“ÖYLE GEÇER Kİ ZAMAN” KİTABI ÜZERİNE / Köşe Yazısı - Haldun ÖRNEK

30.08.2020 11:17:41
Haldun ÖRNEK

Haldun ÖRNEK

 

“ÖYLE GEÇER Kİ ZAMAN” KİTABI ÜZERİNE

Bilge dostları olmalı insanın. Yol gösteren, Hakk yoluna çağıran, yanlışa yanlış demekle kalmayıp doğruya sevk eden… Kitap tavsiyesinde bulunabilen mesela… Bir güzel (hâşâ dosttan!) ağabeyim yıllar önce bir kitap tavsiye etmişti. Her ne kadar yazılarımda kaynak belirtmekten inatla kaçınsam da bu kitabın adını zikretmekte fayda var: “Bilim Tarihi Sohbetleri”. Yarı biyografik, söyleşi tarzında bir kitaptı ve çok çarpıcı bir eserdi. İşte biyografik eserlere yönelik ilgim o müthiş kitapla ve bu güzel ağabeyimin yol göstermesiyle başladı. Ama dost bu ya; kitap tavsiye etmekten hiç vazgeçmedi. Son tavsiye ettiği kitaplardan bir tanesi de yine biyografi türünde, yazımıza bahis olan “Öyle Geçer ki Zaman”.

Kitabın tam adı: Öyle Geçer ki Zaman / Teoman Duralı Kitabı. Kitabımız söyleşi şeklinde kaleme alınmış olup söyleşiyi yapan kişiler; Ali Değirmenci ve Ayşe Yılmaz’dır. Değirmenci’nin yazdığı “Takdim” bölümünden anlaşıldığı üzere Ayşe Yılmaz olayların tarihsel bütünlüğü ve yazım-imla açısından düzeltilmesinde yardımcı olmuştur.

“Turkuvaz Kitap” tarafından basılmış olan bu kıymetli eser, “Fotoğraflar” ve “Yayımlar” bölümleri hariç 487 sayfadır.

3-5 sayfalık “Takdim” bölümünde Değirmenci kısaca kitabın yazılması sürecini anlatır. Hemen sonrasında ise Teoman Duralı’nın bir şiirine yer verilmiştir.

Takdim, önsöz, sunuş… gibi bölüm/leri okumadan kitaba başlayamam, huyum kurusun, ama o bölümleri okurken de başlamak için sabırsızlanmaktan canım çıkar. Fakat bu kitapta ne hikmetse Takdim bölümü oldukça kısa tutulmuş ve son derece akıcı yazılmıştır.

Mezkur şiiri de okuduktan sonra Teoman Hoca ta en başından, kendi tabiriyle büyük babasından anlatmaya başlar. Şöyle hayal edin; 10-11 yaşlarında bir çocuksunuz. Dedeniz de Teoman Duralı olsun. Bir yatsı vakti… Babanız, anneniz, amcalarınız, yengeleriniz vs. bir arada, bir sohbet-muhabbet ortamındasınız. Mis gibi taze çay kokusu odayı kaplamış. Hafiften uykunuz gelmiş. Dedenizin(Teoman Duralı) dizine koymuşsunuz başınızı ve dedeniz hayat hikayesini büyük babasından itibaren anlatmaya başlıyor. Kitabı her elime aldığımda kendimi bu betimlediğim ortamda buldum sanki.

“Kitap, biyografi değil de sanki bir masaldı” desem belki mübalağa yapmış olurum ama “Film gibiydi” demek asla abartı olmayacaktır. Düşünün, Alman bir anne ve Türk bir babadan 1940’lı yılların sonunda bir çocuk dünyaya geliyor. Derslerinde o kadar başarısız ki; karne günlerinde annesi utancından dışarı çıkamıyor. Bu başarısızlık timsali çocuğun eline bir harita geçiyor ve bu haritadan ilham alarak Almanca, Fransızca gibi bir sürü dili kendi kendine öğreniyor. Öğrendiği dillerle babasından gizli bir şekilde para kazanıp Latince öğrenmek için özel ders alıyor. Çocuk Norveç’e gidip kaptan olmayı kafasına koyuyor ve daha lise çağında Napoli’den Norveç’e bir başına bir sürü ülke geziyor.

Teoman Hoca’nın yaşadıklarını, ailesiyle ilgili tahlil ve tespitlerini burada anlatmaya satırlar yetmeyeceği aşikar; fakat yukardaki bir kuple de kitabı özetlemeye yetmez elbette. Zira kitapta sadece Duralı’nın hayat hikayesi yok; aynı zamanda cumhuriyet sonrası yakın dönem siyasi tarihi hakkında da çoğu birinci ağızdan olmak üzere geniş bilgi dağarcığı mevcuttur. Söylemeden geçersem hayal kırıklığına sebep olabilirim; bu tarihi olaylar ve kişiler, yer yer Teoman Duralı’nın siyasi görüşüyle yorumlanmıştır. Hatta Hoca’nın bazı yorumlarına katılmak benim açımdan neredeyse imkansızdır. Dikkatli bir şekilde okumaya gayret etsem de Duralı’nın Adnan Menderes’e ve Turgut Özal’a olan itham edici üslup ve lafızlarını anlamış değilim, örneğin. “Derin devlet”in varlığını kabul etmekle kalmayıp işlevsel ve faydalı olduğunu savunması ise bambaşka bir meseleydi benim açımdan. Okuyucunun, kitabı okuduğunda, Hoca’yla bu tarz fikir ayrılıklarına düşeceğini bilmesi kitabın tanıtımını yapan şahsım adına yerine getirilmesi gereken bir görevdir; öte yandan bu fikir ayrılıkları okuyucuyu böyle bir dehanın anlattıklarını okumaktan alıkoymamalıdır.

Kitabın olumsuz görülecek bir başka tarafı da Duralı’nın kullandığı dilin birkaç yerde argoya kaçmasıdır. “Hırt, zibidi…” gibi sözler şahsımı rahatsız etmese de bazı okuyucuları rahatsız edecek tarzdadır.

Teoman Hoca bir konuşmasında “Türkçe’yi en iyi bilen üç-beş kişiden biriyim.” mealinde bir söz söylemişti. Kitapta bu mevzu çok ilginç bir şekle bürünmektedir. Daha ilk sayfalardan göreceksiniz ki kitap yazım-imla hatalarıyla doludur. Fakat Takdim bölümünü dikkatli okuduysanız ve yukarda belirttiğim Türkçe’yi iyi bildiğine dair sözünü de duyduysanız hemen bir lamba yanacaktır. İnanılmaz birşey ama Hoca’nın kendine özgü yazım ve imla kuralları vardır. Daha da inanılmaz olanı ise bizim yazım ve imla kurallarından oldukça farklıdır. Okuyucu ne düşünür bilemem; ama bu farklılık ve iddia benim okumama heyecan kattı diyebilirim. Öte yandan Hoca’nın bazı yazım-imla kuralları üzerinde hiç akıl yürütemedim. Örneğin “internet” sözcüğü kitabın muhtelif yerlerinde üç-dört defa geçiyor ve hepsinde İNTERNET şeklinde tümden büyük harflerle yazılıyor; dahası tüm harfleri büyük yazılan başka bir sözcüğe tüm kitap boyunca rastlamadım. İnsan, “Keşke Hoca yazım-imla kuralları üzerine bir kitap yazsa!” diye içinden geçirmeden edemiyor.

Ve kitaptan çıkardığım iki büyük ders…

Başarısız öğrenci gerçekten başarısız mıdır?

Bir öğrenci düşünün ki liseyi bitirene kadar derslerinde sürekli olarak başarısız. Okuma yazmayı 3. sınıfa kadar öğrenemiyor. Fakat aynı öğrenci; liseden mezun olana kadar, yani en başarısız olduğu zamanda, 5-6 tane dili kendi çabası ve azmiyle öğreniyor. Ama yetmiyor! Bu başarısız öğrenci üniversiteyi bitirdikten sonra Türkiye’nin sayılı beyinlerinden biri haline geliyor. İşte bu kitaptan edindiğim ilk büyük ders; öğretmen / veli olarak başarısız öğrenciye karşı muamelede asla ümitsiz veya baskıcı olmamam gerektiğidir.

Öğretmenlerin genel olarak aklına takılan sorulardan bir tanesi, öğretmenin kendini geliştirmek için ne tür kitaplar okuması gerektiğidir. Milli Eğitim Bakanlığı son zamanlarda bu konuda liste yayımlamaya başlamıştı ve listedeki kitaplar da yabana atılacak cinsten değil hakikaten. Fakat bu kitapla fark ettim ki; öğretmen olarak biyografi, otobiyografi okumam öğretmenliğimi geliştirecektir. Çünkü bu tarz kitaplar farklı farklı öğrencilerin psikolojik analizlerini, ne düşündüklerini, ne hissettiklerini öğretmene açık seçik sunmaktadır. Örneğin bu kitapla; kavgacı, dersten nefret eden, okuldan sıkılan bir öğrenciyi –hem de içli dışlı- tanımış oldum ve bu kafadaki öğrencilerin aşağı yukarı ne hissettiklerini biliyorum artık.

Lafın kısası; müthiş sürükleyici ve faydalı olan bu kitap, yakın sosyal ve siyasi tarihe ilgi duyan ve/veya öğretmenliği hesabına okuma yapmak niyetinde olan ve/veya film gibi bir hayatı okuyup ibret almak isteyen herkese naçizane tavsiye olunur.

Bu yazı toplam 2117 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.