“Ah Büyük Hata, Büyük Hata” / Köşe Yazısı - Bilal AKGÜL

1.01.2017 15:34:16
Bilal AKGÜL

Bilal AKGÜL

 “Ah Büyük Hata, Büyük Hata”

İslam tarihinde savaşa ve katllere varan fikri tartışmalar eksik olmamıştır. Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim: Sonu çoğu kez bölmeye götüren, ayrılık tohumlarını eken, fitne ateşini körükleyen tartışmaların temelinde hırs–ihtiras gelmektedir. Bu durum devletler açısından da, toplumlar açısından da böyledir. İslam toplumlarını paramparça eden, birbirine düşman kılan ana unsurun fikri ayrılıklardan çok ihtiras olduğunu düşünüyorum.

Baksanıza İŞİD’e… Ya da Haşdi Şabi’ye… Sonra motivasyon kaynaklarına… İslam dünyasının birliğine dinamit koymalarına çok rahat bir şekilde meşruiyet kazandıracak şer’i(!) delil bulabilmekte, karşı tarafı küfürle itham edebilmekte, savaş ilan edebilmektedirler. Bunun geçmişten gelen o kadar çok örneği var ki. Girmeyelim.

Sosyal medya nerede ise bir savaş-fitne-iftira meydanına dönmüş. Biribirini duymadan, görmeden, dinlemeden en uç ithamların kol gezdiği bir savaş meydanı.  Normal bir sesle rahat bir şekilde birbirinizi duyabileceğiniz ve sosyal münasebetinizin olduğu bir meslektaşınız heybesindeki taşları facebook üzerinden atma tercihinde bulunabiliyor… Bir nefes kadar birbirinize yakın iken.

Altını çizme gereği duyuyorum: İslam tarihinin her döneminde belimizi kıran darbelerin temelinde kişisel ihtiraslar gelmektedir. Bağdat’ı harabeye çeviren, Endülüs’ü batıla yem eden şey aynı şeydir: Kişisel ihtiras.

Tabi ki eleştiri olacak. Barikai efkârdan mukaddeme i hakikat doğar. Eyvallah. İyi de fikrimizle uyuşmadığı için, kabullerimize aykırı geldiği için küfürle, sapkınlıkla itham etmek medeniyetimizin neresine tekabül eder. Eleştiri ahlakı, sanırım bu aralar en çok dikkat etmemiz gereken bir hususlardan biri. Kendi üslup yanlışlığının gerekçesi olarak karşıdakinin üslubunun yanlışlığını göstermek nasıl bir şey... Pes doğrusu.

Bir de mezar kazıyıcıları var. Ya da müflis tüccarın geleneğini ihya eden…

İslam dünyasının her bakımdan altın çağını yaşadığı dönemlere bakıldığında görülen şey ihtirasların, kişisel hırsın yansımalarının belli bir düzeyde tutulabilmesidir. Fikri düzeyde kalan tartışmaların zenginlik olarak görülmesi, belki de hâkim medeniyet olmamızın temel gerekçelerinden biridir.

Cumhurbaşkanımızın yeni yıl münasebetiyle yaptığı açıklama ile bizlerin gündemini karşılaştırdığımızda ürkmemek, dehşete kapılmamak elde değil:

"İçinden geçtiğimiz dönemin adını doğru koymak gerekiyor. Türkiye, son yıllarda yeni bir istiklal harbi vermektedir. Milli birliğimiz, toprak bütünlüğümüz, kurumlarımız, ekonomimiz, dış politikamız, velhasıl devlet olarak bizi ayakta tutan tüm unsurlarımız büyük bir saldırı altındadır. Terör örgütleri, bu mücadelenin sadece görünen yüzleri ve maşalarıdır. Biz, asıl bu örgütlerin gerisindeki güçlerle mücadele halindeyiz.”

Cumhurbaşkanımızın bu açıklamasından saatler sonra İstanbul Ortaköy’de patlama meydana geldi ve 39 insanımız hayatı kaybetti.

Peki, kanaat önderlerimizin ve bizlerin gündeminde ne var?

Ayıptır, günahtır, vebaldir.

Ülke olarak ciddi imtihanlarla karşı karşıya iken pire kanının abdesti bozup bozmadığı tartışması, meleklerin cinsiyetinin tartışma konusu yapılması vebaldir. Bir bilginimizin ifadesi ile “Bir evde yangın varken -iyi dikkat edin- seni namaza ve Allah’a dua etmeye çağıran kimsenin daveti haince bir davettir. Başkasının işi onun umurunda değildir. Kutsal olsun olmasın; bu durumda yangını söndürmeyle ilgilenme dışındaki her ilgi, eşekçe bir ilgidir”.

İçimize sinmiş, iliklerimize kadar yerleşmiş ur ile ilgili çok da bir gündem oluşturma, somut bir adım atma, bir insana dokunma gereği duymazken, toplum olarak birliğimize halel getirecek her konuda ahkâm kesebiliyor, hüküm verebiliyoruz. El insaf.

İki hikâye ile meramımı anlatmak istiyorum.

Birincisi Endülüs’le ilgilidir.

Gırnata emirliğinin son sultanı Ebu Abdullah (12. Muhammed) şehrin anahtarlarını savaşmadan İspanyol kral ve kraliçesine teslim ettikten sonra artık bu şehirde kalamayacağını anlar ve maruz kaldıkları baskılar sonucu şehri terk etmek zorunda kalırlar.

Bir günbatımı vaktidir. Güneş, yapımı neredeyse 250 sene sürmüş, ilmek ilmek işlenmiş ve her köşesinde Yüce Yaradan'ın adının zikredildiği Elhamra Sarayı’na ve Gırnata ’ya Endülüslülerin sancaktarlığında son kez vurmaktadır.

 Devletin son hükümdarı, şehre hâkim bir tepenin başında durur, son bir kez arkasını döner ve gözlerinden ilk damlalar düşerken, ona söyleyebilecek en ağır sözü hemen yanı başındaki annesi söyler;

“Ağla oğlum ağla... Erkekler gibi savaşmadın şimdi otur kadınlar gibi ağla.

Erkekler gibi savaşmadın şimdi sana kadınlar gibi ağlamak yaraşır.”

2 Ocak 1492 itibariyle şehrin anahtarları verilmiş ve devamında bu hazin hikâyeler tarih sayfalarında yerini almışken, şehri terk etmek istemeyen son Endülüslerin dillerinde ise şu dizeler vardı;

“Kendi yurtlarında Bey idiler,

Şimdi küfür ülkesinde uşak,

Ululuğun görkemli yükselişinden,

Uçuruma yuvarlanan bu halka acıyan yok mu?

Nerdesiniz! “

Sonrası çok daha trajiktir. Zorla din değiştirmeler. Toplu katiller ve sürgün.

İkincisi Harezm ülkesi ve Moğollarla ilgili…

Harezm ülkesinin önemli bir kısmını ele geçiren Cengiz Han, Celalettin Harzemşah’ın annesi başta olmak üzere ailesini de esir alır. Sarayında aileyle görüşen Cengiz Han, elde ettiği zafere karşılık Harzemşah’ın ailesinin askerlerine şarkı söyleyip dans etmesini ister. Cengiz Han’ın ciddiyetini gören Harzemşah’ın ailesinin dilinden şu mısralar dökülür:

“Yeryüzünde güzel bir yer vardır,

Adı Harezm’dir.

Harezm’in büyük sultanı,

Dünyayı fethedendir.

Zenginlik ve ihtişam içinde yaşarlar.

Ah büyük hata, büyük hata…

Doğudan gelen yaban ateşi,

Bağ, bahçe ve şehirleri yakıp kül etti.

Halk gözyaşlarıyla ateşi söndürmeyi düşledi.

Ancak öfkeli bir kılıç söndürür şeytanın ateşini.

Ah büyük hata, büyük hata…”

Endülüs’ün son parçası olan Beni Ahmer’in düşmesi sürecinde bırakın şehir ve kasabalardaki ayrılığı, fitneyi, ülkeyi yöneten ailenin bile paramparça olduğunu ben söyleyeyim, gerisini siz anlayın. Bu durumun bir benzeri Harezm için de geçerlidir.

Bizlere düşen bu kırılma döneminde fitne ateşine odun taşımak değil, su taşımaktır. İbrahim(as)’in ateşine su taşıyan karınca misali. Vesselam.

Bu yazı toplam 2151 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.