BATI TERÖRÜ / ROGER GARAUDY

12.06.2015 17:30:29
BATI TERÖRÜ / ROGER GARAUDY



Aşağıdaki okuyacağınız yazı Roger Garaudy’nin “Batı Terörü” kitabının önsöz kısmıdır. Böyle bir çalışmada amacımız, Müslümanların gelişmesine katkı sağlayabilecek kitapların tanıtımını yazarların kendi kalemlerinden metinlerle yapabilmektir. Bu çalışmamız  "www.egitimledirilis.com" sitesi tarafından yapılmaktadır
 
BATI TERÖRÜ / ROGER GARAUDY
Bu kitabımı 11 Eylül 2001’den önce yazmıştım. O zamandan beri tek bir kelime bile değiştirmeye gerek duymadım. Bu eser, sembolik de olsa şu ana kadar yükselişte olan ve değişmeyecekmiş gibi görünen yörüngesinden olası bir ters dönüşün öngörüsü olarak, üç bin yıllık bir perspektif içinde batının ortaya koyduğu oluşumun, iç çelişkilerin ve kırılgan zirvelerin tarih olgusunu kavramamıza yardımcı olacaktır.
World Trade Center (Dünya Ticaret Merkezi) ve Pentagon elli yıllık bir Amerikan egemenliğinin imgesel hedefleridir.
Hitler’in yenilgisiyle önceki barbarlıkların yok edilmesinden sonra Amerika, olası herhangi bir rakibin, hegemonyasını paylaşmaya kalkışmasına engel olmak için yeni yok edici gücünü ispatlamak istemiştir.
6 Ağustos 1945’de Başkan Truman, 2500 tonluk klasik patlayıcıya eşit güçteki bir atom bombasını Hiroşima’nın üzerine bırakılmasını emretti. Bomba düştüğü anda 80.000 ölü ve 100.000 “yaralı” vardı, bu yaralılar ise sonunda öleceklerdi (kanserden veya lösemiden); çünkü bombanın düştüğü noktadan itibaren 4 km çapındaki alanda bulunan ve nötron ve gama ışınlarına maruz kalan herkesin derisi etten ayrılıyordu.
9 Ağustos 1945’de aynı türden bir bomba Nagazaki’ye atılmış ve toplam ölü sayısı 200.000’i bulmuştu.
İnsanlığa karşı böyle bir suç, tüm dünyanın çok şiddetli tepkisini göze almadıkça bir daha işlenemezdi.
Böylece Hiroşima, halklara Washington tarafından seçilmiş yöneticiler empoze etmek için “insani” bombardımanlar (!) ve “demokratik” (!) müdahaleler sayesinde Guatamala’dan Vietnam’a, Nikaragua’dan Irak’a, Yugoslavya’dan Afganistan’a elli yıllık bir “Pax Americana’nın”[1] bir başlangıç noktası olmuştur.
                                               **************************
World Trade Center’a veya Pentagon’a yapılan saldırının hemen ertesi günü, Beyaz Saray, meydana gelen olayları kendi bakış açısıyla yorumlamıştır. Söz konusu olay, yalnızca Afganistan savaşının bir kesitiydi. Bin Ladin, Afganlar ve Amerika’ya veya Avrupa’ya göç etmiş Müslümanlar dahil olmak üzere farklı Müslüman ülkelerden oluşmuş ve Birleşik Devletler’de “kutsal savaşı” yürütmeye karar vermiş kişilerden hava korsan ağını örgütlemiştir. Örgütlenmiş bu teröristler 4 uçağı ele geçirmiş ve bunları uçuş güzargahlarından çevirip New York’ta WTC’yi ve Washington’da Pentagon’u vurabilecek füzeler gibi kullanarak hedeflerinin üzerine düşmüşlerdir.
Bu yaklaşım, kamuoyu karşısında sonu gelmeyen Bin Ladin avcılığını açıklamayı ve Afganistan üzerinde hava bombardımanlarını yoğunlaştırmayı sağlamıştır.
Aynı zamanda Amerikalıların İslamcılık ile karıştırılan genel İslam’a karşı nefretlerini seferber etmeye de imkan vermiştir.
Ronald Reagan tarafından “kötülük imparatorluğu” olarak ilan edilen Soviyetler Birliği’nin yıkılışından sonra Amerikan yöneticileri yeni bir hedef bulmuşlardı: İslam. Böylece o da “kötülük imparatorluğu” ilan edilmiştir. Eskiden Marksizm’de olduğu gibi bu gün de İslam’ın bütün dünyaya yayılmış olması, Birleşik Devletleri’ne, dünyanın her yerine müdahale etmelerine yarayacak bir bahane sunmaktaydı. Bu bahane, 1965’de Endonezya’da 800.000 kişinin öldürülmesine neden olan Suharto’nun hükümet darbesini finanse etmesini, Yakındoğu’da olduğu gibi Asya ve Afrika’daki müdahalelerini haklı göstermesini sağlayacaktı. Ancak ciddi bir tartışma ortamında sivil ve asker 200 Amerikan pilotunun da (saldırıyla ilgili aşağıdaki raporla) ortaya koyduğu gibi, bu Bin Ladin kurgusunun hiç tutar tarafı yoktu.
1.      Bu dev uçakların 1 Mach (saatte 1000 km) hızla, böylesine zor bir rotayı takip ederek, normal ııçuş yüksekliğinde bir kalem boyunda görünen bir hedefe bu denli isabetle çarpması, ancak yüksek derecede uzman pilotların gerçekleştirebileceği bir operasyondur.
2.      Böylesine mükemmel bir şekilde gerçekleştirilmiş bir operasyon, her metre karesi askeri güvenliğin ve CIA’nın denetimi altında bulunan bir gökyüzünde kuralların, yasakların, gizli kodların bilinmesini gerektirir.
3.      Bu güvenlik birimlerinin hiçbiri, saldırı esnasında müdahale etmemiştir: Colombia eyaleti üzerinde uçan her tür kuşkulu uçağı indirmek üzere ani bir uçuş için sürekli alarm halinde tutulan avcı uçakları hiçbir uyarı almamışlardır.
4.      Amerikalıların, uçak kaçırmalara veya uçak korsanlık olaylarına karşı koymak için gerçekleştirdikleri araştırmalar çerçevesinde Birleşik Devletler’in, hedeflenen uçağı ya onu indirmek ya da başka bir yere yönlendirmek için söz konusu uçağın uçuş planını dondurmayı ve uzaktan yönlendirmeyi sağlayan bir sistem vardır. Bu sistem devreve bile girmemiştir.
 
Demek ki çarpışma esnasında hiçbir pilota, hiçbir korsana ihtiyaç yoktu.
Herşey bir Awacs’tan uzaktan kumandayla eşzamanlılaştırılmıştı ya da raporun söylediği gibi herşey bir kareografi/sahnelenen iyi bir oyun idi.
Piilotların soz sözleri açıktır: “Bütün bunlar hükümet, askeriye ve güvenlik hizmetlerinde yüksek rütbeli işbirlikçilerin varlığına işarettir. Bunda büyük bir ihanetle ve bir komployla yüz yüzeyiz.”
Sınır ötesi bir savaşın yapılması gerektiği fikrini topluma kabul ettirmek için böyle bir provokasyon , CIA, yüksek rütbeli askerler ve siyasi yöneticiler tarafından ilk kez düzenlenmemişti.
Domuzlar Körfezi çıkarmasının başarısızlığından sonra Küba’yla ilgili olarak, Kennedy’nin Fidel Castro’ya karşı yürüttüğü siyaseti çok “yumuşak” bulan ordu komutanları ve CIA, başkana Guantanamo’da provokasyonlar düzenlemeyi teklif etmişlerdi: Sokakta gösteriler, koyda bir Amerikan gemisinin batırılmasına kadar varan sabotajlar (İspanya’ya savaş ilan etmek için 1898’de ortaya atılan bahanelere benzer bahaneler).
Demek ki bu, ilk kez olan bir şey değildi.
Ama bu kez operasyon yeni unsurlar içermekteydi: Büyük bir darbe indirmek için “içerden” komplocuların harekete geçmesi ve kamuoyunu peşlerinden sürükleyebilmek için bunların gizlenmesi ve “İslamcı teröristlere” atfedilmesi gerekmekteydi. İşin bu kısmı kolaydı; çünkü 80’li yıllardan beri “Kötülük İmparatorluğu’na”(Soviyetler Birliği) karşı “kutsal savaşı” örgütlemeleri için CIA, kendilerine “İslamcı” denilen aşırı dinci birimlerle temaslar kurmuştu.
Birleşik Devletler, o dönemde Bin Ladin’in “Tanrı’nın düşmanına”, yani Soviyetler Birliği’ne karşı yürüttüğü mücadeleyi desteklemişti ve orduları da o zamanlar onların müttefikiydi. Taliban ile yeniden ilişkilerini kurmuşlardı.
Amerikalı komplocular bir kurgu düzenlediler: Birleşik Devletler’in karşı karşıya kaldığı tehlikeyi göstermek ve dolayısıyla da eskiden Soviyetler Birliği’ne karşı yürütülen savaşa benzer ama bu kez dünya ölçeğinde yapılacak daha saldırgan bir savaşta daha büyük bir enerjinin kullanılması gerekliliğini kanıtlamak için göz alıcı bir gösteri hazırlamışlardı.
Bunun için de Soviyetler Birliği’ne karşı kullanılan dini bahaneleri tekrar kullanarak Talibanlar’ı Allah’ın başka bir düşmanına Yani Birleşik Devletleri’ne karşı savaş açmaya ikna etmişlerdi. Kamikaze’ler işte bu yeni düşmana “büyük bir darbe indirmek için” hayatlarını vermeye hazırlardı. Onlar için aynı mücadele söz konusuydu.
Bu “Kamikazeler”den uçakların rotalarını değiştirmeleri istenmişti; aslında bu gereksizdi çünkü uçaklar uzaktan kumandalıydı.
Pilotların raporu şöyle der: “İslamcı adaylar uçağa bindikten sonra iş bitmişti.” Onlar kendi operasyonlarını yaptıklarına inanmışlardı ve başka bir operasyonda –komplocuların oyununda- figüran olduklarından habersizdiler; önemli olan diğer cesetler arasında “İslamcıların” cesetlerinin bulunmasıydı. FBI’ın da, kalıntılardan bulunan “kanıtlar” arasına Arapça uçak sürme el kitaplarını, Kur’anlarını ve pasaportlarını eklemesi yeterli olmuştu. Geri kalanı da medya halletmiştir.
                                         **********************************
Ekonomik, askeri ve siyasi konjonktür hükümet darbesi için elverişliydi.
İşten çıkarmalar çoğalmış ve ekonomik faaliyet göstergeleri de 1962’den beri en alt seviyeye düşmüştü.
Federal Banka, yatırımları canlandırmaya yönelik olarak 2000 yılının başından beri dokuz defa karar almış ve uygulamıştır; faiz oranlarının düşürülmesine ve tüketimi desteklemeye yönelik olarak vergiler azaltılmıştır; fakat bunların hiçbiri gerilemeye engel olamamıştır. Bankalar için acil krediler, 13 yıldır en düşük seviyeye varmıştır.
Bu siyasetten dolayı Birleşik Devletler’de gerçek kamu güçlerinin endişeleri çoğalmaktaydı: bankacılar petrolcüler, uçak yapımcıları (Boeing, Lockhead), genel olarak silah sanayileri ve askeri lobiler, bütün bunlar Amerikan siyasetine başka bir yön vermek istiyorlardı.
“Asker-sanayi lobisi” Birleşik Devletler’in savaş sonrasında krize düşmemesini sağlayan “ekonomik patlamayı” Kore savaşının meydana getirdiğini unutmamıştı; aynı şekilde ikinci dünya savaşı sonrası da parasal bir coşkunluk yaratmıştı.
Yalnızca bu çaptaki bir savaş mevcut ekonomik sorunları aşmayı sağlayabilirdi.
                                         ***********************************
Komplocular, Başkan oğul Bush’dan, Başkan Ronald Reagan’ınki kadar etkili olacak saldırgan tavrı sergilemesini istemişlerdi. Bunu da tam anlamıyla başarmışlardı: Bush üslubunu değiştirmişti. Şubat 2002’de Irak’a, İran’a ve Kuzey Kore’ye bir ültimatom göndermişti. Ekim 2001’den itibaren de, Huntington’un Medeniyetler çatışması senaryosundan ilham alarak “gerçek bir haçlı seferinden” bahsetmişti; Huntington’un teorisine göre Yahudi-Hıristiyan Batı medeniyeti “İslam-Konfüçyüsçü gizli anlaşmanın” tehdidi altındaydı. Bu da yazarın lisanında asıl düşmanın İran ile Çin’in olduğunu göstermekteydi.
Birleşik Devletler, git gide daha çok direnişle karşılaşmaktaydı ve her defasında da “küreselleşme” yani dünya ölçeğine yayılmış ve tek bir sömürgecinin yararına olan sömürgecilik girişiminde daha az müttefik bulabilmekteydi. Bu durum, İngiliz gazeteci Wallaby’nin şunları söylemesine neden olmuştur: “Sömürgeleştirmenin sona ermesi bir boşluk oluşturdu, bu boşluğu dolduracak tek bir İmparatorluk vardır!”
Küreselleşme aleyhine sergilenen bu karşıtlık, özellikle Seattle’de yapılan gösterilerde güçlü bir ifade bulmuştur: Burada örneğin yönetici olan Fransız tarımcı Jose Bove, Amerikalı çiftçilerin seferber olmasını sağlamıştır. Bunların menfaatleri inanılmaz çelişkiler içerdiğinden dolayı tavırları da son derece şaşırtıcı olmuştur.
Cenova’da Organisation Mondiale du Commerce’in (OMC, Dünya Ticaret Örgütü) ileri gelenleri, halkın öfkesine maruz kalmamak için toplantılarını bir gemide yapma kararı almışlardı. Bir sonraki “Davos’un” ise New York’ta yapılmasına karar verilmiştir!
Böylesi zorluklar karşısında oğul Bush, hiçbir çözüm sunamamıştı: Seçim kampanyasında ve ilk kararlarında “füze kalkanından”, Ortadoğu’dan biraz “uzaklaşmaktan” bahsetmişti yani biraz “soyutlamacı” bir söylemi vardı.
Birleşik Devletler’in soyutlanması, ABD’ye ve İsrail’e ciddi suçlamalar yönetilen Güney Afrika’daki Durban Konferans’ında daha da belirginleşmişti.
İsrail ile ilgili olarak Konferans, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun da kabul ettiği gibi bu ülkenin ırkçı bir devlet olduğunu hatırlatmıştı. Bunun dışında Afrikalı delegeler, Nuremberg’de nazi yöneticilerinin davasından sonra uluslararası hukukun, “insanlığa karşı işlenen suçların” zaman aşımına uğramayacağını kabul ettiğini hatırlatmıştır. Dolayısıyla insanlığa karşı işlenen en büyük suç olan köleliğin madurları Afrikalıların, bunu yapanlardan, yani Avrupa’nın Batılı ülkelerinden ve Kuzey Amerika’dan Tazminat isteme hakları vardı.
                                         **************************************
İlk önce Bush, bu siyaseti, Avrupa’nın bütün eski sömürgeci ülkelerini Birleşik Devletler’in etrafına toplayacak olan bir “haçlı seferi” olarak sunmuştur. Fakat bu “haçlı seferi” söylemi Bush’un Birleşik Devletler’in ihtiyacı olan önemli petrol rezervlerini elinde tutan Müslüman ülkelerine kadar etkin olmasını engellemekteydi.
Bu durum karşısında Bush söylemini değiştirerek muhalif bütün hükümetleri sıkıştıracak “terörle mücadele” kavramını kullandı, böylece Amerikancı yayılma girişimi “Terörizme Karşı Savaş” adını aldı. Üstelik bu tutum, koalisyona girmeyi reddeden bütün devletleri “terörizm işbirlikçisi” olarak göstermeyi de sağlamaktaydı.
“Boyun eğenler” arasında ilk sırayı alan Tony Blair, “terörizm karşıtı” baskıcı yasaların işaretini vermişti. “Anti-terörist yasası”, bir bakanın basit bir isteği üzerine bile herhangi bir yabancının tutuklanmasını öngörmekte ve bu yabancıya da kendisine yöneltilen suçlamaları bilme hakkını tanımamaktadır. 109. Madde, bütün bakanların parlamentoya haber vermeden yasaların üzerine geçmelerini sağlamaktadır. “Habeas Corpus”[2] hakkının elde edilmesinden bu yana, keyfi idareye karşı sürdürülen 800 yıllık direniş geleneği birkaç saat içinde silinip süpürüldü.
Bu örneği, Europol” (Avrupa polisi)’nden sonra, Avrupa adaletini de bir Eurojust (Avrupa adaleti) bünyesinde merkezileştiren Avrupalı diğer Vasallar[3] izledi; böylece Maastricht[4] süzerenliğinin yabancılaşması tamamlanmış oldu.
2002 yılının başlarında Nuremberg’de bir hukukçular konferansı, bu projenin genel hatlarını çizmiştir, bunlara göre her Avrupalı vatandaş, kendi ülkesine yabancı yasalara göre tutuklanıp yargılanabilir.
Bir kez daha Maastricht Anlaşması’nın ifadesine göre “Avrupa, Atlantik İttifakı’nın Avrupalı desteğinden başka bir şey olamaz”. NATO’nun kuruluşunun 5. Maddesi, bizim askeri bağımsızlığımızı bozmakta ve bütün Amerikalı saldırılara bağımlı kalmaktaydı: Körfez’den Yunanistan’a Somali’den Afganistan’a kadar.
“Terörizm karşıtı” denilen ittifakı dayatan Bush diktaları, Amerikan siyasetine itirazsız bir bağlılığı şart koşmaktaydı.
Dünya egemenlik siyasetine boyun eğmeyi reddeden devletlere karşı Bush, vakit kaybetmeden –Irak’ı, İran’ı ve Kuzey Kore’yi “terörist devletler” ilan ederek- tehditler savurmuştur. Birkaç ay sonra bu birkaç devleti atom bombasıyla bombalamakla tehdit ederek delice şantajında bir adım daha atmıştır.
Bu yeni barbarlığa karşı mücadele etmek için “asıl düşmanın” bilincine varmak gerekir; çünkü bazı açılardan XIX. ve XX. asırlarda derin anlamlara sahip olan “sağ” ve “sol” arasındaki bölünmelerin, Nazi işgaline benzer tarzda, “işbirliği” ya da “direniş” şeklinde yeni isimlendirmeleriyle karşı karşıyayız.
Örneğin sınıf bölünmelerinin önemlerini yitirmesi değil de Fransa’nın yabancı bir güce boyun eğmesi, toplumsal mücadeleler ile ulusal mücadeleleri birbirinden ayrılmaz kılmıştır. Fransa’daki büyük şirketler kendilerine sermaye yatırımında bulunan uluslararası tröst’lere bağlı oldukları için Fransız ekonomisi de yabancı menfaatlere bir kez daha boyun eğmek durumundadır.
Geçmişteki direniş mücadeleleri , ekonomimizin ve siyasetimizin işgalcinin boyunduruğundan kurtarılma mücadelesini gerektiği gibi, bu gün de işsizliğe, eşitsizliğe, küreselleştirmeye, iflaslara karşı tutarlı bir mücadele ancak, Amerikan ekonomik güçlerine ve kurumlarına karşı verilecek bir mücadeleyle mümkün olacaktır.
Avrupa, Amerika’nın eski kıta üzerindeki egemenliğinin yalnızca bir basamağıdır.
Dolayısıyla, Amerikan egemenliğinin araçları olan ve yasalarının %70’inin Fransız kaynaklı olduğu NATO, IMF, Europol, Eurojust, vs. kurumlarla bütün bağların koparılması gerekir.
Kendimizi soyutlamak için değil de, tam tersine tıpkı bizim gibi eşit haklara sahip bütün medeniyetlere ve bütün kültürlere değer veren “senfonik” bir küreselleşmeyle hiçbir alakası olmayan ve bunun aksine tek bir metropolün hizmetine sunulmuş yeni bir sömürgeciliğin biçimi olan “imparatorluğa benzer” bir “küreselleşmenin” tehdidi altında bulunan Üçüncü Dünya ülkeleriyle verimli ve bağımsız ilişkiler kurmamıza engel olan herşeyden kurtulmak için bunu yapmalıyız.
İşte böylece 11 Eylül’ün anlamı ortaya çıkmaktadır: O, İslam ile Hıristiyanlık, Batı ile Doğu arasındaki çatışmanın ifadesi değildir. Ama Huntington’un senaryosuna uygun olarak komplocular XXI. asrı buna indirgemek istemektedirler.
Kendi varlığını sürdürmesini sağlayacak stratejiler peşinde olan kapitalist ve sömürgeci Batı’nın iç çelişkilerini irdelediğimizde 11 Eylül 2001’in gizli kalmış anlamını buluruz.
 
Roger GARAUDY
 
 
 


[1] Pax Americana: Pax Romana, Roma Barışı gibi kullanılan bu sözcük Roma’nın işgal ettiği yerlerde kurduğu merkeze bağlı rejimlerin “barış” içinde yaşaması, daha doğrusu, merkeze itaat etmesi anlamına gelmekteydi. Tabii burada Pax Americana daha marjinal bir anlam taşıyor, yani “Tiranlık” ile yönetilen ülkelere Amerika’nın özgürlük (!) götürmesi ve buralarda terör (!) ile savaşmasıdır. Bu politikayı Pax Romana gibi merkeze bağlı uydular yaratma açısından ele alırsak, bu deyim Amerika’nın politikasını çok güzel açıklıyor. (Pınar Yay. n.)
[2] 1679 tarihli Habeas Corpus Act, 1689 tarihli Bill of Rights, 1071 tarihli Act of Settlement gibi belgelerle, İngiltere’de zor durumda kalan herkese yargıca başvurma hakkı tanınmıştır. Gerek Bill of Rights ve gerekse Habeas Corpus belgeleri, 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirisi ve Anayasası’nı, keza; 1789 ve 1793 Fransa İnsan Hakları Bildirisi’ni etkilemiştir. Böylece, insan haklarının genel ilkeleri, ulusal yasalarda yer almaya başlamıştır. Habeas Corpus, adil bir hukuk ve infaz sisteminin “olmazsa olmaz” şartıdır. Bir kişiye verilen mahkumiyetin adil olması, bu cezanın infazında da adalet ilkelerinin zedelenmemesi, devletin kendi elindeki mahkuma karşı ezici ve haksız davranmaması için, mahkumun hapishanedeyken bile ceza ve infaz yöntemini sorgulamak hakkını ona tanıyan yol, bu “habeas corpus” ilkesiyle açılabilir. (Pınar Yay. n.)
[3] Feodalitede toprak sahiplerine ve himayeyi kabul edenlere Senyörsüzeren, himaye altına giren küçük toprak sahiplerine Vasal, toprağı işleyen köylülere de Serf denir. Her çiğ ve acı güçlüyü kendine “Metbu”(Süzeren) saymaya hazır insanlara Ortaçağda Vasal(Kul taifesi) denir…
[4] 1993 yılında yürürlüğe giren Maastricht Anlaşması’yla Avrupa Topluluğu, Avrupa Birliği adını almış ve AET kısaltması AT olarak değiştirilmiştir. Bu anlaşmayla, Ekonomik ve Parasal Birlik, Ortak Güvenlik ve Dış Politika ile İçişleri ve Hukuk alanında işbirliği başlıklarında yeni bir yapı tanımlanmaktadır.


 



Bu haber toplam 3047 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.