ÇAĞDAŞLIK VE TOPLUMSAL DEĞİŞİM / Köşe Yazısı - İsmet TANRIVERDİ

11.06.2016 11:51:39
İsmet TANRIVERDİ

İsmet TANRIVERDİ

 ÇAĞDAŞLIK VE TOPLUMSAL DEĞİŞİM

            Toplumsal değişme, toplumun kültürünün, yapısının ve toplumsal davranışlarının zaman içinde farklılaşmasıdır. Başka bir tanımla toplumsal değişme, bir toplumun yapısında, kurumlarında ya da kurumların birbiriyle olan ilişkilerinde meydana gelen değişmeler olarak ifade edilebilir. Toplumlar ve toplumu oluşturan bireyler bu değişimlerden ister istemez olumlu ya da olumsuz etkilenirler. Bu değişim süreçlerini olumlu yönde yönlendirmek ve sahiplik etmek temel görevimizdir. Değişimleri dondurmak veya engellemek mümkün olmadığına göre değişimi kaçınılmaz hale getiren faktörleri bilmek ve süreci yönetmek için Fazlur Rahman’ın “İslam ve Çağdaşlık” kitabı ışığında ele almayı uygun gördük.

           Fazlur Rahman’a göre, “toplum devamlı değişim süreci içinde olan bir yapıya sahiptir. Bu değişim sürecini esas alarak toplumsal değişmeyi inceleyen ve onun hedeflerini anlamaya çalışan çabaların tümüne bilimsel bir disiplin olarak değişim sosyolojisi diyebiliriz” şeklinde tanımlar. Buna göre toplum, devamlı kendini yenileyen ve değişmekte olan organik bir yapıya sahiptir. O halde toplumsal değişme bir gerçektir. Ona göre Müslüman’ların geri kalmalarının en önemli sebebi toplumsal değişimi görememeleridir.

            Toplumsal değişmenin boyutları çok geniştir; ekonomik, sosyal, günlük yaşam biçimi, teknolojik ve bilimsel alanlarda aynı zamanda bunların sunucu olarak fertlerin zihin dünyası, düşünce şekilleri ve hayata bakış tarzlarında da değişme söz konusudur. Genellikle toplumsal değişim sürecinde en etkin unsur bilimsel ve düşünsel faaliyetlerdir. Çünkü bilimsel faaliyetler neticesinde ortaya çıkan teknolojik değişimler, fertlerin yaşantı tarzlarını etkiler ve değiştirir.  Böylece toplumda hem yeni bir yaşam tarzı benimsenir, hem de toplum büyük bir ölçüde yenilenmiş bir dünya görüşüne sahip olur.

            Toplumsal değişim sürecinde etkilenmeyen birey var mı? Sorusuna, değişim sosyolojisine göre cevabımız “yoktur” olacaktır. Fakat buna karşı olarak da değişmemesi gereken bazı ilke ve esasların bulunduğunu savunmak durumundayız. Buna basit bir örnek olarak şunu verebiliriz: Bir toplumda “iyilik” anlayışı değişebilir. Ancak  “insanlara iyilik yapılması gerektiği” ilkesi hiçbir zaman değişmemesi gerektiği bir esastır. Fazlur Rahman’a göre bunlar nelerdir?  İslam’ın ilk çağını yani Asr-ı Saadet dönemini de göz önünde tutarsak görürüz ki, Peygamber üç önemli konu üzerinde durarak değişmemesi gerektiğini belirtir: Bunların birincisi, “tevhid” yani Kur’ana yönelmedir. İkincisi, insanın kendine ve topluma karşı olan “ahlaki görevleri” yani sosyo-ekonomik durumdur. Üçüncüsü ise, “ahiret” inancıdır.  Burada,  bu değerlere karşı hem toplum hem de fertler muhakemeye çekileceği dile getirilmiştir. Birincisi diğer iki etkenin temelidir. O halde günümüz Müslüman toplumları sorunlarını, ancak Kur’an’a yeniden dönerek ve bizzat ondan hareket ederek çözebilir. İslam’ın günümüzdeki dünya görüşü ortaya konarak bu görüş çerçevesinde toplumlar kendini devamlı yenileyen bir düşünce hareketi oluşturmalıdır. Müslümanların İslami anlayışlarını, toplumsal değişmeye paralel olarak “geliştirmesi “ veya başka bir deyişle  “yenilemesi” gerekir. Toplumsal değişme ile yenilenmeyen ve dolayısıyla değişime hiçbir zaman uğramayan sadece Kur’an ve Hadisten çıkarılan “genel İslami ilkeler” dir. Bir örnek vermek gerekirse zekât verme ilkesi, hiçbir zaman değişmez; ancak değişik yorumlarla bu ilkeyi güçlendirmek gerekebileceği gibi zekât topluma bizzat uygulamaya yönelik konularda da değişik usuller gerekebilir.

            Kur’an’a ve İslam’ın temel anlayışına göre Allah’ı unutanlar, netice olarak kendilerini de unuturlar. Hak yoldan sapanlar her türlü delaletin içine girerler. Tüm peygamberler ve tebliğciler bunların ıslahına çalışmışlardır. Hz. Muhammed, ilk önce toplumun zayıf kesimini güçlendirmeye ve yoksun oldukları hakları onlara iade etmeye,  imtiyaz sahibi kişilerin de dini (ruhbanlık), siyasi (otokratik veya oligarşik) ve sosyo-ekonomik (haksız ekonomik üstünlük ve cinsiyet üstünlüğü) alanlardaki imtiyazlarını ellerinden almak için mücadele etmiştir.

            Hz. Muhammed’in getirdiği yeniliklerin toplumsal yönü incelenirse iki önemli özellik göze çarpar:

            Birincisi, büyük çapta bir sosyal değişme meydana getirmeden önce ortam bu yönden çok iyi hazırlanmıştır. Elbette Mekke’de iken kamu yasamasında peygamberin icra gücü yoktur. Ancak siyasi ve idari yetkisinin olduğu Medine’de kanun yapabilmiştir. İkincisi olarak,  İslam’ın temel esası,  sosyal adalete ve insan eşitliğine dayalı bir toplum kurmayı hedeflemektir. Toplumsal değişmeye gözlerini kapayarak görmezlikten gelemeyiz.   Kur’an’ın toplumsal ve ahlaki hedeflerini yerine getirmek zorundayız. Dinin ana hedefinin ahlak olduğunu bilmeliyiz.

            Birey ve toplum birbirlerini tamamlayan unsurlardır. Bu bakımdan Fazlur Rahman’ a göre toplumsuz fert düşünülemez. Ona göre, insan iradesini inkâr etmek, Kur’an’daki bazı ayetleri inkâr etmek demektir. Fakat maalesef ortaçağ sonlarında Müslümanlar arasında güçlü bir cebriye (determinizm) anlayışı yaygındı. Fazlur Rahman’a göre bu fikrin kaynağı Kur’an değil, dışarıdan gelen yabancı etkiler yanında insan iradesini reddeden Eş’ari kelam okulu ve kadercilik anlayışı ile yoğrulmuş sufi dünya görüşlerdir. Bu görüşler insanı, ringin dışına itmişlerdir. İnsan, kaderin elinde nesneleştirilmiştir. Yani insan fiillerinin sahibi ve sorumlusu olmaktan çıkarılmıştır. Oysa Kur’an, insanı iyilik meleği olarak görmez. Yapıp ettikleriyle sorumlu tutar. İyilik ve kötülük mücadelesinin içinde mücadele ederek konum belirlemesini öğütler. İyilik edenlerin sürekli kazanacağını, kötülük edenlerin de bir hüsranla karşılaşacağını vurgular.

               Kur’ana göre insan, yeryüzünde Allah’ın halifesi görevini görür.  İnsan, eğer bu emaneti gereği gibi korur ve buna göre hareket ederse o zaman yeryüzünde “Allah’ın Halifesi “ olma liyakatini göstermiş olur. Fazlur Rahman’a göre bu emanet ağır bir yüktür. İnsanın görevi, Kur’ani hukuk ve ahlaka dayalı sosyal bir toplum düzeni kurma görevidir. Nitekim insan bunu gerçekleştirebilecek bir kabiliyette yaratılmıştır. Ancak insan bu görevini unutup gaflet içine düşerek ve “kendi nefsine zulmetmektedir. Çünkü insan delice cesurdur. Hâlbuki insan bu görevini yapacağına dair Allah’a söz vermiştir”. (Araf-172/173)

               Kur’an’a göre medeniyetler sınanmak için yaratılmıştır. Sorumluluklarını yerine getiren medeniyetlerin uzun süre yaşayabileceğini ancak bozulan ve fıtratından sapan toplumların da yok olacağını ifade eder. Kur’an, yıkılıp çöken bir medeniyetin yerine yeni bir medeniyet kurabileceğini kabul etmektedir.  Ancak yanlış (batıl) üzerine gerçek ve doğrunun (hak) bina edildiğini kabul etmek Kur’an açısından mümkün değildir.  Helak olmakla yüz yüze kalan toplumlara gelen peygamberler, yaptıkları tebliğin başarıya ulaşması ile kesintisiz bir medeniyetin inşasını sağlamışlardır. Fakat peygamberlerine isyan edip mesajına karşı yüz çevirenler de helak olmuşlardır. Medeniyetler de insanın yaşamı gibidir. Sağlıklı bireyler yaşamın kurallarına uygun yaşadıkları zaman uzun süre yaşama şansı vardır. Fakat gelişi güzel yaşamların badireleri çok olacağından dolayısıyla yaşama ömürlerini etkiler. Yani şizofren toplumlar, bunalımlar yaşar ve bir gün hayatlarına kastederler.                                                                                      

             Sosyolog, C.E.Black “çağdaşlaşmayı, tarih boyunca gelişmiş kurumların insanın bilgisindeki görülmemiş artışı yansıtan ve hızla değişen işlevlere uyarlanması süreci” olarak tanımlamaktadır(Çağdaşlaşmanın İtici Gücü Kitabı). Çağdaşlaşma geri kalmış toplumun, bilgi üretme sürecini hızlandırarak kısa sürede kendi içinde yeterli bir duruma gelmesi ve bundan sonra da bu bilgi artışındaki işlevlere kendi tarihinde geliştirdiği kurumları ve düşünce sistemlerini uyarlamaktır. Çağdaşlık zorunlu olarak yenilikçiliği ve değişmeyi içermektedir. Zira çağdaşlık bir yenilikçilik olduğundan, yenilenmeden çağdaş olmaktan bahsedilemez. Yenilenme ise bir değişimdir. Bu anlamda genel olarak çağdaşçılık, yenilikçiliktir diyebiliriz. Ancak konuya diğer bir açıdan bakarsak her yeniliğin ve her değişimin çağdaşlık olduğunu söyleyemeyiz. Yani çağdaşlaşma her zaman bir yenilenme (reform) olduğu halde;  her yenilenme her zaman çağdaşlaşma olmayabilir.

               Fazlur Rahman’ın  “yenilik” anlayışı dinde reformu kastetmemektedir. Onun çağdaşlık anlayışında hiç şüphesiz ki reform, yani yenilik vardır; ancak bu reform tekrar İslam’ın temel kaynağı olan Kur’an’a dönmek ve İslam’ın asıl saflığına ulaşmaktır. Kur’an’ın bütünlüğü içinde yorum yapmaktır. Aksine hiçbir ayeti hükümsüz kılmak değildir.

Çağdaşlık, Dinde yenilik değil dinin yorumunda yenilik yapmaktır. Çünkü ona göre, Kur’an bizzat kendi tarihi ortamı içinde incelenirse daha iyi anlaşılır. Ancak Kur’an’ı incelememiz burada bitmeyip onun çağımıza olan ilgisini ortaya koyuncaya kadar devam etmelidir. Kur’an hem geçmişe atıf yaparak hem de çağımızla ilişkisi iyi incelenirse daha iyi yorumlanabilir. Kur’an’a karşı zaaflarımıza vurgu yaparak buna da zihin darlığı olarak eleştirmiştir. Kendisini “Kur’an Müslüman’ı” olarak tanımlayan Fazlur Rahman, Kur’an’ın yabancı kirli düşüncelerden ve uydurulan inançlardan uzak tutulmasını savunur. Gelenek ve tecrübe yerine vahyi esas alır. Geleneksel ve uydurulan inançlar ve yorumlar Kur’an’ın felsefesini gölgelemeye devam ederse günümüze cevap veremez hale gelir.  Fazlur Rahman, çağdaşçılık akımını hayatın bütün yönlerine nüfuz ettiği ve bu yüzden hukuk toplum, siyaset, düşünce, ahlak ve din gibi birçok alanlarda görülen kapsamlı bir çalışma olduğunu belirtikten sonra bu akıma asıl güç kazandıran etkenin, fikri çağdaşçılık, yani düşünce alanına yansıyan çabalar olduğunu savunmaktadır. Fikri çağdaşçılık, yenilik ve gelişmenin en önemli merkezi olarak insan düşüncesini görmektedir. Bu bakımdan fikri gelişme, temelde insan gelişmesi demektir.  Bu gelişmenin merkezleştiği alan ise insan zihnidir.

              Fazlur Rahman, çağdaşlığın özü olarak fikri çağdaşlığı görmekte ve bunun yavaş yavaş yerini, sosyo-ekonomik çağdaşlığın etkisi ile Batı Dünyasında ekonomik çağdaşlığa bıraktığını savunmaktadır. Ekonomik çağdaşçılık akımı, İslam Dünyasına yayılmış ve bir kalkınma ideolojisinin doğmasına yol açmıştır. Aslında İslam çağdaşlığı 19. Yüzyılda Afgani ile başlamıştır. Bu dönemin çağdaşçılık anlayışına Fazlur Rahman “Klasik İslam Çağdaşlığı” demektedir.  Müslümanlar geri kalmışlıklarını sadece ekonomik etkenlere bağlamıştır. İnsan unsurunu önemsemeyen, ahlaki cihadı hiçe sayan ve düşünsel çabaları küçümseyen çağdaşlık bizi bugünlere ve bu hale taşımıştır. Bu da yeni bir fikir üretmeye karşı olan ve adeta düşünce düşmanlığına dönüşen katı gelenekçi tutumdur. Fikri İslam çağdaşçılığının, ekonomik çağdaşlığa dönüşmesinin sonuçları, İslam ülkeleri için epey ağır olmuştur.

Çağdaşçı yenilikler,  ekonomik çağdaşlığın etkisi ile tepki uyandırmıştır. Çünkü bu akımın Batıda doğurduğu olumsuz gelişmeler (aile kurumunun değişmesi, kadın-erkek ilişkileri, çevre kirliliği ve sömürü eğilimleri gibi örnek gösterilerek ) geleneksel İslam kurumları, hiçbir ayırım yapmadan her türlü çağdaşçılık akımına karşı savunuldu. Bu ağır baskı altında kalan çağdaşçılar, ya çabalarından vazgeçtiler veya tutucu güçlere katılarak böylece her türlü fikri çaba, sadece geçmişin papağan gibi tekrarlanmasına indirgenerek, Müslümanlar tekrar eski fikri donukluklarına ve durağanlıklarına büründüler. Yani ıslah hareketlerinden vazgeçtiler.  Görüldüğü gibi Fazlur Rahman, ”şekilci” diye bileceğimiz tüm çağdaşlığa karşı çıkmaktadır. Gerek ekonomik, gerekse idari çağdaşçılık,  ona göre, şekilci bir yenilikten ibarettir. Hâlbuki zihinlerde ve vicdanlarda bir yenilik yapmadan topluma dini-ahlaki itici güçleri kazandırmak mümkün değildir. Bu ise, ancak fikri bir cihadla mümkündür ki, buna o , “fikri çağdaşçılık” demektedir. Bu açıdan onun çağdaşlık anlayışı aslında İslam’ın özünde olan  “içtihat” olgusu ile anlam kazanmaktadır. 19.yüzyılda başlayan klasik İslam çağdaşlığı, geleneksel savunma yöntemini benimsemiştir. Bunun gayesi Müslümanların geçmişle olan bağını birden koparıp kesmemek ve böylece toplumda devamlılığı sağlamaktır. İslam’ın,  dünya görüşünün bugün için ortaya konmasının gerekli olduğu ve bunun bir an önce yerine getirilmesi gereken iş olduğu hususunda Müslümanlar arasında bir bilinçlenme olmamıştır. Mevcut eğitim sisteminde yapılması gerekli olan köklü düzenlemeler gerçekleştirilmedikçe, İslam’ın arzu edilen sistematik yorumunu yapacak üretken ve özgün kafaların ortaya çıkması beklenemez. İslami eğitimi çağdaşlaştırma, Müslümanların fikri düzeyini yükselterek, fikri görüş açılarını genişletilerek İslamla ciddi bağlar kurarak özgün ve üretken kılmak demektir. Kur’an bilgiye çok değer verir. Kur’an’a göre bir kimse ne kadar bilgi sahibi olursa, iman ve ameli de o kadar yükselir. İmanı ve inancı beslemeyen her bilgi zararlı  görülür.

           Sonuç olarak, İslam dini dinamik bir dindir. Değişen şartlara cevap verebilecek donanıma sahiptir. Üretken insanlar vahiy ışığında yeni yorumlar yaparak günün sorunlarına çözüm üretebilir. Müslüman aydınlar, fikir ve eylem işçiliği yaparak toplumsal değişime ve üretime ön ayak olmalıdır. Toplumun durağanlaşması beraberinde ataleti getirir. Dinin yeniden yorumlanması, İslam hukukunun, İslam ilkeleri ışığında yeniden oluşması ve yorumlanması gereklidir. Müslümanlar, İslam’ın asli ve kesin kaynaklarına dönerek ictihad yapmalıdır.

Şu veya bu şekilde zihniyet bakımından başkasına bağımlı olduğu sürece bağımsız hareket etmeleri beklenemez. Savunma psikolojisinden kurtularak gelenek ile modern arasında sıkışan Müslümanların yeniden düşünsel hamle yaparak atağa geçme zamanı gelmiştir. Bu yapılmadığı takdirde hüsrana uğrayacaklardır. Geçmişi ayıklayarak doğrular üzerinde ittifak ederek birikimin tecrübesiyle geleceğe yol alınmalıdır. Mevcut eğitim sistemlerimizde köklü düzenlemeler gerçekleştirilmedikçe İslam’ın arzu edilen sistematik yorumunu yapacak üretken, özgün bireylerin ortaya çıkması tasavvur edilemez. İslami eğitim gerek Müslüman ülkelerde gerekse Türkiye’de uygulanmadığı sürece başarı beklemek hayal olur. Şimdiki sistemler sadece memur yetiştiriyor. Yani kurumların ihtiyaçlarını karşılayacak eleman temin ediyor. Oysa bizim amacımız üretken insan, Geleceği inşa edecek, toplumu aydınlatacak ve toplumun fitilini ateşleyecek insan yetiştirmektir. Kur’an sadece bir ibadet veya kişisel dindarlık kitabı olmaktan çıkarılarak toplumsal sözleşme niteliği taşımalıdır. Geleneksel anlayışlar Kur’an’ın anlaşılması yerine anlaşılmamasına yardımcı olmuştur. Yozlaşmış inançlar aslının yerine geçerek aslı devre dışı bırakılmıştır. Böylece gelenek din olarak algılanmıştır. Geleneğin yanlışları dinin yanlışları olarak sunulmuştur. İslam iyilikte ve adalette yarışan bir toplum hedeflemiştir. Bu hedefe giden yolda çabalarımızın katkı sunması dileğiyle.

Kaynak: İslam Ve Çağdaşlık- Fazlur Rahman

 

 

Bu yazı toplam 3594 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.