BÜYÜK İSLAM ŞAİRİ İKBAL

22.04.2015 21:00:04
BÜYÜK İSLAM ŞAİRİ İKBAL

BÜYÜK İSLAM ŞAİRİ İKBAL
       Düşünce aksiyon, dava adamı, politikacı, iktisatçı, hukukçu, ünlü bir düşünür, hepsinden önemlisi şiirleriyle Müslümanlara katkıda bulunan insanda hayranlık uyandıran büyük İslam şairi Muhammed İkbal.
        İkbal 1887 yılının o soğuk kasımında (o dönem Hindistan olarak geçmekte) Pakistan'ın Siyalkot şehrinde dünyaya gelmiş, çocukluğumda ilk eğitimini babasından aldıktan sonra Kuran-ı Kerim'i okumak için medreseye gitmiş ve büyük bir kısmını ezberlemiştir. Bu süreçten sonra babasının arkadaşı, Mir Hüseyin’in görev yaptığı bir okula gitmiştir. Mir Hüseyin Arapça ve Farsça hocası olarak İkbal’e İslami edebiyatı sevdirmiştir. Burayı bitirdikten sonra Pencap eyaletinin başkenti Lahor’a giden İkbal orada hükümete ait bir okula girmiştir.
     Mutasavvıf bir anne babanın oğludur. Babası Muhammet Nur hem din hem dünya işleriyle meşgul olurdu, geçimini ise çalışarak elde ederdi. İkbal'in annesi de tıpkı babası gibi ehli takva birisiydi. İkbal’in yetişmesinde büyük İslam şairi olmasında şüphesiz en büyük pay sahibi olan babası İkbal’in sadece dini eğitim almasından yanaydı. O yüzden İkbal’i Kuran kursuna göndermiştir. İkbal Kuran-ı Kerim'den çokça istifade ediyordu; onun Kuran-ı Kerim okuyuşu herkes gibi değil belki birçok harikulade hususiyetler taşıyordu. Kuran-ı Kerim okumasına ait bir hikâyeyi kendi kaleminden şöyle naklediyor: “Her sabah namazdan sonra Kuran-ı Kerim okumayı adet edinmiştim. Rahmetli babam beni gördükçe “Ne yapıyorsun?” diye sorardı ben de ‘Kuran-ı Kerim okuyorum’ derdim. Babam aynı suali tam üç sene tekrarladı. Artık bir gün “Babacığım! Her gün bana aynı suali soruyor benden de aynı cevabı alıyorsunuz. Acaba bu suali tekrarlama maksadınız nedir?” deyince şöyle söyledi: “Evladım demek istiyordum ki Kuran-ı Kerim’i Cenabı Kibriya’dan sanki henüz iniyormuş gibi okumalısın!”
        “Artık o günden sonra Kuran-ı Kerim'i yepyeni bir zevk ilahi bir neşeyle okumaya başladım. İşte o tarihten itibaren bütün yazdıklarım o güneşten bir zerre, denizden bir katredir…” İşte İkbal böyle sağlam temeller üzerine yetişiyor, İslamiyet’ten aldığı o feyz ile dünyayı etkileyen o büyük şiirlerini yazıyordu.
 
       

        İkbal İslam dünyasının içinde bulunduğu sıkıntılardan kurtulmak için çaba sarf ediyor,  Batının da etkisiyle İslam milletlerinin bir Rönesans’tan geçmesi gerektiği fikrine inanıyordu. Söylevlerinde İslam’ı toplumsal ve siyasal ideal olarak önerirken reformcu bir anlayışla zor durumdaki Müslüman toplumların toparlanabileceği mesajını veriyordu. Bir dönem dini konularda kendine mahsus fikirler ileri sürdü. İslam'da dinî düşüncenin yeniden kurulmasının elzem olduğunu ifade etmektedir. Bunun için de geleneksel yapının tenkit edilmesi ve tefekkürün gelişmeler ışığında yeniden inşa edilmesi yoluyla yapılabileceğine işaret eder.
       Türkiye'ye büyük ilgi duyan İkbal aynı zamanda Mevlana'ya da hayranlığını ifade etmektedir. Trablusgarp, Balkan, Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele döneminde gösterilen kahramanlıklardan övgüyle söz eder. 1922'de saltanatın kaldırılarak hilafetin devam ettirilmesini destekler; ancak sonraki Batılılaşma hareketlerini üzüntüyle karşılar. Bu görüşlerini Cavidname adlı eserinde dile getirir. Kurtuluş Savaşı yıllarında zor durumda Pakistan halkını Türk halkının milli mücadelesine destek vermek için Pakistan halkından 1,5 milyon sterlin toplayıp Ankara Hükümeti’ne yollamıştır.
        1910 tarihinde Balkan ve Trablusgarp harpleri çıktığında bu iki harp şaire çok dokunmuştur. Adeta bütün his ve fikirlerini yaralamıştı. Kalbinin derinliklerinde sözde insan haklarından bahseden insanlık perver geçinen garp âlemine karşı çok acı bir nefret uyandı. Avrupa'nın masum Alicenap Osmanlı İmparatorluğu'na karşı takınmış olduğu küstahça tavır ve hareketi ateşli şiirlerinde yıllarca tel’ in etmiştir. O tarihten itibaren yazdığı şiirler bütünüyle gözyaşından ibarettir.
         Doğunun yetiştirdiği büyük bir edebiyatçı Pakistan'ın milli şairi olan İkbal Müslüman Hintli mücahitler adıyla yazdığı şiirleri Hindistan'daki Müslümanların hareketlenerek İngiliz sömürüsüne başkaldırmalarında ve Pakistan'ın kuruluşunda büyük tesiri olmuştur. 1930 yılında  Allahabad’daki İslam bağlılığı toplantısına başkan seçilmişti. Bu toplantıda Pakistan fikrini ilk olarak ortaya atan İkbal olmuştur. Hakim şair yıllarca sonra doğacak olan Pakistan fikrini uzak görüşüyle keşfetmişti. O tarihten itibaren Pakistan meselesi gelişmiş büyük Pakistan binasının ilk temel taşını atan İkbal olmuştur.
          Kendisine Fransa, İtalya, İspanya hükümetlerinden davetiyeler gelir. İkbal davetiyeleri kabul ettiği İspanya ve İtalya'yı ziyaret eder. Madrid’de İslam san’atı hakkında çok mühim konferanslar vermiştir. Kurtuba mescidinde ağlaya ağlaya namaz kıldı belki bu namaz Müslümanlar oraları terk ettikten beri tarihte kalınan ilk namazdır. Şüphesiz ki şairle birlikte mescidin sütunları, duvarları, kubbeleri her zerresi hıçkıra hıçkıra ağlamıştır.
          Yine 1908'de Avrupa'dan Hindistan'a gelirken yolu Sicilya Adası’na uğradı. Bu garip adanın gamlı topraklarından seller gibi gözyaşı döktü, orada kendi kendine;
                 “Gözyaşıyla değil kan akıtarak ağla
                   İşte burası İslam medeniyetinin gömüldüğü yerdir” diyerek ağlamıştır.
          Eğer geçmişinde İslam medeniyetini yaşamış herhangi bir yere gitse oranın maziye karışmış halini hatırlar ve üzülür.
          İkbal öyle bir şiir ustası öyle bir İslam aşığıydı ki mazisine sahip çıkıyor, adeta ecdadım asrı saadetteki o yaşantısını özlüyor, İslamiyet’in hâkim olduğu bu yerlerde yıllar önce İslamiyet yaşanırken neden bugün yaşanmıyor diyerek kahr-u perişan oluyordu.
           İkbal şiirlerinde peygamber efendimize olan hürmetini de gösteriyordu. O kalbini İslam dünyasının meselelerine adamış ve gönüllerimize kurtuluş yolları sunmuş bir şairdir. Kuran-ı Kerim'in yanında Hazreti Peygamber'in şahsi sözleri ve davranışları da onun şiirlerinde ilham kaynağı olmuştur. Doğu ve Batı’nın şair ve düşünürlerini inceleyen Muhammed İkbal, pek çok şiirinde Hazreti Peygamber’i bu yönleriyle ele alıp değerlendirir ve bize bunlardan çıkarılması gereken dersleri dile getirir.
           İkbal'in Hazreti peygambere olan aşk ve muhabbeti günler geçtikçe artıyordu. Son zamanlarda o hale gelmişti ki peygamberin ismi anıldığı zaman yanık şiirler ilham ediyordu ki adeta her mısrası bir dilim alev her cümlesi yakıcı bir kıvılcım oluyordu. Münacatlarından birinde Cenabı Hakk'a şöyle yalvarır: “Ey büyük Allah’ım! Sen âlemlerden müstağnisin, ben de senin en fakir kulunum. Kurban olayım! Mahşerde beni sorguya çekme şayet çekecek olursan bile Habibi’nden -Peygamber Efendimiz (SAV)- gizli bir yerde çek; çünkü ben hem onun ümmetinden olayım hem de böylece günahlarla dolayım, artık bu cinayetimden dolayı kendisinden hayâ ederim.”
            Günümüzde böyle bir yakarışı yapacak kaç Müslüman var, mahşer gününü düşünerek Peygamber Efendimiz karşısında, yaptıklarından hayâ duyan kaç Müslüman var?  Yıllar önce İslamiyet’in hâkim olduğu ama şimdi Ezan-ı Muhammedilerin okunmadığı mekânlarda iki rekât namaz kılıp hüngür hüngür ağlayan kaç kişi var acaba? İşte böyle bir davanın sevdalısı olmak ümmetin derdiyle dertlenmek için İkbal olmak gerekiyor.
          İkbal’i İkbal yapan onu bu yüksek şahikaya yükselten “İslam Şairi” olmasıdır; çünkü Allah onu ancak böyle kutsal bir vazifeyi başarmak için yaratmıştır. İkbal gençliğin kurtulması için ateşli şiirler yazıyor, hayalinde taşıdığı gençliği şöyle görmek istiyor:  “Savaş meydanlarında aslanlar gibi çarpışıyor; fakat barış anında sanki bir ahu kadar cazip ve sıcakkanlıdır. Balın tadı ile zehirin acısını şahsında birleştiren bambaşka bir âlem esrarengiz bir varlıktır. Barış zamanlarında olduğu gibi harp esnasında da iffet ve nezaketini muhafaza eder. Tehlikeli anlarda ne kadar çetin ise ferah günlerinde de o kadar fedakâr ve Alicenaptır.”
        İkbal'in eserlerinde Mesnevi’nin etkisi merkezi bir yer işgal etmektedir. Hazreti Mevlana'nın şiirleri İkbal’i büyük ölçüde etkilemiştir. Bundan sonra Muhammed İkbal Müslümanlığın kendisine sunduğu sevgi, hoşgörü, çalışma, eşitlik gibi kavramların arzu edilen idari sistemlerin kurulmasında etkili olacağı inancını da taşımaya başlamıştır.
       İkbal iman denizinin, bu asırda da yeniden coşmasını istiyor hikmet ve felsefede Mevlana’ya halef olmayı diliyordu; fakat ruh yüksekliği bakımından Mevlana'nın erişilmez bir şahika olduğunu itiraf ederdi.
       Bir şiirinde bu noktayı şöyle işaret eder:
     “Acem diyarında maalesef bir Mevlana daha yetişmedi.  Hâlbuki ülkeler yine o ülkeler, Tebriz gene o Tebriz’dir. Lakin İkbal, toprağından ümidini kesmiş değildir. Eğer o toprak, gözyaşıyla sulanacak olursa daha çok bitkiler bitecek ve çok bereketli mahsuller verecek kabiliyettedir.”
        İkbal eserlerini nesir ve şiir biçiminde kaleme almışsa da büyük çoğunluğunu şiir biçiminde kaleme almıştır. Şiirleri 20. yüzyılın başlarında birçok Avrupa ülkesinde ün kazanmış ve eserleri birçok dünya diline çevrilmiştir. İlk kitabı İlm-ul İktisat 1903'te Urduca olarak kaleme almıştır. 1915’teki ilk şiir kitabı Esrar- Hodi’yi takiben Rumuz-u Behodi’yi 1917'de kaleme aldı. Sırasıyla 1923'te Cavidname 1936'da Pes Çi Bayed Kerd Ey Akvam-ı Şark,  1938'de Armağan-ı Hicaz adlı kitaplarını yazdı. Bütün bu sayılan kitaplar Farsça olarak yazılmıştır. Bir kısmı Urduca şiir ve gazellerden, ancak büyük bir çoğunluğu Farsçadan oluşan son kitabı Armağan-ı Hicaz ise vefatından sonra yayımlanmıştır.  Urduca yazdığı kitapları ise Bang-ı Dara (1924) Bal-ı Cibril (1935) ve Darb-ı Kelimdir (1936)
         İkbal İslam dünyasının içinde bulunduğu sorunlar üzerine kafa yoran ve bu sorunları aşmak için çaba harcayan bir aydın olarak şiirlerinde Doğu toplumlarına ve özellikle de Müslüman toplumlara çözüm yolları sunmaktadır. İkbal’in Farsça kaleme aldığı “Pes ÇiBayedKerd Ey Akvam-ı Şark” mesnevisi de onun çözüm yolları arayışının bir ürünü olup İslam dünyasında yankı uyandırmış ve Müslüman aydınları etkilemiş bir eserdir.
          İkbal 21 Nisan 1938’de doktorların çabalarına rağmen kurtarılamamış ebediyete göç etmiştir. Ölümle ilgili şiirleri de manidardır.
              “Ölümü ve acıyı mutluluk ile karşılamak
                Mümin’in alâmetlerindendir.”
          Ölümünden birkaç gün önce şu kıtayı söylemiştir.
               “Ey Müslüman oğlu! Kahramanlar, Beytullah’a yüz sürenler, Ravza’yı Mutahhara’yı ziyaret edenler için cennet olduğu gibi hak yolunda cihad yapanlar için de cennet vardır.
         Mevla’sına son nefesini teslim ederken söylediği söz şu olmuştur:
               “ Hâşâ ben ölümden korkmuyorum çünkü ben Müslümanım. Her Müslümana yakışan da ölümü tebessümle karşılamaktır.
 
Not:Bu biyografinin yazılmasında en çok (ebu’l Hasen en-Nedevi, Büyük İslam Şairi Dr. Muhammed İkbal, Ter. Ali Ulvi Kurucu Marifet Yayınları, İstanbul,2014) adlı eserden yararlanmıştır.






KAYNAKÇA
-http://www.yeniumit.com.tr/konular/detay/muhammed-ikbal-temmuz-2012 Prof.Dr. İsa Çelik (Tasavvufi Düşünce Perspektifinden Muhammed İkbal makale)
 
-ebu’l Hasen en-Nedevi, Büyük İslam Şairi Dr. Muhammed İkbal, Ter. Ali Ulvi Kurucu Marifet Yayınları, İstanbul,2014




Bu haber toplam 4387 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar
BİLAL DEMİREL
6 Mayıs 2015 Çarşamba 15:16
15:16
TEŞEKKÜRLER HOCAM TAVSİYENİZ İÇİN TEŞEKKÜRLER.
88.225.128.241
mehmet
29 Nisan 2015 Çarşamba 19:22
19:22
selam, hocam kapsamlı ve detaylı bir çalışma olmuş. kaynak taraması yeterli. elinize sağlık
78.170.169.18
Diğer Haberler

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.