RUHLARIMIZIN ÖNÜNDE YÜRÜYEN ADAM ABDÜLAZİZ BEKİNE

4.02.2023 22:58:56
RUHLARIMIZIN ÖNÜNDE YÜRÜYEN ADAM ABDÜLAZİZ BEKİNE

 

RUHLARIMIZIN ÖNÜNDE YÜRÜYEN ADAM ABDÜLAZİZ BEKİNE

1895 yılında İstanbul’un Mercan semtinde doğdu. Kazan’dan göç ederek İstanbul’a yerleşen ve zengin bir tüccar olan Haris Efendi’nin oğluydu. Henüz okula gitmeden Beyazıt Kaptan Paşa Camii İmamı Halil Efendi’den Arapça ve din dersleri aldı. Dârü’d-Tedris Mektebi’ne girerek buradan mezun oldu. On beş yaşında iken ailesiyle birlikte Kazan’a gitti. Öğrenimine bir süre Kazan’da devam ettikten sonra Buhara’ya geçerek devrin tanınmış âlimlerinden beş yıl dinî ilimler okudu. Babası vefat edince tekrar Kazan’a döndü. 1917 Sovyet Devriminin ardından on altı kardeşi ile İstanbul’a gelmek üzere yola çıktı. Bir süre Bakü’de kaldıktan sonra 1921’de İstanbul’a geldi. Geçimini sağlamak için kardeşleriyle bakkal işletti. Daha sonra Beyazıt Medresesine (Bugün Vakıf Hat Sanatları Müzesi) devam etti. Bu yıllarda medrese arkadaşı Mehmet Zahit (Kotku) Efendi ile meşhur Nakşibendî-Hâlidî şeyhi Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî’nin halifelerinden Tekirdağlı Şeyh Mustafa Feyzi Efendi’ye intisap etti. Kendisinden icâzet ve Gümüşhânevî’nin Râmûzü’l-eḥâdîs̱ adlı eserini okutma izni aldı. Abdülaziz Efendi irşad izni aldıktan sonra imamlık görevine başladı; Beykoz ve Aksaray’da iki camide bir süre imamlık yaptı. Soyadı Kanunu çıkınca Bekkine soyadını aldı. Hacı Aziz Efendi olarak tanınan ve gönüllerde taht kuran Bekkine, normalde varlıklı bir aileye mensup. Aileden kendine düşen payı kardeşlerine bırakıyor. İmamlık maaşıyla geçimini sağlıyor. Hiçbir zaman şükrü dilinden düşürmüyor. Yoksulların, gariplerin, yolda kalmışların, hastaların hacet kapısı. İhtiyacı olanı hiçbir zaman boş çevirmiyor
Vazifesi 1939’da Zeyrek’teki Çivizâde Ümmü Gülsüm Camii’ne nakledildi. Bu camide on üç yıl hizmet yaptı. Zahirde bir cami imamı olarak görünen ama gönüller fatihi olan Hacı Aziz Efendi iki defa hacca gitmiş. Ölümü ikinci haccından sonra. Hac dönüşü hastalandı ve 2 Kasım 1952’de vefat etti. Zaten “Bu dünyaya kiracı gibi yerleş. Ev sahibi gibi yerleşirsen gitmesi zor olur.” diyerek bu dünyanın faniliğini, vurgulamıştı. “Mü’minin nazarı öyledir ki, dünyadaki zevk ü sefaya bakar, arkasında Cehennemi görür. Meşakkat ve hizmete bakar, arkasında Cenneti görür. Yani mü’minin nazarı bu dünyaya takılmaz.” uyarısıyla, neye nazar etmek gerektiğini söylemiştir. “Dünyada her şeyin bir tartısı vardır. Sevginin tartısı da fedakârlıktır. Fedakârlık yapmayanların sevgisine inanılmaz.” sözü de onundur.
Vefatından üç gün önce, Nurettin Topçu’ya, “Lütfen bunlara söyle, hastaneye götürüp beni yormasınlar. Şurada üç merdivenim kaldı.” demiş. Fatih Camii’nde Mehmet Zahid Kotku’nun kıldırdığı cenaze namazından sonra Edirnekapı Sakızağacı Şehitliğine, Şeyhi Hasib Efendi’nin yanına defnedildi.
“İki nokta arasından bir doğru geçer. İkinci bir doğru geçmez. İnsan doğum ve ölüm arasında bu doğru üzerinde yürümelidir. Bu doğrunun adı Sırat-ı Müstakîm. Allah’ın Müslümanlara tarif ettiği tek doğru yoldur. Ve Müslümanların da ayrılmaması gereken tek doğrudur.” Doğmakla ölmek arasındaki istikametimizi böyle açıklıyordu Abdülaziz Bekkine. Dosdoğru olmak; istikametten milim sapmamak… Bu yoldan sapmak çamura saplanmak, hedeften uzaklaşmak, yolda kalmak anlamına gelir. Bu iddialı cümleleri kurmak kolay gözükebilir. Zor olan bu cümleleri yaşamak, pratize etmek. Hem söylemek hem de yaşamak.
Abdülaziz Bekkine’nin hayatına baktığımızda söylediklerini aynı zamanda hayatında da görebiliriz. Vakar ve izzet sahibi… Neyi yaşıyorsa, hangi hal üzereyse onu dillendiriyordu. Özü ve sözü bir… Hayatında tezatlar, paradokslar yok. Dümdüz… Dinleyen ve kendini dinleten, edep timsali… Yalansız, riyasız… İstanbul’un Zeyrek semtinde ufak bir mescitte imamlık yapıyordu. Mescit ufaktı ama mescidin imamının ilim ve irfanı ummanlar gibiydi. Sohbetine katılanlar, sözlerinin etkisiyle kendisine bağlanırlardı. Sohbet halkasında profesörler, sanatçılar, din adamları, siyasetçiler, bürokratlar yer alırdı. Küçük mescitte büyük dünyalar düşlenir, düşlerin sahiciliğinde olgunlaşılırdı.
Abdülaziz Bekkine daha çok Hacı Aziz Efendi adıyla tanındı. Tekkelerin kapatılmasından sonra diğer şeyhler gibi irşad faaliyetini evinde yaptığı sohbetlerle sürdürdü ve özellikle üniversite öğrencileri üzerinde etkili oldu. Sohbetlerini, derslerini günü gününe takip eden isimler: Osman Nuri Çataklı, Cevat Akşit, Nurettin Topçu, Lütfi Doğan ve Necmettin Erbakan’dı. Aynı zamanda şeyhin tekkesi Türk siyasi hayatında önemli yeri olan bir hareketin ilk nüvelerinin atıldığı yer olmuş.
Merhum Osman Nuri Çataklı, Abdulaziz Bekkine’yi anlatıyor: “Bir gün sohbet esnasında Hoca Efendiye şöyle bir soru soruldu: ‘Efendim bu memleket nasıl kurtulur?’ Bunun üzerine Hoca Efendi şunları anlattı: ‘Rusya’dan İstanbul’a dönerken Batum’dan bir Türk gemisine binmiştik. Gemide bilet kontrolü esnasında yaşlı ve fakir bir adamın bileti çıkmayınca kontrol memuru adama bir tokat patlattı. Adamcağız yere yuvarlanıp kaldı. Bu durumu kaptan köşkünden gören geminin İtalyan kaptanı, tokat yiyen adamcağızı yanına aldırttı ve İstanbul’a kadar da yanında misafir etti. İşte, evladım bu memlekette İslâmiyet, dolayısıyla insanlık, insanlarımıza teker teker anlatılmadıkça ve o insanlar da İslâmiyet’i yaşamadıkça bu memleket için kurtuluş yoktur.”
Ekrem Kızıltaş, 2011 yılında www.dunyabulteni.net sitesinde Asım Öz’le yaptığı mülakatta konu ile ilgili şunları söylüyor: “Erbakan Hoca ile Abdülaziz Bekkine arasındaki ilişki, tasavvufi manada bir bağlılık. Erbakan Hoca’nın İTÜ’de talebe olduğu yıllarda başlayan bu bağlantı, aynı yıllarda Zeyrek Camii çevresinde bulunan diğer kişilerle beraber sürdürülen ve anlaşıldığı kadarıyla sadece mürid-mürşid bağlılığı olarak kalmayıp, ülkenin hali ve istikbali üzerine ortaklaşa kafa yorulan bir mahiyet de arz ediyor. Erbakan Hoca’nın Abdülaziz Bekkine Hazretleri’ne, ‘Müslümanların partisi ne zaman kurulacak?’ şeklindeki soruyu sorduğu zaman dilimi 1950’ler Türkiye’si. Sonraki akışa baktığımız zaman, bunun bir niyetten çok, belki ileriye yönelik bir ümit ve merakla alakalı olduğunu söyleyebiliriz.” Ayrıca Şeyh Efendi üniversite öğrencilerine üniversitelerde kalıp akademisyen olmalarını tavsiye ediyor. “Üniversitede kalın, hoca olun.” diyor.

Abdülaziz Bekkine’nin çok önemli bir müridi de Cumhuriyet Devrinin dikkate değer fikir adamlarından Nurettin Topçu ona intisap ederek düşünce dünyasına yeni bir yön verdi. Topçu, Sorbon Üniversitesinde felsefe doktorası yapan ilk Türk’tür. Felsefe, mantık, sanat tarihi, sosyoloji, ahlak alanlarında eğitim almıştır. Ülkemize döndüğünde çeşitli liselerde felsefe hocalığı yapan, onlarca kitap yazan Topçu, kafasındaki sorulara, çelişkilere yanıt bulamaz. Teorik olarak birçok şeyi bilir ama pratik anlamda zihni itminana erememiştir. Uzun gelgitlerin sonucunda Abdülaziz Efendi ile tanışır. Onunla sohbetleri sonrasında zihin dünyasına yeniden yön verir. Şeyh Efendi’nin dizinin dibinde sükûneti yakalar. Hatta Bekkine’nin ölümü sonrası yaşadıklarını Taşralı kitabındaki ‘Yıldırımın Huzurunda’ bölümünde şöyle anlatır: "Ruhlarımızın önünde yürüyen o büyük varlığı kaybettim. Acılarım, zamanın ve kaderin kollarıyla kucaklanmayacak kadar engindi. Onun, bende şimdi muamma olan son bakışında melek masumluğu ile İlahî bir emir birleşmiş gibiydi. Hicap ile ihtarın bir bakışta böyle birleştiğini ömrümde görmemiştim. Peygamberane sakalının üstünde namütenahiye kolayca dalan mavi gözler de kapandıktan sonra, sahipsiz kalmıştım. Sanki hakikat ve aşk âleminden atılmış da, gölgeler ve yoksul mücrimler dünyasına sığınmıştım."
M. Orhan Okay, “Kazan Türklerinden Bir Veli” adlı yazısında şöyle tarif ediyor: “Abdülaziz Efendi asık suratlı bir insan da değildi. Cemiyetin durumundan, Müslümanların aczinden ve zaaflarından son derece muzdarip olan bu zat, günlük hayatında çok defa mütebessimdi. Ufak tefek şakalar yapar, yakınlarına takılmayı severdi. Hafif eğik orta boylu, kısa, seyrek, kırmızıya çalan kahverengi sakallı, mavi gözlüydü. Gözlerinin içi parlayarak gülmesine, sık sık şahit oldum. Bir defa elinde zembille amcamın Çarşamba’daki helvacı dükkânına gelmiş ve tezgâhta duran amcamın oğlu Hasan’a ‘At martinini Debreli Hasan dağlar inlesin’ türküsünü söyleyerek takılmıştı.” Şahsında fazilet, feragat, diğerkâmlık gibi erdemleri cemeden Abdülaziz Bekkine’ye binlerce rahmet… Sevgili Peygamberimize komşu olur inşaallah.


Kaynakça: TDV İslam Ansiklopedisi, M. Orhan Okay, www.dunyabulteni.net
Muaz Ergü, Adnan Öksüz, Milli Gazete.

 

Hasan UYAR

Bu haber toplam 988 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar
Hiçkimse
15 Haziran 2023 Perşembe 18:05
18:05
Abdülaziz Bekkine olacak isim. 2 K ile yazılıyor. Ve kullandığınız resimdeki şahıs Abdülaziz Bekkine değil.
88.230.230.71
Diğer Haberler

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.