BEDİÜZZAMAN’IN GÖZÜNDE BATI MEDENİYETİ VE FELSEFESİ / Köşe Yazısı - Ahmet BELLİBAŞ

Ahmet BELLİBAŞ
Son birkaç asır, Batı medeniyetinin tüm dünya üzerinde baskın olduğu dönemlerdir. Teknik, sanat, müzik, askeri, felsefi ve siyasi vb. daha birçok alanda üstünlüğünü diğer devletlere kabul ettirmiştir. Her yönüyle insanların gözünde ulaşılmaz bir vaziyet almış olan Batı, neredeyse kimi zihinlerde ilahlaştırılmıştır.
Ancak madalyonun öteki yüzüne bakıldığında; son yüzyıllarda dünya üzerinde yaşanan büyük kıyımların, felaketlerin ve insanlık dramlarının kaynağında Batı medeniyeti bizzat yer almıştır. Hal böyle iken medeniyet olarak bu kadar büyütülen bir Batı ile dünyaya yaşattıkları arasındaki bu zıtlık izaha muhtaç bir durumdur.
Bu noktada Bediüzzaman gibi Batı’nın birçok vahşetine şahit olmuş bir âlimin, Batı medeniyeti ve onun temellerini atan felsefesi hakkındaki düşünceleri kıymete değerdir. Batı’nın bir nevi röntgenini çeken Bediüzzaman, onun bilinmeyen yönlerine dikkatleri çekmiştir. Batı’yı meydana getiren felsefenin temel özelliklerini sayarak Batı düşüncesini ve onun mensuplarının gerçek yüzünü ortaya çıkarmıştır. Son yüzyıllarda yaşanan kaosların temelinde bu zihniyetin olduğu fikrini güçlü bir şekilde ortaya koyan Bediüzzaman, tabir caizse Batı’nın maskesini düşürmüştür.
Bediüzzaman Batı’yı, at gözlükleriyle, sadece olumsuz yönleriyle ele almaz. Onun insanlık için önemli hizmetler yaptığını da kabul eder. Onun gözünden Batı yani Avrupa ikiye ayrılır:
“Yanlış anlaşılmasın, Avrupa ikidir. Birisi, İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyizle hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi san’atları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takip eden bu birinci Avrupa’ya hitap etmiyorum.”
Ona göre hakiki Hıristiyanlık dininden aldıkları ilham ile insanlığa faydalı icraatlar yapan Batı’nın zarardan çok faydası olmuştur. Bu yüzden kastedilen Batı bu olmayacaktır. Asıl problemli olan Batı’yı ise şöyle tanımlamaktadır:
“Belki, felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiâtını mehâsin zannederek beşeri sefâhete ve dalâlete sevk eden bozulmuş ikinci Avrupa’ya hitap ediyorum.”
Yani insanlığa yararlı icraatlar yerine, günahları ve çirkinlikleri modernlik ve medeniyet olarak yutturmaya çalışan ikinci Avrupa’yı ele almaktadır.
Bu Avrupa’ya göre felsefe ve medeniyet insanlığı huzura kavuşturacak iki önemli faktördür. Ancak felsefe dediği şey bir dalalet ve sapkınlıktan başka bir şey değildir. Medeniyet dediği şey ise sefih, pis, insanın fıtratına aykırı bir yaşam şeklinden ibarettir. Bu ikisinin insanlığa bir saadet getirmesi mümkün değildir. Çünkü insanların sadece fiziksel ihtiyaçlarıyla ilgilenen ve bu ihtiyaçları tatmin etmeye odaklanmış bir medeniyet insanın manevi yönünü görmezden gelecektir. Oysa ruhen aç, kalben hasta bir insanın karnının tok, bedenin sağlıklı olması ona mutluluğu getirmeyecektir. Bir nevi bedeni zahiri bir cennette olup ruhu gerçek bir cehennemde olan bir şahsı ne mutlu edebilir ki?
Bediüzzaman’a göre bu durumun farkında olan Batı medeniyeti insanların bu acıyı unutmaları için çeşitli yöntemler keşfetmiştir. Bu yöntemler ise geçici bir uyuşukluk halinden başka bir çözüm üretememektedir. Futbol, sinema, çeşitli festivaller bu acıyı bir süreliğine unuttursa da içlerde yanan o manevi açlığa merhem olamamaktadır:
“Ey sefahet ve dalâletle bozulmuş ve İsevî dininden uzaklaşmış Avrupa! Deccal gibi bir tek gözü taşıyan kör dehân ile ruh-u beşere bu cehennemî hâleti hediye ettin. Sonra anladın ki, bu öyle ilâçsız bir illettir ki, insanı âlâ-yı illiyyînden esfel-i sâfilîne atar, hayvânâtın en bedbaht derecesine indirir. Bu illete karşı bulduğun ilâç, muvakkaten iptal-i his hizmeti gören cazibedar oyuncakların ve uyutucu hevesat ve fantaziyelerindir. Senin bu ilâcın, senin başını yesin ve yiyecek!”
Ona göre Batı felsefesinin iddia ettiği bir diğer yanlış düşünce ise her varlığın, canlının kendine hakim olduğu ve tek varoluş gayesi kendi hayatını devam ettirmektir düşüncesidir. Yani her şey ancak kendi hayatı ve nefsi için yaşar yaklaşımıdır. Bu yaklaşım İslam’daki “Her varlık Allah’ın yaratmış olduğu bir mahlûktur.” inancıyla tamamen zıttır. İnsanların kendi içinde ve diğer canlılar ile olan bağını pekiştiren bu inancın aksine Batı düşüncesi insanları diğer canlılardan ayırıp onlara yabancılaştırmaktan daha vahim bir şekilde tüm insanlarla arasındaki bağı kesip atmaktadır. Bireyselliği ön plana çıkararak insanlığı derin bir yalnızlığa itmektedir.
Ayrıca kâinatta var olan ve gözle görülen yardımlaşma ve dayanışmayı görmeyip hayatı bir cidal ve çarpışmaktan ibaretmiş gibi göstermektedir. “Büyük balık küçük balığı yutar.” düşüncesini benimseyerek toplumda bir güvensizlik ortamı oluşturur. Oysa kâinatta cidal namına bir şey yoktur. Bilakis bir yardımlaşma ve dayanışma bariz bir şekilde görülmektedir. Bitkiler hayvanların beslenmesi için koşturmaktadır. Birçok canlı diğer canlıların hayatını devam ettirmesi için mücadele vermektedir diye ifade etmektedir.
Bediüzzaman’a göre Batı’nın bu halde olmasının sebebi tek gözlü dehasıdır. Yani olaylara sadece maddi yönüyle bakıp manevi boyutunu göz önünde bulundurmamasıdır.
Ayrıca Batı’nın yetiştirmiş olduğu bireyleri değerlendiren Bediüzzaman, onların zahiren gururlu ama menfaatleri söz konusu olduğunda en alçak şeyi yapmaya hazır bir seviyede olduğunu ifade eder. Cesurdur ancak kendisinden daha güçlüsünü görünce bir korkağa dönüşür. Tek gayesi nefsanî arzularını tatmin etmekten ibarettir:
“Hem senin şakirdin mütemerriddir. Fakat bir lezzeti için nihayet zilleti kabul eden miskin bir mütemerriddir. Hasis bir menfaat için şeytanın ayağını öper derecede alçaklık gösterir. Hem cebbardır. Fakat kalbinde bir nokta-i istinad bulamadığı için, zâtında gayet âciz bir cebbâr-ı hodfuruştur.
O şakirdin gaye-i himmeti hevesât-ı nefsâniyeyi tatmin ve hamiyet ve fedakârlık perdesi altında kendi menfaat-i nefsini arayan ve hırs ve gururunu teskin etmeye çalışan bir dessastır. Nefsinden başka ciddî olarak hiçbir şeyi sevmiyor, her şeyi nefsine feda ediyor.”
Batı’nın düşünce yapısını oluşturan dinsiz felsefenin prensiplerini özetleyen Bediüzzaman’a göre Batı felsefesi, sosyal hayatta dayanak noktası olarak “kuvveti” kabul eder. Yani siz bu hayatta kuvvetiniz ölçüsünde var olabilirsiniz. Eğer bir şeyi gerçekleştirecek kuvvete sahipseniz o şeyi yapmak için önünüzde hiçbir engel yoktur. Her halükarda haklısınızdır. Oysa Kur’an’ın prensiplerinde esas olan “Hak”tır. Eğer bir konuda haklı iseniz en güçlüsü sizsinizdir. Batı felsefesinin “Kuvvetli olan haklıdır.” Prensibi yerine Kur’an’ın “Haklıysan kuvvetlisin.” düsturu vardır.
Batı felsefesinin sosyal hayattaki hedefi “menfaattir”. Bir şey eğer menfaatinizeyse iyidir ama menfaatinize aykırı ise o şey tercih edilemez. Ama Kur’an bu prensibe mukabil “fazilet ve Allah rızasını” kabul eder. Eğer bir şey Allah’ın rızasına muvafık ise o şey tercih için yeterlidir.
Hayattaki düsturu “cidal” yani çarpışma, mücadele etme olarak gören felsefeye karşılık Kur’an dayanışmayı esas tutar.
Ayrıca topluluklar arasındaki en geçerli bağı milliyetçilik olarak gören felsefe, toplumu olabildiğince ayrıştırmaya çalışmıştır. İnsanlar arasında ırka dayalı bir sınıflandırma toplum hayatını alt üst etmiş, insanlığın saadetini uzun yıllardır ortadan kaldırmıştır:
“Amma hikmet-i felsefe ise, hayat-ı içtimaiyede nokta-i istinadı “kuvvet” kabul eder. Hedefi “menfaat“ bilir. Düstur-u hayatı “cidal“ tanır. Cemaatlerin rabıtasını “unsuriyet, menfi milliyeti“ tutar. Semerâtı ise, “hevesât-ı nefsâniyeyi tatmin ve hâcât-ı beşeriyeyi tezyiddir.”
Hâlbuki kuvvetin şe’ni tecavüzdür. Menfaatin şe’ni, her arzuya kâfi gelmediğinden, üstünde boğuşmaktır. Düstur-u cidâlin şe’ni çarpışmaktır. Unsuriyetin şe’ni, başkasını yutmakla beslenmek olduğundan, tecavüzdür. İşte bu hikmettendir ki, beşerin saadeti selb olmuştur.”
Son olarak da Batı’nın gerçek yüzünü ortaya koyan Bediüzzaman, Batı’ya hayran gençlere de seslenerek onları uyanık olmaları konusunda uyarmaktadır:
“Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide çalışmayınız. Âyâ, Avrupa’nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adâvetten sonra, hangi akılla onların sefahet ve bâtıl efkârlarına ittibâ edip emniyet ediyorsunuz? Yok, yok! Sefihâne taklit edenler, ittibâ değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşlerinizi idam ediyorsunuz. Âgâh olunuz ki, siz ahlâksızcasına ittibâ ettikçe, hamiyet dâvâsında yalancılık ediyorsunuz. Çünkü şu surette ittibâınız, milliyetinize karşı bir istihfaftır ve millete bir istihzâdır.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
- BEDİÜZZAMAN’IN GÖZÜNDE BATI MEDENİYETİ VE FELSEFESİ8 Nisan 2025 Salı 09:27
- BEDİÜZZAMAN VE GENÇLİK13 Haziran 2024 Perşembe 11:13
- KARANLIK BİR GÜNDÜZE UYANIRKEN27 Ekim 2023 Cuma 18:35
- ZORLAŞTIRMAYALIM, KOLAYLAŞTIRALIM AMA NEYİ?14 Kasım 2022 Pazartesi 19:46
- İDEAL ÖĞRETMEN11 Şubat 2022 Cuma 20:36
- SESSİZ DAVET30 Nisan 2021 Cuma 14:11
- Modern Bir Hastalık: Dünyevileşme20 Mayıs 2020 Çarşamba 00:00
- Hristiyan Bir Doktorun Dilinden Dua20 Mayıs 2020 Çarşamba 00:00
- Mehmet Akif’in Gözünde İdeal Gençlik: Asım4 Mayıs 2019 Cumartesi 21:08
- Cebrail’in Kanadından Yüreğimize Doğan İlhamlar23 Ekim 2018 Salı 07:53
- Mehmet ORMANSAKLI ULEMAYI KEŞFEDEBİLMEK: MARAŞ'TAN MARAKEŞ'E FİKRİ TUNA
- Akif AKMAN"HİÇ ŞÜPHESİZ BATIL SÜREKLİ YOK OLUCUDUR"
- Melek BELLİBAŞYAHUDİLERİN ÇOCUK YETİŞTİRME TARZLARI İLE İLGİLİ BİR DEĞERLENDİRME
- Osman DAĞSİYONİZMİN KUDÜS'E BAKIŞI
- Hasan Sadi YÜRGÜÇBEYAZ PERDEDE DOĞU
- Ayşe YETKİNPEYGAMBER EFENDİMİZ DÖNEMİNDE YAHUDİLERİN İFSAD VE ALGI YÖNETİMİ ÇALIŞMALARI
- Hasan UYAREZHER TALEBESİ CÜBBESİNİ GİYEN İLK GAYRİMÜSLİM: GOLDZİHER -
- Mehmet ÖZELPOST TRUTH (GERÇEKLİK SONRASI) ÇAĞDA FİLİSTİN SORUNUNU KONUŞMAK
- Bilge ÇAĞLANMODERN EĞİTİMLE DEĞİŞEN DİNDARLIK
- Veli KARATAŞ “AKLA VEDA” AKL-I SELİME DAVET
- Mehmet ALTUNÜLKEMİZDEKİ EĞİTİMİN DÜNÜ BUGÜNÜ VE YARINI
- Ali KARAKAŞFUAT SEZGİN VE HADİS KİTABETİNE DAİR İDDİALARI
- Kemal SAYARKemal Sayar İyiliğin kanatları
- Musa ARMAĞAN MEVDUDİ'NİN İSLAMIN GELECEĞİ VE ÖĞRENCİLER KİTABI ÖZETİ
İMSAK | GÜNEŞ | ÖĞLE | İKİNDİ | AKŞAM | YATSI |
04:22 | 05:44 | 11:45 | 14:58 | 17:34 | 18:49 |