BEDİÜZZAMAN VE GENÇLİK / Köşe Yazısı - Ahmet BELLİBAŞ

13.06.2024 11:13:43
Ahmet BELLİBAŞ

Ahmet BELLİBAŞ

Bu yazı Eğitimle Diriliş dergisinin Kasım 2023 tarihli 20. sayısından alınmıştır.

 

Bediüzzaman Said Nursi 19 ve 20. yüzyıllarda yaşamış önemli âlimlerden birisidir. Bitlis’in Hizan ilçesi Nurs köyünde 1876 yılında dünyaya gelen Said Nursi,  Osmanlı’nın son dönemi ve yıkılışı, 1. Dünya Savaşı, Cumhuriyetin kurulması ve tek partili dönem, 2. Dünya Savaşı ve Menderes dönemi Türkiye’si gibi kritik zamanlara şahit olmuş bir şahsiyettir. Hayatının bir bölümünde siyaset ile meşgul olsa da özellikle “Yeni Said” olarak adlandırdığı ve cumhuriyetin kuruluşundan sonraki zamana denk gelen dönemde, siyasetten bilinçli olarak uzak durmuş, sadece imanî konuları esas alan Risale’lerini kaleme alıp bunları yaymaya çalışmıştır. Bu eserlerde Allah’ın varlığı ve birliği, ahiret inancı, peygamberlik ve diğer imanî bahisler üzerinde duran Bediüzzaman, bu eserlerini “Risale-i Nur” dediği külliyatta bir araya getirmiştir. Yazdığı eserler birileri tarafından hoş karşılanmamış olmalı ki yıllarca hapis ve sürgün hayatı yaşamış ve defalarca zehirlenmek suretiyle ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Elinde top, tüfek, silah, mermi vb. suç aletleri olmamasına karşın tek derdi insanların imanını kurtarma olan bu zata yapılan bu zulüm, üstlenmiş olduğu kritik rolü bizlere açıklamak için yeterli bir argümandır.

Toplumların gücü sahip oldukları yer altı ve yer üstü zenginliklerden ziyade, gençlik potansiyelleriyle ölçülmesi gerekmektedir. İyi yetişmiş genç nesilleri olmayan devletler er ya da geç güçlerini yitirerek yok olmaya mahkûmdur. Bu yüzden her toplum kendi genç kuşaklarını en iyi şekilde yetiştirme çabasına girişmek zorundadır. Bizde de İslami şuura sahip her münevver bu alana kafa yormuş ve genç nesillere tesir edip onlara yol gösterme çabasına girişmişlerdir: Mehmet Akif, Necip Fazıl, Osman Yüksel Serdengeçti bunlardan sadece birkaçıdır. Tüm hayatını bu milletin imanını kurtarmak üzerine vakfetmiş olan Bediüzzaman da gençler ile ciddi şekilde alakadar olmuş şahsiyetlerdendir. Peygamber Efendimiz (sav) tebliğe ilk başladığı zamanlardan itibaren sürekli gençler ile beraber olmuş, onları yanından ayırmamıştır. Bediüzzaman da Peygamber Efendimiz (sav) gibi her zaman gençler içerisinde olmuş, onlarla hususi ilgilenmiştir. Onların her türlü zararlı fikir ve davranıştan uzak kalması için emek vermiştir. Bediüzzaman’ın gençler ve gençlik ile ilgili fikirleri özetle şu şekildedir:

Bediüzzaman’ın öncelikle gençleri doğru bir şekilde tanımaya çalışmaktadır. Çünkü bir doktor hastasına bir reçete vermeden önce onunla ilgili tahlil ve tetkikler yaparak onun hastalığını doğru teşhis etmeye çalışır. Ancak bundan sonra gerekiyorsa bir reçete yazıp ilaçlar tavsiye eder. Bediüzzaman, bu hususta bir kuyumcu titizliğiyle yaklaşır ve gençlerin özelliklerini ve bulundukları zaman içindeki vaziyetlerini doğru teşhis etmeye çalışır. Onun gençler ile ilgili yapmış olduğu en önemli tespit, gençlerin bulundukları yaş aralığı itibariyle akıl ve mantıktan ziyade duygu ve hissiyatlarla hareket ettikleridir: Evet, gençlik damarı akıldan ziyâde hissiyâtı dinler. His ve heves ise kördür, âkıbeti görmez; bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzete tercih eder; bir dakika intikam lezzeti ile katleder, seksen bin saat hapis elemlerini çeker; ve bir saat sefâhet keyfiyle, bir nâmus meselesinde, binler gün hem hapsin, hem düşmanın endişesinden sıkıntılarla ömrünün saadeti mahvolur.” (SÖZLER, 13.Söz) Mektubat adlı eserde Hem hevesât-ı nefsâniyenin heyecanlı zamanı ve hararet-i gariziyenin galeyanlı hengâmı ve ihtirâsât-ı dünyeviyenin feveranlı vakti olan gençlik ve şebabiyet ise…” (MEKTUBAT, 23. Mektup) Ayrıca Şualar adlı kitapta “Hevesatları galeyanda, hissiyata mağlûp, cüretkâr akıllarını her vakit başına almayan o gençler(11.ŞUA, 8.Mesele) şeklinde gençleri tarif etmiştir. Yani gençlik döneminde insanlar akıllarından ziyade duygu ve hevesleriyle hareket etmekte, gelecek ile ilgili pek endişeleri bulunmamaktadır. Bu özellikleri onlara hayatlarını diledikleri gibi geçirme fikri vermektedir. Canlarının arzu ettiği her şeyi yapmakta kendilerini hür saymışlardır. Bu da bir milletin başına gelebilecek en büyük felakettir. Canının her istediğini yapan ve hiçbir kural tanımayan bir gençlik, hem ülke için hem de toplum için büyük bir tehlike oluşturacağı ve kontrol edilmesi zor bir vaziyet doğuracağı aşikârdır. Durumu bu şekilde tespit eden Bediüzzaman, gençlere bu açıdan yaklaşmayı daha doğru bulmuştur. 

Bu vaziyetteki bir gençliğin aşırı his ve heveslerinin kontrol edilebilmesi, kendilerinde bulunan cevherin hayırlı bir şekilde kullanılabilmesi ve insani değerlere sahip olabilmesi Allah’a ve ahiret gününe iman ile mümkün olacaktır. Allah’a ve ahiret gününe inanmayan bir genç için her şey mübah sayılacaktır. Bu da toplumda anarşiye ve kaosa sebep olacaktır. Gençler, âhiret imanını kaybetseler ve Cehennem azabını tahattur etmezlerse, hayat-ı içtimaiyede, ehl-i namusun malı ve ırzı ve zayıf ve ihtiyarların rahatı ve haysiyeti tehlikede kalır. Bazı, bir dakika lezzeti için bir mes’ut hanenin saadetini mahveder ve bu gibi, hapiste dört beş sene azap çeker, canavar bir hayvan hükmüne geçer.” (11.ŞUA, 8.Mesele)İnsanların hayat-ı içtimaiyesinin en kuvvetli medarı olan gençler, delikanlılar, şiddet-i galeyanda olan hissiyatlarını ve ifratkâr bulunan nefis ve hevâlarını tecavüzattan ve zulümlerden ve tahribattan durduran ve hayat-ı içtimaiyenin hüsn-ü cereyanını temin eden, yalnız Cehennem fikridir. Yoksa, Cehennem endişesi olmazsa, 'El-hükmü li’l-galib' kaidesiyle, o sarhoş delikanlılar, hevesatları peşinde bîçare zayıflara, âcizlere, dünyayı cehenneme çevireceklerdi ve yüksek insaniyeti gayet süflî bir hayvaniyete döndüreceklerdi.” Ancak ahirete iman ve bu dünyada yapacağı kötülüklerin karşılığının olacağı düşüncesi onu frenleyebilecektir. “Eğer iman-ı âhiret onun imdadına gelse, çabuk aklını başına alır. ‘Gerçi hükümet hafiyeleri beni görmüyorlar ve ben onlardan saklanabilirim. Fakat Cehennem gibi bir zindanı bulunan bir Padişah-ı Zülcelâlin melâikeleri beni görüyorlar ve fenalıklarımı kaydediyorlar. Ben başıboş değilim ve vazifedar bir yolcuyum. Ben de onlar gibi ihtiyar ve zayıf olacağım’ diye, birden, zulmen tecavüz etmek istediği adamlara karşı bir şefkat, bir hürmet hissetmeye başlar. (11.ŞUA, 8.Mesele) Buradan da anlaşılacağı üzere Bediüzzzaman’ın bir gençte bulunmasını istediği en önemli vasfın Allah’a ve ahiret gününe olan inancıdır.   

Bediüzzaman’ın eğitim anlayışının temelini şu prensip oluşturur: Def-i şer, celb-i nef’a racihtir. Yani var olan bir kötülüğü veya olumsuz durumu ortadan kaldırmak, faydalı bir iş ortaya koymaktan daha önce gelir. Siz bir insanda bulunan kötü bir alışkanlığı terk ettirmeden ona olumlu bir şey kazandıramazsınız. Dolayısıyla yapacağınız ilk şey o olumsuz davranışı ve onun sebeplerini ortadan kaldırmaktır. 

Günümüzde ben merkezli ve haz odaklı bir gençlikle karşı karşıya olduğumuz bir hakikattir. Osmanlı’nın son döneminde başlayıp cumhuriyet dönemiyle artan ve günümüzde zirve yapan, Batı tarzı düşünce biçimi ve özellikle sosyal medyanın oluşturmuş olduğu imkânlarla gençlerde haz merkezli düşünce hâkim olmuştur. Kendilerine haz veren her şey iyi, bunun dışındaki her şey gereksiz ve kötü olarak görülmektedir. Bütün düşünceler nefsanî arzularını tatmin üzerine kurulmuştur. Bu haldeki bir gence olumlu bir şey kazandırmak, haz ve nefis peşinde koştuğu müddetçe, çok güç olacaktır. Gençlerin haramlar ile olan bağı kesilmeden onlarda müspet davranışlar (İslamî şuur, dava bilinci, insanlığa saygı, toplumsal düzen gibi) edindirmek beyhude bir çaba olacaktır. Bu yüzden Bediüzzaman, sadece cehennem üzerinden bir korkutma ile onları bu kötülüklerden uzak tutmanın zor olacağını söyler. Ama girmiş olduğu her günahın içinde cehenneme eş bir azabın olduğu gerçeğiyle yüzleşmesinin onun günahlara karşı daha bilinçli ve duyarlı olmasını sağlayacağını ifade eder: İşte ey hayat-ı dünyeviyenin zevkine mübtela ve endişe-i istikbal ile istikbalini ve hayatını temin için çabalayan bîçareler! Dünyanın lezzetini, zevkini, saadetini, rahatını isterseniz; meşrû dairedeki keyfe iktifa ediniz. O, keyfinize kâfidir. Haricinde ve gayr-ı meşrû dairedeki bir lezzetin içinde bin elem olduğunu sâbık beyanatta elbette anladınız. Eğer mazi, yani geçmiş zamanın hâdisatını, sinema ile halihazırda gösterdikleri gibi; istikbaldeki ahval dahi, meselâ elli sene sonraki halleri bir sinema ile gösterilse idi, ehl-i sefahet şimdiki güldüklerine yüzbinlerce nefrin ve nefret edip ağlayacaktılar. Dünya ve âhirette ebedî ve daimî süruru isteyen, îman dairesindeki terbiye-i Muhammediyeyi (A.S.M.) kendine rehber etmek gerektir. (SÖZLER, 13.Söz) 

Aynı zamanda gençlerde bulunan, gençliğin sanki hiçbir zaman bitmeyeceği düşüncesi karşısında Bediüzzaman, onlara gençliğin geçici olduğunu hatırlatarak, gençlik günahlarının sadece sonsuz hayatta değil, bu dünyada da başına problemler açacağını göstererek onları bu günahlardan uzak tutmayı hedeflemiştir.  “Elhâsıl: Gençlik gidecek. Sefâhette gitmiş ise, hem dünyada, hem âhirette binler belâ ve elemler netice verdiğini ve öyle gençler ekseriyetle sû-i istimâl ile, israfât ile gelen evhamlı hastalıkla hastahânelere ve taşkınlıklarıyla hapishânelere veya sefâlethânelere ve mânevî elemlerden gelen sıkıntılarla meyhânelere düşeceklerini anlamak isterseniz, hastahânelerden ve hapishânelerden ve kabristanlardan sorunuz. Elbette hastahânelerin ekseriyetle lisân-ı halinden, gençlik sâikasıyla israfât ve sû-i istimâlden gelen hastalıktan enînler, eyvahlar işittiğiniz gibi, hapishânelerden dahi, ekseriyetle gençliğin taşkınlık sâikasıyla gayr-i meşrû dairedeki harekâtın tokatlarını yiyen bedbaht gençlerin teessüflerini işiteceksiniz. Ve kabristanda ve mütemâdiyen oraya girenler için kapıları açılıp kapanan o âlem-i berzahta, ehl-i keşfe'l-kuburun müşâhedâtıyla ve bütün ehl-i hakikatin tasdikiyle ve şehâdetiyle, ekser azablar gençlik sû-i istimâlâtının neticesi olduğunu bileceksiniz. (SÖZLER, 13.Söz)

Sizdeki gençlik katiyen gidecek. Eğer siz daire-i meşrûada kalmazsanız, o gençlik zâyi olup başınıza hem dünyada, hem kabirde, hem âhirette kendi lezzetinden çok ziyâde belâlar ve elemler getirecek. Eğer terbiye-i İslâmiye ile, o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak, iffet ve nâmusluluk ve tâatte sarf etseniz, o gençlik mânen bâkî kalacak ve ebedî bir gençlik kazanmasına sebep olacak. (SÖZLER, 13.Söz)

Eğer istikamet dairesinde gitse, gençlik gayet şirin ve güzel bir nimet-i İlâhiye ve tatlı ve kuvvetli bir vasıta-i hayrat olarak âhirette gayet parlak ve bâki bir gençlik netice vereceğini, başta Kur’ân olarak çok kat’î âyâtıyla bütün semâvî kitaplar ve fermanlar haber verip müjde ediyorlar."

"Madem hakikat budur. Ve madem helâl dairesi keyfe kâfidir. Ve madem haram dairesindeki bir saat lezzet, bazan bir sene ve on sene hapis cezasını çektirir. Elbette, gençlik nimetine bir şükür olarak, o tatlı nimeti iffetle, istikamette sarf etmek lâzım ve elzemdir."

Bediüzzaman sürekli gençlerle iç içe bir hayat geçirmiştir. Barla’da, Isparta’da ve diğer sürgün yerlerinde etrafında bir halka şeklinde hep gençler yer almıştır. Gençleri önemsemiş, onların ihtiyaçları ve sorunlarıyla ilgilenmiştir. Normal vakitlerde insanlarla fazla görüşme taraftarı olmayan Bediüzzaman mevzu bahis bir genç olunca onunla alakadar olmuş, sorunlarına kulak vermiştir. Risale-i Nur’da birçok bölümden de anlayabildiğimiz gibi Bediüzzaman gençlerden gelen sorulara önem vermiş, onları cevapsız bırakmamaya gayret etmiştir. Nitekim sadece gençlere yönelik hazırlamış olduğu “Gençlik Rehberi” isimli kitabı onların istifadesine sunmuştur. 

Bediüzzaman ayrıca pozitif ilimlerle uğraşmanın Allah’ı tanımak için bir yol olduğunu söyleyerek gençlere pozitif bilimleri de öğrenmeyi tavsiye etmiştir. Gençlere, okudukları ders her ne olursa olsun o dersin kendilerine Allah’ı tanımak için bir vesile olacağı şuurunu kazandırmak istemiştir. Seküler bir anlayış çerçevesinde disipline edildiği için okullarda okutulan fen bilimlerine mesafeli hatta karşı çıkan bir anlayışa rağmen fen ilimleriyle uğraşmanın bilakis tevhid inancını destekleyeceğini belirtmiştir. “Kastamonu'da lise talebelerinden bir kısmı yanıma geldiler. ‘Bize Hâlıkımızı tanıttır; muallimlerimiz Allah'tan bahsetmiyorlar’ dediler. Ben dedim: Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla mütemadiyen Allah'tan bahsedip Hâlıkı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz.”(Asa-yı Musa, 6. Mesele)

Özellikle son yüzyıllarda geniş çaplı kitle hareketlerinin temelinde gençlik hareketleri yer almaktadır. Belli grup ve kişiler tarafından gençler kasıtlı bir şekilde menfi hedefler doğrultusunda kullanıldığı çok hadisede görülmüştür: Rus ve Fransız İhtilali gibi.  Gençler bilinçli bir şekilde değerlerinden uzaklaştırılarak bu fikir akımlarına malzeme yapılmak istenmiştir. Bu, tüm dünyada böyle olduğu gibi ülkemizde de böyledir. Belli komitelerin ülkemiz gençlerini çıkarları uğrunda kullanmak için gizli ajandalara sahip oldukları bilinen bir vakadır. Bediüzzaman, bu durumu çok erken fark etmiş ve insanları bu komitelere karşı uyarmıştır: İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyesine ve dolayısıyla din-i İslâma zarar vermek için, gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesâtıyla sefahete sevk etmek için bir iki komite çalışıyormuş. (LEMALAR, 24.Lema) Rusya örneği üzerinden gençler üzerinden devletlerin nasıl hizaya getirildiğini şu sözlerle ifade ediyor: Ve bilhassa şimalde koca bir devlet, gençlik hevesatını elde ederek bu asrı fırtınalarıyla sarsıyor. Çünkü âkıbeti görmeyen kör hissiyatla hareket eden gençlere, ehl-i namusun güzel kızlarını ve karılarını ibâhe eder. Belki hamamlarında erkek-kadın beraber çıplak olarak girmelerine izin vermeleri cihetinde bu fuhşiyatı teşvik eder. Hem, serseri ve fakir olanlara zenginlerin mallarını helâl eder ki, bütün beşer bu musibete karşı titriyor. (ŞUALAR, 14.Şua) Bediüzzaman, dış mihraklar olarak da ifade edebileceğimiz bu güçler karşısında Müslüman gençliğin daha uyanık olması gerektiğini vurguluyor. Özellikle komünizim ve ateizim tehlikesinin had safaya ulaştığı dönemlerde gençler üzerinden çevrilmeye çalışılan oyunları fark etmiş ve gençlere yönelik onların inançlarını kuvvetlendirecek, ateizm ve komünizme karşı önemli eserler kaleme almıştır.

Bediüzzaman; gençlerin komünizm vb. akımlara kapılması tehlikesinin yanı sıra birçok insan için makul görülebilecek ancak sinsi bir düşman gibi içimizde yer alan ve toplumu ayrıştıran, insanları ötekileştiren ve İslam’ın özüne ters olan menfi milliyetçiliğe (ırkçılığa) karşı da gençliği uyarmıştır. Cumhuriyet döneminde artmaya başlayan bu menfi milliyetçilik fikri yurt içi ve yurt dışındaki diğer ırklara mensup Müslümanlara karşı menfi bir pozisyon alınması tehlikesini beraberinde getirmiş, toplumsal huzur ve İslam birliği-kardeşliği düşüncesine ciddi darbeler vurmuştur. Bu tarz milliyetçi akımların en önemli kozları gençlerdeki o bitmeyen enerji ve belli yapay duygularla gençliği harekete geçirme kabiliyetleridir. Gençlerin gençlikleri eğer daimî olsaydı, menfi milliyetle onlara içirdiğiniz şarabın muvakkat bir menfaati, bir faydası olurdu. Fakat o gençliğin lezzetli sarhoşluğu, ihtiyarlıkla elemle ayılması ve o tatlı uykunun ihtiyarlık sabahında esefle uyanmasıyla, o şarabın humarı ve sıkıntısı onu çok ağlattıracak ve o lezzetli rüyanın zevalindeki elem ona çok hazin teessüf ettirecek. "Eyvah! Hem gençlik gitti, hem ömür gitti. Hem müflis olarak kabre gidiyorum. Keşke aklımı başıma alsaydım!" dedirecek.” (MEKTUBAT, 29.Mektup)

Said Nursi’nin üzerinde durduğu önemli bir diğer husus da Batı taklitçiliğidir. O, gençleri Batı taklitçiliği hususunda ciddi olarak uyarmaktadır. Batı’nın Müslümanlara yaptığı onca kötülüğe karşın, onlara benzemeye çalışmanın yahut onlar gibi olmaya çalışmanın büyük bir yanılgı olduğunu belirtir. Ayrıca hamiyet yani milli duygulara sahip olan bir kimsenin hiçbir şekilde Batı taklitçiliğine soyunmaması gerekmektedir. “Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide çalışmayınız. Âyâ, Avrupa’nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adâvetten sonra, hangi akılla onların sefahet ve bâtıl efkârlarına ittibâ edip emniyet ediyorsunuz? Yok, yok! Sefihâne taklit edenler, ittibâ değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşlerinizi idam ediyorsunuz. Âgâh olunuz ki, siz ahlâksızcasına ittibâ ettikçe, hamiyet dâvâsında yalancılık ediyorsunuz. Çünkü şu surette ittibâınız, milliyetinize karşı bir istihfaftır ve millete bir istihzâdır. (LEMALAR, 17. Lem’a)” Bediüzzaman’ın Batı’yı taklit etmekten kastı onların ahlaki bozuklukları ve batıl fikirleridir. Yoksa Bediüzzaman hak kimin elindeyse onu almayı ve kullanmayı teşvik eder. Körü körüne bir Batı düşmanlığını savunmaz. Batı’yı iki farklı boyutuyla ele alır: Yanlış anlaşılmasın, Avrupa ikidir. Birisi, İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyizle hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi san’atları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takip eden bu birinci Avrupa’ya hitap etmiyorum. Belki, felsefe-i tabiiyenin  zulmetiyle, medeniyetin seyyiâtını mehâsin zannederek beşeri sefâhete ve dalâlete sevk eden bozulmuş ikinci Avrupa’ya hitap ediyorum.( LEMALAR,17. Lem’a)

Bediüzzaman’ın gençlik ve gençler ile ilgili fikirlerinden bir kısmı bu şekildedir. Daha fazla bilgi almak isteyenler Risale-i Nur adlı eserlerini okuyarak bilgi edinebilirler.

Bu yazı toplam 291 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.