“Birikip Yeniden Sıçramak İçin, Elde Var Hüzün” / Köşe Yazısı - Bilal AKGÜL

14.10.2017 12:12:27
Bilal AKGÜL

Bilal AKGÜL

“Birikip Yeniden Sıçramak İçin, Elde Var Hüzün”                                                         

Modern zamanların kendine ait bir kültür oluşturduğu, çoğu bilginin üzerinde mutabık kaldığı bir husustur. Gerek bilimlerin tasnifinde gerekse bir şeyin bilimsel olmasının ölçütlerini belirlemede hâkim anlayış, Batı’nın ortaya koyduğu anlayıştır.

Batı medeniyetinin rengini verdiği, kendi değer skalasına göre dizayn ettiği bilimsel anlayış, dünyanın “öteki” ülkelerinde iktidar olma uğraşısı verirken çoğu kez toplumun geleneği, inancı, bilimsel anlayışı ile çatışmış; toplumsal travmaya götürecek sorunların baş göstermesine neden olabilmiştir.

Kemal Sayar’ın Batı medeniyetinin rengini verdiği, genelde bilgi anlayışı özelde mevcut psikoloji anlayışını özetleyen yaklaşımı dikkate değerdir. O’na göre, mevcut psikoloji anlayışının temel dayanakları:

1-Araştırmalar için pozitivist yaklaşım yeterlidir.

2-Dikkat etmemiz gereken bireydir.

3-Belirli psikolojik süreçler, biyolojik bir sebep sonuç ilişkisine dayandıkları için evrenseldirler.(1)

Beş duyu organı ile bilinebilen mevcut anlayışın kanaatimce en çok zarar verme potansiyeli olan alanların başında insan bilimleri gelmektedir. R.D.Laing’in ifadesi ile “seküler psikoterapist köre yol gösteren şaşı gibidir.”

Dini değerlerin yerini bilimin, bilim adamlarının alması, bilimin ve bilim adamlarının bir nevi kutsallık kazanmasına neden olmuştur. Öyle ki bilim adamının ortaya koyduğu tezlerin dini emirler gibi tartışılamaz, itiraz edilemez bir özellik kazanabilmektedir

Tam bir çelişkiler yumağı…

“Psikiyatride ABD’de geliştirilen bir teşhis el kitabı DSM, neredeyse bir kutsal kitap hüviyetine büründü. Yakınlarda dördüncüsü [şimdilerde beşincisi]  yayınlanan bu teşhis el kitabı, ruhsal rahatsızlıklara ilişkin bir sınıflandırma getiriyor. Ancak daha işin başında bir kuramsal ön kabul var: Hastalar paylaştıkları bulgu ve belirtilere göre sınıflandırılabilirler. Bu Batılı bir düşünce… Doğu düşüncesi her bir hastanın biricikliğine, bireyliğine ve dolayısıyla sınıflanamazlığına vurgu yapıyor.”(2)

“DSM Amerikan psikiyatrisinin teşhis ölçütlerinin bir araya getirildiği bir teşhis el kitabıdır. Her üç-beş yılda bir yenilenir ve geliştirilir. Zamanın politik ve ahlaki havasına göre neyin akıl hastalığı kabul edilip neyin edilmediği değişir. Yenilerde yayınlanan ve en son DSM olan DSM 4,  bu açıdan çok kapsamlıdır. En basit, en sıradan insan duygularını bile psikiyatrik bir kategoriye indirgeyen DSM 4 hayatın tıbbileştirilmesine hizmet etmektedir. Artık hüznümüz bile bizim değildir, o bir hastalıktır ve adı belki minör depresyon, belki yineleyici kısa depresyon veya eşikaltı depresyondur.”(3)

İnsan fıtratının doğal yansımalarına, hayatın akışının tabii sorunlarına bile bir tanımlama yapılabilmekte, bir etiket vurulabilmekte, adeta ruhun özgür bir şekilde kendini ifadesine engel olunabilmektedir. Ruh esir alınabilmekte, ruha kelepçe takılabilmektedir.

 “Artık modern toplumlarda neyin ne olduğuna uzmanlar karar veriyor ve onlar da ızdırabın defedilmesi gereken bir şey, teknik müdahale için bir fırsat olduğunu söylüyorlar… Hani, eskilerin bir sözü vardı: Ya tahammül ya sefer. Artık ne tahammül ne sefer... Sadece Prozac!”(4)

Çözüm ne peki.

Çözüm, insan bilimleri ile ilgili yaklaşımların, hâkim paradigmanın (acaba kökten değişmesi gerek demek daha mı uygun olurdu) kültürel ve inanç değerleri ile bütünleştirilmesi, adeta hâkim paradigmanın değerler eleğinden geçirilmesidir. Belki de öncelikle “hâkim paradigmanın” değişmesi gerekmektedir.

“Geleneksel yöntemlerin psikoterapide işlerlik kazanması, dışta dünyanın, içte ruhun buhranı için bir umut sunabilir. Bizim medeniyetimizin insanı ’zübde-i âlem’, yani âlemin özü ve çekirdeği olarak gören o üstün kavrayışı dururken ithal yöntemlere başvurmak, ’derya içre olup da susuz gezmek’ değilse nedir?

Öyle ki “tıp biliminin doğal dünyası ile sosyal bilimin insani doğası metodolojik zeminde birbirinden nasıl ayrılamıyorsa, psikiyatri her ikisini bünyesinde dengeleyen ve anlam sorununu merkeze yerleştiren bir bilim olmayı becerebilmelidir.”(5)

Kemal Sayar’ın modern psikoloji kuramlarına yaptığı şu esaslı eleştirinin altını çizmekte fayda görüyorum: “Mutluluğumdan yahut mutsuzluğumdan yana bir şikâyetim yok. Mutlu olduğum zamanlarda daha dışa dönük oluyor, insanlarla çok şey paylaşabiliyorum. Hüzünlü olduğum zamanlarda içimin titreyişlerine kulak kesiliyor ve şiir yazabiliyorum. Her iki durumun da ilahi bir bağış olduğuna inanıyorum.”(6)

Bu alanda araştırma yapanların ortaya koyduğu veriler, aslında bilim adı altında nasıl bir toplumsal uçurumun kenarına sürüklendiğimiz, bazı değerlerin görmezden gelinmesinin nasıl da toplumu ayakta tutan temele dinamit koyduğunu gözler önüne sermektedir. Öyle ki, “inanç eksikliğinin depresyona zemin hazırladığını, şizofreninin Üçüncü Dünya’da daha iyi bir gidişinin olduğunu ve dini inancın bu iyileşmeyi arttırdığını biliyoruz.”

Bugün psikolojik rahatsızlık, ilaç kullanılması gereken hastalık adı altında önümüze konulan birçok tanının aslında mevcut psikolojik rahatsızlıkların gerekçeleri arasında sayılabileceğini görüyoruz. Öyle ki hüznü dahi çok farklı şekillerde bir rahatsızlık olarak gösteren “otoriteler” hayatı bir çıkmaza sürüklediklerinin farkındalar mı acaba? “Ahmet Haşim ’ Melali anlamayan nesle aşina değiliz’ diyordu. Melal içe doğru bir yolculuktur ve kişiyi zenginleştirir. Hüzün ve melali tedavi etseydik, bugün herhalde pek çok edebi şaheseri okuyamazdık.”              

Hüzün, batılı bilim paradigmasının aksine “...hayatın kırılganlığını, dünyanın faniliğini, şeylerin gelip geçiciliğini öğreten, görkemli bir misafirdir. O misafirle biz kendi acziyetimizi, dünya içinde bir nokta olmaklığımızı, kibir ve büyüklenmenin beyhudeliğini fark ederiz. Ölüm yönelimli bir varlık olan insan, hüzünle kendi iç potansiyellerini fark eder, içe bakar, içe derinleşir. O halde bize dünyada bir gurbet hissi yaşatan hüznümüzü sevelim, onu hastalık olarak gören ve gösterenlere karşı duralım.

Madem aşk derdiyle hoşuz, tabiblere de ne oluyor?”(7)

“İnsanın yaşantılarından öğreneceği çok şey vardır. Hüzün bizi iç dünyamızın daha önce keşfetmediğimiz ayrıntıları ile buluşturabilir. Onu bir misafir gibi kabul etmek gerekir. Misafir size yeni bir dünya getirir ve size bir şeyler katarak ayrılır.”(8)“Hüzün bütün kadim geleneklerde bize kendi sonluluğumuzu, ölümlülüğümüzü hatırlattığı için değerlidir.” (9)

“Birikip yeniden sıçramak için,

 Elde var hüzün”    A. İlhan         

Kemal Sayar’ın da vurguladığı üzere hüznümüzü bile bir hastalık olarak telakki eden modern bilimleri modernliğini hem de bilimselliğini sorgulamanın zamanı geldi de geçti bile. Bunun için de öncelikle kendi medeniyet birikimimizle buluşmamız, medeniyetimizin ruh dünyasını içselleştirmemiz, batının bizde yarattığı kendi medeniyetimize aşağılayıcı bir gözle bakma gözlüğünü çıkarmamız gerekmektedir.

Kaynak:

1  Hüzün Hastalığı, Kemal Sayar, Timaş Yayınları, İstanbul 2017, sh 58

2  age, sh. 66

3  age, ah. 80

4 age, sh. 83

5  age, sh. 67

6  age, ah. 47

7 age, sh. 14

8 age, sh. 68

9 age sh. 69

Bu yazı toplam 1806 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.