Özgürleştiren İslam’a Karşın, Özgürleşemeyen Müslüman / Köşe Yazısı - Cevdet BALLI

5.10.2016 06:10:12
Cevdet BALLI

Cevdet BALLI

 Özgürleştiren İslam’a Karşın, Özgürleşemeyen Müslüman

 

“Korktuğum şeylerden birisi de benden sonra size dünya nimet ve ziynetlerinin açılması (sizin de onlara gönlünüzü kaptırmanızdır)” (Hadisi Şerif)

İslam’ın geliş amacı insanı özgürleştirmektir. Onu kul olduğu tüm geçici kulluklardan arındırarak Yüce Allah’ın kulluğuna almaktır. Böylece İslam,  insanı diğer tüm köleliklerden kopararak onun kulluğunu Allah'a râm eder. İnsanı diğerleriyle olan ilişkilerinde daha hür ve bağımsız kılar. Allah ile olan ilişkisini de daha sabit bir konuma oturtur. Böylece İslam kendi özgürlük kavramını, Allah'a bağlılık ve boyun eğiş üzerine kurar.

 

İslam, insanların sırtındaki yükü almak için gelmiştir. İnsanı kul ve köle eden zihniyetlere savaş açarak onları tamamıyla insan hayatının dışına itmeye çalışmıştır.

                       

Mekke’de köleliğe, zinaya, faize, kumara, içkiye ve insan onurunu zedeleyen tüm uygulamalara savaş açan İslam insanı özgürleştirmeyi hedeflemiştir. İslam, insanın kalbine Allah’tan başka sevgi yerleştirmesine izin vermemiş ve onun yalnızca Yüce Yaratıcıya bağlanarak daha mutlu olacağını Asr-ı Saadet döneminde göstermiştir. Ancak sonraki dönemlerde insanlar, maalesef gönüllerine Allah’tan başka sevgiler koymayı başarmışlardır. Onun için gayret etmişlerdir ve bu uğurda ölmeyi bile göze almış, ölmüş ve öldürmüştür. Sırf dünya hırsı için insan onurunu ayaklar altına almışlardır.

                       

Mekke dönemindeki günah bataklığından bahsederken sanki o uygulamalar sadece orda yaşanmış ve o uygulamalar bizde yokmuş gibi davranıyoruz. Oysaki günümüzdeki insanının durumunun pek de o günden bir farkı yok. Hatta bazı konularda onlardan daha öndeyiz. Yalnızca radyonun olduğu bir dönemde Bediüzzaman:  “ Eskiden insanların bir yılda işledikleri günahı şimdi insanlar bir günde işliyor” demiştir.  Oysaki televizyonun ve internetin olduğu günümüzde saniyeler içinde haddi hesabı olmayan günahlar işlenmektedir. İnternet ve televizyon başında geçirilen anlamsız saatler sadece bir gün değil hayatımızın bir parçası haline gelmiştir. Daha kötüsü yapılanların yanlıştan ve günahtan sayılmamasıdır.

                

Ya kredi ve faiz batağında olan Müslümanlara ne demeli? Mekke’nin faizi ile bizim faizimiz ayrı faizler mi? Faiz kesin delillerle haram edilmemiş mi?

 

Faizi helal etmek için kılıf arayan ve   ‘‘Günümüz şartlarında normaldir’’ deyip kendini avutanlar da az değildir. Sorsan kimse yardım etmiyor der? Sen kime yardım ettin ki diye sormak gerekmez mi? Ya da ayağını yorganına göre uzat diyenler bizim atamız değil mi? Neden gücün nispetinde değil de gücünün dışına çıkıyorsun? Gözün hep yukarda mı olmak zorunda?

                  

İşim olsun da rahat edeyim deyip kendini taksit kölesi yapanlarda İslam’ın özgürleştiremediği Müslümanlar değil midir? Yıllarca kendini başkasına borçlu hissetmek nasıl bir duygudur? İnsanın hep mahcup ve hep boynu bükük yapmaz mı? Hayırlı bir iş söz konusu olduğunda hep bitmeyen taksitlerimiz oluyor genelde.

                       

Peki, işinin kölesi olanlara ne demeli? O kadar işi çokmuş ki değil kitap okumaya namaz kılmaya bile zamanı olmuyormuş. Kendi işine zamanı oluyor da iş Allah’ın olunca zaman hemencecik tükeniveriyor.  Ya modanın esiri olanlarımız? En lüks, en yeni ve en güzel şeyi almak için neler yapmıyoruz ki. Ve öyle bir hastalık ki ilk biz alalım ve biz kullanalım isteriz. Bunun için nelerimizi vermiyoruz ki. Sırf  ‘görsünler’ diye nelerimizi vermiyoruz ki.

                       

Televizyondaki açları görüp Allah yardım etsin deyip keyfinden ve yiyeceğinden bir kuruş harcamayanlarımız da az değildir. Yanı başımızdaki komşumuz açlıktan ölse pek de umurumuzda olmuyor. Allah yardım etsin derken sanki işimiz bitiyor. Peki, biz Allah’ın yeryüzündeki halifesi değil miyiz?

                       

Evimiz, eşimiz, çocuğumuz, malımız, mülkümüz ve saymakla bitmeyen aşırı bağlılıklarımızdan kurtulma zamanımız gelmedi mi? Biz bu şekilde olan bağlılıklarımızdan kurtulmadıkça hem bu dünyada hem de diğer dünyada mutlu olmayacağız. Yüce Allah Kutsal Kitabında, De ki: “Şâyet babalarınız ve oğullarınız ve kardeşleriniz ve zevceleriniz ve aşiretiniz ve kazandığınız mallarınız, kesada uğramasından (satışının durmasından) korktuğunuz ticaret ve razı olduğunuz (hoşunuza giden) evler, Allah’tan ve O’nun Resul’ünden ve O’nun (Allah’ın) yolunda cihad etmekten size daha sevgili ise artık Allah, emrini getirinceye kadar bekleyin. Ve Allah, fasıklar kavmini (topluluğunu) hidayete erdirmez.”(Tevbe:24) ayeti ile son noktayı koyuyor.

 

Sırtımızdaki yükler ile ilgili bir misale kulak verelim:

 

Delinin biri camiye girer, belli ki namaz kılacak. Ama oturmaz, meraklı ve şaşkın gözlerle etrafı süzer, dolanır. Bir oraya, bir buraya her köşeye dikkatlice bakar ve hızla çıkar gider. Az sonra sırtında bağlanmış odunlarla tekrar gelir camiye ve tam namaza başlamak üzere olan cemaatle birlikte saf tutar. Ama sırtındaki odunlarla güç bela bitirir namazını. Eğilip kalktıkça yere düşen odunlar, çıkardığı ses vs. derken, tabii cemaat de rahatsız olmuştur bu durumdan. Nihayet biter namaz bitmesine ama her kafadan bir ses çıkar. Herkes kıpırdanmaya, adama söylenmeye başlamıştır bile. İmama kadar ulaşır sesler, hafiften tartışmalar.

 

İmam aynı mahalleden, bilir az çok garibin halini, şefkatle yaklaşır meczubun yanına ve der ki:

“Oğlum böyle namaz mı olur, sırtında odunlarla, sen ne yaptın? Hem kendini hem de çevreni rahatsız ettin bak, bir daha namaz kılmaya yüksüz gel olur mu?”

Bunu duyan meczup melül-mahzun  ama manalı bir bakışla sorar “Âdetiniz böyle değil mi?”

“Ne âdeti?!” der Hoca..Cemaat de toplanmış, merak ve şaşkınlıkla olayı izlemektedir o sıra.

 

 Bu kez meczup der ki:

 

“Hocam ben namaz kılmak için girdim camiye, şöyle kendime uygun bir yer ararken içeridekilere baktım, gördüm ki herkesin sırtında bir şeyler var. Zannettim ki adet böyledir, ben de şu odunları yüklendim geldim işte, neden kızıyorsun? Kızacaksan herkese kız, tek bana değil!

Hoca şaşırır: “Benim sırtımda da mı var?” der.. “Evet” der meczup, “Hepinizin sırtı yüklü!”..

Cemaatte ise hafiften “deli işte!” manasında, bıyık altından gülüşmeler başlamıştır. Meczup bu kez öne atılır ve tek tek cemaati işaret ederek, saf bir çocukça, heyecanla bağırır:

“Bak bunun sırtında mavi gözlü bir çocuk, bunda kocaman bir elma ağacı vardı.Bunda kırık bir kapı, bunda bir tencere yemek, bunda kızarmış tavuk, şunun sırtında yeşil gözlü esmer bir hatun, bununkinde de yaşlı annesi vardı! ”Sonra iki elini yanlarına salar başını sallar ve umutsuzca, “ Boş yok, boş yok hiç! diye tekrarlar. O böyle söyleyince, herkes dehşet içinde şaşkınlıkla birbirinin yüzüne bakar! Aynen doğrudur dedikleri…

 

Kimi doğacak çocuğunu düşünüyordur namazda, kimi bahçesindeki meyve ağaçlarını, biri onaracağı kapıyı, diğeri lokantasında pişireceği yemeği. Biri açtır aklında yiyeceği tavuk, birinin sırtında sevdiği kadın, diğerinde de bakıma muhtaç annesi vardır.“Peki söyle bakalım bende ne vardı?” der, bu kez endişeyle Hoca..

O da der ki:

“Zaten en çok da sana şaştım hoca! Sırtında kocaman bir inek vardı!

Meğerse efendim, hocanın ineği hastaymış, “öldü mü ölecek mi?” diye düşünürmüş namazda...       

Bu hikâyeyi okurken belki de çok komik geldi bize. Bize uzakmış gibi. Hikayedeki kişiler sırtlarındaki küçük varlıklarla en azından camiden içeriye girebilmiş. Ya biz; sırtımızda arabamız, evimiz, çocuğumuz, eşimiz, iş ve kariyerimiz, mevki ve makamımızla caminin kapısından içeriye girebilecek miyiz?

 

Bu yazı toplam 2736 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.