BİZDEN KOPARILAN HALKANIN PEŞİNDE (2): MUZAFFER ŞERİF / Köşe Yazısı - Bilal AKGÜL

12.01.2025 22:22:09
Bilal AKGÜL

Bilal AKGÜL

BİZDEN NASIL KOPARIYORLAR?

 

Önceki bölümde ifade ettiğimiz üzere Muzaffer Şerif, ülkenin içine girdiği süreci (eğitim, kültür ve yönetim tarzı olarak) belli bir ölçüde de olsa bilen, kurulan tezgâhların farkında olan biridir. ABD’ye gidip geldikten sonra Amerikalı misyonerlere karşı düşmanca hisler beslediğini görüyoruz.(1) Öyle ki ülkesi üzerine eğitim ve kurumlar üzerinden oynan oyunları, kurulan tezgâhları deşifre etme, çevresini bu konuda bilgilendirme konusunda gayretlerinin olduğunu görüyoruz. Özellikle misyoner okulları konusunda…

 

Bu bilinç durumuna rağmen Batı’dan gelen dalganın ya da estirilen rüzgarın derinliği, karmaşıklığı çoğu kişiyi farkında olmadan savunduğu idealin ve dünya görüşünün tersi bir duruma itebilmekte, bir konum belirlemeye neden olabilmektedir. Neticede “mensup olduğumuz ve kendisiyle aramızda bir ahenk kurduğumuz zümreyle, milletle olan psikolojik bağ zedelendiğinde derin sarsıntılara uğrar, kökünden kopan nebatlara döneriz. Benliğimizin en mahrem tarafları muvazenesizliğe, çalkantıya uğrar.” (2) İşte tam da bu durum ülkemiz ile değerlerimizle bağımızın pamuk ipliğine döndüğü noktadır.

 

Şerif, yaşadıkları, maruz kaldığı durumlar neticesinde ciddi psikolojik problemler yaşamış, günlük hayatını olumsuz etkileyen, bilimsel çalışmalarını sekteye uğratan süreçlerden geçmiştir. Kızı Sue, bu süreçlerin babasına büyük acılar yaşattığını, büyük sıkıntılar çektirdiğini ifade eder: “...Babama manik depresyon tanısı konmuştu… Bu hastalık hayatı felç eden depresyon dönemlerini, kontrol edilemeyen ve başa çıkılamayan manik dönemlerini ve babamın özelinde belli bir paranoyayı kapsıyordu. Bu konu hakkında konuşmak kolay değil, ama bence göz ardı da edilmemeli. Çünkü babam çektiği bütün acılara rağmen, birçok işi de başarabilmiştir.”(3) 

 

Koparılma süreci genelde şöyle işliyor: Önce iyi bir eğitim göreceği bir eğitim kurumu (son 200 yıldır bu kurumlar genelde Batı’nın ülkemizde kurduğu veya müfredatını belirlediği kurumlardır), sonra dönemine göre marjinal görülen bir ideolojik etiket (ilginçtir Muzaffer Şerif’in ideolojik yönelimini şekillendiren ülke Amerika’dır… Komünist etiketi ile etiketlenmesine neden olan ideoloji…) Daha sonra bu etiket üzerinden dışlama, baskı uygulama, gerekirse cezaevine koyma… Sonra ülkesinden, ülkesinin değerlerinden koparma… En son olarak da götürüldüğü ülke lehine; kendi ülkesi ve diğer bütün ülkeler aleyhine geliştirilecek projelerde kullanma…

 

MUZAFFER ŞERİF’İN ETKİLERİ

 

Bilimsel çalışmaların gelişmesi, bu çalışmaların yapıldığı ortamın kalitesi, verimliliği ile doğru orantılıdır. Şüphesiz kaos ortamlarının kendi şartlarında yarattığı imkanlar olmakla birlikte bilimsel çalışmaların ivme kazanabilmesi için bilim adamının bazı standartlara sahip olması elzemdir. Ülkemizde de son yıllara kadar bu zeminin zikzaklarının olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu da doğal olarak bilimsel çalışmaların verimliliğini ve beyin göçlerinin oranını doğrudan etkilemektedir.

 

Muzaffer Şerif’in hocalarından Şekip Tunç, Şerif’i Amerika’ya yönlendiren kişilerden biridir. Tunç, Şerif’i Amerika’ya yönlendirme konusunda yapılan eleştirilere şu cevabı verme gereği duyar: “40’ların sonu, “Beni bazıları tenkit ediyor ama ben iyi ettim ona Amerika’ya gitmesinde destek olmakla, çok farklı bir talebeydi. O zaman Türkiye’de siyasi ortam çok karışıktı.” (4) 

 

Osmanlı’nın son dönemlerine kadar belli oranda da olsa devam eden ilmi çalışmalar, Osmanlı’nın yıkılması ile beraber yeni kurulan devlette “eskiye karşı çıkayım” derken ülke genelinde ve hemen her alanda ciddi travmalara neden oldu. Bu süreçte kıt ve zor şartlarda ilmi çalışmalarını devam ettirenler ise büyük zorluklarla karşılaştılar. Ve Osmanlı sonrası sarsılan toplumsal hafıza, uzun bir süre adeta akla karayı karıştıran eylem ve uygulamalara maruz kaldı. Rahmetli Ali Ulvi Kurucu’nun ilim uğruna çektiği cefalar ibretamizdir. 

 

Dönemin önemli tanıklarından Mübeccel Kıray’ın şu ifadeleri çarpıcı: “Son derece düzgün yayınlar yapılıyor, çocuklar çok hevesli, herkes yetişiyor, herkes bir şeyler yapmaya çalışıyor. Hiç gereği yokken baltaladılar ve sosyal bilimler öldü. İstanbul’da da hiçbir şey yoktu, bir Ankara’da işte. İstanbul’da öğretilen Fransız felsefesi idi, o da Allah vermeye, sosyal ilimlere en zararlı düşünüş tarzıdır. Almanların deseniz zaten yok, yeni yeni gelişiyor orada. Bizden daha geride hakiki saha araştırmasına dayanan bilgi. İngiltere’de nispeten var. Türkiye’de çok iyi gelişecekti, izin verilseydi.(5)

 

Bilge Yağmurlu’nun:”Yani Muzaffer Şerif’in meslektaşı olabilecek bir denk yoktu Türkiye’de?” sorusuna Kıray’ın cevabı dönemin koşulları ile ilgili manidardır: ” Kimse yoktu. Biraz da onun için gitti herhalde. Bir de tabi Ankara çok kötüydü harp zamanı. Burada açıkça kurşundan ölmüyordu ama açlıktan ölen vardı.” (6) Kıray’ın ifade ettiği gibi evet açlıktan ölen vardı, otla hayatta kalmaya çalışan da. Eksik bıraktığı husus kurşunla ölenin de, farklı baskılara maruz kalanın da çok olduğudur. Ülke dışına çıkmak zorunda kalanlar hakeza. Şerif gibi, Akif gibi, İhsan Efendi gibi. Batılılaşma, modern medeniyet seviyesine ulaşma adına ülke bir süre adeta cezaevine çevrilmişti. 

 

Ülkemizin akademisyenlerinin içinde kendi kulvarında adeta bir zirve olan Muzaffer Şerif’in ülke dışında, özellikle Amerika akademik çevrelerinde de göz doldurduğunu görmekteyiz. Öyle ki Amerika merkezli Oklahoma Üniversitesi’nin arşiv kayıtlarına bakıldığında onu tutabilmek için “her şeyi” göze aldıklarını görmekteyiz.(7) Yeni gelişen bir bilim dalının göz dolduran bir bilim adamını “hikmete” veya “bilimin iktidarına” talip bir ülkenin-okulun gözden kaçırması olacak şey değildir.

 

Şerif, kişilik ve yapı olarak birçok konuda eleştiri almasına, antipatik bulunup problemli görülmesine rağmen alanla ilgili donanımı her zaman ve her ortamda takdir edilmiş, hakkı teslim edilmiştir. 3 Haziran 1953’te FBI, Feriha Baymur’la Muzaffer Şerif’in komünizmle ilişkisini soruşturma konusunda görüşür. Şerif, Baymur’a Charlotte Bühler’in “Çocuk ve Gençlik Psikoloji” kitabının Türkçeye tercümesi konusunda yardımcı olmuştu. “Baymur… Şerif’i “olgunlaşmamış ve nazik olmayan biri” olarak hatırlamaktadır. Şerif, Türkiye’de iken diğer profesörlerden daha çok öğrencileri ile ilgileniyor, bu yüzden de diğer profesörler tarafından sevilmiyordu. Buna karşın alanının otoritelerinden biriydi.”(8) 

 

Sosyal psikoloji alandaki etkisi ile ilgili en önemli noktalardan biri de komünist parti üyeliği ile Türkiye’de yargılanan birinin (ki bu yargımla da çok yönlü değerlendirilmeye muhtaçtır) Amerika’ya götürülmeden önce profesörlük unvanı ile taltif edilmesidir. Konu ile ilgili Ahmet Uçar’ın ifadeleri birçok soru işareti ile birlikte sosyal psikoloji alanında Şerif’in sahip olduğu otoritenin tartışma götürmez bir önem taşıdığını göstermektedir. “…Şüpheye mahal vermeyen bir hakikat vardı. O da ABD’de “komünistlerin imhasının” gündemde olduğu bir dönemde ABD Dışişleri Bakanlığı “siyasi görüşleri nedeniyle tutukluluk yaşadığı”  gerekçesiyle Türkiye Komünist Partisi mensubu Muzaffer Şerif’e Princeton Üniversitesi’nde çalışma izni ve bursu vermişti. Muzaffer Şerif, ABD’ye gitmeden ya da Amerikalılar tarafından götürülmeden önce 23 Aralık 1944’te aynı üniversite tarafından profesör de yapılmıştı. Hatta ABD Dışişleri Bakanlığı’nın onu ABD’ye götürmek üzere Türkiye’ye bir askeri uçak bile gönderdiği söyleniyordu.” (9) 

 

BİLİMSEL ÇALIŞMALARI

 

HIRSIZLAR MAĞARASI DENEYİ VE GRUP DİNAMİĞİ

 

Muzaffer Şerif’in bütün psikoloji kitaplarına giren bu ünlü deneyi gençler üzerinedir. Gruplar arası çatışmaları ve grup dinamiğini saptayan bu toplumsal deneyi kısaca özetlemeye çalışalım:

 

Deneyin Birinci Aşaması: Daha önce birbirlerini hiç tanımayan gençliğe yeni adım atmış 12 yaşındaki 24 erkek çocuk bir kampta bir araya getirilir. 3 gün boyunca kampta tutulan bu gençlere birbirlerini tanıma ve arkadaşlık kurma olanağı tanındı.

 

Deneyin İkinci Aşaması: Bu aşamada grup ikiye ayrılır. Bu ayrımda, üç günlük süre içerisinde birbirleriyle yakınlık kurmuş olanların ayrı ayrı gruplar içerisine alınmasına özen gösterilir.

 

Her iki grup, birbirlerine komşu olan alanlarda kamp yapmaya başlarlar. Grup içerisinde kısa zamanda ilişkiler samimileşir. Arkadaşlıklar ilerler. Giderek “biz” ve “onlar” ayırımı yerleşmeye başlar. “Bizim kamp” ve “onların kampı” söylemi oluşur. İki grup komşu oldukları ve sürekli ilişki içinde bulundukları halde, eski arkadaşlıklar unutulur. Yeni arkadaşlıklar oluşur grup içinde.

 

Beş gün süren ve spor rekabeti isteklerinin de karşılandığı ikinci aşamadan sonra, iki grup arasında gerilim sertleşir ve kızgınlıklar başlar. İlişkiler giderek kötüleşir; iki grup arasında adeta bir zıtlık oluşur.

 

İLİŞKİLERİN DÜZELMESİ: BÜYÜK AMAÇ

 

Muzaffer Şerif, iki grup arasındaki gerginliği ortadan kaldırmak ve ilişkileri düzeltmek için, ard arda üç yöntem dener.

 

İlk önce, bir dış düşman yaratıp üçüncü bir gruba karşı dayanışmayı sağlamaya çalıştı. Bunun başlangıçta yarattığı “sınırlı” yarar geçici olur. Sonunda gerilim daha da artar.

 

Muzaffer Şerif, ikinci yöntem olarak yemekleri birlikte yemek, birlikte eğlenmek ve dinlenmek yöntemini dener. Sonuç burada da tam bir düş kırıklığı olur.

 

Aynı yerde bile, iki grubun üyeleri kendi aralarında eğleniyorlar ama kaynaşma sağlanamıyordu. Ünlü bilim adamı Şerif, bu kez üçüncü ve son yöntemi uygulamaya koydu: Gruplardan sadece birisinin tek başına başaramayacağı bir girişim başlattı… Öyle bir girişim ki, başarı elde edebilmek için ancak iki grubun sıkı bir işbirliği içinde olmaları gerekiyordu. Böylesi bir hedefte başarı kazanmak için iki grup arasında ilişkilerin giderek düzeldiği, gerilimin yok olduğu, çatışmanın yerini işbirliği anlayışının ve dayanışmanın aldığı görüldü.

 

Tüm bu deneysel çalışmaların sonucunda Muzaffer Şerif, grup oluşumları ve gruplar arası ilişkileri açıklayan bir kuram, bir teori ortaya çıkarmış oluyordu. Sosyal psikolojide tam olarak açıklanmayan  “sosyal davranış” kavramına açıklık getirmiş oluyordu. Muzaffer Şerif “sosyal davranış” alanını, psikolojiye kazandırmış oluyordu. (10) 

 

Diğer araştırmacıların da çalışmalarına atıfta bulunarak bütün bu gruplar arası çatışma ortamlarında kalıcı çözümün üst amaçlardan  (superordinate goals) geçtiğini göstermiştir. Özellikle üst amaçlar oluşturulması, küçük gruplardan etnik ve uluslar arası çatışmalara kadar giden sorunların çözümlenmesinde umut veren bir yaklaşımdır.(11) Vurgulamakta fayda var: Üst amaç, bir grubun, kliğin ya da kurumun tek başına yapamayacağı; ancak birden fazla grubun, kliğin ya da kurumun işbirliği yaparak varabileceği amaçtır.

 

SONUÇLAR

 

Bu deney, toplumbilimciler, siyaset bilimciler, sosyologlar, yönetim bilimciler, ekonomistler için çok önemli sonuçlar yarattı. Bilimsel ve deneysel karşılığı olan sonuçlar… Toplumsal mühendislik çalışmalarında kullanılabilecek sonuçlar…

 

Bireysel davranışın niteliği ile grubun bireyin davranışı üzerindeki çok farklı bir özellik taşıyabilmektedir.  Gruplar arasında ayrılma, “biz ve onlar” farklılaşmasını getiriyordu. Ancak, gruplar arasında ortak bir amaç ortaya çıkınca, ayrılıklar ortadan kalkıyor, birleşme olanağı elde ediliyordu. Görünürde farklı davranış ve çatışmaların olduğu bir ortamdan hedef birliğinin olduğu bir sürece evrildiği görünmektedir.

 

Bu deneylerin sonucunda elde edilen bulgulardan özellikle yirminci asrın ikinci yarısında siyasetçiler, şirket yöneticileri, sosyal bilimciler ve istihbarat örgütlerinin yararlandığını görüyoruz. Yeni devletlerin ortaya çıkmasında, bir kısım devletin parçalanmasında da yararlanıldığını düşünüyoruz. Coğrafyamızda azınlıkların iktidar yapılmasına bu ve benzeri deneyler üzerinden yaklaşmakta fayda vardır kanaatimizce.

 

Siyaset alanında, siyasi partiler, ortak bir amaç yaratarak parti içindeki çatışmaları önleme yollarını buldular.  İşletme ve yönetim bilimciler, ortak hedefler ortaya koyarak şirket içindeki herkesin bu ortak hedef altında kenetlenmesini sağladılar. Ülkelerin ve aralarında köklü ihtilafların olduğu milletlerin bu konuda yapılan çalışmalardan faydalandığını, sorunları kendi lehlerine çözmenin bir yöntemi olarak kullandıklarını düşünüyoruz.

 

 Muzaffer Şerif liderlik konusuyla ilgili olarak şöyle yazıyor: “Örneğin, yiyecek peşindeki bir insan kitlesindeki bir önder veya küçük bir grup, duruma göre belli normları veya sloganları, eyleme rehberlik yapması için ölçütleştirebilir. Eğer bu kurallar açlığın giderilmesi için yol göstermezlerse başka önderler veya taraflar çıkarak başka kurallar veya sloganlar oluştururlar. Bu diyalektik süreç, duruma en iyi uyan kurallar ve sloganlar gelinceye kadar sürer. “  bu durum bir toplumda ne kadar sürer, elbette duruma en iyi uyan, toplumu en iyi yönlendiren önderler ve partiler gelinceye kadar. (12)

 

Konu STK çalışmaları açısından da ele alınmaya değer bir konudur. Şartlara, zamana, esen rüzgâra, moda anlayışlara karşı güçlü, kökleri derinlerde bir sistem ve anlayışla ancak toplumsal dönüşüm çalışmalarına güçlü bir katkıda bulunulabilir. Geleneği önemseyen, geçmişin tecrübesini ıskalamayan, dinamik bir gelecek ufku oluşturabilen organizelerin ancak geleceğinden bahsedilebilir. Mevcudu “idare” eden ya da esen rüzgâra, teze “antitez” olma uğraşısında olan bir yapının geleceğinden bahsetmek zordur. Bu durum siyaset kurumu, şirket yönetimi gibi alanlar için de geçerlidir.

 

Bir de şu: Grupla değil de birey olarak hareket edenin belli konulardaki yaklaşımı öznel, belli bir istikrarı olmayan bir özellik taşıyacaktır. Grup dinamiğinin ortak ve kararlı sonuçlarından uzak olacaktır. Rahmetinden ve bereketinden de… Grupla, organize ile hareket etmenin Kur’an-ı Kerim’de hem de Peygamber Efendimizin hayatında birçok örneğe rastlamak mümkündür. “Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.”(Ali İmran 104) ayetinde olduğu gibi.

 

GRUP NORMUNUN OLUŞUM DENEYİ

 

IŞIK YERİNDE DURUYOR:

 

Muzaffer Şerif’in diğer bir çalışması ise sabit duran ışık üzerine yapılan çalışmadır. Şerif’in ABD’de norm oluşumu ile ilgili yapmış olduğu deneysel çalışma, kendi zamanında ve günümüzde sosyal etki alanında yapılmış en önemli bir çalışma olarak kabul edilmektedir.

 

Şerif, bilim çevrelerince artık bir klasik olarak kabul edilen araştırmasında otokinetik etki (autokinetic effect) şeklinde bilinen bir görsel algı yanılgı yönteminden faydalanmıştır. Tamamen karanlık içinde bırakılmış bir odada hiç hareket etmeyen bir ışık noktasına uzun süre gözümüzü kaydırmadan baktığımızda ışığın hareket ettiği yanılgısına düşebiliriz. Şerif de tam olarak bu yanılgı üzerinden grup normlarının nasıl oluştuğunu incelemiştir.

 

Araştırma kapsamında birbirlerini tanımayan, birbirleriyle daha önce herhangi bir şekilde bir araya gelmemiş kişiler ilk olarak teker teker laboratuar ortamına alınarak katılımcılara bir algı deneyi yapılacağı bilgisi verildikten sonra, tamamen karartılmış bir ortamda küçük ve hareketsiz bir ışık belirli aralıklarla duvara yansıtılmıştır. Araştırmanın bu ilk aşamasında her bir deneğin önce tutarsız, karışık, birbirini tutmayan sayılar verdiği, fakat zamanla belli bir sayıda karar kıldığı ve ışığın hep o mesafede hareket ettiğini söylediği tespit edilmiştir. Örneğin ilk gösterilişinde 2 cm, ikincide 8 cm, üçüncüde 12 cm, dördüncüde 5 cm diyen denek, onuncu gösterilişten sonra 7 cm civarında bir mesafe belirtmiş ve bundan sonra söylediği mesafeler hep 6-8 cm arasında kalmıştır. (13)

 

Denek, her defasında ışığı hareket ediyormuş gibi görmüş (algılamış) ve ne kadar uzunlukta hareket ettiğini kendine göre belirlemiştir.

 

İKİNCİ VE ÜÇÜNCÜ EVRELER: İkinci evrede aynı kişiler, birkaç kişilik gruplar halinde karanlık odaya alınmış ve ışığın her gösterilişinde uzunluk tahminini yüksek sesle yapmaları istenmiştir.

 

İkinci evrenin bulgusu ilk aşamada, birkaç deney sonra kişisel standartlarından vazgeçerek grup halinde tek bir standart üzerinde birleşmeleridir. Böylece, kişisel standartlar, yerlerini tek bir ortak standarda bırakmış oluyordu. Örneğin grup 7 cm dediyse, artık herkes gruba uyuyordu.

 

Üçüncü evrede, aynı denekler araştırmanın ilk evresinde olduğu gibi tekrar tek tek karanlık odaya alınarak aynı işlem tekrarlandı. Bu evrede her bir deneğin, yalnız olmasına rağmen, ilk evrede geliştirdiği kişisel standardı (ölçüyü) kullanmayıp, ikinci evrede oluşan grup standardına bağlı kaldığı görülmüştür.

 

Bu araştırmayı şema halinde gösterelim.

 

1.Evre (Denek Yalnız) Kişisel standart (ölçü) gelişiyor

2.Evre (Denek Grup İçinde) Grup standartı gelişiyor.

3.Evre (Denek Yalnız) Kişi grup standardını kullanıyor.(14)

 

ÖZET:

 

Bu deneyden çıkan sonuçları özetleyecek olursak: Fiziksel gerçeğin belirsiz olduğu hallerde, her kişi durumu belirlemek, bilmek, bir yere tutunmak ister ve bu amaçla kendine göre bir gerçek yaratır. Bu gerçek, kişi yalnız ise onun tarafından, eğer başkaları ile beraber ise etkileşim sonucu grup tarafından yaratılır ve bu standarda beraberce uyulur.(15) 

 

DENEYİN ÖNEMİ

Sosyal etki ve uyma davranışının anlaşılması bakımından bu deneyin önemi çok büyüktür.

Kendi başlarına, algılarının ölçüsüne dayanarak bir yargı standardı(ölçüsü) geliştiren bireyler, grup halindeyken, ortak bir yargıya doğru yönelmekte, bu şekilde bireysel olarak geliştirdikleri ölçünün yerine grubun geliştirdiği sosyal gerçek geçmektedir. Başka bir deyişle, grubun sosyal gerçeği benimsenmektedir.

Belirli bir konuda bir grup normunun  (standardının, kurallarının) nasıl oluştuğu bu deneyle gösterilmiştir. Grup içinde önce tek bir norm yokken böyle bir norm oluşunca, bu norm o grubu meydana getiren bireyler tarafından benimsenmekte ve gerçeği yansıttığına inanılmaktadır.

Muzaffer Şerif’in , “otokinetik etki”  deneyimi adı verilen bu deneylerinin sosyal psikolojide özel ve önemli bir yeri vardır. Bu çalışmalar yapılana dek birden fazla kişinin bir arada olduğu durumların kişilerin davranışlarında yarattığı değişiklikler, çözümü bilimsel olarak bulunamayan bir tartışma konusuydu. Muzaffer Şerif’in bu etki deneyi ile artık bu tartışmalar son bulmuştur. Çünkü birden fazla kişinin bir arada bulunduğu durumlarda davranışlarının değiştiği deneyle ispat edilmiş oluyordu.(16)

 

Muzaffer Şerif’in bu etki deneyi ile birden fazla kişinin bir arada bulunduğu durumlarda davranışlarının değiştiği deneyle ispat edilmiş, bilimsel olarak kanıtlanmış oluyordu.

 

Bu deney toplumbilimciler, siyasetçiler, sosyologlar ve yönetim bilimciler için çok önemli sonuçlar yarattı. Dün basın üzerinden yapılan algı yönetimlerinin, bugün sosyal medya mecralarında yapılan algı yönetimlerinin bu deneyin bir nevi uygulaması olduğunu söyleyebiliriz.

 

SOSYAL PSİKOLOJİYE KATKILARI

 

Bir psikolog ve aynı zamanda sosyolojiyi derinlemesine bilen bir bilim insanı olarak Muzaffer Şerif, 1935 ve 1936 yıllarında  “sosyal normların oluşumu” laboratuarda deneylerle gerçekleştiren ve inceleyen bir bilim adamıdır. Bu konudaki klasik laboratuar araştırmasıyla sosyal psikolojiye öncülük yapmıştır.

 

İşte bu nedenle, Muzaffer Şerif’e  “sosyal psikolojinin karanlık yıllarında ışıldayan parlak bir yıldız” nitelemesi yapılmıştır.

 

Muzaffer Şerif’in 1935 yılında savunduğu doktora tezi “sosyal normların psikolojisi” adıyla Amerika’da kitap olarak yayınlandı. Bu kitap sosyal psikolojinin disiplinler arası nitelik kazanmasında son derece önemli rol oynamıştır.

 

Muzaffer Şerif,  psikolojide normların (kuralların) oluşumunu ilk kez deneysel olarak saptayan ve ilim dünyasında  “klasik” olan araştırmaları yapan bilim adamıdır. Böylece bu olgu, bu önemli konu, felsefi bir tartışma konusu olmaktan çıkmış, bilimsel bir araştırma konusu olmuştur.(17)

 

Şerif’in grup normlarının (kurallarının ) oluşmasını sağlayan deneyi, 19.yüzyıldan 1930’lara kadar “grup ruhu” konusunda bilim dünyasının süregelen kavram kargaşasına ve verimsiz tartışmalara son vermekte çok önemli bir rol oynamıştır.

 

Muzaffer Şerif’in gerçekleştirdiği bu deneylerden sonra grup yapıları, grup süreçleri, grubun dinamiği, kavramları ve konuları sosyal psikologlar tarafından bilimsel yöntemlerle incelenmeye alınmıştır. (18)

 

CİA PROJELERİNDE YER ALDI MI?

Türkiye’den ayrılmayı “karanlık odadan çıkış” olarak gördüğü ifade edilen Muzaffer Şerif’in, hakkında soruşturma açılınca ABD’deki arkadaşlarına “beni buradan alın” mesajı gönderdiği ifade edilir. İlginçtir, Amerika’da uzun bir süre kalan Şerif hiçbir zaman Amerika vatandaşlığına geçmemiş, evinde ve komşularında Türkiye’den tek kelime olsun söz etmemişti. Bu ülkesine olan bir tepkinin sonucu olarak görülebileceği gibi bir duruş olarak da görülebilir. Uzun bir süre kaldığı ülkenin vatandaşı olmamak Şerif’in birçok zorlukla karşılaşmasına, çok dar bir alanda hareket etmesine neden olmuştur.

 

Kızı Ann’ın verdiği bilgiye göre Şerif, Princeton Üniversitesi’nde Amerika’nın en meşhur psikologu ve 2. Dünya savaşı yıllarında ABD’ye iltica eden psikologlara yardım eden Amerikan Psikoloji Birliği üyesi Hadley Cantril’den beklentisinin üzerinde bir maddi destek görmüştü. 1970’lerin sonunda Şerif ve eşi, kızlarının iddiasına göre (bilmeden) CİA’nın finanse ettiği bir psikoloji projesinde de görev almışlardı.(19)

 

Şerif’e her zaman hiçbir maddi yardımı esirgemeyen Hadley Cantril’in geçmişi CİA ‘nin ilk temelini atma, kurumsallaşmasını sağlama konusundaki öncülüğü ile karşımıza çıkmaktadır. Bugün CİA ile birlikte dünyanın farklı bölgelerinde yapılan operasyonlarda önemli rol oynayan Rockfeller ailesiyle olan sıkı bağı hakeza. 1940’larda Rockfeller’in desteklediği projeler arasında Cantril’in Princeton Public Opinio Recearch (Princeton Kamuoyu Araştırması) Projesi de vardı. Cantril,  Rockfeller Fonu’nun desteğiyle Amerikan istihbaratına yeni projeler üreten bir bilim adamıydı.(20)

 

Cantril’in kariyeri her zaman Amerika’nın istihbarat ve gizli psikolojik operasyonları ile yakından irtibatlı ve paralel olarak devam edecekti. İlk ABD istihbarat teşkilatı olan ve Nelson Rockfeller tarafından yönetilen Office of the Coordinator of ınter- American Affairs adlı örgüte kamuoyu uzmanı olarak, 2. Dünya savaşında ise daha sonra adı CİA olacak olan “Office of War Informatıon” için çalıştı.(21) CİA ile bu kadar net bağlantıları, kurumsal ilişkileri olan birinin, istihbarat alanında kullanılmaya müsait birçok bilimsel çalışmaya imza atan, deneyler yapan bir bilim adamından bu çalışmalarda faydalanmaması mümkün değildir.

 

Niyazi Berkes, Muzaffer Şerif’in hemşehrisi Başbakan Şükrü Saraçoğlu sayesinde tevkiften kurtulduğunu ve ABD Dışişleri Bakanı Stettinius’un gönderdiği uçakla ABD’ye gittiğini ileri sürerek “CİA ajanlığı” imasında bulunur. Berkes kanaatini yıllar sonra da değiştirmemişti. Nitekim 25 Eylül 1979’da Pertev Naili Boratav’a yazdığı bir mektupta Şerif’in 1945’te ABD’ye gidişi ile ilgili yazdıkları çarpıcıdır. “Bir Başbakan, bir Amerikan Hariciye Nazırı; Muzaffer’i Amerika’ya uçuruyorlar! Ne acaib şey! Buraya mim koydum. Mim hâlâ orada.” (22) Berkes’in üzerinde durmadığı çok önemli bir konu ise Şükrü Saraçoğlu’nun bağlantıları idi. Bu bağlantılar aslında fotoğrafın parçalarının daha rahat tamamlanmasına neden olmaktadır.

 

İddialara göre Muzaffer Şerif, Başbakan Şükrü Saraçoğlu ile hemşehrilik ve aileye yakın ilişkisi sebebiyle TKP Operasyonu sırasında Saraçoğlu’nun müdahalesi ile yurdu terk etmesi şartıyla hapisten çıkmıştı. Ancak çok daha gerçekçi bir iddiaya göre ABD Dışişleri’nin müdahalesi ve Şükrü Saraçoğlu nezdindeki girişimiyle kurtarılmıştı.(23)

 

Şükrü Saraçoğlu ile ilgili Arda Uskan’ın Takvim gazetesinde rahmetli Aytunç Altındal ile yaptığı röportaj, tam da fotoğrafın parçalarının tamamlayan bir özellik göstermektedir: ” 2. Dünya Harbi sırasında İstanbul’da casuslar savaşı yaşanıyordu. Devrin Başbakanı (Şükrü Saraçoğlu) Amerikalılara casusluk yapıyordu. Bunu bir tek Cumhurbaşkanı İnönü biliyordu. Kod adı Harem (Sarı). “Sarı”dan – yani Harem’den- gelen bilgiye göre’ diyor ABD kaynakları.” (24)

 

Muzaffer Şerif, hem içeriden (Saraçoğlu gibi)  hem de dışarıdan (Cantril gibi) Amerika ile derin bağlantıları olan kişi ve kurumların organize çalışması ile Amerika’ya adeta kaçırılmış, dünya iktidar sahnesine yeni çıkan ABD’nin hegemonyasına bilmeyerek de olsa katkıda bulunmuştur. Günümüzde benzer çarkın fazlasıyla aktif durumda olduğunu, çok sayıda beynin benzer yöntemlerle ülkesine küstürüldüğünü, farkında olmadan ülkesine karşı istismar edildiğini görüyoruz. Oluşturulan bu çarkın bozulması ve medeniyet pınarımızdan oluşturulacak yeni bir düzen, coğrafyamızın, medeniyetimizin yeniden dirilmesinin temel şartıdır.

 

200 yıldan fazladır coğrafyamıza yönelik oryantalistlerin güçlü kültürel desteği ile bir iktidar çarkı oluşturulmuştur. Bu çark, fiili sömürgeleştirmeden çok daha derin yaralar oluşturmuş, tahribatlar meydana getirmiştir. Bizler ise hâlâ bataklığı kurutacak alternatif bir düzen oluşturmaktan uzak bir şekilde Batı’nın oluşturduğu sorunlardan doğan hastalıklarla uğraşmaktayız.

 

Kanaatimizce çözüm, İslam kültür ve medeniyetini bir bütün olarak merkeze alan, zamanın ruhuna hitap eden, farklı medeniyet havzalarının birikimini ıskalamayan eğitim kurumları ile ancak Batı’nın yıkıcı ve yabancılaştırıcı çarkına alternatif bir çark oluşturulabilir. İnsanlık için bir umut yaratılabilir. Geçmişte İslam medeniyetini yeni zamanlara taşıyan mekanizma havzalar üzerinden oluşmuştur.  Kazan, Mısır, Bağdat, Endülüs gibi… Yarının inşası yine-yeni havzalar üzerinden olacaktır.

 

Unutmamak gerekir ki büyük nehirler küçük nehirlerin bir araya gelmesiyle oluşur. Soru şu: Sizin büyük yolculukta nehrin akışındaki rolünüz nedir? Rolünüz potansiyelinize uygun mudur?

 

Nasipse yazı devam edecek…

 

Not: Yazınının birinci bölümü: MUZAFFER ŞERİF’LE BİZDEN KOPARILAN HALKANIN PEŞİNDE / Köşe Yazısı - Bilal AKGÜL http://gencdirilisdergisi.com/?kose-yazisi/muzaffer-serifle-bizden-koparilan-halkanin-pesinde-519y.htm

 

Dipnotlar:

1-Derin Tarih Dergisi, Sayı 78, Eylül 2018, Ahmet Uçar, Muzaffer Şerif Nasıl Muzafer Sherif Oldu? Sh.21

2-Muzaffer Şerif’e Armağan, Muzaffer Şerif’ten Muzafer Sherif’e, Derleyenler: Sertan Batur, Ersin Aslıtürk, Muzaffer Şerif Karanlık Odada: Türkiye Yılları, Mete Çetik, İletişim Yayınları, İstanbul, 2007, sh. 24

3- age, sh. 98

4-age, sh.79

5-age, sh.64-65

6-age, sh.65

7-age, sh.144

8-Toplumsal Tarih Dergisi, Sertan Batur, Muzaffer Şerif Hakkında FBI Soruşturması 

Sayı 226, Ağustos 2013, sh.27

9-Derin Tarih Dergisi, Ahmet Uçar, Muzaffer Şerif Nasıl Muzafer Sherif Oldu?, Sayı 78, Eylül 2018, sh.22

10-Sosyal Psikoloji Dalının Kurucusu Dünya Ölçeğinde Bir Bilim İnsanı Ödemişli Muzaffer Şerif –Başoğlu-, Alev Coşkun, Yasemin Coşkun, Ödemiş Belediyesi-Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi Yayını:7 sh. 41-42

11-Muzaffer Şerif’e Armağan, Muzaffer Şerif’ten Muzafer Sherif’e, Derleyenler: Sertan Batur, Ersin Aslıtürk, İletişim Yayınları, Şerif’i Tekrar Değerlendirmek: Bir Kişisel Değerlendirme, Çiğdem Kağıtçıbaşı, İstanbul, 2007, sh. 125-127

12-Sosyal Psikoloji Dalının Kurucusu Dünya Ölçeğinde Bir Bilim İnsanı Ödemişli Muzaffer Şerif –Başoğlu-, Alev Coşkun, Yasemin Coşkun, Ödemiş Belediyesi-Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi Yayını:7 sh. 41-42

13-bubisanat.com

14- Sosyal Psikoloji Dalının Kurucusu Dünya Ölçeğinde Bir Bilim İnsanı Ödemişli Muzaffer Şerif –Başoğlu-, Alev Coşkun, Yasemin Coşkun, Ödemiş Belediyesi-Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi Yayını:7 sh. 37

15-age,sh.37-38

16-age,sh.38

17-age,sh.41-42

18-age,sh.35

19- Derin Tarih Dergisi, Sayı 78, Eylül 2018, Ahmet Uçar, Muzaffer Şerif Nasıl Muzafer Sherif Oldu? Sh.23

20-age,sh.23

21-age,sh.24

22-age.sh.23

23-age,sh.22

24-Arda Uskan’ın Aytunç Altındal’la Röportajı, 27 Eylül 2010, Takvim Gazetesi

Bu yazı toplam 214 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.