MEHMET AKİF VE MAARİF SORUNU / Köşe Yazısı - Habip ASLAN

21.04.2016 08:09:53
Habip ASLAN

Habip ASLAN

MEHMET AKİF VE MAARİF SORUNU

Kendisinin başıboş yaratılmadığına, bir amaç uğruna yaratıldığına gerçek anlamda iman edenler; her şeyi herkes için düşünürler. Bencil değildirler. Hep bir ideal uğruna durmaksızın çalışırlar. Atalet onların tabiatına terstir. Gece uykuları kaçar. Bu ümmet için neler yapabiliriz diye her an düşünürler. Uykusunda bile ansızın uyanıverir sol kasığının ağrısıyla. Çünkü onun derdi vardır. Bu dert için kendi hayatını, çocuklarının hayatını ihmal ettiği de olur. Ne padişahın tahtından konuşur ne de padişahın tahtına karşı konuşmayı kendisine dert edinir.   Doğru neyse sonuç ne olursa olsun bunu insanların yüzene haykırır. Çünkü onun derdi Kurandır.

 

Onun derdi insanların, iman ettikleri Kuran’a gerçek manada özünü kavrayarak iman etmeleridir. Bu doğrultuda toplumu yeniden inşa etmek derdindedir.  Bu derde sahip insanları millet de görmezden gelemez. Bu kişiler içinden çıktığı toplumla olan bu bağları nedeniyle daha çok sevilmekte, fikir adamı ve yol gösterici olarak benimsenmektedir. İstiklal Marş’ımızın yazarı Mehmet Akif Ersoy da bu ender ve önder şahsiyetlerden birisidir. Mehmet Akif, Kur’an ahlakıyla ahlâklanan, ışığını Kur’an’dan alan, ender şairlerimizden biridir. Cehaletten, gafletten, yanlış kader anlayışından, yanlış tevekkül anlayışından ümmetin içine sokulan fitne ve fesattan, marifet ve fazilet birlikteliğinin eksikliğinden Mehmet Akif kadar yakınan başka şair yoktur.  

 

O bütün bu problemlerin çözümü için kendi tabiriyle "Maarif, maarif! Bizim için başka çare yok. Eğer yaşamak istersek her şeyden evvel maarife sarılmalıyız. Hepsi, her şey maarifle kaim!"demiştir. Ayrıca Bizim adam olabilmemiz için çocuklarımızı okutmaktan, îcab-ı asra göre terbiye etmekten başka çare olmayacağını anlamayan ya hiç yoktur, ya pek azdır. Kendimiz ister okumuş, ister okumamış, ister iyi bir terbiye görmüş ister görmemiş olalım artık maziye karışmış sayılacağımız için bu gün düşüneceğimiz bir şey varsa o da istikbaldir, evlatlarımızdır.”  *  diyerek biz hangi durumda olursak olalım tek odaklanmamız gereken işin istikbalimiz olduğunu dolayısıyla çocuklarımızın iyi bir eğitimden geçirmemiz gerektiğinin altını çizmiştir. Akif’e göre eğitim ve öğretim bizim kurtuluşumuzun tek adresidir.

 

Mehmet Akif eğitimi ifade etmek üzere en çok “maarif,” “terbiye,” “tedîp” ve “tehzîb” kelimelerini kullanmıştır. “Maarif” bir ülkenin eğitim ve öğretimini ifade ettiği gibi bu kurumların sağlamış olduğu bilgi, bilim ve kültür ile bunların seviyesini de ifade eder “Terbiye,” kelime olarak çocuğu veya tarladaki ekini besleyip büyüterek geliştirmek manasında kullanıldığı gibi bir şeyin belli safhaları geçip en mükemmel derecesine gelinceye kadar büyüyüp gelişmesini anlatmak için ve yetiştirme kabiliyetlerini geliştirmek için de kullanılır. “Terbiye” her canlı için geçerli bir kavram olmakla birlikte daha çok insanın yetişmesini anlatır.

 

 Ahlaka işaret eden edeb kelimesi, kişinin Allah’ın yarattığı fıtrata uygun yaşamasıdır. Bir başka tanımla kulun Allah’ın istediği gibi yaşaması olarak tarif edilen ‘edep’ten türetilen “tedîp” de kelime olarak bir kişinin iyi tutum, incelik ve kibarlık sahibi olmasına vesile olmak ve yardım etmek manasına gelir. Ahlaki bir terim olarak, kişinin eğilim ve davranışlarının bizzat kendi iradesiyle ve dıştan bir otoritenin etkisiyle kontrol edilip yönlendirilmesi olarak tarif edilmiştir. “Tehzîb” ise kelime olarak yontma, düzeltme, kontrol etme, temizleme, güzelleştirme ve geliştirme manalarında kullanılır. Yaşadığı dönemde “tehzîb’e verilen bu manaların hepsinin insan eğitiminin temel unsurları olduğuna inandığı için Mehmet Akif de bu kelimeyi bilhassa çocuk eğitimini ifade etmek üzere kullanmıştır.

 

Mehmet Akif’in eğitimden söz ettiği yerlerde “talîm” kelimesini de sıkça kullanması, onun eğitimde insanın kendi iradesiyle birlikte dış otoritenin etkisine verdiği önemi ifade etmesi bakımından kayda değer bir gerçektir. “Talîm” de yukarıdaki “terbiye,” “tedîp” ve “tehzîb” gibi aşamalı bir durum ifade eder. “Talîm” dar anlamda bir eğitim kurumundaki öğrenmeyi karşılar. Geniş anlamda ise örgün ya da yaygın eğitimdeki öğrenmeyi kolaylaştırmak maksadıyla sağlanan kılavuzluk, malzeme ve faaliyetleri ifade eder. Mehmet Akif’in konuşmalarında ve eserlerinde eğitimle ilgili bu kadar farklı farklı kelimeleri kullanması onun eğitime ne kadar değer verdiğini gösteriyor. Eğitimle ilgili dert yanıyor. Eğitimin yeni nesil yetiştirememesini eleştiriyor. Bu anlamda eleştiriden en büyük payı Tanzimat dönemi eğitim anlayışı alıyor.

 

Tanzimat’ta açılan mektepleri şöyle eleştirir: Bunlar “Tüketici Adam” yetiştirmektedir. Bilgiyi üreten değil taklit sonucu Batı’dan aldıklarını tüketen bir zümre oluşturulmuştur.  Ülkenin işine yarayacak, ihtiyaçlarını giderecek adam yetiştirememektedir. Çünkü öğrenciler “görmeden okumakta ve hayatı anlayamamaktadırlar.” Ayrıca mekteplerden çıkanlar Batının müspet bilimini değil, kötülüklerini alıp gelmektedirler.  Bu durumun sorumluları, milli, dini değerleri tanımayan, halkından kopmuş öğretmenlerdir. Öğretmenlerin nasıl olması gerektiği hususunda da ;

 

Demek ki atmalıyız ilme doğru ilk adımı.

Mahalle mektebidir işte en birinci adım;

Fakat bu hatveyi iyi tasarlamak lâzım.

Muallim ordusu derken, çekirge orduları

Çıkarsa ortaya, artık hesap edin zararı!

"Muallimim" diyen olmak gerektir İMANLI;

EDEPLİ, sonra LİYAKATLİ, sonra VİCDANLI

Bu dördü olmadan olmaz: Vazife, çünkü büyük, **

 

Öğretmenlerin önce imanlı olması gerektiğini daha sonra da edepli, liyakatli ve vicdanlı olması gerektiğini ifade etmiştir. Tanzimat döneminde bir bakıma bu özellikleri taşıyan öğretmenlerin olmadığına işaret ederek “Tüketici Adam” yetiştirenin bu tip öğretmenler olduğunu anlatmıştır. Yine eğitim konusunda yaptığımız hatalardan bir tanesi de çocuklarımızı kendimiz gibi yetiştirmeye çalışmak olduğunu şu cümlelerle anlatıyor: “Çocuklarımıza kendi terbiyemizi vermeye kalkışırsak cinayet işlemiş oluruz.(Burada “kendi terbiyemiz” sözüyle kastettiği, kendi yaş grubu, kendi kuşağıdır. Yoksa milli manevi terbiyenin dışında bir şey söylemiyor)

 

İlmi, doğrudan doğruya Peygamberimizden öğrenmiş olan Hz. Ali diyor ki: ‘Ciğerparelerinize yalnız kendi terbiyenizi giydirmeye çalışmayınız. Unutmayınız ki onlar, sizin yaşamakta olduğunuz zamandan başka bir zaman için yaratılmışlardır.’İçimizde tahsil hayatının ne acıklı bir surette geçip gittiğini hatırlamayan kimse var mı? Malumat namına kafamıza doldurduğumuz şeylerden ne istifade ettik? Düşünüyorum da, sekiz yaşında ezberlediğim birçok ibareyi ancak otuz yıl sonra anlayabildim! Tabi on beş yaşlarında iken okuduklarımı anlayabilmeye ömrüm yetmeyecek!”

 

Mehmet Akif maarif konusunda herkesin kimsenin bir şey yapmamasından yakınarak şunları söylüyor:“Zengin, orta halli, züğürt, elhasıl hepimiz mektepsizlikten, hepimiz maarifsizlikten şikâyet ediyoruz; fakat hiç birimiz bu derdin çaresini bulmak istemiyoruz. Yedi bacanak gidiyorlarmış, saatlerce süren sessizlik canlarını sıkmış, "bir adam olsa da lâf etsek!" demişler!... Biz de tıpkı böyleyiz: Milyonlarca herif bir yere toplanmışsız "ah bir hayır sahibi çıksa da çocuklarımız için mektep açsa" diyoruz.” diyerek Müslümanlara maarif konusunun başkalarına bırakılmayacak kadar önemli olduğunun altını çizmiştir. Yine başka bir yazısında...

 

Biz ne hamiyetsiz adamlar, ne vazifesiz babalarız ki mevcut mekteplerimizi işe yarar bir hale getirmek yahut yeniden adam akıllı müesseseler yapmak tarafına hiç yanaşmıyoruz da istikbalimizi teşkil edecek ciğerparelerimizin terbiyesini o istikbalin hayalinden bile ürken bir takım yabancılara bırakıyoruz! Diyerek maarif konusunun yabancılara bırakıldığı takdirde(nitekim Tanzimat’tan itibaren maarifimiz büyük bir kısmını yabancılara teslim etmişiz. O dönemde açılan okulları ve bu okullardan mezun olan sözde aydınları düşünürsek Akif’e bir kez daha hak vermiş olacağız.) istikbalimizin olmayanı ifade ediyor.

 

Mehmet Akif’in hayat düsturu kabul ettiği İslam anlayışına göre eğitim, fert ve cemiyeti gerçek inanca, doğru bilgiye ve erdemli yaşayışa ulaştırmayı gaye edinir; her yaştaki farklı tecrübelerle zenginleşerek hayat boyu devam eder ***Buna göre iyi eğitimci sadece sınıflarda değil, hayatın içinde çocuklara, gençlere, halka, bilim adamlarına, entelektüellere, yöneticilere yetiştirilmesi gereken insan tipi hakkında sözlü ve yazılı katkıları olan kişidir. Dolayısıyla samimi bir Müslüman olarak yaşayan Mehmet Akif’in eğitimin beşikten mezara kadar devam eden bir süreç olduğuna inandığı, erdemli ve verimli insan yetiştirebilmek için hayatının her safhasında eğitime katkıda bulunduğu söylenebilir. Mehmet Akif, insanın bulunduğu her ortamda farklı rollerde ideal bir öğretmen olarak her yaş grubundaki insanlara katkı sağlamıştır. Çünkü o, aile içinde çocuklarını İslam’ın prensiplerine göre  donatmak isteyen eğitici bir babadır. Eğitim kurumlarında dil öğreten bir öğretmendir.

 

Köy ve kasabaları dolaşıp daha verimli hayvan üretmeyi öğreten bir veteriner-halk eğitimcisidir. Camilerde insanları aydınlatmak üzere vaazlar veren bir aydındır. Çünkü o, İstiklal Savaşı’nda halka ne yapması gerektiğini anlatan bir dava adamıdır. Kısacası o, eğitimde bir takım ilkeler koymuş bir eğitim kuramcısı değildir ama Türk halkını insanlık değer ve verimliliğinin zirvesine taşımak isteyen bir eğitim uygulayıcısıdır.

           

Yanlış batılılaşma ile beraber, ülkenin içinde bulunduğu sosyo-ekonomik durumun kötüye gitmesi milletin bunalıma girmesine neden olmuştur. Bu bunalımdan çıkmak ve felaha ulaşmak için herkes kendi düşünce dünyasına göre bir takım öneriler ortaya koyar. Bu önerilerden en belirgin olarından ikisi Tevfik Fikret ve Mehmet Akif’tir. Tevfik Fikret Garpçıdır. Kurtuluş reçetemizi “toptan batılılaşma” ile olacağını savunmuştur. Yeni nesil olarak da “Haluk’u” önermiştir. “Haluk’un Amentüsü” adlı şiirinde bu nesle yol gösteren ilkeleri anlatır: yeni neslin amentüsünü! Yeni nesil, yeni iman ve bu imanın içerisinde İslam yok. Nedir Haluk’un amentüsü? İlim ve fenle her şeyin altına dönüşeceğine olan inanç; hümanizme çağıran, tüm yeryüzünü vatan ve bütün beşeriyeti kardeş gören amentü! Ancak Tevfik Fikret Haluk tipinin gelmeyeceğinin ümitsizliği içindedir. Nitekim şiirinde bu memlekette de bir gün sabah olursa” ibaresini kullanıyor. Yani zor ama bir gün sabah olursa der gibidir.

           

Akif ümmettin kurtuluşunu asr-ı saadetin havasını soluyan Asım’ın neslinde görür. Bu nesille geleceğe uzanabilmenin mümkün olduğunu söyler. Öyle bir nesil ki hem inanan hem eleştiren,hem geleneğe bakan ve gelenekteki problemlerle hesaplaşan hem de modern zamanları gören. İman,bilim ve irfanı birleştiren,gelenek ve modernliği uzlaştıran bir nesil. Tevfik Fikret gibi umutsuz değildir. Asım neslinin maarif yoluyla yetişeceğine gönülden inanmaktadır.

           

Her yeni toplum yeni kuşaklarla var olur. Her milletin yeniden varoluşu da yeni nesille mümkün. Asım’ın nesli, bir milletin duçar olduğu bunalımdan çıkışının ve yeniden varoluşunun örnek modelidir. Asım’ın Nesli; gelecektir, nurdur, aydınlıktır. Yeniden varoluşun üzerine ikame edileceği örnek şahsiyettir. Milletin üzerinde yükseleceği nesildir. Nurettin Topçu’ya göre “Asım, şairin bulunduğu yaşın olgunluğu ile birleştirip yaptığı kendi gençlik heykelidir”. Haksız da değildir yazar. Mehmet Akif geleneği bir yana atmadan batıyı çok iyi takip eder. Örneğin Mevlana’yı, Sadi’yi Fuzuli’yi çok okur ama bunun yanında Emile Zola Alphonse Daudet, Alexandre Dumas Fils’i çevirilerinden değil, asıllarından okur. Hatta çoğuna da hayranlığını gizleyemez. Mesela Zola’nın romanlarındaki insan yığınlarını nasıl idare ettiğine hayret ettiğini söyler. Sadi’nin az sözle çok şey anlatmanın sırrını Dumas Fils’in izahlarıyla anladığını söyler. Safahat’ında yazdığı yirmi dört hikâyenin yirmi üçünü Zola gibi gezintiye çıktığı, gözlem yaptığı sırada gördüğü insanlarda yola çıkarak kaleme almıştır. Görüldüğü gibi Mehmet Akif idealize ettiği Asım gibi sırtını zengin bir geçmişe dayandırıp ufka bakmış ve bu bakış sırasında Batı’nın güzel taraflarına da sırtını dönmeyen Batı’yı takip etmekten geri durmayan bir şairdir.

            Asım biraz da Akif’in Kuran’a göre eğittiği ideal genç tipidir. Asım’ın karşısında ise ilim ve irfan eksikliği ile sorumluluklarının bilincinde olmayan dine ait unsurları sekteye uğratan Batı hayranı cahil tipler vardır.

 

Mehmet Akif Ersoy, istenilen toplum düzeninin kaba kuvvetle inşa edilemeyeceğinin farkındadır. İdeal toplumun kurulması için sabırla yılmadan uzun zaman gayret göstermek gerektiğini dile getiren şair, güçlüklere göğüs germeyi göze almanın önemini  “Köse İmam ile Asım” şiirinde de dile getirir.

“Hadi tahsîlini ikmâle tez elden, hadi sen!

Çünkü milletlerin ikbâli için, evlâdım.

Ma’rifet, bir de fazîlet… İki kudret lâzım.

Ma’rifet, ilkin, ahâliye sa’âdet verecek

Bütün esbâbı taşır; sonra fazîlet gelerek,

O birikmiş duran esbâbı alır, memleketin

Hayr-ı i’lâsına tahsîs ile sarf etmek için.

Ma’rifet kudreti olmazsa bir ümmette eğer,

Tek fazîletle teâlî edemez, za’fa düşer.” ****

Akif ikbalin marifet ve fazilet birlikteliğinde gizli olduğunu yukarıdaki dizelerde dile getirmiş ve sadece faziletle yükselmenin mümkün olamayacağını milletin zaafa uğrayacağını ifade etmiştir. Yani eğitimsiz iyinin bir anlam ifade etmediğini ideal olanın eğitimli iyinin olduğunu ve bunun da İslam’la mümkün olabileceğini anlatmıştır.

 

 

“Hâdisât etmesin oğlum, seni aslâ bedbîn…

İki üç balta ayırmaz bizi mâzîmizden.

Ağacın kökleri mâdem ki derindir cidden,

Dalı kopmuş, ne olur? Gövdesi gitmiş ne zarar?

O, bakarsın, yine üstündeki edvârı yarar,

Yükselir, fışkırıp, âfâk-ı perîşânımıza;

Yine bin vâha serer kavrulan îmânımıza.”*****

Yukarıdaki dizelerde yaşanan hadiselerin ümitsizliğe düşürmemesi gerektiğinin altı çizilmiştir. Bizim en büyük mirasımız kökümüz İslam’dır ve iki üç balta vurmakla bize zarar veremezler. Biz İslam’a sarıldığımız müddetçe ve batının sadece ilmini aldığımız zaman koca gövdemizden  yepyeni dallar yeşerecektir. Bu anlamda Asım’ın nesline cesaret ve sebat aşılar.

 

Mehmet Akif’e göre Devletin çökmeye yüz tutmasının nedeni, beşikte kulağa fısıldanan, öğretmenler, yazarlar, devlet adamları tarafından işlenen bir hayat ve eğitim felsefesidir. Bu, dayakla terbiye vermeyi amaçlayan, korkak, ürkek, hareketsiz, karamsar nesiller yetiştiren bir felsefedir ve en büyük hatamız budur. 
Eğitimde otoritenin önemini belirtmekle birlikte Mehmet Akif’in çocuk eğitiminde dikkat edilmesini istediği şeylerden birisi de eğitim sürecinde fiziki şiddete başvurulmamasıdır. Ona göre hata yapan öğrenciye nasihat edilmeli ve yerine göre tekdir de edilmelidir ama asla fiziki müeyyidelere başvurulmamalıdır. Aksini yapanlar hakkındaki görüşünü babasının arkadaşı ve talebesi Köse İmam’la konuşurken şöyle dile getirir:

Sanki dövsem ne yaparsın? Hocayız biz, döveriz…

Gül biter aşk ile vurduk mu?

- İnandım, caiz.

- Pek cılız çıktı bu “caiz.” Demek imanın yok?

- Dayak “Amentü”ye girdiyse benim karnım tok.

Gül değil, kıl bile bitmez sopa altında!

- Hele!

- Öyle olsaydı, şu karşıdaki yalçın kelle,

Fark olunmazdı Kızanlık’taki güllüklerden! ******

 

 

Sonuç olarak Mehmet Akif mektep ve medresenin ikisinden de mevcut halleriyle ülkeye gerçek bir yarar gelmeyeceğini söylemiş, eleştirileriyle dikkatlerin eğitim konusuna yönelmesinde etkili olmuştur. O Cemaleddin Efgani gibi değişimin tepeden inme gerçekleşebileceğini inanmıyor daha çok Efgani’nin öğrencisi Abduh gibi ümmetin dirilişinin uzun soluklu bir eğitimden sonra aşamalı bir şekilde gerçekleşeceğini savunmuştur ve eğitimde Batının bilimi ile Kur’an hükümlerinin ve milli değerlerimizin sentezini yine Kuran ışığında olacağına inanmıştır. Nesillerin beşikten başlayarak, ülke geleceğine ilişkin karamsar değil iyimser ümitvar bir şekilde yetiştirilmesi gerektiğini haykırmıştır ki bu onun eğitim düşüncemize en önemli katkısıdır.

 

Son olarak Akif’in bir yazısında ifade ettiği gibi “Bir millet ne kadar ileri giderse gitsin; ne kadar yükseklere çıkarsa çıksın olduğu yerde durdu mu mahv olur. Çünkü bütün insaniyet alabildiğine pek uzaklardaki bir noktaya, bir gayeye doğru koşup gidiyor. Beşeriyet coşkun bir sel gibi umman-ı terakkiye atılmak için alabildiğine akıyor. Bu selin önüne durulamaz. İşte biz de ya boğulacağız, ya o sel ile beraber gideceğiz. Görüyorsunuz ki bütün akvam-ı insaniye ileri gidiyor, yalnız biz duruyoruz.”  Eğitimle tekrar sel olup taşmak duasıyla…

           

 

*Sırat-ı Müstakim, c.IV, sayı.93, s. 264
**Safahat sayfa 258

***Ziya Kazıcı ve Halis Ayhan, Talim ve terbiye 2010

****Safahat, Sayfa 441-442

*****Safahat, Sayfa 442-443

******Safahat, Asım, Sayfa 403

Gökçek, Fazıl(2005) Mehmet Akif’in Şiir Dünyası, Dergâh Yayınları, İstanbul. 

Ersoy, Mehmet Akif(1984) Safahat, İnkılâp ve Aka Yayınları, İstanbul.

Topçu, Nurettin(1998) Mehmet Akif, Dergâh Yayınları, İstanbul. 

Yetiş, Kazım(1992) Mehmet Akif’in Sanat-Edebiyat ve Fikir Dünyasından Çizgiler, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara.

Yıldırım, Ergün Akif’in Leylası Etkileşim yayınları 2014 İstanbul

 

Uç, Himmet Mehmet Akif ve Hikâye Sanatı Ankara 2007

Bu yazı toplam 4206 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.