GAZALİ’NİN EĞİTİM SERÜVENİ VE BİR EĞİTİM YÖNTEMİ OLARAK ŞÜPHECİLİK / Köşe Yazısı - Yusuf YAVUZYILMAZ

27.08.2016 21:28:51
Yusuf YAVUZYILMAZ

Yusuf YAVUZYILMAZ

 GAZALİ’NİN EĞİTİM SERÜVENİ VE BİR EĞİTİM YÖNTEMİ OLARAK ŞÜPHECİLİK.

İslam’ın ilk çağlardaki klasik eğitimin modern eğitimden temel bir farkı vardı; eğitim,  kurum merkezli değil, alim merkezliydi. Ebu Hanife’den, İmam Malik’ten İmam Gazali’den veya herhangi bir âlimden ders alacak kişiler ilgili âlimi bulur, eğitimini tamamlarlardı.

Kuşkusuz Gazali de böyle bir eğitimden geçmiş, çeşitli hocalardan ders alarak eğitimini tamamlamıştır. Ancak şunu ifade etmek gerekir ki, Gazali, aldığı klasik eğitimden çok, geçirdiği şüphe krizi ile gündeme gelmiştir. Bu da şüpheciliğin bir eğitim yöntemi olarak kullanılıp kullanılmayacağı üzerinde tartışmalara sebep olmuştur.

Düşünce tarihinde doğru bilginin olamayacağını savunan yaklaşımlara genel olarak septisizm(şüphecilik) adı verilir. Septisizmin ilk öncülleri Sofistler adı verilen ve bir anlamda gezgin öğretmenler olan kişilerdi. Sofistlerin para ile bilgi veren ilk öğretmenler olarak algılanması tesadüf değildir. Demek ki ,şüphe bu dönemde bir eğitim yöntemi olarak kullanılıyordu. Başlangıçta insanlara bilgi veren Sofistler, zamanla doğru bilginin varlığını sorgulamaya, başlamışlar ve sonunda insanların anlaşabileceği ortak doğru bilgilerin olamayacağı sonucuna varmışlardı. Sofistler, duyu organlarının yanıltıcılığı, insanların farklı geleneklere, dillere, inançlara sahip olmalarından dolayı, anlaşabilecekleri genel doğruların olamayacağını savundular. Kuşkusuz bu görüşlerin yaygınlaşması Atina özelinde büyük bir karmaşaya yol açmıştı. Mademki, hakikat kişiden kişiye değişiyordu, o halde insanların anlaşacağı genel ortak doğrular da olamazdı. Ne bir bilgi, ne bir hukuk kuralı ve ne de bir din, insanları birleştiren doğrular içeremez. Buradan hareketle siyaset felsefesinde devletin gereksizliğine varmış, anarşizme kapı aralamışlardır.

Felsefe tarihinde şüphecilik veya septisizm olarak ortaya çıkan akım, şüpheyi amaç olarak kullanır. Pyrron ve Timon gibi septikler duyumlar ve aklın insanı yanılttığını, insanı doğru bilgiye götürecek hiçbir aracın bulunmadığı temelinden hareketle, doğru bilgiyi reddetmişlerdir. İnsan hiçbir zaman doğru bilgiye ulaşamayacaksa, yapılacak şey, kesin yargılardan kaçınmaktır.

  Şüpheyi doğru bilgiye ulaşmak için bir araç olarak kullanan Descartes ise bilimsel şüpheciliğin kapısını açmıştır. Bundan dolayı onun şüpheciliğine bilimsel ya da “metodik şüphecilik” denir. 

İki şüphe anlayışı arasındaki ilk fark, şüpheyi araç ya da amaç olarak kullanma ayırımından kaynaklanır. İlk çağ şüphecileri şüpheyi bir amaç, Descartes ise doğru bilgiye ulaşmak için bir araç olarak kullanmıştır. Eleştirel düşünce, gerçeğin olduğunu düşünür ve ön yargılarla savaşır. Şüpheyi yaşam biçimi olarak gören anlayış ise doğru bilgi ve gerçeklik diye bir şeyin olmadığını savunur


           Son dönemlerde eleştirel düşünce bağlamında şüphecilik yüceltilmektedir. Şüphe ancak Descartes bağlamında kullanılabilecek bir araç olarak benimsenebilir. Kur'an ey iman edenler" diye seslenir,"ey şüphe içinde olanlar" demez. Şüphe ancak gerçeği aramada bir yöntem olarak benimsenebilir. Gazali de şüpheyi bu bağlamda kullanmıştır. 

“İmam Gazali’nin sistemli şüpheciliği, eşyanın gerçek mahiyetinin ne olduğunu sorgulaması ve bu konuda kesin bilgiye ulaşmak istemesiyle başlamıştır. Fakat bu temel soru onu daha önce bilginin ne olduğunu araştırmak gerektiği kanaatine götürdü. Bütün bilgilerini ve bunun zorunlu gereği olarak bilgi vasıtalarını eleştiriden geçirdi. Duyu algılarından ve aklın önermelerinden kuşku duydu.”( Gazali, el Munkız, Sunuş bölümü, Osman Arpaçukuru)

Gazali, kitabın giriş cümlelerinde, kitabı niçin yazdığını tüm açıklığı ile anlatmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, Gazali bir öğrencisinin veya geçirdiği krizi merak eden bir dostunun sorduğu soru ile başladığını söylemektedir. Gazali, “ Benden ilimlerin gayesini ve sırlarını, mezheplerin tehlikelerini ve içyüzlerini sana açıklamamı istedin. Birbirine zıt anlayış ve yöntemlere sahip fırkaların çalkantıları içinden hakikati bulup çıkarmak için çektiğim sıkıntıları; taklit çukurundan kurtulup her şeyi sorgulayarak aslını araştırma zirvesine nasıl yükseldiğimi anlatmamı istiyorsun”(el Munkız, s: 9) diyerek konuya niçin girdiğini temellendirmiştir.

Gazali’nin yetişmesinde şüphenin nasıl bir rol oynadığını kendi anlatımından izlemek gerekir. Gazali’nin geçtiği şüphe krizi aslında şüpheciliğin psikolojik rahatsızlıkların eşiğine insanı bırakacak tehlikeli bir eylem biçimi olduğunu da göstermektedir. Doğrusu şüphe Gazali’de bir eğitim yöntemi olma sınırlarını aşmış, sağlığını tehdit eder bir hastalık durumuna gelmiştir. “ Dünyanın çekiciliği ile ahiretin çağrısı arasında bir o yana bir bu yana gidip gelen, kararsız ve tereddütlü halim, yaklaşık altı ay devam etti. Altıncı ayın sonunda artık bu iş benim irademden çıkıp zorunlu bir hal aldı. Allah, dilime kilit vurmuş ve ders okutamayacak duruma gelmiştim. Bana gidip gelen öğrencilerimin gönüllerini yapmak için en azından bir gün olsun ders yapmak için kendimi zorluyordum, ancak ağzımdan bir tek sözcük çıkmıyor, dilimin bir kelime dahi söylemeye gücü yetmiyordu.

Bir süre sonra dilimdeki bu tutukluk yüzünden gönlüme bir üzüntü çöktü. Bu üzüntü sebebiyle sindirim sistemim bozuldu, yemekten içmekten kesildim. Boğazımdan ne bir lokma yiyecek ne de bir yudum su geçiyordu. Her geçen gün zayıflıyor, iyice güçten düşüyordum. Doktorlar tedavimden ümitlerini kesmişler, şöyle demişlerdi : “Bu hastalık önce kalpte başlamış ,oradan da mizaca sıçramıştır. Hastadaki derin üzüntü hali ortadan kalkmadıkça hastalığın tedavisi mümkün değildir.” dediler (Gazali, el-Munkız min-ed Dalal,Beyan yayınları, ter: Osman Arpaçukuru, Eylül 2015 İstanbul,s: 139)

Gazali, bütün bu şüphelerden Allah’ın kalbine indirdiği bir nur ile kurtulduğunu söyler. Gazali, niçin ele aldığı konuları bir dedektif titizliği ile incelediği konusunda şu ifadelere yer vermektedir: “Bütün bunları anlatmadaki maksadım, aranması gerekmeyen şeylerin peşine düşmekten korunmak için gerçeği tam bir ciddiyetle aramak gerektiğini vurgulamaktır.”(el- Munkız, s: 35)

 

Gazali, İran’ın Horasan bölgesinde Tus şehrinde 450 (1058) yılında doğmuş, 505(1111) yılında vefat etmiştir. 53 yıllık kısa bir ömür sürdüğü anlaşılan Gazali, eserleri dikkate alındığında çok verimli bir bilimsel hayat geçirdiği gerçeği ile karşılaşırız.

Gazali, hakikat araştırmasında araştırdığı alanı, tüm titizliğiyle incelemektedir. Gazali’nin çabasını dikkatle incelediğimizde her öğretinin iç yüzünü öğrenmek için büyük bir gayret sarf ettiğini görmekteyiz.

Gazali’nin bir önemli yönü de her öğretiyi kendi kaynaklarından öğrenmeye çalışmasıdır.  “Her fırkanın inanç esaslarını inceledim, her grubun mezhebine ait incelikleri ortaya çıkarmaya çalıştım. Hangisinin hak hangisinin batıl, hangisinin Peygamberin Sünnetine uygun, hangisinin bidat üzere olduğunu öğrenmeye çalıştım. Hiçbir Batıniyi, onun Bâtıniliğinin; hiçbir zahiriyi onun zahiriliğinin; hiçbir filozofu da onun felsefesinin mahiyetini ve içyüzünü öğrenmeden bırakmadım”(el- Munkız, s:15)

Gazali, karakter olarak hakikati arama arzusuyla dolu olarak yaşadığını söyler. Bu sayede gelenekten gelen inançların etkisinden kolayca kurtulabilmiştir.

Gazali hakikati arayışında temel bir soruyla yüzleşmektedir: “gerçek bilgi nedir?” Öyle bilgiler aramaktadır ki, kesinliğinden asla şüphe edilmeyecek düzeyde olsun. Gazali, kesin olduğuna inanmadığı hiçbir bilgiye güvenmeyeceği savunur. Böylece bilginin kaynağını sorgulamaya başlar. Duyumlara ve akla dayanan bilgilerin güvenilirliği üzerine büyük bir arayışa girer.

Duyumla elde edilen bilgilerin tartışılmaz gerçek bilgiler olamayacağını tespit ederek hakikat arayışını sürdürür. Gazali duyu organlarının yetersizliğinden ve aldatıcılığından yola çıkarak onlara güvenilemeyeceği belirler.

Sonra bir bilgi kaynağı olarak aklı analiz etmeye başlar. Duyumların yanılganlılığını aklın gösterdiğini, aklın yanılganlılığının da başka bir kaynağın gösterebileceği endişesinden hareketle akıl bilgisinden de kuşkuya düşer.

Gazali, akıl bilgisine güvenilemeyeceğini rüya örneğini temel olarak temellendirmektedir. Akıl, uyurken gerçek gibi görülen şeylerin uyandıktan sonra hayal ürünü olduğunu göstermektedir. Aklın kabul ettiği gerçeklerin de başka bir kaynak tarafından yalanlanabileceğini Hz. Peygamberin “İnsanlar uykudadır, öldükleri zaman uyanırlar.” hadisini gerekçe göstererek şüphe ile karşılar.

Kelam ilmi, Ehli Sünnet inançlarını korumak ve savunmayı amaçlamaktadır. Ancak onlar bunu yaparken karşıtlarının kanıtlarını kullandılar. Böylece sorunlu bir bakış açısının ortaya çıkmasına ortam hazırladılar.

Gazali, kelamdan sonra felsefeyi incelemeye başlamıştır. Felsefeyi materyalist filozoflar, tabiatçı filozoflar ve ilahiyatçı filozoflar olmak üzere üç kısma ayırarak inceler. Gazali’nin en keskin eleştirilerini yönelttiği, hatta küfürle itham ettiği bu gruptur. Bu grup içinde Sokrates, Platon, Aristoteles gibi büyük Yunan filozofları ve diğer filozoflar yer alır.    “ Bu sebeple hem bu filozofları hem de onlarla aynı düşünceye sahip olan İbn Sina, Farabi ve benzer Müslüman filozofları kâfir kabul etmek gerekir. Bununla beraber, Aristo’nun düşünce sistemini ve ilmini bu iki filozof kadar başarılı bir şekilde İslam dünyasına aktarabilmiş başka bir Müslüman filozof da yoktur.”(el- Munkız, s: 57)

Gazalinin felsefi geleneği üç ilke etrafında değerlendirmiştir:

1-Küfür ve inkar sayılması gereken bölüm

2- Bidat sayılması gereken bölüm

3- İnkar ve reddedilmesi gerekmeyen bölüm.

Gazali felsefeyi altı bölüme ayırarak incelemektedir: Matematik, mantık, doğa bilimleri, ilahiyat, siyasi bilimler ve ahlak bilimleridir. (Öyle görülüyor ki, Gazali, matematik, mantık, doğa bilimleri, siyasi bilimler ve ahlak bilimleri inkâr ve reddedilmesi gerekmeyen bölümler arasında sayılmalıdır. )

Gazali her bilimi sakıncalı olmasa bile sakıncalı olabilecek anlayışlara zemin hazırlayabileceği ikazını da yapar. Örneğin matematik faydalı bir bilim dalı olmasına karşın iki büyük sakınca taşımaktadır.

1-      Matematiği inceleyip delillere hayran kalan kişiler, filozoflara sempati duyar ve her konuda söylediklerinin doğru olduğunu zannederler.

2-      Cahil insanlar, filozoflara ait bütün ilimleri ret ve inkar etmenin İslam’a hizmet olacağını zannederek felsefeyi tümüyle reddederler.

Gazali, en sert eleştirilerini ilahiyat ile uğraşan filozoflara yöneltmiştir. Filozofları, eleştirdiği yirmi meseleden üç meselede küfre girdiklerini savunur. Bunlar:

1 – Yeniden dirilişin ruhsal olacağı

            2-Allah’ın küllileri değil cüzleri bilebileceği

3-      Evrenin kadim olduğu meselesi.

Gazali daha sonra Bâtıniliği incelemeye başlar. Bâtıniliğin temel tezi, gerçeğin ancak masum bir imamdan öğrenilebileceğidir. Gazali, son tahlilde Bâtınilik hakkında şu değerlendirmeyi yapar: “ Ta’limiyecilerden (Bâtınilik) bazıları, masum öğretmenden öğrendikleri bazı bilgilere sahip olduklarını iddia ederler. Öğrendiklerini söylediklerinin tamamı Pisagor’un bozuk felsefesinden ibarettir. Ekolü felsefe ekollerinin en zayıfıdır “ (el-Munkız,s: 125)

            Daha sonra şüphe krizinin sona ermesine neden olan tasavvuf akımının düşüncelerini incelemeye başlar. Öncelikle bu akımın Ebu Talib el, Mekki, Muhasibi, Cüneyd Bağdadi, İmam Şibli, Beyazıd-i Bestami gibi mutasavvıfların eserlerini okur. Gazali tasavvuf incelemeleri sonucunda şu noktaya varır: “Şunu iyice anlamıştım: Ahirette mutlu olmak, ancak takva üzere yaşamak, haramlardan uzak durmak ve nefsi kötü arzu ve isteklerden alıkoymakla mümkündür. Bütün bunları sağlayacak en temel şey de, kalbin dünyadan ilişkisini kesmektir. Bu da bir gurur ve aldanış yurdu olan dünyadan el çekmek, ebedilik yurdu olan ahirete yönelmek, bütün varlık ve benliğimizle Allah’a dönmek suretiyle olacaktır.”(el-Munkız, s: 133) .

Gazali, bunu başarmak için mal sevgisi ve makam hırsından arınmak gerektiğini savunur. Bu şartlar ışığında kendi hayatını sorgulayan Gazali, adım adım yaşamını etkileyecek şüphe krizine doğru yol alır. Dünyanın çekiciliği ile ahretin çağrısı arasında gidip gelen Gazali için şüphe, hayatının en merkezi olgusudur. İçine düştüğü kriz artık sağlığını tehdit etmektedir. İşte tam bu sırada asıl nedeni bu olmadığı halde Mekke’ye gitmek bahanesiyle Bağdat’tan ayrılır. Bağdat’tan ayrılmadan önce ailesini geçindirecek kadar mal bırakan Gazali, geri kalan tüm servetini dağıtır. İki sene Şam’da ikamet eden Gazali, tasavvuf ekolünün pratiklerini yaşamaya başlar. Şam camiinde uzun süre itikâfa giren Gazali, Hicaza gider. Kendi ifadesiyle on sene kriz içinde yaşayan Gazali, şunları ifade eder: Kesin olarak şunu anladım: Mutasavvıflar, yüce Allah’ın yolunu tutmuş kimselerin ta kendileridir. Onların tavırları en güzel tavır ve yolları en doğru yoldur. Ahlakları da en güzel ahlaktır. Bütün akıllıların aklı, bütün bilgelerin bilgeliği ve dinin sırlarına vakıf olan bütün alimlerin ilmi bir araya gelerek mutasavvıfların ahlak ve yaşantılarının bir kısmını değiştirip daha iyi hale getirmek isteseler bunu asla başaramazlar. Çünkü onların görünen ve görünmeyen bütün hal ve hareketleri peygamberlik kandilinin ışığından beslenmektedir. Yeryüzünde, aydınlanmak için peygamberlik ışığından daha ileri bir ışık yoktur. (el-Munkız,s: 147)

            Tasavvuf yoluna girmek için kalbin Allah dışında kalan bütün şeylerden arınmış ve uzaklaşmış olması gerekir. Ancak bu yola gidenlerin bazıları Allah’ın bedenlerine sızdığı hulul, bazıları Allah ile birleştiği vahdet, bazıları ise Allah’a kavuştuklarını, vuslata erdiklerini savunmuşlardır. Oysa bunların hiçbiri Gazali’ye göre sağlıklı bir yöntem değildir. 

            Gazali’nin endişeleri haksız değildir. Nitekim çok geçmeden hulul, vahdet ve vuslatı temel alan tasavvuf akımları ortaya çıkmaya başlamıştır. Gazali, bu noktada temel özellikleri bakımından İslam dışına çıkma eğilimi olan tasavvufu, İslam dairesi içinde tutmayı başarmıştır.

            Gazali’nin gerçeği arama serüveninde tavrını tasavvuftan yana koyması bu akımı İslam dünyasında meşrulaştırmıştır. Zira Gazali İslam dünyasının en büyük ilmi otoritelerinden biri durumundadır. Gazali’nin tasavvuftan yana tavır koyması, daha sonra iki farklı Gazali değerlendirmesine yol açmıştır. Bunlardan ilki Gazali’yi dini ilimleri ihya eden büyük bir âlim konumuna yükseltirken, ikincisi İslam dünyasında akli düşünceyi öldürdüğü iddiasıdır. 

Bu yazı toplam 3636 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.