İSRAİL VANDALİZMİ VE İSRAİL / Köşe Yazısı - Yusuf YAVUZYILMAZ

15.10.2024 12:31:11
Yusuf YAVUZYILMAZ

Yusuf YAVUZYILMAZ

Dinmeyen Acı Filistin

İsrail- Filistin arasında yaşanan ve baş sorumlusunun İsrail olduğu çatışmalar, yaşanan tarihsel sorunu bütün ağırlığı ile gündeme taşıdı. İsrail, Filistin’i işgal altında tuttuğu ve çözümsüzlüğü desteklediği sürece bu tür sonuçlarla karşılaşacaktır. Filistin'in yaptığı hiçbir hata, İsrail'in bir terör devleti olduğu gerçeğini değiştiremez.
 
İsrail-Filistin sorununa kalıcı bir çözüm için, Filistin'in bağımsızlığının kabul edilmesi, bazı İslamî gruplarca savunulan İsrail'in yok edilmesi hedefinin ortadan kaldırılması gerekiyor. İki devletli çözüm en makul seçenek gibi duruyor. 
 
Öte yandan farklı din, etnik grup ve kültürel yapıya sahip insanların bir arada yaşama ideali ulus-devlet formunda mümkün görülmüyor. Bölgede kurulan ulus devletler, İslam dünyasının içine düştüğü bunalımdan kurtulmasına yetmiyor. Hatta çok sayıda sorun ulus devletlerin milliyetçi yapısından kaynaklanıyor.
 
Öte yandan Anti-semitizm tuzağına düşülmemeli. Karşıtlığımız Yahudiliğe veya İsrail vatandaşlarına dönük değildir. İsrail devletinin ırkçı, yayılmacı terör uygulamalarınadır. Devlet terörü konusunda İsrail ile kıyaslanabilecek ikinci bir ülke yoktur.
 
Sivil hedeflere yönelik saldırı kimden gelirse gelsin ve kime yönelik olursa olsun kabul edilemez. Sivilin İsrailli veya Filistinli olması arasında fark yoktur. Savaşa taraf olmayan kişilerin hedef alınması, mücadelenin arkasındaki meşruiyeti ortadan kaldırır.
İsrail'de İsrail yönetimini desteklemeyen siyasal partiler, aydınlar ve toplum kesimleri de var. Hiçbir şekilde Anti-semitizm makul görülemez. Bizim eleştirimiz İsrail devletinin siyasetine karşıdır; İsrail halkına karşı değil.
 
Öte yandan bazı ülkeler İsrail’e destek açıklaması yapmaya devam ediyor. Bu anlamda Batılı ülkelerin ve Azerbaycan'ın İsrail desteği hiçbir şekilde mazur görülemez, onaylanamaz. Bizim kırmızı çizgimiz zalime karşı mazlumun yanında olmaktır. Bu anlamda İsrail Komünist Partisi'nin İsrail yönetimini sorumlu tutan ve eleştiren açıklamasını onaylıyor, Azerbaycan'ın İsrail'i destekleyen yaklaşımını reddediyoruz. Filistin davasına sahip çıkması beklenen İslam ülkelerinin çoğu, İsrail'e koşulsuz destek veren Amerika ile açık veya gizli ittifak içindedir.
 
Öte yandan, İsrail terörünü, Filistin’de yapılmış toprak satışına bağlamak sağlıklı ve ahlaki bir analiz değildir. Kaldı ki, bu konuda yapılan değerlendirmeler de sağlıklı verilere dayanmamaktadır. Konu ile ilgilenen tarihçiler, Filistin’de yapılan toprak satışının, iddia edilen rakamlardan, çok daha az olduğunu gösteriyor. Toplam toprak satışının yüzde 5 ile yedi arasında olduğu, bununda büyük çoğunluğunun Filistinliler tarafından değil, Filistin’de oturan ve Filistinli olmayan zengin Beyrut ve Suriyeliler tarafından yapıldığını gösteriyor. Kaldı ki bu iddia doğru bile olsa bugün İsrail’in yaptığı vahşeti onaylamayı gerektirmez.
 
Öte yandan sorunun kaynağı hakkında sağduyulu analizler de yapılıyor. Bu anlamda İsrail Komünist Partisi’nin İsrail ile Hamas arasındaki çatışmalara dair açıklaması son derece önemlidir:
 
"1- Tüm bunların sorumlusu Netanyahu ve aşırı sağcı hükümettir.
2- Sivil ölümler kabul edilemez.
3- Yerleşimci terörü ve Mescid-i Aksa saldırıları meseleyi buraya getirdi.
4- Tek çözüm işgalin sonlandırılması ve Filistinlilerin meşru taleplerinin karşılanmasıdır.
5-Aklı başında tüm uluslararası güçleri Netanyahu'nun bu saldırıyı fırsat bilip katliam yapmasını engellemeye çağırıyoruz"
 
İzlediğim kadarıyla son derece sağduyu bir analiz. Ne yazık ki, ülkemizde bu sorunu değerlendiren milliyetçi, muhafazakar, ulusalcı Kemalist, sol, sosyalist kesimlerden çok daha sağlıklı bir değerlendirmedir. İsrail Komünist Partisi’nin ülkemizdeki çoğu kesimden çok daha sağduyulu bir analiz yapması ne kadar acı.
 
İsrail Komünist partisi, olayı çok daha sağlıklı bir zemine oturtuyor. Bu yüzden ben milliyetçi, muhafazakar, ulusalcı Kemalist, sol, Kürt milliyetçisi, sol, sosyalist kesimlerin açıklamaların değil, İsrail Komünist Partisi’nin açıklamasının yanında duruyorum. Bundan dolayı, dünyada fıtratı kirlenmemiş temiz vicdanlı kimselerle işbirliği yapılabilir.
 
Hamas'ın hataları üzerinden yapılan her analiz, nihayetinde iktidar, kuvvet ve güç merkezli; İsrail'i onaylayan bir sona varıyor. Bu yüzden bu tür yorumları ahlaki bulmuyorum. Çünkü hiçbir şey İsrail ırkçı faşizmini, bir terör devleti olduğu gerçeğini gizlemeye yetmez. 
İslam dünyasının ve Hamas'ın sorunları, yanlışları ve strateji hataları üzerinden yapılan her değerlendirme nihayetinde İsrail ne yapsın gibi bir sonuca varıyor. Bu akıl yürütme biçimi ahlak dışıdır. 
 
"Savaşın kazananı olmaz" mottosu, mazlumların direnişini anlamsızlaştırıyor. Savaş, elbette arzu edilen bir olgu değildir. Ancak her tür mücadeleyi anlamsızlaştıracak bir anlayış doğru, meşru ve ahlaki değildir. Ana sorun zalime karşı mazlumu, kötüye karşı iyiyi, sömürene karşı sömürgeye maruz kalanı savunmaktır. Mazlumun yaptığı hata zalimi onaylamayı gerektirmez.
 
İslam dünyası birliğini ve kuvvetini kaybetti; İslam ülkelerinin büyük çoğunluğu İsrail'in en büyük destekçisi ABD ile doğrudan ya da dolaylı işbirliği içinde, İslam ülkelerinin çoğu sorunu çözmek için samimi gayret göstermiyor, buna karşılık İsrail karşıtlığını kendi iktidarlarının devamı için araçsallaştırıyorlar. İslam ülkelerinin tamamında insan hakları ihlalleri, yolsuzluklar var; İslam ülkelerinde milliyetçilik baskın durumda, İslam dünyasında etnik, siyasi ve dini çatışmalar,  kadın hakları ihlalleri var. Ancak bu İsrail'in çocuk, bebek ve kadınları vahşice katletmesini, Gazze'ye yönelik insanlık dışı ablukayı, İsrail ırkçılığını desteklemeyi, İsrail emperyalizmini onaylamayı, İsrail'in anneleri katletmesini seyirci kalmayı gerektirmez. 
 
Çünkü İsrail'i desteklemek, özgürlük isteyen bütün hareketleri mahkum etmektir; çocukların öldürülmesine seyirci kalmaktır, devlet ırkçılığını onaylamaktır, zalimin yanında durmaktır, mazlumun çığlığını duymamaktır, insanlıktan çıkmaktır, adalet duygusunu kaybetmektir.
 
Filistin sorunu konusunda öncelikle sorunun kaynağının İsrail'in ırkçı ve yayılmacı politikaları olduğu tespiti yapılmalıdır. Bu vurgu yapılmadan yapılan her analiz sorunludur; daha da önemlisi İsrail'i aklamaya dönüktür. Filistin'in ve İslam dünyasının içinde bulunduğu sorunlar, İsrail'in devlet terörünü ortadan kaldırmaz. Kudüs, Müslümanlar için bir direniş bilincidir. O bilinci diri tutmak gerekir. Filistin'i desteklemek zalime karşı mazlumu, sömürene karşı sömürüleni, güçlüye karşı haklıyı, kötülüğe karşı iyiliği desteklemek demektir. İsrail sorunu, İslam dünyasının birliğinin ne kadar önemli olduğunu da gösteriyor. Ne yazık ki, Osmanlı sonrası ulus devletlere bölünen İslam ülkeleri aralarındaki en önemli bağ olan din bağını terk ettiler. İslam dünyasına yönelik emperyalist girişimleri önleyecek bir güç yok. Dinin yerine ulus, din kardeşliğinin yerine milli kimliğin öne çıktığı bir ortamda birlikteliği sağlamak zor görülüyor. Çok daha önemli sorun, İslam dünyasının son üç yüzyıldır sorun çözme yeteneğini kaybetmesidir.
 
Filistin hareketi hakkında kuracağımız eleştirel cümleler var ve olmalıdır da. Ama hiçbir neden İsrail'in ırkçı, saldırgan ve vahşi yüzünü temizlemeye yetmez. İsterse İsrail Türkiye'nin bütün tezlerini desteklesin. İsrail'in bazı konularda Türkiye'yi desteklemiş olması, zalim bir güce destek olmayı gerektirmez.
 
Dünyanın en güvenli ülkesi olduğu ve en güçlü istihbarat örgütüne sahip olduğu söylenen İsrail'in içine kadar girdi Filistinli mücahitler. Aralarında üst düzey askerlerin de bulunduğu yüzlerce kişiyi esir aldı. Bu durum haksız iseniz eğer, alacağınız bütün güvenlik önlemlerinin yetmeyeceğini de gösteriyor. Güvenlik önlemleri ancak meşru bir ahlaki zemin üzerine oturduğunda anlamlı olur. İsrail için çok daha tehlikeli olan ahlaki üstünlüğü tümüyle kaybetmesidir.
 
Filistin sorunu, Kudüs ve Mekke gibi dini merkezler ile ilgili yeni kararlar alınması gerekiyor. Bu dini merkezler bir ulus devletin sınırları içinde olamaz. Çünkü bu merkezler bütün dindarların ortak mekanlarıdır. Bu merkezler tıpkı Vatikan yapısına göre yeniden düzenlenmelidir.
 
Filistin sorununda asıl suçlu, hiçbir çözüm önerisine yaklaşmayan ırkçı İsrail rejimidir. Hiçbir olumlu adıma cevap vermiyor. İki toplumlu çözüm önerisinden başka çözüm yolu gözükmüyor. Kriz zamanlarında insanların bastırılmış istekleri, ertelenmiş hesapları, doyurulmamış kinleri boşalır. Öyle bir dil kullanmaya başlar ki, insanlığınızdan utanırsınız. Baş sorumlunun ırkçı İsrail rejiminin olduğu bir sorunu, yıllardır ezilen Filistinlilerin üzerine yıkma çabası ahlaki değildir. Mazlumun, mağdurun, ezilenin yanında değil, egemenin, güçlünün, ezenin yanında duran kişide derin bir ahlaki bir sorun vardır. İsrail'e destek verenler şunu söylemek istiyor aslında: Egemen ve güçlü bir devletin, ondan daha güçsüz bir halkı sömürmesi ve ona hayat hakkı tanımaması meşrudur.
 
İsrail'in yaptıklarını onaylamak bütün özgürlük isteyen direniş hareketlerini mahkum etmektir. Bundan dolayı, İsrail'in yaptıklarını onaylamak bir ahlak sorunudur. İsteniyor ki, zalimlere, egemenlere kimse itiraz etmesin. Zalimi değil de mazlumu, işgalciyi değil de işgale uğrayanı suçlayan kişi insanlığını kaybetmiştir.

Filistin ve Ahlaki Tutumumuz
 
“Dikkat! Amerika kudurmuştur. Bizi Amerika'ya bağlayan bütün bağları derhal koparmalıyız. Yoksa, biz de ısırılacak ve biz de kuduracağız" diye yazıyordu Jean-Paul Sartre 1953'te, Liberation gazetesine yazdığı "Hasta Hayvanlar ve Kuduz" başlıklı makalesinde…
(Roger GARAUDY / Amerikan Efsanesi, Sh:73)
 
Yeni dünya düzeni, çok daha fazla adaletsizlik üretmeye elverişli bir statüko karşımıza çıkardı. İsrail’in sınır tanımayan saldırganlığını destekleyen ve koruyup kollayan bir statüko var önümüzde. İslam dünyasının mevcut statüko içindeki edilgen durumu, sorunlu iç yapıları ve egemen güç karşısındaki çaresizliği sorunu daha da karmaşık hale getirmektedir. Bu yüzden politik merkezlerden fazla bir şey beklememek, olabildiğince insanlığın vicdanını harekete geçirecek politikalar üretmek gerekiyor. 
 
Allah’ın her an yaratış içinde olması, İslam inancında Allah- evren ve insan arasındaki ilişkiyi dinamik bir ilişki haline getirir. Bu yüzden evrende olan hiçbir olay Allah'tan bağımsız anlam kazanamaz. İslam aklının seküler akıldan farkı Allah alem ilişkisinde anlam kazanır. Allah'ı paranteze alan ve varlık ile ilişkisini kesen her öğreti İslami açıdan sorunludur. Ali Şeriati'nin isabetle belirttiği gibi inancımızın odak noktası tevhittir. 
 
Bir insanın eylemindeki başarı ve kazanç konusunda, eylemin salt dünya hayatı ölçeğindeki başarısı baz alınarak yapılan bir değerlendirme İslamî değildir. Öyle olsaydı Hz. Hüseyin, Ömer Muhtar, Ebu Hanife gibi dünyası zindana dönen insanları başarısız saymamız gerekirdi. Başarıyı sonuca bağlayan bu pragmatist tutum, kapalı ya da açık Müslüman zihni de derinden etkiliyor. 
 
Bu açıdan bakıldığında Filistinde mücadele edenler mi yoksa bu çabaya katılmayanlar mı kaybediyor sorusu kritik eşiktir. İslam'da salih amelin ölçütü, sonuçtaki başarı eylem ve kullanılan yöntem açısından önemli olsa da, belirleyici değildir her zaman. Salih amel her tür riski üstlenerek sadece Allah rızası için eylemde bulunmaktır. 
 
Salt sonucu dikkate alarak yapılan değerlendirmeler iktidar, güç ve çıkar odaklıdır. Bu kişilerin muhalefette bulunmaları savundukları tezle çelişkilidir. Onların Yezit başta olmak üzere Emevi yöneticilerinin yanında olmaları gerekir. Çünkü dünyevi başarı dikkate alınacak olursa kazanan onlar, kaybeden Hz. Hüseyin ve taraftarları idi. 
 
İslam'a göre bir eylemin sonuçları için alınacak önlemler, alınacak kararlar, bu kararların muhtemel sonuçlarını kestirmek elbette önemlidir. Ancak salt sonuç bir eylemin ahlakiliğini belirleyemez. 
 
“İsrail ile Filistin arasındaki savaş” adlandırması bile sorunun doğru algılanmadığını gösteriyor. Ortada İsrail’in kuruluşundan beri toprakları işgal edilen ve bu işgal sürekli devam eden bir halk ve bu halkın ırkçı, yayılmacı, sömürgeci bir terör devletine karşı topraklarını savunma çabası var. Bu çabada İsrail'i değil HAMAS'ı hedef almak, bütün işgal karşıtı özgürlük mücadelelerini mahkum etmektir. Mazlumu suçlayarak, sömürgeciyi, işgalciyi, terörü meşrulaştırmak çabası Peygamber’in (s.a.v) mirasçısı olan âlime yakışmayan bir zaaftır. "Nabza göre şerbet vermek, konuşulması gereken yerde susmak, şovenist kabadayılıklara, tantanalı döneklik ve günah çıkarma törenlerine rağbet etmek bir entelektüelin kamusal rolüne en çok gölge düşüren tavırlardır…" (Edward Said / Entelektüel, Ayrıntı yayınları, Sh:12)
 
Aydın; devletin, gücün, işgalcinin hizasında sıralanamaz; ona meşruiyet kazandıracak bir çabanın içinde bulunamaz. Seküler Türk aydınının önemli bir bölümünün İslam'a duyduğu öfkenin acısını çıkarmak için İsrail'in işgalini haklı gösterecek bir gayret içinde bulunması şaşırtıcı değildir. Çünkü bu tutum Türkiye aydınının tarihsel davranış kodudur. Bu aydın tipinin tavrını iyi analiz eden İsmet İnönü, "Aydınlar mı, biraz kesenin ağzını açın susarlar." mealindeki tespitini yapmıştır. Çünkü Türkiye aydını istisnalar hariç gücün, devletin iktidarın çekim alanı içinde hareket eder. İşte tam da bu yüzden muhalif damarı temsil eden Mehmet Akif'in, Said Nursi'nin, Said Halim Paşa'nın, Hüseyin Avni Ulaş'ın, Ali Şükrü Bey'in duruşu önemlidir.
 
Öte yandan HAMAS asla bir terör örgütü olarak adlandırılamaz. Terör, sivilleri hedef alır, savaşa taraf olmayanlar arasında ayırım yapmaz ve bu eylemi savunur. Bu kriterlere uyan tamamıyla İsrail Siyonist rejimidir. HAMAS'ın sivil hedeflere yönelik az sayıdaki saldırısı elbette eleştirilir. Ancak bu durum HAMAS’ın terör örgütü olduğunu değil, mücadelesinde hukuk ihlalleri yaptığını gösterir.
 
İsrail'in soykırımını eleştirmeden yapılacak HAMAS eleştirileri iyi niyetli değildir. Elbette HAMAS'ın tercihleri eleştiriden uzak değildir. Ancak İsrail vahşetini haklı kılacak eleştiriler ahlaki bakımdan sorunludur. Savaşın sorumlusu ırkçı, milliyetçi, sömürgeci, saldırgan, soykırım uygulayan İsrail rejimidir.
 
HAMAS sonuçta başarılı olur veya olmaz. Bunu zaman gösterecek. Sonuç ne olursa olsun, dünyanın en ırkçı, sömürgeci, yayılmacı, hak ve hukuk sınırı tanımayan; kadın, çocuk yaşlı demeden herkesi katleden bir Siyonist güce karşı yaptıkları mücadele haklı ve meşrudur.
Bir Müslüman’ın eylemini haklı kılan mücadelesidir, yöntemidir, Allah rızasını hedeflemesidir, ihlasıdır; sonuçtaki başarısı değildir.
Türkiye İslamcılığı’nın içinde bulunduğu kafa karışıklığından dolayı Filistin sorununu doğru okuyamadığı açıktır. Tarihsel süreç nedeniyle Türkiye İslamcılığı çok büyük oranda Milliyetçilik ve Osmanlıcılığın beşiğinde büyüdü. Bu yüzden Türkiye İslamcılığı büyük ölçüde Milliyetçi ve Osmanlıcılıdır. İslamcılığın önündeki en büyük sorun Milliyetçilik ve Osmanlıcılık üzerinden muhafazakâr bir anlayışa dönüşme tehlikesidir. Milliyetçilik ve Osmanlıcılık; savunduğu tarih, toplum, kültür ve din anlayışı bağlamında İslamcılığı sorunlu bir tutumun eşiğine getirmiştir. 
 
Öte yandan İsrail’in sınır tanımayan saldırganlığı, İslam dünyasının gerek politik gerek sivil toplum alanındaki bütün zaaflarını açığa çıkardı. Asırlardır sömürgeciliğin en önemli argümanı olarak kullanılan mezhepçiliği üreterek kime hizmet ettiğinin farkında bile değildir İslam dünyası. Mezhep savaşlarının, İslam dünyasını güçten düşüren ve sömürgecilere yem olmasını sağlayan araç olduğunu anlamak şöyle dursun, tam tersine bunu politik bir argüman olarak kullanıyor rejimler. Bu haliyle Sünni veya Şii olmanın, mezhepçiliğe yaslanarak bölgede hakimiyet peşinde olmanın kimseye faydası yok. Düşmanın zalimler değil, farklı düşünen Müslümanlar olarak algılandığı bir tutum hiçbir sorunu çözemez. Mezhepçi, bu haliyle emperyalizmin elindeki maşa olduğunun bilincinde değildir. 
 
Kendi düşüncesinden, mezhebinden olmayanı düşman ilan etmek İslam dünyasının en önemli sorunudur. Kendi içinde birlik olamayan bir toplum ideolojik anlamda ümmet olamamış demektir. Ümmet olamamış (mezhebi ve etnik aidiyetini aşamamış, siyasal anlamda millici, ulusalcı, ırkçı toplumların) İsrail ile mücadele etmesi mümkün değildir.    
 
Filistin ve Biz
 
İsrail'i protesto gösterilerinde yaşanan aşırılıklara vurgu yaparak gündemde tutmak, İsrail zulmünü gündemden düşürmeye yönelik propagandaya dönüşme tehlikesini barındırmaktadır. Unutulmamalıdır ki, Türkiye gibi ülkelerde İsrail yanlısı basın bir hayli etkindir. Bu tutum, İsrail ve Siyonizm taraftarlarının hastane saldırılarındaki açıklamalarından çok daha seviyesiz bir üslupta devam etmektedir. Bu gösterilerdeki aşırılıkları kınayan metnin içinde İsrail saldırganlığı ve vahşetine en küçük bir eleştiri yapılmıyorsa durum çok daha vahimdir. Ümit Özdağ, bu tavrın en önde gelen figürlerinden biridir. Milliyetçiliğin nerelere varacağının, nasıl bir sevgisizlik içerdiğinin, yabancı düşmanlığı ile örtüştüğünün en güzel örneğidir.
 
Filistin bütün Müslümanların önündeki sınavdır. Hiç kimse, sonuç ne olursa olsun, bir avuç yiğit gencin direnişine ve mücadelesine gölge düşüremez. Kaybeden sadece HAMAS  değil bütün İslam dünyası ve Müslümanlardır.
 
Öte yandan tüm dünyadaki İsrail protestolarına destek vermek ve önemsemek gerekir. Öncelikli amaç insanların vicdanını harekete geçirmektir. “350 Amerikalı Yahudi ve 24 Haham, ABD Kongresi’nde oturma eylemi başlattı, öldürülen Filistinli sivillerin sesini duyuruyor. Amaç: ABD’nin ateşkes çağrısı yapması. Çağrı gelene kadar eylemi sürdüreceklerini söylediler.” (Basın) İsrail'in barbarlığı konusunda BM ve İKÖ( İİT) gibi Uluslararası kuruluşlardan fazla bir beklentinin olmaması gerekir. Kuşkusuz bu kuruluşların harekete geçirilmesi önemlidir. Ancak sivil toplum örgütleri ve insan hakları örgütlerine yönelmek gerekir. Onlar dünyanın vicdanıdır.
 
İsrail saldırılarının önlenmesi öncelikli sorundur kuşkusuz. Ancak hemen ardından İslam dünyası iç sorunlarına yoğunlaşmalıdır. İç sorunlarını çözememiş ülkelerin, halk desteği yeteri kadar olmadığından, olaylara insanî tepkiler vermesi bir hayli zordur. "Ontolojik ve epistemolojik bağımsızlığa, mevcudiyet ve meşruiyete sahip olmayan Müslümanlığın/Müslümanların varoluşu soyut bir varoluştur. Ontolojik ve epistemolojik bağımsızlığa, mevcudiyet ve meşruiyete sahip olmayan Müslümanlar, bugün ufukta hiçbir gelecek görmedikleri için romantik hayallerle, taşralı duygusallıklarla oyalanıyor. İslam dünyası toplumları, kültürleri ve siyasetleri, bugün karşı karşıya bulundukları amansız/ölümcül altüst oluşlar sebebiyle insanlık tarihinin en barbar anormalliğini temsil eden Siyonist sömürgeciliğe meşruiyet kazandırmak, Siyonist sömürgeciliği güçlendirmek üzere bu vahşi sömürgeciliği normalleştirmeye çalışırken, bir diğer yanda da hayasızca, özgürlükleri ve güvenlikleri bütünüyle yok edilen bir halkın, Filistin halkının maduniyet ve mağduriyetlerini kendi politik çıkarları doğrultusunda istismar etmeye devam edebiliyor. Siyonist sömürgecilikle ilgili her normalleşme girişiminin, Siyonist sömürgecilikle suç ortaklığı içerisinde bulunmak anlamına geldiğini bilmek gerekir. İçerisinde bulunduğumuz dönemde, Ortadoğu'da, Türkiye'yi de içerisine alacak şekilde, İslami tasavvur ve tahayyülleri, İslami hareketleri ve oluşumları etkisiz kılarak İsrail'i, Siyonist tasavvur ve tahayyülleri çok daha etkili kılan gelişmeler yaşanıyor. Bu bölgede sadece iktidara ihtiyaç duyan politik kadrolar, hiçbir şekilde etkili fikirlere, etkili ideallere, ilkelere ihtiyaç duymuyor. Bu nedenle de bölge ülkeleri, Türkiye'de de öteden beri yaşandığı üzere bir gün Batı'yı emperyalist/ırkçı olarak tanımlarken, bir günde Batı'yı modern/medeni/ileri/gelişmiş olarak takdir eden siyasal bir şizofreni sergiliyor." (Atasoy Müftüoğlu, Akılsız Fikirsiz Umutlar, Mahya yayınları, Sayfa 92.)
 
İslam dünyasının yakıcı iç ve dış sorunları var. Dış sorunların başında sömürgecilik ve İsrail vahşeti gelmektedir. Ancak bu yakıcı dış sebepler İslam dünyasının geleceğini etkileyen iç sebeplerin tartışılmasını ötelememelidir. Çünkü dış sebepler etkileyici, iç sebepler belirleyicidir. İnsanın içine düştüğü günahların, hataların, olumsuzlukların sebebi şeytanın gücü (dış sebep) değil, insanın zaaflarıdır (iç sebep). İslam dünyasına çöken İsrail terörünün en önemli nedeni, birlik ve bütünlük konusundaki İslam dünyasının zaaflarıdır. 
 
Öte yandan İslam ülkelerinin çoğunun meşruiyet sorunu vardır. İslam ülkelerinin içerideki meşruiyet sorunu, onları dış etkilere açık hale getirmektedir. Bu yüzden bağımsız karar alamamaktadırlar. Bu durumu Gazze'de yaşanan katliamlarda defalarca gördük. İsrail vandalizmi bu sorunların ötelenmesine de neden olmaktadır. Sürekli İsrail faktörü öne sürülerek iç sorunlar ötelenmekte gündeme gelmesi önlenmektedir. İsrail tehdidinin, İslam dünyasının yakıcı sorunlarıyla yüzleşmesinin önünde bir bahane olarak kullanılmasına izin verilmemelidir. 
 
"İslam toplumları/ülkeleri/kültürleri, evrensel kötülüğün, evrensel terör ve cinayetkârlığın siyasal ifadesi olan İsrail sömürgeciliği karşısında, bu sömürgeciliğin Filistin'de, sistematik olarak hemen her gün küstahça gerçekleştirdiği eşsiz kötülükler ve zulümler karşısında caydırıcı hiçbir irade ortaya koyamıyor." (Atasoy Müftüoğlu, Akılsız Fikirsiz Umutlar, Mahya yayınları, Sayfa 12) Filistin mücadelesini HAMAS'ın üstlenmesi sadece Batılıların değil, bizzat İslam ülkelerinin yönetimlerinin de konuya gerekli duyarlılığı göstermemeleriyle sonuçlanıyor. HAMAS'ın İhvan kökenli bir hareket olması, kendi ülkelerindeki muhalefetin en etkin unsurunun İhvan olması dolayısıyla, çoğu devletin olaya sessiz kalmasını sağlıyor maalesef. İslam ülkelerindeki otoriter rejimler kendi gelecek kaygısından dolayı gösterecekleri tepkiyi göstermiyorlar. Filistin davası sahipsizdir.
 
 
Batı modernitesinin büyük ölçüde İsrail'in arkasında durması; Batı'nın ürettiği felsefî, insanî ve hukukî birikimin barbar ve sömürgeci yüzüne yenildiğini gösteriyor. Batı dışı toplumlarda Batı karşıtlığının daha da yükselmesi kaçınılmazdır. Batı’da birçok düşünür ve aydın Batı’nın ikiyüzlülüğüne eleştirel bir tavır takınmışlardır. "Jean Paul Sartre, Kuzey Afrika'da soykırım işleyen Fransa'nın halkı için şöyle demişti: "Oy verdiğiniz hükümet ve kardeşlerinizin hizmet ettiği ordu, hiç duraksamadan ve vicdan azabı duymadan 'soykırım' işlerken siz kurban değilseniz o zaman kesinlikle işkencecisiniz."(Mehmet Efe, Zulüm Bizden, İnsanlara Yayın, s: 271) Aliya İzzetbegoviç, Bosna Savaşı sürecinde defalarca Batılılarla yüz yüze görüşmeler yapmıştır. Batılı devletlerin aldığı tavrı bizzat yaşayarak gözlemlemiştir. Batı medeniyeti ve sömürgeciliği hakkında söylediği şu ifadeler, bugün İsrail vahşetini destekleyen Batı için ne kadar doğrudur: "Bunu hiç unutma evlat. Batı hiçbir zaman medenî olmamıştır ve bugünkü refahı, devam edegelen sömürgeciliği; döktüğü kan, akıttığı gözyaşı ve çektirdiği acılar üzerine kuruludur."(İslam Deklarasyonu, Aliya İzzetbegoviç) ABD ve Batılı devletlerin koşulsuz İsrail desteği, insanlığın birikimi adına utanç vericidir. Batı kendi değerlerini bir bir tüketiyor.
Türkiye'de yaşanan Filistin ve İsrail merkezli tartışmaların önümüze çıkardığı çıplak gerçek şu: Türkiye dindarlığı, değer ve adalet merkezli değil devlet ve güvenlik merkezli otoriter bir anlayış üretmiştir. Bu anlayış, milliyetçilik adı altında bütün ideolojilerin içine sinmiştir. Türk siyasetini domine eden otoriter anlayış değişmedikçe siyasal alanda köklü değişimin yaşanması mümkün değildir. Bu değişimin önündeki en güçlü ideoloji Türk milliyetçiliğidir. Türk milliyetçiliğinin egemen olduğu bir ortamda, hukuk, adalet ve özgürlük konuşmak bir hayli zordur.
 
İsrail yaptığı katliama neden olarak gösterdiği HAMAS’ın eylemleri, hiçbir şekilde inandırıcı değildir. Yıllardır işgal ettiği topraklardan gelen hiçbir direniş hareketi ve saldırı İsrail'in yaptığı katliamın üstünü örtmeye yetmez. Eğer İsrail başarırsa ve bu dünya tarafından desteklenirse adalet ve özgürlük adına bütün savaşımlar mahkum olacaktır.
 
İsrail, savaşın ahlakî ölçütlerin olduğunun farkında bile değildir. Savaş dışı kalması gereken kişi ve kurumlara saldırı insanlığın bittiği noktadır. Tarih boyunca hiçbir devlet tarihte İsrail kadar canavarlaşmamıştır.
 
Akif Emre’nin isabetle vurguladığı gibi "Meselenin adını doğru koymakla işe başlamalıyız. Ortada bir Filistin sorunu değil İsrail sorunu olduğunu zihinlere kazımalı. İsrail sorununu, İslam toplumları açısından ‘Ehli kitap’ hükmündeki Yahudi sorunu olmasında değil, modern ırkçı bir ideolojinin kodlarında aramak gerektiği fark edilmeden çözüme ulaşılamaz." (Akif Emre, Kudüs: Bir Pusula, Ayışığı yayınları)
 
Ahlakın gücünden sıyrılıp gücün ahlakına teslim olmak insanları zalimleştirir. Zalimin vahşet konusunda durabileceği ahlaki sınırı kalmamıştır.Taha Abdurrahman, sanılanın aksine insanı hayvandan ayıran temel özelliğin akıl değil, ahlak olduğunu savunur. Bunu İsrail'in vahşetinden çok daha iyi anlıyoruz. İnsan ahlakî değerlerini kaybettiğinde zalimleşir.
Bütün önceliğimiz, zamanımızın zalim ve sınır tanımaz Golyat'ı olan İsrail ırkçı Siyonist rejiminin saldırılarına odaklanmaktadır.
 
Filistin Mücadelesi, İsrail Sorunu ve Aydının Sorumluluğu
 
İsrail’in Gazze’ye yönelik sınır tanımaz işgalinin önümüze koyduğu sorunlar üzerinde cesaretle yüzleşmemiz ve düşünmemiz gerekmektedir. Çünkü salt İsrail ve Batı karşıtlığına indirgenen bir tepkisellik bizi anlamlı sonuçlara götürmeyecektir. Gazze’nin insanlık dışı işgali, sorunun sadece orasıyla ilgili olmadığını, daha derinde çözmemiz gereken sorunlar olduğunu gösterdi. 
1- Bölgede İsrail'in hukuksuz bir şekilde keyfi uygulamaları ve işgalleri, 
2- İsrail yayılmacılığına temel hazırlayan Siyonizm ideolojisi,
3- Kudüs'ün statüsü,
4- Filistin halkının geleceği ve Filistin devletinin varlığı, 
5- Batı dünyasının İsrail'e koşulsuz desteği,
6- İslam ülkelerinin çekimserliği,
7- İslam ülkelerinde sivil toplum örgütlerinin yetersizliği,
8- İslam dünyasının enerjisini tüketen mezhebi, etnik ve kültürel çatışmaların yarattığı sorunlar,
9- Oryantalizmin yarattığı kültürel atmosfer,
10- İslam dünyasında ulusal çıkarlar etrafında örgütlenen ve İslam birliğini parçalayan milliyetçi ideolojilerin baskınlığı, 
11- İslam ülkelerinin iktidarlarının büyük ölçüde askeri, yarı askeri otoriter yönetimlerin olmasıdır. 
 
Her sorunda olduğu gibi, Gazze' de yaşanan İsrail saldırganlığın iç ve dış sebepleri vardır. Dış sebepler; İsrail ve onu destekleyen ABD, Avrupa Birliği ve diğer ülkelerin emperyalist politikalarıdır. İç sebepler ise özellikle son üç yüz yıldır İslam dünyasının sorunlarını çözme konusundaki yetersizliğidir. 
Kuşku yok ki, iç ve dış sorunlar bir olayın çözümsüzlüğünü çeşitli derecede etkiler. Ancak dış faktörler etkileyici iç faktörler belirleyicidir. Müslüman aydınlar, İslam toplumunu hareketsiz ve dış etkilere açık hale getiren iç faktörler üzerine yoğunlaşmalıdır. İç faktörlerin çözümlenememesi siyasal istikrarsızlık ve aidiyet sorunu yaratmaktadır. Askeri, yarı askeri otoriter yönetimlerin altında yaşamak zorunda kalan halklar, yönetimi değiştirmek konusunda iç dinamikler yetersiz kaldığı için dış güçlere destek vermek zorunda kalmaktadır. Tarih bu tür değişimlerin halklara fazla bir yarar sağlamadığını acı deneyimlerle bize göstermiştir. Burada yaşanan en önemli açmaz, halkına en küçük demokratik hakları bile esirgeyen otoriter yönetimler ile emperyalistler arasına sıkışmış halkların tercih yapma noktasındaki trajik halidir.
 
Kendi ülkelerinde adaleti tesis edemeyen otoriter yönetimlere karşı iç dinamiklerin yetersiz kalması durumunda dış güçleri destekleyen halkların davranışı meşru ve ahlaki midir? Daha açıkçası bu durumda insanlar nasıl davranmalıdır? Bu sorunun cevabıyla samimi olarak yüzleşmemiz gerekmektedir.
Batı dünyasının siyasal merkezlerini ve halklarını Doğu konusunda yönlendiren en önemli felsefe oryantalizmdir. Bir bütün olarak Batı dışı toplumların (özellikle Doğu'nun) ve çok büyük ölçüde İslam dünyasının kendini Batı'nın kurguladığı ve tanımladığı şekilde görmeye başlaması oryantalizmin en hazin sonuçlarından biridir. Oryantalizm, kendi çıkarları doğrultusunda bir Doğu tanımını yaptı ve Doğu'yu da, Batılılaşmış aydınların aracılığı ile, büyük ölçüde buna inandırdı. Bu haliyle oryantalizm Doğu'yu kendi paradigması içinde anlamlandırması ve ötekileştirmesidir. Oryantalizmin temel tezi; Doğu’nun gelişmemiş, medenileşememiş, bilim ve felsefe üretememiş, modernleşmemiş, dahası modernleşmeye uygun bir zihinsel yapısı olmayan geri kalmış topluluklardır. Bu tezin oluşturulmasına, çok büyük ölçüde Renan’ın düşünceleri kaynaklık etmiştir. Aslında Renan, İslam’ın bilimsel düşünmeye, gelişmeye ve ilerlemeye engel olan bir anlayış oluşturduğunu savunuyordu. İşte bu durum, gelişmiş ve ilerlemiş Batı’nın, geri kalmış Doğu’ya yapacağı her tür müdahaleyi haklılaştırmaya dönüktür. Filistin konusunu bu açıdan ele almakta yarar var. Çünkü Batılı halkların büyük çoğunluğunun Filistin konusundaki tepkisini belirleyen temel etken oryantalizmin tezleridir. Cemil Meriç’in oryantalizmi, “sömürgeciliğin keşif kolu” olarak tanımlaması da son derece değerlidir. Bu tanımlama oryantalizmin işlevini açıkça ortaya koymaktadır. 
 
Edward Said, "Oryantalizm" adlı değerli eserinde beyaz, Hristiyan, hümanist bir Batılı olmasına, Batılı değerleri benimsemesine ve Batı düşüncesi içinden konuşmasına karşın büyük bir entelektüel saldırıya uğradı. Tam da kendisinin ifade ettiği gibi oryantalist bir lince tabi tutulmuştur. Çünkü o, Batı’nın içinden konuşmasına karşın, hakim paradigmayı benimsemeyen, marjinal, sürgünde yaşayan, Filistin'i savunan, değersiz bir Arap’tır, Batılı oryantalist entelektüellerin gözünde.
 
Edward Said, oryantalizmi eleştiren ve Batı’nın Doğu ve İslam hakkındaki düşüncelerine karşı duran bir Filistinliydi. Filistinli olması eleştirilmesindeki temel neden değildir. Edvard Said, İsrail’in Filistin işgalini eleştirmeyip, Filistin’de yaşanan katliamlara sessiz kalsaydı, oryantalizme yönelik eleştirisi makul görülebilirdi. Ancak öyle davranmayınca, O da tıpkı Roger Garaudy gibi bilim ve yayın dünyasına hakim olan Siyonist anlayışın hedefi oldu.
 
Edward Said'in en büyük başarısı, bu konuda Batı’da yazılmış kaynakların ışığında, Batı'nın kurguladığı Doğu anlayışını ve oryantalizm felsefesini radikal bir biçimde eleştirmesiydi. Bu okuma, gelişmiş ve ilerlemiş Batı'nın, geri kalmış ve gelişmemiş Doğu’yu işgal etmesine zemin hazırlıyordu. İlerlemiş Batı’nın insan olamamış topluluklara insanca davranmak zorunluluğu yoktu. Batı'da İsrail işgaline karşı görülen tepkisizliğin nedeni, oryantalizmin inşa ettiği, düşmanlaştırılmış Doğu ve İslam karşıtlığıdır. Bu tanımlamada İsrail Batı değerlerini, (modernleşme, aydınlanma, ilerleme, bilim, hümanizm) Filistin ve tabi ki HAMAS, Doğu (ilkel, gelişmemiş, vahşi) değerlerini temsil ediyor. Bu zihin yapısı da işgalciyi meşrulaştıran bir işlev üretiyor. 
 
Filistin sorununu, Filistinlilerin toprak satışına indirgeyen (bunu abartarak anlatan) ve İsrail'i değil Filistinlileri suçlayan yaklaşım bu anlamda sorunludur. Bu anlayış da, konuyu özünden saptırarak, İsrail işgalini meşrulaştırmaya dönük oryantalist bir çabadır. 
 
Gazze'nin işgal girişiminin ve Filistin halkının özgürlük mücadelesinin, oryantalizmin inşa ettiği zihniyet dünyasına çarptığını gösteriyor. Özellikle Batı dünyasını etkileyen oryantalizm, Batı insanının olaya bakışını etkilemeye devam ediyor. Öyle görülüyor ki, Batı dışı toplumların aydınları bir yandan oryantalizmin inşa ettiği zihniyet dünyası ile öte yandan içinde yaşadıkları toplumları hareketsiz bırakan dini, ahlakî, tarihsel ve siyasi sorunlarla mücadele etmek zorundadır.

Gazze ve İnsanlık
 
“Bu insanlığın bir parçası olmaktan utanıyorum.”
Ramallahlı (Filistin) bir kadın
 
HAMAS, yürüttüğü mücadele ile dünyada geçerli statükonun ne kadar merhametsiz ve adaletsiz olduğunu herkese gösterdi.
İsrail vandallığı ve sınır tanımaz saldırganlığı karşısında Batı, İsrail’i korumak ve kollamak uğruna, üretilen bütün değerleri tüketiyor.
Felsefi, ideolojik ve kültürel düzeyde de HAMAS, herkesin asli kimliğini ortaya çıkardığı bir süreci tetikledi. İsrail terörüne tavır almayan kimsenin, kadın, çocuk, çevre haklarından; ahlaktan, haktan; savaş hukukundan merhametten, sevgiden söz etmesi sahtedir. Alman filozof Jürgen Habermas’ın İsrail saldırılarını onaylayan tavrı gerçekten talihsizlikti.
 
Her ne olursa olsun, savaşın ve saldırganlığın sorumluluğunu, saldırgan terör devletine değil de mazluma, mağdura, maduna yüklemek ahlaksız bir tavırdır.
 
Müslüman halkların İsrail katliamına gösterilen tepki, buna karşılık iktidarların suskun tavrı, İslam dünyasında iktidarlar ile halk arasındaki derin farklılığı bütün çıplaklığı ile ortaya serdi.
 
HAMAS, Batı kadar İslam ülkelerinin statükosunun da çöktüğünü gösterdi. İslam ülkelerinin yöneticileri, İsrail'in dikkate alacağı hiçbir tepki göstermedi/gösteremedi.
 
İslam ülkelerindeki iktidarların halk meşruiyetinin olmaması, Batı ülkeleriyle yaptıkları işbirliğinden dolayı uluslararası sistemden meşruiyet sağlama çabaları ellerini kollarını bağlıyor. Bu girişim onları Batı sistemine yaklaştırırken, halklarından giderek uzaklaştırıyor.
Müslümanlar cennetin niteliğini, Allah'ın sıfatlarını, kader konusunu, mehdinin zuhur şartlarını, Hz. İsa'nın dünyaya dönüşü gibi sorular üzerinde düşünürken yeryüzü ayaklarının altından kayıp gitti. Böyle bir zihnin emperyalizme, sömürüye, çöpten ekmek arayan çocuklara, gelir adaletsizliğine, asgari ücretin yetersizliğine yoğunlaşması beklenemez. Filistin sorunu, Müslüman zihnin dünyaya yoğunlaşamamasının bedelidir. Gazze konusunda bir satır yazamayan adamın meselesi imanî anlamda çok derindir. Ne kadar hazin ve acı. Ali Şeriati, "Bir yerde haksız yere insan öldürülürken bunun sıkıntısını hissetmeyip ibadetle uğraşan adamın ibadeti sahtedir." ifadesini kullanırken ne kadar haklı olduğunu görüyoruz. 
 
İslam coğrafyasında halk meşruiyeti olmayan iktidarlar, içeride ve dışarıda istikrarı sağlamak için bir taraftan HAMAS türü İhvancı anlayışla savaşmak, diğer taraftan Müslümanların İsrail karşıtlığı ile mücadele etmek zorundalar. Çünkü meşruiyetlerini sağlayan budur. Aslında sadece Batı değil, İslam ülkeleri de HAMAS türü İhvancı anlayışa karşıdır. Trajedi şu ki, görünürde İsrail'e tepki gösteren ülkelerin çoğu, HAMAS'ın etkisizleştirilmesinden memnundur. Çünkü kendi ülkelerindeki muhalefetin en etkili örgütü İhvandır. Sorunu siyasal iktidarların ikiyüzlü politikalarına değil, dünya insanlığının vicdanına havale etmek gerekiyor.
 
HAMAS, dünyada geçerli statükonun ne kadar merhametsiz ve adaletsiz olduğunu herkese gösterdi. Dünyada etkili kuruluşların takındığı pasif, saldırganı onaylayan ve cesaretlendiren tavır, bu kuruluşların ne kadar sorunlu olduğunu ortaya koydu. 
Bu noktada en büyük hayal kırıklığını yaşayan sahipsiz Filistinlilerdir. "Çok büyük varoluşsal bir yıkım yaşayan insanlar, karanlığın ortasında umut ışığı bulmalarına yardımcı olacak, onlara uzanacak bir el arar." (Kemal Sayar, Kendi Işığında Yürü, Kapı yayınları, s: 9) Gazze'de yaşanan ve her gün üzerlerine bomba yağan insanlar bu durumdadır. Hiç kuşku yok ki, insanlar bu anda uzanan eli hiçbir zaman unutmazlar. Öte yandan kendilerine uzanmayan, sessiz kalan, mazeret uyduranları da unutmayacaklardır. Aliya İzzetbegoviç'in dediği gibi "Her şey bittiğinde, hatırlayacağımız şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır!" Kriz anları insanlığın test anlarıdır çünkü.
 
Başına bir felaket gelen insanlar ve toplumlar yardım istediğinde, bizi bu çığlığa karşı bu kadar duyarsız davranmaya iten neden ne olabilir? Bu sorunun cevabı felaketi yaşamayan herkese sorulmuş bir sorudur.
 
Sorunun bir yanı da Yahudilerle ilgilidir. "Büyükannem soykırımdan sonra buraya geldiğinde, Yahudi Ajansı ona bir ev sözü verdi. Hiçbir şeyi yoktu, tüm ailesi yok edildi. Çadırda uzun süre bekledi, son derece tehlikeli bir durumda. Daha sonra onu Jaffa'daki Ajami'ye, güzel bir sahil evine götürdüler. Masanın üzerinde hâlâ orada yaşayan ve kovulan Arapların yemeklerinin olduğunu gördü. Böylece ajansa geri döndü ve dedi ki, beni çadıra geri götürün, bana yapılanı asla kimseye yapmam. Bu benim mirasım ama herkes bu seçimi yapmadı. Nasıl karşı çıktığımız şey olduk? İşte büyük soru bu. "(Hadar Morag, İsrailli film yapımcısı) Ne yazık ki, özellikle İsrail Siyonistleri geçmişte kendilerinin yaşadıkları acıları başkalarına yaşatmaktan çekinmiyorlar. Bu durum Siyonizmin dünya barışı açısından ne kadar tehlikeli bir ideoloji olduğunu gösteriyor. 
 
İnsanların çoğu karşılaştığı felaketin veya gücün üstesinden gelemeyeceği inancı onları korkuya ve sessizliğe iter. İslam açısından önemli olan zalimin gücü değil, ona karşı gösterilen tepkidir. İnsanı insan yapan güç, kuvvet ve zulüm karşısında gösterdiği tavırdır. İnanıyoruz ki, karşımıza çıkan her olay, sınanmamız için birer araçtır.
 
İslam inancında Allah, evren ve insan arasındaki ilişki dinamik bir ilişkidir. Çünkü Allah, her an yaratır. Bu yüzden evrende olan hiçbir olay Allah'tan bağımsız anlam kazanamaz. 
 
Gazze’de İnsanlık ve Ahlak Sınavı

İsrail’in Gazze’de uyguladığı soykırım, dünyanın ve İslam ülkelerinin politik merkezlerinin duyarsızlığı, uluslararası kuruluşların işlevi, entelektüellerin tutumu ve sivil örgütlerin çalışmaları gibi konularda uyarıcı oldu. 
 
Gazze, Batı’nın yanı sıra İslam ülkelerinin duyarsızlığını da ortaya çıkardı. İslam ülkelerinin politik liderleri, iktidarları, iş adamları, şairleri bugün Gazze' de yaşanan katliam için bir şeyler yapmayacaksanız varlığımızın nedeni nedir? Çünkü ideallerimizin test alanı Gazze’de yaşananlara karşı alacağımız tavırla doğrudan bağlantılıdır. Sen, insan hakları, özgürlük ve adalet savaşçısı olarak kendini tanıtan, bugün Gazze için konuşmayacak ve bir şeyler yapmayacaksan, söylem ve eylemlerinin hiçbir değeri yoktur. Bu anlamda Gazze herkes için bir samimiyet testi oldu, olmaya devam ediyor. Gazze, ayrıca teorik söylemlerle pratik arasında ne kadar büyük farklılık olduğunu da ortaya çıkardı. 
 
Dünya barışını sağlamak üzere kurulan kuruluşların, bu amaca uygun davranmadığını gösteren bir turnusol kağıdı oldu Gazze. Özellikle son karar tasarısına “hayır” oyu veren ABD’nin vetosu… BM’nin Batı’nın iddia ettiği demokratik karar alma felsefesiyle mekanizmalarının aynı doğrultuda çalışmadığını gösterdi. Mevcut yapısıyla BM, demokrasiye, hak ve adalete aykırı bir yapılanmaya sahiptir. Özellikle beş ülkenin veto yetkisi bu ülkelerden birinin desteğini alan bir saldırgan ülke aleyhine karar çıkmasını engellemektedir. Bu durum, bu yapıların mevcut mekanizmaları dolayısıyla hukuk, ahlak ve adalete aykırı olduğunu göstermektedir. 
 
İnsanlığın bütün felsefi, ahlaki, bilimsel üretimi İlk Çağ’dan bu yana, yaşadığımız onca tecrübeye karşın, fazla bir yol alamadığımızı gösteriyor. Bu birikim, soykırıma uğrayan bir halkın yanında yer alamadığımız gibi zalimi destekleyen, onun eylemlerine göz yuman bir noktada duruyor. Bu durum, insanlığın vicdanının da büyük ölçüde zalimleşmeye onay verdiğini gösteriyor. Öte yandan Gazze, emperyalizmin gerçek yüzünü de tüm çıplaklığı ile ortaya koydu. "Sözün kısası, gerçek anlamda emperyalizm, güçlü ve bilgili devletlerin zayıf ve cahil devletlere yahut halklara musallat olmasıdır. Bugüne kadar üstünlük ve tahakkümün etkeni kuvvet ve bilimden başka bir şey olmamıştır. Güçlü ve bilgili devletler bu sayede cahil ve güçsüz halklara ve devletlere egemen olurlar. Bu, evrende uyulagelen bir sünnet ve değişmez bir yasadır." (Cemaleddin Afgani Hayatı ve Etrafındaki Şüpheler/ Prof. Dr. Muhsin Abdülhamid/ Ekin Yay S. 41)
Gazze'de yaşananlar, insanların nasıl bu kadar büyük bir dram karşısında duyarsız kalmasına yol açabilir, sorusuyla da yüzleşmeyi gerektirmektedir. İnsanlığa ait bütün değerlerin çiğnendiği bu günlerde, hakkın, adaletin yanında zulmün karşısında durmak gerekir. İnsanların zulme bu kadar sessiz ve duyarsız kalmaları, insanların ne kadar vahşileşebileceğini de gösteriyor.
 
Gazze'de insanlık; sonuç vermeyen politik manevraların, çıkarların, iktidarlarını korumanın, ulusal çıkarları öncelemenin, mezhepsel anlayışların, siyasal hakimiyet için yürütülen kavgaların arasında yok oluyor. 
 
Öte yandan Gazze, dünya insanlığının vicdanını da harekete geçirmiş gözüküyor. Çünkü dünyanın her tarafında Gazze halkını destekleyen gösteriler yapılıyor. Politik merkezlerin aksine vicdanlar harekete geçiyor. Bundan sonra yapılacak çalışmaları sivil toplum eksenli bir düzlemde sürdürmek gerekir. 
 
İsrail vandalizmini dünya gündemine taşımak ve her platformda dillendirmek gerekmektedir. Bu anlamda dünyanın her köşesindeki sivil toplum örgütlerine ulaşılmalı, ortak eylemler düzenlenmelidir. Unutulmamalıdır ki, politik merkezlerden daha çok, sivil insanların duyarlılıklarına ve vicdanlarına seslenmek önemlidir.
 
İsrail vahşeti karşısında alınacak her önlem, oluşturulacak her kamuoyu, yapılacak her eylem, farkındalık yaratacak her boykot önemlidir. Bundan dolayı emperyalizme karşı bilinç yaratacak her olumlu eylem desteklenmelidir.
 
"Gazze, bizi ilgilendirmez" söyleminin hiçbir ahlaki, dini ve insani gerekçesi olmaz. Hiçbir ideolojik bağlantı, parti ve örgüt aidiyeti zulmü onaylamayı gerektirmez. Zulüm karşısında durmak insanlığın eşiğidir.
 
Gazze'de yaşananlar Müslümanların yüzüne bir ayna tuttu. Bu aynanın gösterdiği gerçeklik, önümüzde çözmemiz gereken önemli sorunlara işaret etmektedir.
 
Bütün müslümanlar Gazze'de yaşananlar üzerine düşünmeli, bu durumun nedenleri üzerine kafa yormalıdır. Modern dünyanın Gazze karşısında gösterdiği kayıtsızlık da Müslümanlar için uyarıcı olmalıdır.
 
Gazze, İslam dünyasının iç çatışmalarla enerjisini boşa tükettiğini de açıkça göstermektedir. Kuşku yok ki, iç sorunlarını barışçıl yöntemlerle çözemeyen, her anlaşmazlığın çatışmaya dönüştüğü toplumlar karşılaştıkları sorunları çözemezler.
 
Gazze' de yaşananlar İslam dünyasının sadece kültürel anlamda var olduğunu gösteriyor. İslam dünyası mevcut yapısıyla bir sorunu çözebilecek durumda değil. Bu durum İslam dünyasının çok derin sorunlarının olduğunu gösteriyor.
 
Gazze işgalinin yaşandığı bu günlerde, Müslümanlar bütün iç anlaşmazlıklarını bir kenara bırakma basiretini göstermelidir. İsrail vandalizmi bir masum halkı yok ederken Şii- Sünni üzerinden mezhep çatışmasının tarafı olmak basiretsizliğin göstergesidir.
Her kriz, yarattığı sorunların yanında, geleceğe dönük imkanlar da barındırır. Çünkü sorunlar yeni açılımlar bakımından uyarıcıdır. İsrail'in büyük ölçüde dünyanın desteğini alarak başladığı ve sürdürdüğü katliam, Batı üzerinde yeniden düşünmeyi gerektirmektedir.
Unutmayalım, Gazze yenilirse, bütün dünyada hak, hukuk, adalet savaşımı büyük darbe alacaktır.
 
Bu yazı toplam 263 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.