İSLAMİ EĞİTİM / NAKIB EL-ATTAS

30.05.2015 12:34:38
İSLAMİ EĞİTİM / NAKIB EL-ATTAS

 
İSLAMİ EĞİTİM -Nakıb El-Attas (1)
 
Eğitim bir ferdin kişiliğinin tüm gelişimine yardım eder, öğretim ise yalnızca bir fert veya gruba bir takım görevleri verimli olarak yerine getirmesini öğretir. Belirli eğitim alanlarında uzmanlaşan kişiler için iyi öğretim görmüş diyebiliriz; fakat onları iyi eğitilmiş olarak göremeyiz. Öte yandan kendisine, ailesine, komşularına, hatta eşine ve çocuklarına karşı sorumluluklarını bilen, bunları yerine getiren veya aynı zamanda dürüstçe geçimini sağlayacak ve temiz bir hayat sürecek kadar temel bir bilgiyi elde eden kişi eğitimli bir insan olarak nitelendirilebilir.
İyi bir insan mükemmel bir insan demek değildir. Kimse mükemmel olarak görülemez; zira insan kişiliğinin gelişmesi için bir son yoktur.
Eğitimli bir insanın bakış açısı sabit değildir. Aksine değişir ve olgunlaşır; çünkü o prensipleri pratiğe aktarır ve bakış açısı tecrübe ile zenginleşir.
Eğitim, temel değerler ve kurumlar içinde faydalı olanların tümünü koruyarak, bunları bir sonraki nesle aktararak ve bozulma, durgunluk veya değerlerin kaybı ortaya çıktığında kültürü yenileyerek toplumun temel yapısını korur.
Laik-modernistler eğitimi, insana bu maddi dünyada iyi yaşaması için yardımcı olan bir süreç olarak kavrarlar. Bunlar köklü, eşsiz, değişmez, ahlaki veya ruhi değerlere inanmazlar.
Hümanistler bize vahyedilen bilginin verildiği yolundaki kavramı inkar ederler. Eğitimi, devamlı bir zihinsel, duygusal ve ahlaki gelişme süreci olarak, insana farklı bakış açılarının birbiriyle ilişkisini görmede yardımcı olan meziyete bir giriş olarak kavrarlar.
Din(İslam) her şeyi kuşatan bir insani değer ve eğitim için her şeyi içine alan bir hedef sağlar. Bu değer istikrarlıdır; çünkü değerler sürekli olarak zaman ve zemin içerisinde göreceli bir çerçevede anlaşılan Tanrı’nın mutlak niteliklerinden çıkarılan mutlak olarak görülür.
Dine göre bu hedef insana vahyedilir ve bu yüzden tarafsız bir konumu vardır. Bu hedef sayesinde Cahiliye devri Arapları gibi bedevi insanları, dünyanın en gelişmiş, medeni ve kültürlü insanları durumuna getirmiş, mükemmel karakterli ve üstün yetenekli fertler haline evirmiştir.
İslam, bu hedefi dünyada en dengeli, kapsamlı ve kavranabilir kıldı. İnsan potansiyel olarak Allah’ın yeryüzündeki vekilidir. İnsanoğlu kendisini iyi bir insana dönüştüren ve aynı zamanda bilge bir efendiye çeviren bilgeliği elde etmelidir. Bu bilgeliği kazanmada insana yardımcı olan süreç eğitimdir. Bu yüzden kapsamlı bir süreçtir; zira duygu, zihin ve duyu ile ilgili fakülteleri aynı zamanda eğitir.
İnsan bu hayatı kendi içinde bir amaç olarak değil, öte dünyada daha iyi bir hayata götüren bir süreç sayacaktır.
İslam’da eğitimin amacı iyi bir insan meydana getirmektir. İslam’da eğitim kavramının tabiatında var olan temel öge edebin aşılanmasıdır. Burada edepten kastettiğimiz; geniş anlamıyla aranılan iyilik niteliğini aşılayarak bir insanın manevi ve maddi hayatını kuşatır.
İslami eğitimin zayıflamasının sebeplerinden biri; İslam’a yabancı kültürel ve entelektüel ögelerin büyük ölçüde sızmasıyla karşı karşıya olduğudur; fakat sebeplerin dış kaynaklardan türediğini söylemek kısmen doğrudur. Buna karşın iç sebepler, dış sebeplerden önce gelir; çünkü ilkinin ikinci üzerine önceliği vardır.
İçinde bulunduğumuz meselenin iç sebeplerine gelince; temel problemler benim kısaca edebin kaybı diye adlandırdığım tek bir açık bunalıma indirgenebilir. Burada disiplin kaybını kastediyorum. Beden, zihin ve ruhun disiplini, insanın kendi nefsi, toplum ve cemaatle ilişkisine göre konumunun tanınması ve anlaşılmasını sağlayan bir disiplin…
Edebin kaybı adaletin kaybını ima eder ki; bu da sonuçta bilgide karışıklığı ortaya koyar.
Özetle, düzgün sıraya koyduğumuzda, bu günkü genel meselemizin sebepleri şunlardır;
1)Bilgideki karmaşıklık
2)Cemaat içinde edebin kaybı
3)İslam cemaatini düzgünce idare için gerekli şartları taşımayan, İslami liderlik için lazım olan yüksek ahlaki, zihni ve ruhi standartlara sahip olmayan liderlerin yükselişi.
Genel meselemizin bütün kökleri birbirine bağlıdır ve bir kısır döngü içinde işlerler. Ancak baş sebep, bilgide karmaşıklık ve hatadır. Bu kısır döngüyü kırmak, bu öldürücü problemi halletmek için öncelikle edebin kaybı problemiyle ilgilenmek zorundayız, çünkü edep ön şartı olmaksızın bilgiyi arayan ve kendisine verilen kimseye doğru bilgi öğretilemez.
Bilgiye, saygı ve alçakgönüllülükle yaklaşılmalı. Bilgi, niyet maksat ve kapasiteye bakmaksızın herkesin elde edeceği bir şeymiş gibi basitçe kazanılmaz.
Cemaat içerisinde edebin kaybının en tipik belirtisi zaman zaman Müslüman zihniyetinde yeşeren ve onun toplumda uygulanan düzeylenme sürecidir. Düzeylenme ile herkesin zeka ve tavırda aynı düzeye gelmesini kastediyorum. Eyleme yansıyan bu zihin ve tavırla ilgili süreç, kendilerinin ve benzerlerinin güçlenmesi için meşru otoriteyi (Hz. Peygamber’de zirveye ulaşan bir ihtiyaçlar hiyerarşisi) ve geçerli hiyerarşiyi yıkmak isteyen ve üst düzeydekini bir alt düzeye, sonra daha da alt düzeye indirerek bunu örnekle gösteren kötü liderlerin teşviki ile ortaya çıkar. Bu cahili kibir ve dik başlılık çizgisi ve meşru otoriteyi tehdit ve küçük düşürme eğilimi İslam tarihinin bütün dönemlerinde kendisini göstermiştir.
Bunların geçmişi kavrayışları insan evrimi, tarihi gelişim ve laik bilim konusundaki batılı fikirlerce etkilenmiştir. Hakkında hiç bilgileri olmaksızın kapılarını laikliğe açtılar, böylece takipçilerinin kendi görüşlerini laik kalıplara uyarlamaları fazla sürmedi. Bizim problemimize adil bir çözüm aramada ferdi vurgulamak önemlidir. Eğer fert olarak Müslümanlar, İslam ve dünya görüşü konusunda bilgisiz ve habersizlerse ve artık iyi Müslüman değillerse, bu durumda ümmet ve İslam devleti nasıl tasarlanacak ve kurulacak?
Biz değişen uzunluk, şekil, renk tonu ve büyüklükteki çok sayıdaki mum gibiyiz. Bunların yapıldıkları yağ özde aynıdır, yaktıkları ateş de yine aynıdır; lakin alevin büyüklüğü, her birinin yaydığı ışık, güç ve büyüklük olarak aynı değildir. Mumun değerini, verdiği ışıkla ölçtüğümüz gibi insanı da bir başkasından üstün olduğu zekası, erdemi ve irfanı gibi özellikleriyle değerlendiririz. Edep, insandaki bu tür ışıkların tanınması ve kabul edilmesini sağlar.
Müslümanları İslam’dan uzaklaştırmada ve Batı sömürgeciliği ve hakimiyetinin üstün olduğu durumlarda Batılı yöneticiler ve sömürge uzmanları, ilkin ırk ve geleneksel kültürün vurguladığı laik bir eğitim sistemi kurarak Kur’an-ı Kerim ve yerel dil arasındaki kurumsal bağlantıyı kapadılar. Müslüman zihniyetinin İslam’dan uzaklaştırılmasında kullandıkları epistemolojik silahlar her zaman aynıdır ve bunlar onları doğuran ve besleyen laik felsefe ve bilimin altında yatan prensipler yanında antropoloji, sosyoloji, dilbilim, psikoloji ve eğitim prensip ve metotlarıdır. Eğer bu bilimlerin özünde yatan prensip ve yöntemler zararsız olduğu ispatlanan bir tür “İslamileştirici” formülden geçirilmezse, bu durumda şimdi olduğu gibi, cemaatin İslam mutluluğuna zararlı olmaya devam edecektir.
Zamanımızda edebin kaybını sürdüren ve yalnızca sürdürmekle kalmayıp aynı zamanda onun sakatlayıcı etkisini pekiştiren ve çağdaş Müslüman nesilleri arasındaki iğrenç yayılışını yoğunlaştıran grubun aslında bizim gerçek liderimiz olmadığını görmeliyiz. Geçmişin gerçek liderlerinin düşüncelerini gayretle incelemek bizim vazifemizdir. Mazinin büyüklerinden onların bilgisini ve bilgeliğini öğrenmek zorundayız. Onlar zor yolları aydınlatan meşaleler gibidir, yollarımızı aydınlatmaları için elimizde bu meşaleler varken basit mumlara ne gerek var.
 
Din Bilgisi ve Eğitimi
 
Çağlar boyunca insanın karmaşası arasında birçok tehdit ortaya çıkmıştır; fakat hiçbiri insan için Batı uygarlığının getirdiği bugünkü tehditten daha ciddi ve yıkıcı değildir. Çağımızın gizlice yükselen en büyük tehlikesi bilginin tehdididir, bilgisizliğin zıddı olan bilginin değil, Batı uygarlığının anladığı ve bütün dünyaya yaydığı bilginin tehdidi… Ayrıca hayvan, bitki ve madene bunalım getiren yine odur. Şekillenen ve yayılan şey bu uygarlığın karakteri ve kişiliği ile aşılanmış bilgidir.
Batı uygarlığı dinin temel doğrularını boş kuruntular olarak görür, mutlak değerler inkar edilir, izafi değerler tasdik edilir, hiçbir şey kesin olmaz; buna tek istisna hiçbir şeyin kesin olmayacağının kesin olmasıdır.
Batı kültür ve uygarlığının özünü, ruhunu, karakterini ve kişiliğini oluşturan öğeler şöyle belirtilebilir:
-İnsana hayat boyunca yol göstermesi için yalnızca insan aklına güvenme,
-Düalist gerçeklik ve doğru görüşünün geçerliliğine yapışma,
-Laik bir dünya görüşü taşıyan varoluşun yavaş yavaş kaybolma görüşünü gerçekliğini tasdik,
-Hümanist doktrinini benimseme
-Drama ve trajediyi insan mizacının ve varlığının gerçek ve hakim ögeleri kılan, iç hayatında drama ve trajedinin sözde gerçekliğine imrenme…
 
 
İnsanın Tabiatı
 
İnsan ikil bir tabiata sahiptir, o hem ruh hem de bedendir, fiziki varlık ve ruhtur. İnsanın amacı Allah’a ibadet etmektir, görevi ise; Allah’ın kendisi için yarattığı öz mizacına uygun bir biçimde Allah’a boyun eğmektir.
Fakat insan unutkanlıktan ibarettir, kendisine ahd edildiğini unuttuğu için insan olarak adlandırılır. Unutkanlık insanın teslim olmamasının nedenidir ve bu ayıplanacak huy onu haksızlığa ve bilgisizliğe saptırır. Ancak Allah onu doğru görüş ve kavrayış, doğruluktan zevk alma, doğru konuşma ve iletişim yetenekleri ile donattı ve parlak bir kadere ulaşmaya çalışması için yapması gerekli olan fiilin yönüne göre doğru ve yanlışı ona gösterdi. Seçim ona bırakılır. Üstelik Allah doğruyu yanlıştan, gerçeği sahteden ayırt etmesi için ona zeka verdi. Buna rağmen zekası onu yanıltabilir diye eğer samimi ve gerçek mizacına bağlı ise Allah hakka ve doğru davranışa erişmesinde yardımcı olması için kendi kerem, rahmet ve inayetinden ona rehberliğini ihsan eder.
İnsan bir haksızlık yaptığı zaman kendisine haksızlık eder ve haksızlık insanın kendi nefsine karşı işlediği bir durumdur. Eğer insan bir insan olarak kendi varlığında hayvani ve şehevi ruhunun galip gelmesine izin verir ve sonuçta Allah’ın yasakladığı ve hoşnut olmadığı amelleri işlerse veya tümüyle Allah inancını inkar ederse, bu durumda akli bir ruh olarak Allah ile yaptığı sözleşmede tanıdığı Allah’ın Rab’liğini böylece kabul etmemiş olur. Kendi sözleşmesini, Allah’la olan ferdi anlaşmasını bozar.
Adaletsizlik bir şeyi kendisinin olmayan bir yere koymaktır; bir şeyi yanlış yerleştirmektir, yanlış ya da hatalı kullanmaktır, ortayı ya da sınırı aşmak veya onlara erişememektir, zarara girmektir, doğru yoldan sapmadır, doğru olana inanmamaktır veya doğru olduğunu bildiği halde doğru olan şey hakkında yalan söylemektir.
Adalet bir şeyin ya da olacak bir şeyin gerçek ve doğru konumunun bilgisidir, haksızlığın karşısında hakkın, ortanın veya sınırın, zararın karşısında ruhi kazancın, yanlışın karşısında doğrunun bilgisidir. Hatta bilgi örneğinde bile insan adaletli davranmalıdır. Yani onun yararlılık sınırını bilmeli ve sınırı aşmamalı, gerisinde kalmamalı, kendisine olan faydasına göre türlü öncelik sıralarını bilmeli, nerede duracağını, ne kazanabileceğini, ne kazanılmayacağını kestirmelidir.
Hangi bilgiyi nereye, nasıl koyacağını bilmek bilgeliktir(hikmet). Aksi halde düzensiz bilgi ve disiplinsizce bilgi peşinde koşma karmaşaya dolayısıyla kendine zulme götürür.
Mutluluk insandaki fiziki varlıkla hayvani ruhla ya da insan bedeniyle ilgili değildir. Nihai doğrunun kesinliği veya bu kesinliğe uygun olarak amelin gerçekleşmesiyle ilgisi vardır. Kesinlik ise insandaki kalıcılığa karşılık gelen ve kalp adıyla bilinen ruhi organı tarafından algılanan sürekli bir durumdur. Mutluluk güvenliktir, kalbin sükunetidir, o bilgidir ve dolayısıyla uygun yerini ve Yaradan’la doğrudan ilişkisini bilmektir. O “adl” yani adalet diye bilinen bir durumdur.
Sonuç olarak, kendi bütünlüğü içinde insan dinin gerçekleştiği yerdir (mahal ve mekan) ve bu şekilde o bir şehir (medine), bir eyalet, bir kozmopoldür. Gerçek tabiatında o kendi şehrinin sakini, kendi minyatür krallığının vatandaşıdır. İnsanın büyük evrendeki küçük evren şeklinde temsili kavramı, -onun nefsinde oluşunda ve varlığında adil düzenin iyice kurulmasından sorumlu önemli olan –bilgiyle ve onun eğitimindeki bilginin düzenlenmesi, öğretilmesi, aşılanması ve yayılmasıyla ilgili olarak çok önemlidir.
 
 
 
Bilginin Tabiatı
 
Bütün bilgi Allah’tan gelir. Eylemimizi sınıflandırmak maksadıyla insan iki ruhu olan ikil bir tabiata aitse, aynı şekilde bilgi de iki tür deriz; biri ruh için gıda ve hayattır, diğeri ise faydacı hedefler peşindeki insanın bu dünyada kendisini onunla donatabileceği erzaktır.
İkinci tür bilgi bilimsel bilgiye (ulum) işaret eder. Deney, gözlem ve araştırmayla elde edilir; mantığa ve çıkarıma dayalıdır ve pratik değeri olan nesnelerle ilgilidir.
İlki rehber olarak bize gerekli olan tarafsız gerçeklerin bilgisidir. İkinci ise kullanmamız ve anlamamız için kazanılan ölçülebilir (kesbi) ve kavranabilir verilerin bilgisidir. İnsanın bakış açısına göre, her iki bilgi türü de bilinçli eylem (amel) yoluyla elde edilmelidir, zira kendisinden sonuçlanan ameli olmaksızın hiçbir faydalı bilgi yoktur ve bilgisiz kayda değer hiçbir amel yoktur.
İlk bilgi varlığın ve varoluşun sırrını çözer ve insanın nefsi ile Rabbi arasındaki doğru ilişkiyi vahyeder. İnsan için bu çeşit bilgi, bilme amacıyla ilgili olduğu için, sonuçta onun ön şartlarını bilme, ikinci tür bilginin temel dayanağı olur. Çünkü ilkinin yol gösterici ruhu olmaksızın tek başına ikinciyi bilmek insana hayatında doğru yolu göstermez, fakat sadece onu şaşırtır ve kafasını karıştırır. Onu sonsuz ve amaçsız arayışın labirentine düşürür.
Yeryüzündeki geçici misafirliğinde insanoğlunun kaybedecek vakti yoktur ve kendisine doğru yolu göstereni bilir ki kendisinin ikinci tür bilgiyi ferdi arayışı onun pratik ihtiyaçlarıyla sınırlı olmalı ve onun mizacına uygun olmalıdır. Böylece o hem bilgiyi hem kendisini kendi nefsine göre doğru yerlere koysun ve bu şekilde adil bir durumu sürdürsün. Bu nedenle amaç olarak adaleti gerçekleştirmek için İslam ilkinin gerektirdiği bilgiyi elde etmeyi bütün Müslümanlara (farz-ı ayn) ve diğerini ise sadece bir kısım Müslümanlara(farz-ı kifaye) zorunlu kılarak, iki tür bilgi arayışını birbirinden ayırt eder. Böylece aslında ikincisinin zorunluluğu aslında kendi ilerlemeleri için onu aramayı görev bilen kimseler için birinci gruba da aktarılabilir.  Zorunlu bilgi arayışında iki gruba bölme işleminin kendisi bilgiye ve onu arayan insana adaletli davranmaktır, çünkü ilk bilginin gerektirdiği bilgilerin tümü insan için iyidir; ancak ikinci türdeki bilgilerin hepsi onun için iyi değildir.
Bilgi arama emeli, Batı uygarlığına göre, arayan kimseyi iyi bir vatandaş yapmak demektir. Ne var ki, İslam bu konuda farklıdır, zira o bilgiyi arama amacı arayan kimseyi iyi bir insan yapar. Çünkü iyi insan kuşkusuz iyi vatandaş olacaktır, fakat iyi vatandaş iyi insan olmayabilir.
 
 
İslam Düzen ve Terbiye Sistemi
 
İslam eğitim sistemini büyük ölçüde Cami’yi merkeze alarak başlattı, hatta bazı yerlerde Cami, günümüze kadar bu konumunu korudu. Buralarda mektep, beytü-l hikme, alim ve talebe meclisleri, daru-l ulum ve medreseler gelişti; tıp, astronomi ve tasavvuf alanında hastaneler, rasathaneler ve sufi kardeşliğe dayalı zaviyeler kuruldu.
Ne var ki, daha sonra Batı’da geliştirilen ve bugün bütün dünyada taklit edilen üniversite artık bunu yansıtamaz. Çünkü modern üniversitenin, kişiliksiz bir insanınki gibi hiçbir bağlayıcı, hayati bir merkezi ve nihai amacını belirleyen kalıcı temel düsturu yoktur.
Batı kendi görüşünü üzerine kuracağı hiçbir gerçeklik; hayata kabul ve tasdik edilecek geçerli hiçbir kitap ve evrensel insan olarak sözleri, davranışları, hareketleri ve tüm hayat tarzı hayatta uygulanacak bir model olan hiçbir rehber tanımaz. Müslümanlar olarak bizler bu gerçeği önemsemeden geçemeyiz.
 
 
Sonuç Mülahazaları ve Tavsiyeler
 
İslam eğitim sisteminin anahtar kavramları, temel ögeleri şunlardır:
1)Din kavramı
2)İnsan kavramı
3)Bilgi (ilim ve marifet) kavramı
4)Bilgelik (hikmet) kavramı
5)Adalet (Adl) kavramı
6)Doğru eylem (Edepli amel) kavramı
7)Üniversite kavramı
İslam dünyasında bilginin şekillenmesini ve yayılmasını göz önüne alacak olursak bugünkü durumu şöyle değerlendirmek mümkündür: Batı dünyasından içeri sızan anahtar kavramların, eğer denetimsiz bırakılırsa sonunda öldürücü sebep olan karmaşayı getirdiğini görmek zorundayız.
Vücudu yabancı unsurlar kaplamış ve hastalık da türetmişken ne “aşılama” ne de “organ nakli” istenen sonucu üretebilir. Bilgi, bedene İslam’ın potasına yeniden dökülmeden önce yabancı ögelerin hastalığın dışarı atılması ve etkisinin yok edilmesi zorunlu olacaktır.
İkinci önemli görevimiz temel İslami öge ve anahtar kavramların şekillendirilmesi ve uyum içine sokulması olacaktır ki, böylece her seviyenin standartlarına uyması için tasarlanan ayrı ayrı sınıflandırmalarda eğitim sistemimizde alttan üst düzeylere doğru yerleştirilecek olan öz bilgiyi içeren bir bütün meydana gelir.
Son olarak, İslam’da hiç kimsenin bilerek yanlış yapma hakkı yoktur, bu ilişki ve amaçta bir çelişki olurdu. Hata işlemek adaletsizliktir ve bir hak değildir. İslam’da kişi toplum ve devlet için yıkıcı sayılan bir şeyi yapmak üç kötülük etrafında dolaşır; yalan söylemek, sözünde durmamak ve emanete hıyanet etmek.
Kur’an-ı Kerim bu kötülükleri suçlamada oldukça duyarlıdır, çünkü insanın helakine yol açan ve sadece insanlara karşı değil, Allah’ a karşı da suç işlemesine sebep olan bu kötülüklerdir. Ebu Hureyre’den münafığın alameti ile ilgili nakledilen şu hadis çok önemlidir; “Konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde tutmaz ve kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder”
Bu iyi bilinen hadisin çok önemli olduğunu söylüyorum, çünkü o yalnızca kısa bir özet içerisinde insan için en yıkıcı olan kötülüklerin tam niteliğini belirtmekle kalmayıp, insan karakteri ve davranışı üzerinde hüküm verildiği zaman benimsenmesi gereken kriterleri bize açıkça bildirir. Bu yüzden hadis eğitim sisteminden geçecek olan herkes üzerinde ahlaki bir denetim olarak uygulayacak bir eğitim düzeni içinde ciddi bir biçimde düzenlenmelidir. Eğitim sisteminin aşamaları boyunca olumlu ve etkili bir şekilde uygulanan böyle bir düzen İslam toplum, devlet ve liderliğinde adaletsizliğe yol açan emanete hıyaneti ve bilgisizliği en aza indirmede yardımcı olur.
 
1)      Bu makale Nakıb el-Attas’ın İslami Eğitim adlı kitabının özetlenmesi şeklinde oluşturulmuştur.
 
 
 
 
 
Emrah KAR

Bu haber toplam 3378 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.