BİR TEBLİĞ ARACI OLARAK SİNEMAYI KULLANMAYIŞIMIZ VE MECİD MECİDİ FİLMLERİ / Köşe Yazısı - Hasan Sadi YÜRGÜÇ

14.05.2021 14:20:14
Hasan Sadi YÜRGÜÇ

Hasan Sadi YÜRGÜÇ

  

BİR TEBLİĞ ARACI OLARAK SİNEMAYI KULLANMAYIŞIMIZ VE MECİD MECİDİ FİLMLERİ 
Bir eğlence ve vakit geçirme aracı olarak görülen sinema, endüstriyel bir konuma yükseldikçe sanatsal yönünü ön plana çıkararak etkili bir propaganda aracı haline dönüşmüştür. Siyasi, etnik, dini, ekonomik ideoloji ve argümanların ustaca işlenerek edebiyatın modern dönemde gerçekleştiremediği bir etkiyi oluşturmuştur. Günümüzde emperyalizmin en önemli silahı olarak nitelendirilen sinema, fayda ve değer olarak hala belli kitle ve gruplara ciddi hizmetler ortaya koymaktadır. Müslümanlar ise sinemaya karşı sinema ile mücadele etme noktasında yetkin seviyede değillerdir. 
 
Ülkemizde son dönem dertli yönetmenlerden Semih Kaplanoğlu ve Derviş Zaim’i sayabilirken, 70’ lerden günümüze Mesut Uçakan ve İsmail Güneş’i İslami değerleri sinemaya uyarlayabilmiş yerli yönetmenler olarak sayabiliriz. Halbuki 2016 yılında yayınlanan Sinemanın Kökleri isimli kitapta Enver Gülşen sinemayı şöyle tanımlıyor: Sinema, karanlığın yüreğinde O’na dönüp ilaç dileyen dertlilerin, modern çağlarda aldığı cevaptır adeta. Bir yanı balçığa batması ama öte yanıyla Allah’ın ‘ruhumdan üfledim’ dediği eşref-i mahlûkat olan insanın yüreğine temas etme kabiliyetiyle ruha ‘uçmasıyla’, aynı insanın kendisi gibidir sinema… Bir yanıyla esfel-i safilin’e, öte yanıyla da ahsen- i takvim’e bakar. Sinema, Batı düşüncesi ve sanatının kriz noktasında ortaya çıkmış bir sanat olarak, insanlığın ‘yeni söz’ arayışının, yani karanlığın zirvesinde gerçekleşmiş bir doğum anının ismidir. Bir yandan içinden çıktığı karanlığın unsurlarını ‘bedeninde’ barındırır; öte yandan içine açıldığı ‘yeni söz’ün aydınlığını ‘akleden kalbinde’ ifşa eder. Bu ikili yapısıyla köprü vazifesi görür. Şiirin, hikmetin ve giderek hayatın kaybını ifşa ederken, kaybolanların nasıl aranacağının ve bulunacağının ipuçlarını verir.” 
Türkiye’de 2019 yılında 147’si yerli 260’ı yabancı toplam 407 film gösterime girmiştir. Dram ve komedinin yanında biyografik filmler izlenme sırasında ilk sıraları almışlardır. Türkiye’de İslamiyet ile ilgili çekilen filmler yok denecek kadar az iken dini tema ve olgular kullanılarak cin,dabbe, büyü vb. korku temalı, kalitesiz ve sanat değeri düşük filmler gösterime girmektedir. 
 
Maalesef Mustafa Akkad’ ın yönettiği ve 1976 yılı yapımı Çağrı filmini gişe ve kalite olarak geçebilecek herhangi bir yapım söz konusu olmamıştır. Mustafa Akkad anlatılacak tüm hikâyeyi bir iki filmde anlattı da başka hikâye kalmadı diyebilirsiniz. Ancak sevabı ve günahı ile Çağrı filmi Müslümanların İslamiyet hakkındaki tek kült filmidir. 
 
 
Halka açık ilk sinema gösterimi 28 Aralık 1895’de Paris’te yapılmıştır. Din konulu ilk film 1898’de çekilen Aziz Antoniounun Baştan Çıkarılışı filmidir. İkinci dini film ise 1903’de çekilen İsa Mesih’in Hayatı ve Çilesi isimli 44 dakikalık bir filmdir. Bugüne kadar Hz. İsa’yı dolaylı veya direkt anlatan 220 ye yakın, Hz. Musa’yı anlatan 80’den fazla film dünya sinemalarında gösterime girmiştir. 
 
Dünyanın farklı ülkelerinde gösterime girebilen, sadece Hz. Muhammed(S.A.V) ve onun dönemine ışık tutan uluslararası yapımlar ise şunlardır: 
Çağrı,1976. ABD, 
Muhammed Hatem’ül Enbiya, 2002, ABD (Animasyon) Fecr’ul İslam,1971,Mısır, Bilal,2015,B.A.E.(Animasyon) 
Muhammed Resulullah,2015,İran. 
Unuttuğumuz veya ulaşamadığımız başka filmler olsa bile sayı bir elin parmaklarını geçmeyecektir. 
 
Peki, problem neredeydi? 45 yıldır sinema, teknoloji ve sanatta üstüne koyarak ilerleyen bir endüstri iken Müslümanlar, İslamiyet ile direkt alakalı filmlerde neden başarılı olamamışlardı. Ya da bir tebliğ aracı olarak sosyal medyayı kullandığını iddia ederek kiliseyi bile kıskandıracak bir gücü ortaya koyabilmişken sinemada Çağrı filmini neden geçememişlerdi? 
 
Sadece Türkiye’nin değil tüm İslam aleminin temel problemi sanata karşı ön yargı olabilir mi? Bizce olamaz-olmamalı-. 
 
Geleneksel sanatın her türlüsünde Müslümanca eserler üretmedeki maharetimiz başta İstanbul olmak üzere tüm İslam başkentlerinde en azından mimari olarak kendini ortaya koymamış mıydı? Müzikte, resimde, mimaride ve edebiyatta söz sahibi olmuş bir maziye sahip bu topluluk söz konusu sinema olduğunda neden hala emekleme aşamasındadır. Bu büyük endüstrinin kurallarının Müslümanlarca koyulmamış olması ve sadece eğlence aracı olarak kabul görmesi gibi bahaneleri bir kenara bırakarak Müslümanca filmler ortaya koymaya çalışan ve bu konuda en büyük tepkiyi yine Müslümanlardan alan İranlı Yönetmen Mecid Mecidi’den bahsetmemiz gerekir. 
 
Yirmiye yakın filmde yönetmen veya senarist olarak görev almış bu adam İranlı ve Şii. Şii denilince ortaya koyduğu birçok eser daha şimdiden ön yargı ile veya nefretle görmezden gelinebilir. Ehli Sünnet olduğunu iddia eden yönetmenlerin çabası ve ortaya koyduğu filmlerin Müslümanlara ne kadar katkı sunduğu başka bir tartışmanın konusu olmalıdır. 
 
“Risalet devam etseydi tebliğ sinema üzerinden yapılırdı” diyen Mecidi, yönetmenliğe 1992’ de. Baduk film ile başlamıştır. Babaları ölen iki çocuk Suudi kaçakçıların kıskacında kalıp zengin müslümanlara satılma tehlikesi yaşamaya başlarlar. Film çok sayıda ödül almakla birlikte çeşitli sansür baskılarına da maruz kalır. Hidayet ve irfan yolunun yolcusu olmak için ilk duraklardan biridir bu film. 
Takvimler 1996 yılını gösterdiğinde Baba filmiyle her filminin merkezine yerleştirdiği aile kavramını ön plana çıkarır. Babasının ölümü üzerine başka bir kente çalışmaya giden 14 yaşındaki Mehrollah, uzun bir süre sonra geri döndüğünde annesi bir polis ile evlenmiştir. Bu durumdan hoşlanmayan genç çocuk, annesi ve üvey babasıyla çatışma içine girecektir. Sinemasını empati, vicdan ve iyi bir mümin olma üstüne bina eden Mecidi, bu filminde de görünenin ötesine geçmenin farklılık yaratacağını gösterir. 
 
 
Çıkış yaptığı ve ismini duyurduğu ilk film ise 1997 yılında çektiği Cennetin Çocukları filmidir. İki kardeş olan Ali ve Zehra’nın duygu yüklü öyküsünde tek çift ayakkabıyla sabahçı ve öğlenci olarak okul hayatlarını sürdürmek zorunda kalan iki çocuğun yaşam mücadelesi resmedilir. Türkiye’de de en tanınan Mecidi ve İran filmi olan Cennetin Çocukları, Uluslararası festivallerde çok sayıda ödül almıştır. Dram ve çocukluğa ait çaresizliği ustaca yorumlamıştı. 
 
1999’da çektiği Allah’ın Rengi (Cennetin Rengi olarak Avrupada ve Amerikada gösterime girmişti.) Tahran’da körler okulunda eğitim gören Muhammed’in babası tarafından zoraki olarak yaz tatilinde alınıp köylerine götürülmesi sonucunda doğa ve aile birlikteliğinde yaşadıkları yine oldukça duygusal bir zeminde resmedilir. Muhammed’in babası karısı öldükten sonra yeni bir evlilik yapmak ister. Ne var ki kör bir çocuğu olduğundan evlenmek istediği kadının ailesi kızlarının onunla evlenmesini istemezler. Çocuğuna yabancılaşan baba, çareyi Muhammed’i kısa sürede okula geri götürmek istemekte bulur. Muhammed’in buna karşı verdiği mücadele, dünyayı anlamlandırma, kendisini var etme isteği yönetmen tarafından inançla açıklanır. Filmde suçlu ya da suçsuzdan ziyade yaratıcının gölgesinden uzaklaşanlar ve ona sığınanlar vardır. Yönetmenin duyguları vermedeki başarısı, İran dışında da filmin ilgi görmesine vesile olmuş, özellikle ABD’de en çok izlenen yabancı filmlerden birinin Allah’ın Rengi olmasını sağlamıştır. 
 
2001 yapımı Baran‘da yönetmen kısmen aile kavramından sokağa, biraz da olsa şehir hayatına yüzünü döner. Mecidi Sineması incelendiğinde Mecidi’nin en gerçek, en toplumsal filmi sayılabilecek Baran‘da İran’ın en önemli toplumsal problemlerden biri olan Afgan mülteci sorununa farklı bir açıdan da olsa eğildiği görülür. Onların var olma mücadelesi, İranlı çalışan sınıfın onlara bakışı aralarından olumlu olumsuz iletişimler resmedilir. 
 
Söğüt Ağacı filmini 2005’te çeken MecidiAllah’ın Rengi‘nde gözleri görmeyen küçük Muhammed’in yaşamına odaklanırken bu kez 40’larında bir edebiyat hocası olan Yusuf’u gözleri görmez olarak karşımıza çıkarır. Yusuf’un gözleri 8 yaşında görmez olmuş, bütün hayatını gözleri görmeden inşaa etmiştir. Evlenmiş, çocuk sahibi bir profesör olarak hayatını sürdürüyordur. Nice dua dolu geceden sonra gözlerinin açılma olasılığı ortaya çıkar. Paris’teki ameliyatta gözleri açılıp da İran’a döndüğünde, gözlerinin bu dünyayı görmesinin meziyet olmadığı gösterilir. Artık beğeni kıstasları oluşmuş, eşini beğenmeyen, iyiliğe kayıtsız, dünyevi hayatı önemseyen bir bireye dönüşmüştür. “Dünyanın rengine kanmış”tır Yusuf. Mecidi bu filminde hemen her filminde var olan İslam’dan uzaklaştıkça olumsuzlaşan birey tipolojisi ile karşımıza çıkar. 
 
2008 yapımı Serçelerin Şarkısında, kırsalı anlatmayı sürdürürken kısmen şehri de sinemasına katar. Devekuşu terbiyecisiyken işsiz kaldığı için Tahran sokaklarında motoruyla taşımacılık yapmaya başlayan Kerim’in dönüşümünü anlatan film, kırsaldayken temiz ve içten duygular besleyen Kerim’in modern şehir hayatı içinde yalanı, hırsızlığı, bencilliği keşfetmesini resmeder. Yönetmen kırsal hayatı ve aile yaşantısını başarılı bir atmosfer yaratımıyla resmederken, filmin önermesi son derece basittir: “Ne ekersen onu biçersin”. Mecidi, Kerim’in dönüşümünün bedelini, eve şehirden toplayarak getirdiği eşyaların üstüne yıkılmasıyla bu malların ona hayır getirmeyeceğini göstererek ödetir. 
 
Dünyevi hayatın beyhudeliği, İslam’ın güzel ahlakı, yanlış yapanların cezalandırılmaları, duygusal melankolik hal sıklıkla kendini tekrar eder. Mecidi’nin sinemasında nasıl anlattığından daha mühim olan ne anlattığıdır. Hikâyeye yaslanmış bir sinema anlayışı onun sinemasının temel dayanağıdır. 
 
Mecidi’nin sinemaya yaklaşımı ise şöyle: “Ben bunu tasavvufi yahut irfani sinema olarak değil fıtrat sineması; yani insaniyeti, aşkı, adaleti ve sevgiyi mesele edinen sinema olarak görüyorum. Çünkü bunlar Allah’ın insanların içine yerleştirdiği duygular. Bütün sanat dallarında da ben buna yakın olmanın gerektiğine inanıyorum. Çünkü bu hem fıtrat dili, hem Kur’an dili, hem de sanat dili. Biz her sanat dalında bunu başarabilirsek herkese ulaşabiliriz.” 
 
Gelelim 2015 yapımı Muhammed: Allah’ın Elçisi filmine 30 milyon dolar bütçe ile İran sinemasının en pahalıya mal olmuş filmi. Suudi Arabistan ve Mısır tarafından gösterimi yasaklandı. Hazırlığı ve çekim süreci yaklaşık yedi yıl sürdü. İran devletinin desteklediği en önemli filmdi. Türkiye’de yapılan gösterimler sonucunda tartışma iki kutupta yoğunlaştı. Peygamber efendimizin(S.A.V) çocukluğu da olsa bedenen tasvirinin yapılmasının yanlışlığı (Mecidi, birçok röportajında tasvirin olmayacağını söylemesine rağmen), ve Irak, Suriye ve Yemen’de devam eden Şii-Sünni tartışmalarında İran Devleti için propaganda malzemesi olarak kullanılacak bir yapım olması. 
 
Sinematografik olarak üst düzey kalitede olan bu film bile içerikten kaynaklanan hatalar nedeniyle yoğun tepkiler almıştır. Mecidi, ilk defa tarzının dışına çıkarak en büyük hayali olan bu üçleme filmin daha ilkinde Müslümanlar tarafından linç edilmiştir. Her ne kadar Türkiye’de film gösterimi yasaklanmasa da başta diyanet olmak üzere birçok ilahiyatçı filmi yerden yere vurmuştur. 
 
Sinema günümüz dünyasının en önemli tebliğ aracıdır. Bunu kullanma yolunda ortaya konulan her eserden aynı kalite ve etkiyi beklemek doğru değildir. Bu İslam tarihini yalan yanlış bilgilerle paylaşma anlamına da gelmemelidir. Ama Müslümanlar olarak yabancısı olduğumuz sinema dünyasında atılan en küçük adımı bile özenle ve dikkatle takip etmeli gereken ilgi ve alakayı göstermeliyiz. Bir endüstri veya eğlence aracı değil Peygamberin misyonuna uygun bir şekilde yeni ve güçlü bir dil oluşturmalıyız. Henüz geç kalmış değiliz ancak Muhammed: Allah’ın Elçisi filminin üzerinden 5 yıl daha geçti, Müslüman yönetmenlerin ve sinemacıların İslamiyet’i veya Hz. Muhammed’i anlatacak yeni bir filme cesaretleri kalmış mıdır? 
 
Kaynakça: 
 Ünal, Asife . "Uyumlu Bir Dünya İnşası Bağlamında Sinema ve Din İlişkisi: “Life of Pi” Örneği". 
 International Journal of Sport Culture and Science 3 / Special Issue 4 (Eylül 2015): 567-583. Yorulmaz, Bilal . "1896’dan Günümüze Hollywood’un Kötü Adamları: Müslümanlar". Medya ve Din Araştırmaları Dergisi 1 / 1 (Haziran 2018): 33-47 . 
http://www.ydh.com.tr/HD2664_mecidi--musluman-sanatcilarin-sorumlulugu-cok-buyuk.htmlOylum,Rıza-Sivaslıoğlu Kemal, “Ortadoğu Sineması” Kasım 2011. 
Gülşen,Enver.”Sinemanın Kökleri”,İnsanart Yayınları,2016. 
Bu yazı toplam 2372 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.