KÜRESEL GÜÇ OLMA / Köşe Yazısı - İsmet TANRIVERDİ

29.04.2016 07:41:22
İsmet TANRIVERDİ

İsmet TANRIVERDİ

 KÜRESEL GÜÇ OLMA

                   Küresel güç olmak, zaman ve mekânı iyi okumaktır. Her çağa sahiplik ederek kurucu güç ve aktör olmaktır. Küresel ve kurucu güç olmak, toplumun maddi ve manevi gücünün tüm kurallarını belirlemektir. Buna göre geleceğe istikamet belirlemektir. Kendi tarihsel yürüyüşünü gerçekleştirerek geleceğe dair kısa, orta ve uzun hedeflerinin idrakinde olmaktır. Toplumsal şuurunu kaybetmeden bunalımları aşmaktır. Yaşadığı çağın öznesi olarak geleceği okuyarak güçlü ve üretken bir zihin inşa etmektir.  Küresel güç olmak, yeryüzünün her yerinde ekonomik, politik, siyasi olarak var olmaktır. Küçülen dünyada her şeyden haberdar yaşamaktır. Günümüzü ve geleceğe dair beklentileri karşılayacak hamleler yapmaktır. Önce geçmişin muhasebesini yaparak onunla yüzleşmektir. Geçmişi tümden silip atmak yerine, birikiminden faydalanılarak sağlıklı çözümler üretmektir.

               Müslüman’ların küresel güç olmasının amacı,  yeryüzünü ıslah ederek  “iyiliği emretmek, kötülükten men etmektir”. İnsanlığa onurlu bir hayat düzeni sağlamaktır.  Müslümanlar, neden küresel güç olamıyor? sorusuna Kürşat Atalar şöyle cevap veriyor: “Müslümanların dünyayı değiştirecek potansiyelleri vardır. Ancak İslam’ı, bütün insanlığın umudu haline getirecek küresel karakterli bir sistematik düşünceyi henüz üretememişlerdir. Yine küresel bir güç olabilecek imkânlardan yoksun bırakılmışlardır. (1)”  Şeklinde ifade etmiştir.

                İslam dünyası param parça olmuş, kendilerine çizilen suni sırlara çekilmiştir. Sözde bağımsız devletler gibi  yapay ve uydu devletçikler kaos, kriz  ve terörle boğuşarak  kendilerini yönetecek bilinçten uzaktırlar.  Rezalet, sefalet ve delalet içindeler. Akıl tutulması yaşayan İslam Dünyası, hiçbir şey üretmeden tüketiyor. Kendi tarihsel mirasını örnek almadıkları gibi, kendilerini sömüren efendilerinin tecrübelerinden de yararlanamadılar.  Yani ne geleneğin, ne İslam’ın,  ne de Batının birikiminden faydalandılar. Taklit kültürünü bile beceremediler. Eğer becerebilselerdi bugün sanayisi,  ekonomisi, sanatı ve edebiyatı güçlü olurdu.

                 Müslümanlar, öyle kadim bir medeniyetin çocuklarıdır ki, kendilerine vahyin mirasına ve enbiyanı yaşantısına sahipler. Daha da ötesi kendi geçmişlerinde nice kahramanları Fatih’leri,  Selahaddin’leri ve Alparslan’ları görmüşler.  Gazali’leri, Sinan’ları, Akif’leri,  Bediüzzaman’ları,  Afgani’leri,  Abduh’ları,  İkbal’leri, Hasan Elbenna’ları,  Seyyid Kutup’ları ve daha nice âlimleri yetiştirmişler.  Ama ümmet neden bu haldedir?  Neden takatı kalmamıştır?   Duruşunu kaybetmiştir?  Hani rabbimiz diyordu ki:  “Sizi insanlara şahit ve örnek kıldık (2 / 143 )”  ama biz bunu beceremeden rotadan saptık, yollarımızı ve yönlerimizi çoğaltarak hiçbir zaman kesişme noktasına getiremedik. Gücümüz dağıldı ve bozguna uğradık,  ihtilaflar yaşayarak incir çekirdeğini doldurmayan meselelerle oyalandık. “Sen, ben dedik, bir türlü biz diyemedik”. Samimi kardeş olamadık,  adil olamadık, adalete çağırmadık. Mazlum olduk, bilmeden zalimleri destekledik. Allah’la irtibatı keserek,   tahribat yaptık. Yenilenmedik, ıslah ve inşa davasını kaybettik.                                                  

                 Şimdi Müslümanların durumu, yatağa düşmüş, serumla yaşayan insanın haline benzemektedir. Direnme gücü ve azmi bitmiş haldedir. İslam coğrafyasının ruhu karartılmıştır. Konjonktürel hastalıklara yenilmiş, tutarsız hareket ve söylem geliştirmektedir. Düşünceden düşünceye atlayarak konum belirleyenler gün geçtikçe çoğalmaktadır. Ümmetin başına gelenler, artık kaza ve kaderle geçiştirilemeyecek kadar önemlidir. Bu hastalıkların sebebine gelince en önemlisi çıkarcılıktır. Sonra bilinçsizlik, dışarıdan kışkırtmalar,   sevgisizlik ve İslami güzergâhtan ayrılıktır.

                 Coğrafyalarımız arasına yapay sınırlar, tel örgüler, pasaportlar namlular ve dahası mayınlar döşenmiştir. İslam coğrafyası diktatörler, krallar ve tiranlarla hala yönetilmektedir. Bunlar, Batılı efendilerinin otomatik düğmesiyle hareket ederek yerini garantiye alırlar. Her türlü zulmü halkına reva görürler. Ne zaman bir uyanış ve isyan sesi çıkarsa kanlı bir şekilde bastırılır. Arap Baharı bunun bir örneğidir. Halk patlaması olan bu isyan,  Libya’daki 42 yıllık Kaddafi’yi,  Yemen’deki 34 yıllık Ali Abdullah Salih’i,  Mısırdaki 30 yıllık Hüsnü Mübarek’i,  Tunus’taki 25 yıllık Zeynel Abidin Bin Ali’yi birer birer devirdi.  Fakat Suriye’deki Hafız Esad’ı bir türlü deviremediler. Çünkü arkasında leşi paylaşamayan doğudan, batıdan, uzak diyardan güçler(ABD, Avrupa, Rusya, Çin) var. Emperyalistler demokrasiye tahammül edemeyerek Mursi’yi darbeyle devirdiler. Çünkü Mursi,  onların istediği adam değildi. Emperyalist güçler böylece bir kılıf bulup Mısır’da demokrasiyi rafa kaldırdı. Batı her zaman bu oyunu tekrar eder. Demokrasi sadece kendi halkları için geçerlidir. İşine geldiği zaman diğer halkları sömürmek için bir kalkan olarak kullanır. Sudan lideri Hasan Turabi,  bunu şu şekilde ifade etmiştir:         “ Demokrasiden doğacak çocuk Müslüman olursa düşük yaptırır.” Yine bu konuda Gazeteci Kemal Öztürk bir yazısında endişesini şöyle açıklar. ” Ne zaman ki özgürlük ateşi petrol kuyularına, körfeze dayandı; işte o zaman baharı kışa çevirmek için dünyanın tüm şeytanları birleşti. Sonra Mısır düştü. Suriye yangın yerine çevrildi.  Irak perişan oldu. Libya bölündü. Tunus eski haline geldi. Yemen bataklığa saplandı. Sonra karşımıza nereden geldiği bilinmeyen El Kaide, DAİŞ, El Şebab, Boku Haram gibi örgütler çıktı.    İslam algısı kol kafa kesme olarak bu örgütler üzerinden değiştirildi (2).”

                     Ama,  gel gör ki Ortadoğu ve diğer Müslüman halkların bir kısmı bundan daha beter şekilde yönetiliyor.  Keşke bu ülkelerde demokratik seçimler yapılabilseydi. Yani ileri olmayan olsa da demokrasiyle yönetilebilseydi. Böylece halk, kısmen krallar, tiranlar ve diktatörlerden kurtulurdu. Fakat yakın gelecekte bu halklar ikinci, üçüncü Arap isyanlarıyla devrileceklerdir. Çünkü hiçbir zülüm, ebedi değildir.

                  23 Arap Devleti, silah yarışına girmiş ve milyarlarca dolarlık silah satın aldılar. Kimin için? diye sorarsanız elbette kendilerini sağlama almak içindir. Tabi ki ezeli düşman İsrail için değildir.  Ortadoğu’nun ortasında, burunlarının dibinde, İsrail zulüm ederken hiç birinin gıkı çıkmaz.   Fakat ne yazık ki bu silahları komşusuna karşı kullanmaktadır.

                  Afrika’da çoğunluğu Müslüman olan 26 ülkede iç savaş yaşanmaktadır. Bu savaşların nedeni ya etnik ya da mezhebi taassuptan kaynaklamaktadır.  Devletin başındakiler çıkan petrolü, doğalgazı, altın madenini ve diğer zenginlikleri batılı efendilerine peş keş çekmektedir. Batılılar, sömürü düzenlerini devam ettirmek için ilk önce, bu halkları birbirine düşürerek düşman ettirirler. Sonra barış elçileri kesilip müdahale zemini hazırlarlar. Böylece ellerindeki her türlü zenginliği çalarak, huzursuzluğun devamı için taraflara silah satarlar.  Afrika’da bu nedenle birçok ülkede (Etiyopya, Sudan, Somali, Kenya, Uganda ve Eritre’de )  insanlar açlık ve ölümle karşı karşıyadır. Bu sayı yaklaşık 16 milyon insan demektir.

                  Dünya nüfusunun % 23 ‘ünü oluşturan Müslümanlar, yani 1.6 milyar insanın kaynakları, başkaları tarafında sömürüldüğünden, tüm ihracatları Almanya kadardır. Varlıkları ekonomik alanda olmadığı gibi diğer alanlarda da yoktur. Batılı emperyalistlerin temel hedefi Müslümanları tamamen etkisizleştirmektir. Bugün İslam coğrafyasındaki savaşların temel sebebi haline getirilen petrolün % 70’i, doğal gazın % 51’i, fosfatın      % 41’i, bor madeninin % 67’si, uranyumun % 39’u ve daha birçok maden, İslam ülkelerinde ortaya çıkmaktadır.  Ancak, bu kaynakları kullanamıyoruz. İslam ülkelerinin dünya gelirinden aldığı pay % 5,  Dünya ticaretinden aldığı pay ise % 8 civarındadır.  Allah vergisi olan bu zenginliğe rağmen halkları mazlum ve mağdurdur. Bu zenginlikten dolayı hem de ateş çemberindedirler.

                    “Dünya,  beşten büyüktür” dediği için hedef tahtasına konulan bu ülkenin cumhurbaşkanı, haklı bir isyanı ifade etmiştir. Dünyadaki adaletsizliğin kaynaklarından biri Birleşmiş Milletlerdir.  Beş ülkenin veto hakkı olduğu sürece BM’ nin adaletinden söz etmek ikiyüzlülük olur. Yani diğer ülkeler el kaldıran ve indiren kuklalar olmaktadır. Bütün yaptırımları 5 ülkeye vermek diğer ülkeleri adamdan saymamaktır. Buna rağmen diğer ülkelerin sesi soluğu çıkmamaktadır. Türkiye, diğer Müslüman ülkelere göre ekonomik bağımsızlığını kısmen yakalamış, bağımlılıktan sıyrılmaya çalışmaktadır. Yani kendine yeter duruma gelmek için yoğun mücadele vermektedir. Çünkü ekonomik bağımlılık siyasi bağımsızlığı gölgelemektedir. Bunun fakına varan Türkiye, tüm kaynaklarını harekete geçirmiştir. Ancak bizi hep hor görenler, buna alışkın olmadığı için ülkemizin yeniden tarih sahnesine çıkışını, içine sindiremiyorlar. Bu hazımsızlıkları, ülkemizin İslam dünyasıyla bağlarını koparmasına ve nüfuzunu kırmaya yönelik çabalardır. Türkiye’nin, özellikle son yıllarda Ortadoğu, Afrika ve Orta Asya ile ilgilenmesi, Batılı emperyalistlerin uykularını kaçırmaktadır. Enerji hatların güvenliği ve maden yataklarının bekçiliğini yapanlar, dünyayı parsellemişler ve kimseyi bu alanlara sokmamaya çalışmaktadır. Küresel güç  ve İslam dünyasının sesi ve soluğu olmak isteyen Türkiye’yi, her taraftan kuşatarak izole etmeye çalışıyorlar. Türkiye içinde ve kader birliği yaptığımız İslam coğrafyalarında, istikrarsızlık senaryoları devreye konmaktadır. Çözemediğimiz iç sorunlarımızı uluslar arası arenaya çekip çözüme katkıda bulunmak yerine kışkırtıcılık yaparak  boğmaya  çalışıyorlar.  Çözüme yakınlaştığımızda başımıza bir bela getirirler. Bizi iç sorunlarımıza odaklayıp çözümsüzlüğün devamı için çalışırlar. Bugün Ortadoğu’da, Afrika’da ve özellikle Suriye ve Filistin’de ne işiniz var? diyenler aynaya bakmalıdır. Bu coğrafya dışından sömürü için gelenler, bizim İslam kardeşliğimizden, ortak medeniyet düşüncemizden epey rahatsızdırlar. Asıl sorulması gereken sizin ne işiniz var burada? Siz bu coğrafyanın insanları değilsiniz? Sizin kader birlikteliğiniz yoktur? Sizin inanç birlikteliğiniz yoktur? Ve daha nice birliktelikleri olmayanlar neden vatanlarımıza saldırmaktalar? Neden gönül coğrafyalarımızı parçalamaktalar? Neden üstümüze bombalar yağdırmaktalar? Ve daha nice nice nedenler… Biz körü körüne Batı düşmanlığı peşinde değiliz. Batı ve işbirlikçileri, Müslümanlara karşı olan mantalitelerinden vazgeçmelidirler.  Dünyada birlikte yaşama koşulları sağlanmalıdır. Dünyadaki zenginlikler adil bir şekilde paylaşılmalıdır.  Ülkelerin zenginliklerine müdahaleden el çekilmelidir.

                        Yukarıdaki mevcut duruma rağmen,  Müslüman halklarda neden vahdet meydana gelmemektedir? Bozulmamış kitabı olan, peygamberi en güvenilir olan bu toplumlar neden bu haldedir? Dini, barış ve güven  olan bir toplum niye bu kadar şiddet üretiyor? Neden bu kadar taassupçu olabiliyor? Neden sevgi tohumları yeşermiyor?

                      Bediüzzaman, ıslah ve inşa karşısında Müslümanların gerileyiş sebeplerini altı hastalık olarak sıralamıştır: Bunların “ ilki yeis, yanı ümitsizliktir. İkinci neden olarak doğruluktan sapmadır. Üçüncüsü  adavete muhabbet, yani düşmana duyulan sevgidir. Dördüncüsü Müslümanlar arasındaki manevi bağların kopmasıdır. Beşincisi istibdat, yani baskıcı rejimlerin varlığıdır. Son olarak menfaatı şahsiyesine himmet yani kendi çıkarını esas bilme (3)” olarak belirtmiştir.

                    Yine Bediüzzaman  “Biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yok diyerek(4)   insanları ıslah ve inşa ederken icbarla (zorla)değil ikna ile yani “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz(5) ilkesiyle hareket edilmesini tavsiye etmiştir.

                  Bediüzzaman üç düşmandan söz etmiştir: Bunlar “Cehalet, Zaruret ve İhtilaftır” der. Çözüm olarak daCehaleti Marifetle (ilim, fenle), Zarureti (fakirliği) Sanatla, İhtilafı (parçalanma) İttifakla çözüm olur (6) der .

                   İslam coğrafyasına şöyle bir göz attığımızda, Müslümanlar perişan haldedir. Ümitsizlik olsun diye söylemiyorum. Bunları, çıkış yolu bulmak için ifade ediyorum. Müslümanlar, öyle bölündüler ki aralarına çizilen yapay sınırlar birliklerini parçaladı. Gazeteci Kemal  Öztürk’ün ifadesiyle:” İslam ümmeti, savruldukça savruldu. Dağıldıkça dağıldı. Batı karşısında iddiasını kaybetti. Kendine olan güveni yitirdi. Dünyaya, söyleyecek sözü kalmadı. Batıyla, mücadeleyi bırakıp teslim oldu. Özgür ruhlarını kaybettiler. Medeniyetimizin en parlak yanları, insanlığa ışık saçan özellikleri kayboldu.  Kalem sustu. Hikmet kayboldu. İlim söndü. Şiir bitti. Edebiyat küstü. Sanat yok oldu. Bilim üretmez oldu. Bunların yerine şiddet, terörizm, cehalet temsil etmeye başladı(7)”.

                       Sonuç olarak, fetretten yükselişe geçecek hamleleri atma zamanıdır. Müslümanlar, bir çıkış yolu bulmak zorundadır. İtirazcı seslerini yükselterek Batı karşısında “ Ben neden bu haldeyim?” diyebilmelidir. Batının ayak oyunlarını bozacak planlar devreye konularak Müslüman halkların DNA’sını bozan ve değiştiren emperyalistlere karşı isyan bayrağı çekmelidir. Yozlaşma, başkalaşma ve özentiyi frenleyerek Atasoy Müftüoğlu’nun yerinde ifadesiyle: “ İslam, susmayı, yalnızlığı,   yoksulluğu, ezilmişliği bir kader haline getiren anlayışı reddetmiştir. Müslüman içerisinde bulundukları her türlü bağımsızlık zincirlerini koparmadıkça İslam’ın hakkını veremez.  Müslümanca yaşamak demek, zulme, isyana her türlü sömürü ve yabancılaşmaya karşı hakikatın ve adaletin ifadesi olarak yaşamaktır. İslam ulus devletlerin çıkarına alet etmekle değil; Ona yönelerek hayat bulabilir.(8)”  diyebiliriz.

                      Müslümanların, derin bir toplumsal değişime ihtiyacı vardır. “Derin ve anlamlı bir yenilenme, derin ve anlamlı bir birikimle mümkün olabilir(9).  Kuşatıcı bir anlayışla, herkese yeniden can verme iddiamız, ötekinin sorunlarını anlamayı ve çözmeyi öncelikli kılar. Çünkü İslam, yaşatma iddiasıyla ortaya çıkmış, özgürlükler konusunda hassas davranmayı önemsemiştir.  Her türlü taassuptan arınmak gerekir. Çünkü İslam, bir özgürlük manifestosudur. Zihnimizi, sınırlarımızın ötesine taşıyarak ıslah ve inşa ile yeryüzünün imarını yapmaktır. Sorunlara mazeret üretmekten vazgeçerek çözümüne odaklanmaktır. Toplumla iletişim bağları güçlendirerek geleceğin dünyasına adım adım yürümektir. İnsanlık yürüyüşümüz adalet, şefkat ve merhametle yapılmalıdır. Dün eleştirdiğimiz sistemin yanlışlarını görmeyerek,  onu savunmaktan kaçınılmalıdır. Muhafazalaşmaktan uzak durarak, dönüşümcü duruşunu vahyin diriltici ruhuyla ateşlemelidir.  Şahıs endeksli değil, hakikat odaklı mücadele yürütülmelidir. Rüya, efsane ve menkıbelerle uyutulan halk uyandırılmalıdır. Her cemaatin bir “mehdisi var” anlayışı terk edilmelidir. Her şey lidere havale edilip kişiler pasifleştirilmemelidir.  Çünkü “mehdilik anlayışı” tembelliğin bir aracı ve mazereti olmuştur. Sayısal çokluklar yerine niteliksel değer dikkate alınmalıdır.

                      İslam’ın küresel mücadelesi, evrensellik taşır. Hiçbir coğrafi sınır tanımaz. Etnik ve mezhebi kimlik ölçüt alınmaz.  Ümmet anlayışıyla hareket eder. Özü ve özgünlüğüyle yapıcıdır. Tüm bozuk yapısal sistemleri inşa etme amacı güder. Çağa çağrı yaparak sorunları çözme iddiasındadır. Büyük medeniyet yolculuğunda çağdaştır. Sorunlarıyla yüzleşerek çözüm sunar. Küresel davası ile herkese umuttur, diriliştir. Hakkın, doğruluğun ve adaletin serzenişidir. Kardeşliğin, barışın teminatıdır. Kontrolsüz gücün barikatıdır. Şu bilinmelidir ki: Batıl zevale, Hak kemale erecektir.

                                                                                      

                       KAYNAKLAR

1  -K. Atalar: Düşüncenin Okullaşması

2-  K.Öztürk: Yeni Şafak Gazetesi

3-   Bediüzzaman: Hutbe-i Şamiye

4-   Bediüzzaman: Divan-ı Harbiye

5-   BUHARİ

6-   Bediüzzaman: Asar-ı Bediiye

7-   K. Öztürk: Yeni Şafak Gazetesi

8-   A. Müftüoğlu: Göklerin ve Yerin Dili

9-   A.Müftüoğlu: Göklerin ve Yerin Dili

Bu yazı toplam 3125 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.