İslamcılıktan “Terfi” Eden Müslümanlar / Köşe Yazısı - Hadi HAN

20.05.2020
Hadi HAN

Hadi HAN

 İslamcılıktan “Terfi” Eden Müslümanlar

90’larda rüzgâr gibi esen, şehrin her mahallesini, her okulunu, her köşe başını “feth” eden bir kesim vardı. Bir gençlik… Ali Şeraiti okuyan, Seyyid Kutub’u model alan, Hasan el Benna ’yı üstad gören, dilinden Mevdudi’yi düşürmeyen… Sabahlara kadar okuyan, tebliğ yapan, etkinlikten etkinliğe koşan… Sahici duruşu olan… Nafile oruç tutan… Cebindeki meteliği infak etmekten imtina etmeyen… Nümûne-i timsal insan olma derdinde olan bir gençlik.

İlk aşk lise döneminde başlamıştı. Peynir ekmek gibi kitap alınan, kütüphanesi günden güne zenginleşen, yazı yazan, sevgili yerine dava şiirleri terennüm eden. Küresel İslami Hareketin meselelerinin artık rutin gündem halini aldığı, Cevdet Said’in, Hasan Turabi’nin, Muhammed İkbal’in düşüncelerinin her kalbi çeldiği dönemler…

Bir çırpıda her gencin söyleyebileceği marşları vardı… Özgürlük marşları… Her grubun nerede ise aylık marş kasetleri çıkardı. (hayır, ilahi değil, marş!) Birçok şeyde olduğu gibi marş kasedi çıkarmada da yarışılırdı.  Grubun meselelere bakışını çıkardığı kasetlerden anlamak çok da zor değildi. Bir kişinin düşüncelerini öğrenmek için dinlediği kasetleri bilmek bazen yetiyordu.

Lise döneminde bende iz bırakan etkinliklerden biri liseler arası yaptığımız “emri bil maruf nehyi anil münker” konulu kompozisyon yarışması idi. Çok sayıda kişi günlerce konu ile ilgili ayet arayışına girmişti. En az birkaç hafta nerede ise tek gündemimiz olmuştu “emri bil maruf nehyi anil münker”. Liseli gençler arasında yapılan bu çalışmanın konu ile ilgili yaratacağı dinamizmi, motivasyonu düşünün artık…

Lise dönemindeki hızları üniversite döneminde azaldı bu kesimin… Ortam, gelecek endişesi, sonra 28 Şubat aktörlerinin estirdiği rüzgâr, lise dönemindeki dinamizmi alıp götürdü.  Rüzgâr başka yöne doğru esmeye başlamış, hayatın gerçekleri rüzgârı bastırmıştı. Haksız da sayılmazlardı. Sohbet yapıp çıktığı ev basılıyor, eve bırakmak için gittiği arkadaşının ev ahalisinin dışarıda olduğunu, evin basıldığını görmek farklı bir haleti ruhiye yaratıyordu. Bir gencin ifadesi ile postun tehlikeye girdiği bir sürece doğru evriliyordu hayat. Evrilen bu hayat ileride memur maaşı ile artık kendisi için değil, kendisinden sonra çocukları için yeni evler inşaa etme, onlar için birikim sağlama aşamasına götürecekti onları.

Okul bitti. İstisnalar hariç önemli bir kısmı iş sahibi oldu. Önce iş sahibi, sonra… Sonrası bitmedi hâlâ devam geliyor. Evet, üniversite bitmiş. İş sahibi olunmuş ama kudretli paşaların rüzgârı esmekte hâlâ… Dün kaybedecek şeyimiz yoktu ama bugün artık var. Dikkatli olmak lazımdı.

Yeni bir mekân ve yeni bir iş (asıl işe ek) bulmakta zorlanmadı bizim İslamcılar… Okul dışındaki zamanını değerlendirme, eski arkadaşlarla bir araya gelinebilecek bir mekân ve bir uğraşı… Lise dönemlerinden bellemişlerdi “hayatın boşluk kabul etmediğini”.

Çay Ocağı ya da Kitap Evi dışında mekân bilmeyenler envai çeşit mekân keşfetmiş, bu mekânların müdavimleri haline gelmişlerdi. Dedik ya hayat boşluk kabul etmez.

Tam da böyle bir mekânda Filistin yine-yeniden siyonistlerin hedefi olmuş, acil yardım çağrısı yapılmakta dünyanın dört bir köşesinde. Modaya kendini kaptırmamış birkaç kişi şehri karış karış dolaşmakta, yardım çalışmaları yapmaktadır. Bir de İslamcı gençlerin uğrak yeri olan bu mekâna uğrayalım derler, belki de aynı sokaktan geçmenin refleksi ile… Eskinin hızlı gençleri eğitimci olmuş, zaman geçirmekteler burada. Filistin için masa masa dolaşan kişileri gören mekânın müdavimleri “yer yarılsa da içine girseydim” haleti ruhiyesi yaşamakta, vicdanları kanamakta, adeta manzara karşısında ecel terleri dökmektedirler. “Ondan sonra daha da gitmedim” diyordu olayı anlatan…

Sonra Recep Tayyip Erdoğan’ın hareketi ile zamanın kudretli paşalarının rüzgârı kırılmış, ülke ekonomik refaha kavuşmuş, Müslüman halk cumhuriyet tarihi boyunca ilk defa rahat bir nefes almıştı. Başörtüsü yasağı, İmam Hatiplerin üniversite sınavına giriş adaletsizliği kalkmış, polisinden askeriyesine kadar fakir fukaranın çocuğu devletin her kurumuna yerleşebilir hale gelmişti.

Zaman öldürmek dışında bir anlamı, misyonu olmayan mekânlarda, dedikoyu aşmayan konularla zaman geçirenlerin önü açıldı bu vesile ile. Kurumlara amir, okullara müdür, siyasete aktör oldular. Ülke adeta yeni bir kalkınma hamlesi başlattı. Dün mazlum ve mağdur konumda olanlar, ülkenin asli unsuru oldular. Olmaları gereken yerde.

Korku psikolojisinden birbirlerine selam vermeye imtina ettikleri dönemlerden, yeni rüzgârın etkisi ile bu sefer kendilerine bulundukları makamı, konumu borçlu olanları, şehrin değişik köşelerinden alıp onları belli yerlere getirenleri beğenmemeye, İslami kimlik kazandıranlara burun kıvırmaya başladılar. Eskide kalmakla itham ettiler.

Bunda birçok şeyin etkisinin olduğu açık. Bunların arasında şehrin “güney” kesiminden “kuzey” kesimine göç etmenin etkisi kanaatimizce apaçık. Hem düşünsel hem de fiziksel yer değiştirme… Her ne kadar eski alışkanlıklarla yeni muhitin alışkanlıkları uzun bir süre çatışma halinde olsa bile.

Dün, İslamcıların tabağından içtikleri çorba ile hayatlarını (manevi olarak) idame ettirenlerin, bugün tabağa tekme sallamaları, İslamcılara olabilecek her türlü eleştiriyi reva görmeleri nasıl bir psikoloji ile açıklanabilir? Dün bir kişinin namaza başlaması, “dava” ile tanışması için varını yoğunu ortaya koyanların, bugün ağza alınmayacak bir üslupla insanları “davadan” soğutmaları neye tekabül eder? Dün, tebliği “güneşin üzerinde doğup battığı her şeyden daha değerli” görenlerin bugün İslamcılıktan irtidatı bir meziyet görmeleri neyle izah edilebilir? Dün yapının bulaşıkçılığından onur duyanların bugün geldikleri makamlarda külhanbeyliği taslamaları, “küçük dağları ben yarattım” havasına girmeleri, nasıl izah edilebilir?

Bir izahının olduğu kesin… Rahmetli Ebul Hasan en Nedvi Çağdaş İrtidat kitabında İslam’a girip çıkanların İslam’a ve Müslümanlara düşmanlıklarının çok şedit olduğunu ifade eder. İslam’dan değil de İslamcılıktan uzak olduklarını ifade edenlerin, İslamcılığa bakışlarının, yaklaşımlarının şedit olmasını, olabilecek her türlü düşmanlığı sergilemekten imtina etmemeleri neyle izah edilebilir? Dünyevileşme ilk aklımıza gelen… Sahi sadece dünyevileşme mi?

İslamcılığa kutsallık zırhı izafe etmek... Ne münasebet.... Tabi ki İslamcılık eleştirilir. İslam değişmez, Allah’ın koruması altında… Amenna… Fakat onun sahadaki yansıması olan, pratikteki uygulaması olan İslamcılık tabi ki eleştirilir. Eleştiriye ihtiyacı vardır. Peki ya sizin… İnsanın parmağına bir diken batsa kalbini yoklamalı sözü sahi sizde neye tekabül eder?

Kimseyi incitme, kırma niyetinde değiliz. Doğru ya hepimiz işimizi iyi yapıyorsak, müdür müdürlüğünü, amir amirliğini, siyasetçi siyasetini… Dava adamı dava adamlığını… Neden gençlik bozuluyor? Neden nesil yozlaşıyor? Neden toplum rüştünü kaybediyor? Neden dün elimizden tutan 3-5 kişi ile şehrimizde, bölgemizde ciddi bir değişim olurken, şimdi yüzleri-binleri bulan sayılarla kötü durumdayız. Bunun çözümü aynaya bakmakta… Israrla aynayı başkasına tutmakta değil…

Toparlayalım… Dünyada ve ülkemizde İslamcılık doğal mecrasında gelişen bir hareket-akım değil. İslamcılık veya İslami Hareket, emperyalist ülkelerin İslam dünyasını sömürme çalışmalarına bir tepki olarak ortaya çıkmış, organize olmuş bir harekettir. Tabi ki eksikleri var. Eksikleri olacaktır.

Son olarak, zamanın ruhunu yakalamak isteyen, her daim istikamet üzere kalmak isteyen için değişmez ve şaşmaz bir hayat düsturu: “Ey iman edenler… iman ediniz” (Nisa136)

Selam ve dua ile.

Bu yazı toplam 1552 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.