Filistin’de doğan her kız çocuğu annesinden ilk olarak Mescid-i Aksa’nın önemini öğrenir. Kudüs topraklarının her zerresinin Peygamber Efendimizin emaneti ve her Filistinlinin Mescid-i Aksa’nın bir bekçisi olduğunu… Filistinli her anne kızlarını zaman zaman Mescid-i Aksa’ya götürür, bütün zorluklara rağmen. Çünkü mescide girebilmek için uzun bir yolculuk yapmak ve birçok engeli aşmak gerekir. Bütün bu meşakkate rağmen Filistinli anne, kızlarıyla kısa süreliğine de olsa Aksa’nın murabıtlığını yapabiliyor olmanın huzurunu yaşar. Bu süreçte hiçbir zorluk onların bu huzuru yaşamalarına engel olmaz. Aslında onların tek endişeleri Allah’ın rızasını kazanmaktır. Ve bu ziyaret sonucunda zihinlerini meşgul eden tek soru şudur: “Acaba bu ziyaretimizle Allah bizden memnun oldu mu?”
Filistin’de doğan her kız çocuğu annesinden aynı zamanda mücadeleyi öğrenir. Bir kadın nasıl korkusuz olur? Çünkü Filistinli her kadın hayatı boyunca hep kıyamdadır, hep dimdik ayakta durmak zorundadır. Eşi, çocuğu savaşmaktayken, o İsrail askerleri ile kendi evinde bile mücadele etmek mecburiyetindedir.
Filistinli her anne, “Ben Selahaddin Eyyubi’nin, Sultan Abdülhamit Han’ın annesi olmak istiyorum” der. Aslında her bir kadın bir kurtarıcının annesi olmak, kutlu bir evlat yetiştirmek ister.
Filistinli anneler çocuklarını iki defa taşırlar: Bir kere karnında, bir kere ise tabutta! Hz. Hanne, nasıl ki Hazret-i Meryem’i Aksa’ya feda etti ise onlar da doğan her evladını Aksa’ya feda ederler. Uhud’ta kendi evladı şehit olmuşken, “Allah Resulü sağ mı?” diyen annenin iman seviyesi neyse, bugün Gazze’de evladı şehit olduğunda “Aksa’ya feda olsun!” diyen annenin teslimiyeti de benzerdir.
Bugün Filistinli annelerin kalbindeki teslimiyet, öyle herkeste olmayan bir teslimiyettir. Çünkü Filistin’de anne olmak, şehit olan yavrusunun ayağını öpmektir. Oğlu şehit olmak üzereyken ona kelimeyi tevhidi söyletmektir. Atılan bombalarla paramparça olan yavrusunun acıdan kıvranışına şahit olmaktır. Ve Filistin’de anne olmak, ölümü bir kayıp olarak görmemektir.
Filistin’de her anne dünyanın geri kalanında “Hiç mi Müslüman yok?” diye düşünür. Her gün onca çocuğun küçücük bedeni bombalanırken, onca annenin ciğeri yanarken, dünyadaki milyarlarca Müslüman’ın hiçbir şey yap(a)maması, sessiz kalması Hazret-i Muhammed sallallahu aleyhi vesellemin ümmetine yakışır mıydı? Oysa Peygamber Efendimiz “Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” demiştir.
Bu yüzden her Müslüman kadının ve vicdan sahibi her insanın kalbi, Filistinli bir annenin kalbi gibi atmalıdır. Evladına her baktığında, onun saçlarını her okşadığında Filistinli bir anneyi hatırlamalıdır. Kısacası yeryüzündeki her bir anne Filistinli bir anne olmalıdır.