretleriyle yetişen ender insanlardan biridir. Kur’an-ı Kerim’i köyünde öğrenmiş, Siverek’te medrese eğitimi almış, askerlikte Türkçeyi öğrenmiş, köyünde fahri imamlık daha sonra vekil imamlık yapmış ve son olarak da bu görevi asaleten yürütmüştür. Hatırlıyorum dedemiz Mele Emin, okumasını geliştirmek için; ‘Oğlum, bizim zamanımızda öyle kitap, kalem vb. şeyler yoktu. Ben okumamı geliştirmek için yolda, sokakta, kazaya yolum düşerse çarşıda, pazarda bulduğum takvim yapraklarını, yazılı kâğıt ve gazete parçalarını toplar eve getirirdim ve defalarca kez okur, onları yazmaya çalışırdım.’ derdi. Üzerlerinde ayet ve hadislerin yazılı oluşlarından ve ilme verdiği değerden olsa gerek özellikle de takvim yaprakların öyle alelade görülmesini ve yere atılmasını istemez, yakılmasını veya güzel bir şekilde imha edilmesini önerirdi. Sabri Orman, katıldığı bir radyo programında; “Benim babam kendi kendini yetiştiren nadir insanlardan birisidir. Babası vefat ettikten sonra genç yaşta, delikanlılık yaşında okuma hevesi uyanan ve bunu gerçekleştirmek için büyük gayret sarf eden, daha sonra da bir dereceye kadar muvaffak olan bir insandır. Delikanlılık yaşından sonra da okumaya çalışmıştı. Tamamıyla kendi içinden gelen bir şey olarak, ne anne yardımı, ne baba yardımı, ne de etrafından yardım almadan ve birçok insan için çok geç olduğu düşünülen bir zamanda okuma imkânı bulmuş, kendini geliştirmiş ve hala da okuyan biri. Benim babam, hem babam hem de hocamdır. Bir taraftan okula gidip ilim tahsil etmeye çalışırken bir taraftan da o, yazın ve kışın beni yetiştirmeye çalışıyordu. Büyük bir ihtimalle kendisinin yoğun bir şekilde hissedip de gerçekleştiremediğini düşündüğü şeyi bizde gerçekleştirmek istiyordu.”

Her ne kadar günümüzde bir etkinliği kalmamış olsa da, rivayetlere göre Sabri Orman’ın ailesinin, yani ailemizin, ‘Gewuz’ diye bilinen bir aşiret ile anıldığı söylenebilir. Bildiğim kadarıyla birkaç nesilden itibaren, kendi nüfus soy ağacı verilerimden de ulaşabildiğim kadarıyla, 1854 yılından itibaren bu yörede yaşamaya başlamışlar. Dolayısıyla buranın yerlileri olduğu söylenebilir. Ancak aile sohbetlerinde ve yine Sabri Orman amcamızın ifadeleriyle; ‘Osmanlı dönemindeki göç hareketlerinin birinde ailemizin, Diyarbakır Karacadağ’dan Adıyaman’a doğru olan bir göç hareketinin içinde Adıyaman’a yani Kâhta’nın Hiniç köyüne yerleştiklerini’ biliyoruz. Sabri Orman, sekiz çocuklu bir ailenin en büyük evladı idi ve maalesef dört kardeşini çocukken kaybetmiş (Allah rahmet eylesin). Çocukluğu köyde geçen Sabri Orman’ın da her köy çocuğu gibi çeşitli afacanlıkları olmuştur elbet. Gerek kendisinden gerek aile büyüklerimizden duyduklarımız kadarıyla kendisinin çocukluğundan biraz bahsetmek istiyorum. Tabi ki burada sadece çocukluğunu değil, çocukluğundan hareketle, yaşarken kendisinden köydeki çocukluk, çocukluk oyunları ve kazanımları ile ilgili edindiğim yaklaşımlarını da aktarmaya çalışacağım, müsaadenizle.

Tabiidir ki Sabri Orman da her çocuk gibi oynamayı sevmiştir. Bunu kendileri de zaman zaman ifade etmiştir. Kendilerinin ifadeleriyle; ‘Köyde çok çeşitli (çelik çomak, saklambaç, ara kesmeler, çakıl taşlarıyla oynan oyunlar vb.) oyunlar olduğunu ve her birinde bulunduğunu’ ve bunların kayıt altına alınması gerektiğini belirtmişlerdir. Ona göre oyunlar ‘bir bölgenin, bir ülkenin folklorunun parçalarıdır. Oyunlar, halkın yaratıcılığını, bir şeylere zenginlik katma vasıflarını yansıtıyor.’ O, eski zamanlarda oynanan oyunların önemli bir kısmının ‘asırlardan beri oynanarak gelen oyunlar olmadığını, insanların yeni oyunlar geliştirdiğine ve oyunları çeşitlendirdiklerine inanıyordu.’

Bir keresinde; köydeki çocukların oyun araç gereçlerinin büyük bir kısmını kendilerinin geliştirdiklerini dolayısıyla bu durumun çocukların yaratıcılıklarını da geliştirdiğini belirterek çamurdan kendi arabalarını, taşlardan misketlerini yapmaları ve buna benzer daha birçok şeyin çocuklarda vasıf geliştirici ve hayata hazırlayıcı bir özelliği olduğunu anlatmıştı, köy oyunlarının. Bu yönüyle oyunların köy çocukları için büyük bir kazanç olduğunu, bu durumun şehir çocukları için iyi tasarlanmış, planlı bir şehirleşme olmadığından geçerli olmadığını belirtmişlerdi.

Bu arada rahmetli ninemizden ve tabi kendilerinden de dinlemiş olduğumuz, kendileri için acı verici ve kendilerinde kalıcı bir iz bırakan bir çocukluk hatırasını üzülerek de olsa anlatmak istiyorum. Bilindiği üzere o yıllarda özellikle köylerde taşıt araçları yok denecek kadar azdı. Ulaşım, bağ-bahçe ve tarla işleri insan ve eğer varsa hayvan gücüyle sağlanırdı. Bir gün merkeple bostana gübre taşınırken iki merkepten biri yoldan çıkınca anneleri (ninemiz) yoldan çıkan merkebi kontrol etmek için Sabri Orman’ın bindiği merkebi bırakıp gidiyor. Derken bu merkep de huysuzlanıyor ve Sabri Orman yükle birlikte düşüyor. Kayanın üzerine düştüğü için başında derin bir yara oluşuyor. Her ne kadar koca karı ilaçları ile tedavi edilse de izi kalıyor yaranın. Tabi köyde doktor olmadığı ve köy en yakın ilçelere dahi (Kâhta ve Siverek) yedi sekiz saatlik mesafede olduğu için doktora gidilememiştir. Bu olayı anımsarken “koca karı ilacı deyip haksızlık etmeyelim biz, onların hazırladıkları ilaçların sayesinde atlattık o yarayı ve acıyı.” Der Sabri Orman.

Böyle hüzünlü bir hatıra ile çocukluk dönemini bitirmek de pekiyi olmasa gerek. Bir de yıllar sonra gittiği İstanbul’da Sabri Orman’ın, kendi deyimiyle ‘dünya tatlısı bir insan’ ile farkına varmadan yaşamış olduğu bir çocukluk hatırası var. Onu anlatmadan geçmek büyük haksızlık olacaktır.

1950’li yıllarda Kâhta’da kaymakamlık yapan ve köye ilk taşıt yolunu yapan Hocaların Hocası Sabahattin Zaim Hoca (Allah kendisine rahmet etsin), makam arabasıyla Hiniç köyüne gelir. Köylüler haliyle aracı gördüklerinde ilk olarak yadırgar ve tedirginlikle uzaklaşırlar ancak duruma alışınca tekrardan yaklaşırlar. İşte o insanlar arasında Sabri Orman da varmış. Derler ki Sabahattin Hoca Sabri Orman için “İyi ki köye o yolu yapmışız. İşte o köyden asistanlığını da benim yanımda yapan, bugün Türkiye’nin çok değerli bir ilim adamı olan Prof. Dr. Sabri Orman yetişti. O yollardan geldi geçti.” Bu da Sabri Orman’ın çocukluk yıllarının güzel ve tatlı bir hatırası olarak kayda geçsin.

 

Sabri Orman eğitime kendi köyündeki ilkokulda başladı ve beş yıllık ilkokul eğitimini burada tamamladı. İlkokulda iken başarılı ve okumayı seven bir öğrenciymiş. Öyle ki okul kütüphanesinde bulunan tüm kitapları okumuş; bununla yetinmeyip babasının kitaplığında bulunan Arapça ve Osmanlıca kitapları dahi okumaya çalışırmış. Kendileri ‘eğer Hiniç’te bir ilkokul olmasaydı okuyamayacağını’ belirterek eğitim konusundaki yatırımların önemini ifade etmişlerdir. Aynı zamanda ‘eğitim için yapılan hiçbir yatırımın boşa gitti diye düşünülmemesi gerektiğini’ vurgulayarak ‘eğitim için yapılan yatırımların nerede, ne zaman ve hangi sonuçları vereceği konusunda tahmin edilmeyeceğini’ belirtmişlerdir. Sabri Orman, ilkokulu yokluk ve büyük zorluklar içerisinde okumuştur. Der k: “Yılda bir veya bilemedin iki kalem ancak alabilirdik, silgi ise lüks olurdu, hele kalemtıraş zaten yoktu. Bulabilirsek jilet veya bıçak ile açardık kalemlerimizi. Ve ilk giydiğim ayakkabım ‘cizlavit’ denilen plastik bir ayakkabıydı ki onu da ilkokul dörtte alabilmiştim.”

 

Nihayet ilkokulu kendi köyünde bitiren Orman, daha önce emsali yaşanmamış bir sürece gelmiştir. Eğitime devam edecek mi, etmeyecek mi? Edecek ise nerede, nasıl ve hangi bütçeyle? Yoksulluğun had safhada olduğu o dönemlerde gerçekten zor kararlardı. Çünkü okumak için köyün dışına çıkması gerekecekti. O dönemlerde devlet yatılı okulları da olmadığı için kalacak yer sıkıntısı da ayrı bir külfet idi. Bir de okuyacağı okulun hangisi olacağı sorusu vardı tabi. Normal ortaokul mu, İmam Hatip ortaokulu mu? E tabii ki ailesi İmam Hatip ortaokuluna göndermek istiyordu. Uzun münakaşalar, araştırmalar ve bilirkişilerin görüşleri neticesinde Orman’ın okumaya Diyarbakır İmam Hatip Okulu’nda devam edebileceği kararı alınmıştı. Lakin babaları da Orman’ı okutmayı çok istiyordu. Hatta evlatları ‘okuyup adam olsunlar’ diye gerekli her türlü yük ve riski alacak kadar cesur davranıyormuş. Bunun içindir ki Orman “İlmi bakımdan ben babamın eseriyim.” diye ifade etmiştir. Aynı zamanda babalarının kendisine ‘yetişmiş, eser sahibi olmuş, yaşayan ve ahirete irtihal eden İslam ulemasından örnekler verdiğini’ belirterek bunun ‘terbiyede örnek vermenin, biyografi öğretmenin ve öğrenmenin öneminin yaşanmış bir örneği’ olduğunu vurgulamışlardır.

Diyarbakır İmam Hatip ortaokulunu okuyacağı kararı, kendi deyimleriyle Orman için ‘tarif edilemez ancak yaşanılabilir bir sevinç’ olmuştur. Lakin ulaşımın çok güç olduğu ve barınma imkânlarının çok kısıtlı olduğu o dönemlerde bu eğitim sürecinin nasıl yürütüleceği mevzu bahsi vardı. Neyse ki bu da eş dost iletişimleriyle, yol ve barınma meselesi zor da olsa, çözülmüştü. Ancak ulaşım ile ilgili bir hatıranın, bir başarının ne kadar zor şartlarda,  nasıl elde edildiğinin örnekliğini göstermek için anlatılmasının, faydalı olacağını düşünüyorum.

Bu arada yol hatırasını anlatmadan önce Sabri Hocanın, okul tercihi ilgili anılarını anlatırken eğitim ile ilgili bir kanaatini aktarmak istiyorum. Sabri Hoca ‘eğitim konusunda halka alternatif verilmesi ve tercih imkânı sunulması gerektiğini vurgulayarak belli bir tek çözüm ve tarz ile insanların sınırlandırılmaması gerektiğine inandığını’ belirtmiştir.

Diyarbakır’da okula başlayacağı kararı, rahmetlik dedemin Siverek’te Hüseyin Özdil adında bir tanıdığının yardımı ve rehberliğiyle belirlenmişti (kendilerine müteşekkiriz). Nihayet okula yerleşmek üzere hazırlıklar yapılmış ve babasıyla birlikte yola çıkmış. E tabi yolun büyük bölümünü yaya ve geriye kalan kısmını ise, biri büyük diğeri küçük iki nehri sal ile geçerek gidilebilmekteydi. Ancak bunun bir de dönüşü olacak tabi. İşte bunun için babalarıyla planladıkları yol ve yöntemleri izlemek gerekecekti. Civar köylerden verilen tanıdık isimlerle görüşülecek; onların yardımıyla nehirden geçilecek; daha sonra da onların tarif edecekleri yollar izlenerek köye dönüş yapılacak ve tabi bütün bunları henüz on üç yaşlarında, hayatında ilk defa, bırakın şehre gitmeyi, köyünden dahi çıkmamış bir çocuk, tek başına yapacaktı. Bu yaşlardaki bir çocuk için hayli zor bir durum olsa gerek. İsterseniz bunu daha iyi anlamak için Bu macerayı Sabri Hoca şöyle anlatmaktadır:

“Okulun birinci dönemi bitmiş, köye dönecektim. Akşama yakın bir saatte Fırat’a vardık. Sal ile karşıya geçme saati geçmiş. Ancak salcıbize hakikaten büyük bir fedakârlık yaptı. Salcı tabi maişet için bu işi yapıyordu. Fakat bu defa kesinlikle fedakârlık, kolay bir iş değil çünkü kürek sallamanız gerekiyor ve bunun için en az iki kişiye ihtiyacınız var. Sizi götürmek istese bile bir başkasını bulması lazım. Sağ olsun bunu yaptı ve bizi nehrin öte yakasına geçirdi. Ama akşam ve işin ilginci yolumun üzerinde mezarlık var. Ben de mezarlıklardan çok korkardım. Hâlâ bir tedirginlik duyduğumu ifade etmeliyim. Fakat bu, bu işi yapmama mani olmaz çünkü bunu rasyonalize etmiş durumdayız. Diyoruz ki mezarlıklardan zarar gelmez insana. Bunu biliyoruz ama gayriihtiyari de olsa durum bu şeyi (duyguyu) depreştiriyor. Şimdi akşam saatinde mezarlık ve yol tam da mezarlığın ortasından geçiyor. Müthiş korkuyorum yani o yol kenardan da değil tam da mezarlığın ortasından geçiyor. Tabi oraya vardığımda hava kararmıştı, mezarlığın içinden o korkuyla geçtim ve elhamdülillah eve sağ salim vardım.”

Orman, ortaokul ve lise eğitimini Diyarbakır İmam Hatip Ortaokulunda başarıyla tamamladı. O zaman ortaokul ile aynı okulda,  toplam yedi yıl olarak tamamlanıyordu. O yıllarda Orman, İmam Hatip Okulu ve Öğrencilerini Koruma Cemiyetinin temin ettiği bir yurtta kalmıştı ve okulda kütüphanecilik koluna seçilmişti. Okumayı çok sevdiği ve çalışkanlığı dolayısıyla Kütüphanecilik kolu başkanı Ahmet Oğuz tarafından kütüphanenin anahtarı kendilerine verilmişti. Kendileri ‘ders dışındaki zamanının neredeyse tamamını kütüphanede okuyarak geçirdiğini ve o yıllardan itibaren çok geniş okumalar yaptığını’ belirtmişlerdir. Her zaman için ağır başlılığını korumuş, erdemli ve disiplinli bir öğrenci olmuştur. Aynı zamanda paylaşımcı, iyi dostluklar ve arkadaşlıklar kurabilen bir yapısı varmış. Yasin Ceylan Hoca; “Diyarbakır İmam Hatip Okulunda yatılı öğrenciydik. Benden 3 yıl öndeydi. Çelik dolaplarımız bitişikti. Her gece yatmadan önce o dolapların önünde karşılaşırdık. Ailesinin gönderdiği kuru üzüm ve cevizden bir avuç alırken biraz da bana verirdi. Çok merhametliydi. Olgun, mütebessim ve mutlu bir simaya sahipti. Küçükken bana hep destek olmuştu. Kişiliğinden çok etkilenmiştim. Büyüdük hep dost kaldık.” diyerek ne güzel anlatmış o yıllardaki Sabri Hocayı.

Yeni bir karar verme ve yeni bir eğitim süreci başlıyor; üniversite ve bölüm tercihi… Sabri Hoca mühendis olmayı hayal ederken, birden doktor olma kararı almış ancak kendi deyimiyle ‘kader hadisesi, burada başka bir şey var; nasıl olduysa sonuçta iktisatçı olduk.’ derdi. Ama bunun öncesi de vardı tabi. Sabri Hoca, üniversite sınavına iki kez girmiş; ilkinde siyasal ve birçok tıp fakültesine yerleşebilecekken, lise müdürü tarafından lise fark derslerine girmesi engellendiği için, mezun olamamış ve dolayısıyla sınav sonuçları geçersiz sayılmış. Tabi burada Hoca’nın, İmam Hatip okurken lise fark derslerini vererek lise mezunu olmayı da hedeflediğini görüyoruz. Bu yüzdendir ki tekrar sınava girmiş ve İmam Hatip mezunu olarak tek tercih hakkı olan Yüksek İslam Enstitüsü’nü seçmek durumunda kalmıştır. Aslında bu, babalarının da istemiş olduğu bir şeymiş. Çünkü babaları, Hoca’nın müftü olmasını istermiş hep. Bunun için de Yüksek İslam Enstitüsü okuması gerekirdi. Sonuç itibariyle müftü olmasa da Hoca, İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nden1972 yılında mezun olup İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesine başlamış ve1976 yılında bu fakülteden mezun olmuştur. Bu yıllarda bir süreliğine İstanbul Valiliği’nin hemen bitişiğindeki Vilayet Camiinde imamlık yapmıştı. Hem imamlık yaparak hem de Yüksek İslam Enstitüsü’nü bitiren bir evlat olarak babalarının da arzusunu yerine getirmiş ve her zaman için gurur duyacağı bir evlat olmuştur. Hâsılı, ‘okuyup adam olsunlar’ arzusunda olan bir babanın tam da arzusunun gerçekleştiği bir durum yaşanmıştır, elhamdülillah.

Tabi ki Hoca’nın eğitim serüveni burada bitmemiş, hayat boyu öğrenmeyi kendisine şiar edinen biri olarak eğitim serüveni hayatının son demlerine kadar devam etmiştir.  Nitekim kendilerine İslami İktisat Araştırmaları Ödülünün takdim edileceğini söyleyen Lütfi Sunar Hoca’ya “Lütfi Hoca herhalde: Sabri Hocamın yaşı kemale erdi, onun için kendilerine araştırma ödülünü verelim de teşvik edelim.” diye latifeli, bir o kadar da nazik bir karşılık vermiştir.

Sabri Hoca, akademik kariyerine 1980 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde Sabahattin Zaim Hoca’nın asistanı olarak devam etmiş ve 1980–1982 yılları arasında Sosyal ve Siyaset Kürsüsünde Asistan ve Asistan Dr. olarak çalışmıştır. Sabahattin Zaim Hoca, Sabri Hoca’nın çok sevdiği ve değer verdiği hocalarındandır. Öyle ki, Zaim Hoca ile ilgili hemen hemen yapılan her çalışmada yer alır ve üzerine düşeni ciddiyetle yerine getirmeye çalışırdı.

Sabahattin Zaim Hoca ile ilgili “Sabahattin Hoca çok yönlü bir insan idi, bir fazilet timsali idi. Onun çok önem verdiği konulardan bir tanesi, güzel insan yetiştirmekti. Kendisi de güzel bir insandı. Sabahattin Hoca; hem insan olarak, hem ilim adamı olarak, hem de mümin olarak kâmil bir insandır. Ben eğer insan-ı kâmilin bir örneğini vermek durumunda kalırsam Sabahattin Hocamı işaret ederim. Sabahattin Zaim Hoca, İslam’ı ve dindarlığı estetik bir şekilde temsil eden sempatik bir insandı. O, öyle bir insandır ki köyümüzle ilgili o hatırası benim için hatıralar arasından en değerlilerinden bir tanesidir. Kader dediğimiz şeyin bir başka örneğini görüyorsunuz. Yani hocanın kendi Jipi ile köyümüze gelişini -kim tahmin ederdi ki- daha sonra o köyden bir çocuk -ki biz o zaman kaç yaşındaydık, ne durumdaydık- gidip o kaymakamın hoca olarak görev yaptığı yerde asistan olacak ve hocanın asistanı olma şerefini kazanacak. Kim tahmin edebilirdi? Bunlar ilginç şeyler gerçekten. Cüz-i irademizle bize terettüp edenleri yaparız ancak kul tedbir eder, Allah takdir eder. Yani tedbir ile ne değiştirdiğiniz konusunda hiçbir zaman emin olamazsınız.” der Sabri Hoca.

Hocaların Hocası Sabahattin Zaim Hoca’nın asistanı olarak iktisada başlayan Sabri Hoca, bir diğer hocası olan ve aynı zamanda tez danışmanı olan Prof. Dr. Sabri F. Ülgener Hoca ile doktora çalışmasına devam eder. Derler ki Ülgener Hoca, genelde bilim dünyasına, özelde ise iktisat düşüncesine çok önemli katkıları olan iki Sabri’den biridir. Diğeri tabi ki de Sabri Orman Hoca’dır. Bu arada formasyonuna uygun bir konu üzerine çalışmak isteyen Sabri Hoca, Sabri F. Ülgener’in tavsiyesi ile Gazali üzerine çalışmaya başlar. “Gazali’nin İktisat Felsefesi” adlı doktora tezini 1981’de tamamlar. Bu tez, Gazali’nin iktisadi konulardaki düşüncelerinin ele alındığı ilk çalışma ve Sabri Hoca’nın, 1984 yılında yayınlanmış olan ilk eseridir. Bu tezinde Hoca, Gazali’nin iktisat ile ilgileniş amacını ve tarzını inceler. Öyle ki bu tez, Hoca’nın akademik hayatı boyunca emek vereceği çalışma alanının temelini oluşturduğu söylenebilir. Hoca, 1982 yılı sonunda Yardımcı Doçent olarak Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü’ne geçmiş ve aynı bölümde 1986 yılında Doçent olmuştur. İleri düzeyde İngilizce, Arapça, Osmanlıca ve Farsça bilen Hoca, alanında çok önemli iki eseri; 1985’te K.R. Popper’in “Tarihçiliğin Sefaleti” eserini İngilizce ’den, 1991’de Abdülaziz Duri’nin “İslam İktisat Tarihi’ne Giriş” eserini Arapça ’dan Türkçe ’ye tercüme eder. “Sabri Hoca’nın sabrı, insana öğretmenlik yapar” diyen Abdurrahman Arslan Hoca, bir konuşma sırasında Sabri Hoca’nın tercüme etmek için bir iyi bir kitap aradığını söylemesi üzerine ‘Poper’in’ kitabını tavsiye ettiğini, hatta kitabı orijinalinden çoğaltıp ciltleyerek kendisine verdiklerini ve Sabri Hoca’nın da ‘bunun çok ince bir davranış olduğunu’ beyan ettiklerini söylemektedir.

Akademik hayatı boyunca pek çok öğrenci yetiştiren Sabri Hoca’nın en güzel yönlerinden biri -gerek öğrencilerinin, gerekse de kendilerinin anlatımlarından öğrendiğimiz kadarıyla- öğrencilerine değer vermesi, her konuda onlara söz hakkı vermesi, hatta kendi fikirlerini dahi eleştirmelerini hoş karşılaması ve öğrencilerini buna teşvik etmesidir. Öyle ki öğrencilerinin fikirlerini sonuna kadar ortaya koymaları için onları yüreklendirir yanlış veya doğru fikirlerini ortaya koymada ve sahiplenmede ısrarlı olmalarını teşvik ederdi. O, bunu ‘hocalığın bir gereği’ olarak görürdü. Hoca; “Bizim işimiz öğrenci yetiştirmek ve öğrenci yetiştirmenin önemli bir yönü de öğrencideki yeteneklerin ortaya çıkması ve tespit ettiğimiz yeteneklerin geliştirilmesi ve takviye edilmesidir.” Şeklinde ifade etmişlerdir. Bu tavrı hocalığın misyonu ve varlık hikmeti olarak ‘yetişmede esas olanın öğrenci, hocanın öğrenciye yardımcı’ olduğunu belirtmişlerdir. Aynı zamanda ‘öğrencinin gerek fiili hayatta gerek fikri hayatta karşılaştığı meydan okumalarla uğraşarak, boğuşarak gelişebildiğini’ ifade eden Hoca, sınıfı bir laboratuvara benzeterek; hayattaki meydan okumaların (challenge) bir ilk örneğini sınıfta oluşturma düşüncesi ile metodik olarak, pedagojik olarak özellikle seçtikleri bir tavır’ olduğunu da belirtmişlerdir.

Gerek öğrencileriyle gerekse de arkadaşları ve çevresiyle çok iyi ilişkiler sürdüren Hoca,1989-1990 ders yılında London School of Economicsand Political Science’da Araştırmacı (ResearchScholar) olarak çalışmalar yaptı. 1993 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde profesör olan  Hoca,1992-1994 yılları arasında Malezya’da International Islamic University İktisat Bölümü’nde, 1995-1997 yılları arasında iktisat profesörü olarak çalıştı. 2002-2006 yılları arasında yine aynı ülkede kuruculuğunu Nakib El-Attas’ın yaptığı Uluslararası İslam Düşüncesi ve Medeniyeti Enstitüsü’nde (ISTAC) (International Institute of Islamic Thoughtand Civilization) İktisat Profesörü olarak görev yaptı. Abdurrahman Arslan Hoca der ki: ‘Sabri Hoca, Nakib El-Attas Hoca’nın üniversite ve ilmi çalışmalar alanındaki çabalarını daima takdir ederdi.’ Türkiye ve Türkiye dışında birçok üniversitede lisans ve lisansüstü düzeyde dersler veren, İslam dünyasındaki iktisadi düşüncenin gelişimini kronolojik, tematik ve bibliyografik olarak ele almaya çalışan Hoca, metodolojik ve kavramsal olarak tarih felsefesine de katkıda bulunur. Bu alanlara ilişkin çalışmalarını "İktisat, Tarih ve Toplum” kitabında toplar (2001).

2003 yılında emekliye ayrılan Hoca, 2007-2009 yılları arasında İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde Rektör Yardımcılığı, 2007-2011 yılları arasında İTİCÜ Yönetim Kurulu ve Senato Üyeliği ve 2009-2011 yılları arasında aynı üniversitede Rektörlük görevinde bulundu.  Uluslararası düzeyde bir akademisyen olan Sabri Orman’ın dördü telif, altısı edisyon ve ikisi tercüme olmak üzere on iki adet kitabı ve çok sayıda makalesi bulunmaktadır. Hoca, 2009 yılında Bekir Karlığa ve Mustafa Kaçar editörlüğünde yayınlanan; “Doğumunun 400. Yılında Kâtip Çelebi” adlı kitaba, İslami iktisadın tarihiyle ilişkili olan “Kâtip Çelebi’de Sosyo-Ekonomik Düşünce” adlı çalışmasıyla katkı sunmuştur. 1986 yılında yayınladığı “Gazali: Hakikat Araştırması, Felsefe Eleştirisi, Etkisi” eserini 2013’te “Gazali: Biyografisi, Hakikat Araştırması, Felsefe Eleştirisi, Etkisi” adıyla yeniden yayınlar. Ayrıca 900. Vefat Yılında Uluslararası Gazâlî Sempozyumu’nda “Gazâlî’yi Anlamak: Bazı Metodolojik Mülahazalar”, İslam İktisadı Araştırma Merkezi’nde “İslam İktisadı’nın Geleceği”, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi’nde “Sosyal Bilimler Tarihi’nin İslami Kaynakları”, 2. İslami İktisat Atölyesi’nde “Rethinking Market in Islamic Economy”, IV. AhlakŞurasında “Ahlak ve İktisat” ve TRT’de Gazali üzerine konuşmalar gerçekleştirmiştir.

Hoca’nın çalışmalarından biri de İslami İktisat konusudur.  Bu konuda İslami İktisat teorisi, metodolojisi ve tarihi gelişimiyle ilgili çalışmaları, yeni öneriler getirirken, pratikle ilgili eleştirel bakışı öne çıkarır ve “Başlangıcından Osmanlı'ya İktisadî Düşünce Tarihinin İslâmî Kaynakları” makalesi ile “İslam Entelektüel Geleneğinde İktisadi Boyutun Teşekkülü: Şeybânî, Serahsî ve Kitâbu’l-Kesb” makalelerini kaleme alır.

Hoca, İslami İktisat’ın İslami normlar ile iktisadi realiteler arasındaki ilişkiye dayandığını belirtir. İki taraf arasındaki ilişkinin kuruluş biçimlerine değinerek geliştirilen yaklaşımları ve yapılan çalışmaları eleştirel bir gözle değerlendirir. Yeni yöntem ve kavramlar önerir. Tarihle yüzleşmenin kaçınılmazlığına işaret eder ve bunun âdâb-ı muaşeret dâhilinde yapılması gerektiğini vurgular. Tarihi çok yönlü bir sosyal girdi olarak görür ve tarihi girdilerin optimum kullanılmasıyla tarih ekonomisinden söz edilebileceğini belirtir.

Eserinde modernleşme hakkında toplumsal (Türkiye örneği), yerel (Adıyaman örneği) ve bireysel (Sabahattin Zaim örneği) tepkiler yanında, uluslararası karşılaştırma (Türkiye ve Malezya örnekleri) perspektifinden özgün değerlendirmelerde bulunur. Ayrıca, İslam iktisadının tarihi ile alakalı Memlükler dönemindeki iktisadi krize ilişkin Makrizi’nin eseri üzerinden 2015’te yaptığı çalışmalar da mevcuttur Sabri Hoca’nın.

Gazali üzerine çalışmalarına devam eden Sabri Hoca, 2018’de doktora tezinde tartışamadığı meseleleri “Gazali, Adalet ve Sosyal Adalet” adlı eserinde ele alır.

2019’da “Medeniyet Analizi, Metametodoloji ve Metodoloji” eserini yayınlar. Eserinde İslam medeniyetinin teşekkülü ve onun bir parçası olan İslami İktisat çalışmalarına yönelik bir rehberlik çıkarılıp çıkarılamayacağını ve eğer çıkarılabilecekse bunun yöntemi ve sınırlılıklarının nasıl olacağını tartışır.

Sabri Hoca, akademik ve idari çalışmaları yanında, çeşitli mesleki ve sivil toplum kuruluşları ile siyasi partilerin kuruluşlarında da roller üstlenmiştir. Sabri Hoca, gerek siyasi, gerek iktisadi veya dini her konuda ahlak ve adalet temelli çalışmaların yapılması gerektiğine ancak bu şekilde başarılı ve verimli çalışmaların ortaya konulabileceğine inanırdı. Bekir Karlığa Hoca; “Sabri Bey, bir taraftan ilmi çalışmalarını sürdürürken diğer taraftan siyaset alanında da roller aldı ancak bunları sessiz sedasız yapardı. Çok özel bir kişiydi; yapması gerekenleri yapma noktasında hiç çekinmeden hareket ederdi.” Diye ifade eder.  Bu çerçevede; Adıyamanlılar Vakfı (Onur Üyesi), İstanbul Yeminli Mali Müşavirler Odası (Üye, 1999-), Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği (Kurucu Üye, 2008-), Prof. Dr. Fuat Sezgin İslam Bilim Tarihi Araştırmaları Vakfı (Kurucu Üye ve Mütevelli Heyeti Üyesi, 2010-), İstanbul Bilimler Akademisi Vakfı (Kurucu Üye ve Mütevelli Heyeti Üyesi, 2012-) Sabri Hoca’nın içinde yer aldığı öne çıkan kurumlardandır.

Hoca’nın editörlüğünde yayınlanan kitaplar kronolojik olarak; “Bilgi, Bilim ve İslam”, “Para, Faiz ve İslam”, “Türkiye’de Zekât Potansiyeli”, “İşçi-işveren İlişkileri”, “Modernleşme, İslam Dünyası ve Türkiye” ve “İşletmelerde İş Etiği” şeklinde sıralanabilir. Ayrıca “Oikonomiadan İlm-i Tedbir-i Menzile: İslam Entelektüel Geleneğinde Medeniyetler Arası Bilgi Değişimi” ve “Market Supervisor/Inspector" and "Public Moral Officer" as Translations of the Term Muhtasib: An Evaluation of Their Appropriateness” makaleleri de önemli çalışmaları arasında yer alır.

Pek çok önemli çalışmalarda bulunan Sabri Orman, öne çıkmak, ünlü ve tanınmış kişilerin yanında bulunmak için özel bir çaba sarf etmemiştir. Ancak bir yerde veya görev mahallinde bulunması gerektiği ve gerekliliğe inandığı zaman da kendilerinin deyimiyle ‘eğer hal benim bir yerde bulunmamı gerektiriyor ise diyelim ki ben bulunmadığım takdirde bir şey eksik kalacaksa, bir şey söylemediğim zaman bir şeyler eksik kalacaksa, o konuda susmayı veya görev mahalline gitmemeyi içime sindiremem. Oraya gider, orada bulunur ve söylemem gerekeni söylerim.’ Bu yapısına yeğeni olarak ben pek çok kez şahit oldum. Bu bir bakıma onun ahlakı idi; çünkü insanlara yardımcı olmak onun güzel hasletlerindendi. Ancak bunu yaparken insanları belli bir istikamete yönlendirmekten ziyade onlara alternatifler sunarak tercihi kendilerine bırakırdı. Lakin tercihini belirledikten sonra da insanın, belirlemiş olduğu tercihin mantığının gerektirdiği şekilde hareket etmesi gerektiğine inanır ve öyle davranırdı.

3 Kasım 2011 tarihinden beri Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Banka Meclisi Üyesi olarak görev yapan Prof. Dr. Sabri Orman, 1 Mayıs 2016 tarihinde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Banka Meclisi Üyeliği’ne tekrar seçilmiştir.2019 yılının Nisan ayında TCMB Meclis Üyeliği görevini başarıyla tamamlayanHoca, İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi’nde yüksek lisans ve doktora dersleri vermeye devam etmiştir.

İki düşünüp bir konuşan, muhatabını önemseyen, insana saygıyı esas alan ve “nefes alıp vermeye devam ettiğimiz sürece Cenab-ı Hakk’ın bize verdiği imkânları kullanarak zamanımı boş geçirmemeyi hedef alıyorum” diyen vakıf ve gönül insanı Sabri Hoca, kanser hastalığına yenik düşerek 11 Haziran 2020 yılında ebedi aleme irtihal etti.

Şair Baki’nin “Avaze-i bu âleme Davûd gibi sal, baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş.” mısralarında dediği gibi gerçekten de gök kubbede hoş seda bıraktı. Allah rahmet eylesin, sevgili amcam ve hocam.

Sabri Hoca’yı yakinen tanıyan bazı hocalarımızın, Sabri Hoca ile ilgili söyledikleri gönül tellerimize dokunur, rahmetlinin ne kadar sevildiğini bize tekrar hatırlatır.

Yücel Oğurlu der ki: “Sabri Hoca, kendi ifadelerinden hareketle, “hayatta güven esastır” diyerek güvene; “dostluk”, “diğerkâmlık” diyerek insana ve empati kurabilmeye; “en iyi politika dürüstlüktür” diyerek insan ilişkilerinde “hilesizliğe” dikkat çekiyor ve bunu yaşıyordu. Hayatı gösteriş ve riya üzerine değildi, samimiyet ile düz bir çizgi üzerinde yaşamayı başarıyordu.”

Cengiz Kallek, Sabri Hoca’nın planlı, programlı ve disiplinli bir hoca olduğunu; Fahri Solak, gerekli donanıma sahip bir insan olduğunu; Gülfettin Çelik, bilgiyi salt bilgi olarak görmeyen, bilginin insanda bir neticesi olması gerektiğine inanan bir insan olduğunu; Kudret Bülbül, zihninizi berraklaştıracak, size rehberlik edecek bir deniz feneri misali olduğunu, Ömer Torlak, tam bir akademik disiplin ve bilim ahlakı hassasiyeti içinde eserlerini ortaya koyan ve bu alanda yoğunlaşan bir insan olduğunu ifade etmişlerdir.

Cemil Meriç’in deyimiyle: “Medeniyet, insanın insana kibar davranmasıdır.” Sözüne denk düşen Prof. Dr. Sabri Orman’ın, mensup olduğumuz uygarlığın hakkını veren, kelimenin tam anlamıyla erdemli ve medeni insanlardan biri olduğunu belirten Şakir Diclehan ‘ilmiyle amel eden bir insan olduğunu zikretmiştir.’

M. Beşir Eryarsoy:“Akıl ve hikmetle olaylara bakardı. Tasarruf ve yaklaşımları da böyle idi. İnsanî ilişkilerinde edep, ahlâk ve incelik çok barizdi.” Hayrettin Yücesoy: “Sabri Ağabey, dinlemeyi seven bir insandı. Çocukları konusunda da böyleydi. Onlarla bir arkadaş gibi konuşur, muhabbet eder, şakalaşır, fikirlerini takdir eder, söylemek istediği bir şey varsa latif bir yolla ve dolaylı olarak söylemeye gayret ederdi. Çok dikkat çekicidir ki çalıştığı hiçbir kurum veya kişi hakkında ondan bir “dedikodu” veya konuyu bilmeyen bir kişi tarafından “yaralayıcı” diye ifade edilebilecek bir söz duymadım. Bunu muhtemelen onu tanıyanlar hemen tasdik edecektir.”

Abdül Halim Zaim: “İnsanın hayatında sıkıntılı anlarında yanında rahat hissettiği sakin limanlar vardır. İşte benim için Prof. Dr. Sabri Orman böyle bir limandı. Aklına, ilmine, sükûnetine, ferasetine güvendiğim ender insanlardandı. İslam ekonomisi, iktisat tarihi ve felsefesi alanlarında yaptığı eserler öncü niteliğinde. Eserlerinde kullandığı dilin sadeliği, anlaşılırlığı ve akıcılığı da takdire şayandır.”

Lütfi Sunar: “Mesleğine önem veren birisi. İnsan olarak yeryüzündeki varlığını, Müslüman olarak ona yüklenmiş bir vazife olarak görüyordu.”

Mahmut Göksu: “Yıllar içerisinde Sabri Hocam ile hep vakıf çalışmalarında yan yana olduk. Hangi programa davet etsek davetimizi geri çevirmezdi. Üzerine düşen görevi her zaman fazlasıyla yerine getirir. Bu anlamda güzel bir örnek, gerçek bir dava adamı, milletin derdini dert edinmiş bir vakıf insanıydı.”

Özgür Çengel: “Her şeyden öteye ‘iyi bir insan’ olan ve manevi tüm meziyetleri fazlasıyla karakterinde taşıyan Sabri Orman Hocamız, alanında sevilen ve saygınlığıyla hepimizin örnek aldığı bir şahsiyetti.”.

Yusuf Atlıhan: “Bir gönül insanı, Adıyaman’ın yetiştirdiği en büyük âlimlerden biri ve aynı zamanda bir vakıf insanıydı.”

Mehmet Dikkaya: “Çeyrek asra uzanan dostluğumuzda, bunaldığım her vakit rahatlatan ve tane tane kurduğu cümlelerle ferahlık saçan babacan bir insan oldu benim için… Neden öğrencilerime sürekli "siz" diye hitap ettiğimi, Sabri Hoca’mı kaybettiğimde daha iyi anladım.”

Halit Akel: “Sabri Ağabeyin bence iki tane önemli hasleti vardı. Birincisi; İslami bilgi kendisinde sistematik olarak mevcuttu. Konuşmaları muhatabı tarafından çok rahat anlaşılırdı. İkincisi, bilgi sadece sistematik olarak kendisinde mevcudiyetinin ötesinde, ahlak olarak da karakterinin inşasına yansımıştı.”

Coşkun Yılmaz: “Biraz ağırdan alan, uzleti tercih eden, adeta temkinin de bir temsilcisi olarak görünen bir kişi. Aceleye gelmeyen bir yapı, çok titiz bir yapı, mükemmeliyetçi bir mantık arayışı olan, çok alakadar, samimi ve sıcak…”

Ahmet Sivil: “Ben Rabb’ime başka bir konuda şehadet etmek istiyorum: Ya Rabbi, hocamızın hakiki muvahhit bir mü’min, izzetli bir Müslüman, mütevazı, latif ve vefakâr bir abi olduğuna bütün kalbimizle şehadet ediyoruz, eminim onu tanıyan herkes aynı şahitliği yapacaktır. Bir dünyası olan, sahiplenme duygusu yüksek, kararlı bir yapıya sahip kişi…” 

Sevgili dostum Süleyman Çakır, Hoca’nın annelerinin taziyesinden sonra Hoca ile ilgili şunları aktarmıştır: “İlk defa tanışmamıza rağmen, sanki daha önce tanışmışız, uzun süreli bir dostluk bağımız varmış gibi naif bir üslup ile hal hatır sorması; validesinin taziyesinde bile gösterdiği teslimiyet ve tevazu beni derinden etkiledi.”  

Mustafa Acar: “Âlimin ölümü âlemin ölümü gibidir” demişler. Gerçekten de Sabri Orman hoca ölümüyle âlemin ölümünü çağrıştıran âlimlerden, bizim dünyamıza ışık tutan mümtaz şahsiyetlerden biriydi.”.

Bedri Mermutlu: “Prof. Dr. Sabri Orman dostumuz, yirminci yüzyıldan yirmi birinci yüzyıla devreden hayatıyla bir maarif, marifet ve irfan külliyatı olarak, çekilmez hale gelen kasvetli asrımızda soluklandığımız baharımız gibiydi. Her şeyden ve herkesten ümidimizi kestiğimiz anlarda aklımıza o gelir ve Sabri Orman’ın bulunduğu bir dünya hâlâ yaşanmaya değerdir diye yeniden umuda avdet ederdik. Tertemiz, zikzaksız bir hayat yaşadı ve asla yanlışa ve yamuğa prim vermedi. Tek başına bir fazilet abidesiydi. Benden, faziletin resmini yapmam istense, tereddüt etmeden, eğilmeden yürüyen bir Sabri Orman resmi çizerim. Çok değerli eserler verdi ve akademik dünyamıza öğrenciler yetiştirdi. Ama onun en önemli eseri bizatihi yaşadığı hayatı idi. Bu hayatı ilmik ilmik dokuyuncaya kadar ne büyük fedakârlık ve çilelerle sessiz bedeller ödediğini yakından bilirim.”

Yunus Vehbi Yavuz: İnsanlar için ilme intisap Allah’ın büyük bir lütfudur. Sabri Hoca bu ilahî lütfa mazhar olmuş, ömrünü ilim denizi içinde geçirmiştir. İlim Allah’ın sıfatıdır. Allah’ın sıfatına mazhar olan kimse Allah’a intisap etmiş demektir. Evet, o Allah’a ve Resulullah’a intisap etmiş bir müstesna bilim adamı idi. İlim baki olduğu için, Kıyamete kadar adı ile ve serleri ile yaşayacaktır, rahmet ve dua ile anılacaktır.

Akademik başarısının yanında fikir dünyamıza onlarca eser kazandıran, mütevazılığı, çalışkanlığı, naifliği ve yardımsever kişiliği ile örnek bir şahsiyet olan Sabri Orman’ı, sevgili amcamı anlatmaya, anlatırken tekrar anlamaya çalıştım. Sürç-i lisan ettiysek affola. Rabbim bu güzel insanı izzet-i dergâhında güzel karşılasın. Âmin. 

Bu yazı toplam 4983 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar
Alparslan Açıkgenç
23 Kasım 2021 Salı 16:21
16:21
Çok değerli ilim adamı dostumuz Sabri Hoca'nın hatıralarını zevkle okudum bazan da gözlerim doldu. Malezya'da birlikte geçirdiğimiz günleri unutmamız mümkün değil. Hoca ile ilk tanışmamoz da çok ilginç idi. Rahmetli Erbakan Hoca bizi Edremit, Altın denilen yerdeki yazlığında seminer vermeye davet etmişti. Semineri ben sunacaktım. Konumuz Türkiye ekenomik sistemi nasıl kurulur idi. Ancak ben felsefe sistemleri üzerine konuşacaktım. Ankara, İzmir ve İstanbul'dan 20-25 civarında ilim adamı davetli idi. İki gün konular müzakere edildi. Sabri Hocamız da İstanbul'dan gelen gurup içinde idi. Ancak o hastalandı ve dinlenmeye çekild. Sonra 1992 yılıdan itibaren uzun yıllar Malezya'da İslam üniversitesinde birlikte çalıştık. İstanbul'da da devamlı ailecek ziyaret eder sohbetler yapardık. Nur içinde yatsın Allah rahmet ve mağfiret etsin. Vefatından bir süre sonra gördüğüm rüyada şehid olduğunu öğreniyorum ve çok şaşırmıştım. Zaten ona da şehidklik yakışır.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.