AYDIN VE SORUMLULUĞU / Köşe Yazısı - İsmet TANRIVERDİ

14.02.2016 22:53:43
İsmet TANRIVERDİ

İsmet TANRIVERDİ

 AYDIN  VE  SORUMLULUĞU

 Aydın, içinde bulunduğu tarihsel ve toplumsal mekanda kendi insani konumunun bilinç ve sorumluluğunu taşıyan ve toplumun şekillenmesinde aktif rol oynayandır. Aydın, hem eylem adamı  hem de fikir işçisidir. Aydın meselesi, Dünyada orta çağdan sonra ortaya çıkmıştır. Avrupa’da ise 17.Yüzyıldan itibaren aydın sınıfı teşekkül eder. Avrupa’da bu ad ve özelliklerle varlık kazanan aydın sınıfı, 19. Yüzyıldan sonra Afrika, Asya ve Latin Amerika gibi Avrupa dışı ülkelerde de bu sınıf oluşur.  Avrupa dilinde aydın dediğimiz kelime entelijansiya yani entelektüel denilen akıl, şuur, kavrama gücü ve zeki olma manalarına gelir. Entelijansiya (entelektüel) insan; akıllı, kavrayış sahibi ve düşünen insan demektir.

Genel olarak insanlar, bedensel çalışma ve zihinsel faaliyet yapan olarak iki kısma ayrılır.  İşçiler gibi bedensel çalışma yapanlar beden işçisidir. Şair ve yazarlar gibi fikir üreten yani zihinsel faaliyet yapanlara da entelektüel denir. Bu anlamda bazı aydınlar entelektüel iken bazıları değildir. Her eğitim görmüş entelektüeldir. Fakat aydın değildir. Aydın, entelektüellerden farklıdır. Aydının entelektüel olması şart değildir. Çünkü peygamberlerin çoğu entelektüel değildir. Entelektüel, eğitimi sayesinde fikri bir sermaye elde etmiştir. Entelektüeller, aydınlardan çok daha bilgilidir. Örnek olarak, Eflatun, Aristo, İbn-i Sina entelektüeldir. Ama aydın değildir. Buna karşılık peygamberler, halifeler aydın görevi üslenmişlerdir. Bunun yanında Mehmet Akif, Seyit Kutup, Mevdudi, Muhammed ikbal,  Muhammed Abduh,  Said Nursi,  Cemaleddin Afgani,  Aliya İzzet Begoviç birer aydındır. Çünkü bunlar, hem bilgili hem de aksiyon adamıdır. Toplumları hem aydınlatmışlar hem de harekete geçirmişlerdir.

Orta Çağda doğmuş olan Skolâstik düşünce; durgun, donuk ve gelenekçidir. Her nesil, bir önceki neslin tekrardır. Bu nedenle Avrupalı aydın, haklı bir gerekçe ile isyan ederek hayat ile düşünceyi yani din ile devlet arasına mesafe koymaya mecbur bırakılmıştır.  Tümden dini bir kenara atmadılar, çünkü din bir ihtiyaçtır. Ama dini hayatın, donmakta ve çürümekte olduğunu gördüler. Yeni bilimler ve yeni  aydın sınıfı kilisenin boyunduruğu altında yaşadığı sürece gelişme gösterememiştir. Hayat, düşünce ve ilim durmuştur.  Dini, kenara atmalarıyla birlikte gelişme göstermiştir. Bilinçli aydınları,  geçmişi tümden silmek yerine, dinlerini ve geçmiş birikimlerini araştırıp öğrendiler.

Avrupalı aydınlar, özellikle Aristo,  Eflatun ve Sokrates’in düşüncelerinden faydalanmışlardır. Yani mazideki kökleriyle irtibat koparmamışlardır. Bugün ki seviyeye gelmelerinde önemli rol oynamıştır. Özelikle Katolik düşüncenin getirdiği donukluğa karşı, aydın ve sermaye gücüne dayanan Protestanlar, mücadele ederek düşünce ve akıl üzerindeki kilise otoritesini zayıflatmışlardır. Bu nedenle Avrupalı aydın sınıf, ruhani istibdat ve zorba otoritesinden kurtulup özgürleşmek için din karşıtı olmuşlardır. Avrupalı aydınlar, papalık ve kilise dindarlığına karşıdır.  Çünkü kilise, halkı hakir görmüştür. Halk demokrasiyi ilan ederek, kilise yönetiminin zayıflamasını sağlamıştır.

Batı, dinle savaşırken gelişmeye neden olmuştur. İslam toplumlarında ise anti etkisi olmuştur. Yani daha çok batırmıştır. Muhammed Abduh’un ifadesiyle “Onlar dini terk ettiler; özgürlük, efendilik ve dünya hâkimiyetine ulaştılar, biz ise dini terk ettik; çöküş, zillet, bölünme, tefrika ve bize dikte edilen ve önümüze konulan her şey kabul etme istidadına ulaştık“ der. Peki niçin? Batı dinle savaşırken ilerlemiş, İslam toplumları ise gerilemiştir?  Daha önce ifade ettiğim gibi Batıdaki kilise her türlü fikri gelişmeyi dondurmuştur. Batı toplumların, dinden kurtulmaları ve hayattan dini izole etmeleri, hür düşüncenin doğmasını sağlamış ve ilerlemenin yolunu açmıştır.

  Batıya giden ya da Batıya özenen Müslüman aydınlar bu olumsuzluklardan etkilenmişlerdir. İslam toplumlarındaki aydınların yaptıkları ilk iş, din ile mücadele etmek olmuştur. Batının şekilsel ve romantik hayatından etkilenerek İslam’ı sorgulamışlardır. Gerileme nedeni olarak dini adres göstermişlerdir. Oysaki sahip oldukları din okumayı, çalışmayı,  üretmeyi emretmiştir. Taassup ve tembellikle mücadeleyi şart koşan İslam’ın ilk emri oku- anla- yaşadır. Fakat ne yazık ki bizim aydınlarımız,  yanlış adreste çare aramışlardır. Batıyı taklit ederek, kendi milli ve manevi değerlerine savaş açarak yabancılaşmışlardır.

  İnancını terk ederek batını bir kopyası ve gülünç durumuna düşmüşlerdir. Bunun dışında kalan ve Batıyı bilmeyen aydınlarımız ise Batıya düşman kesilerek toptan reddedici mantık gütmüşlerdir. Batıdaki gelişmelerden habersiz yaşamıştır. Aynı zamanda bir kısmı İslam’ın özünden de uzak,  gelenek,  hurafe inançların içinde şekillenmiştir. Uyduruk, hurafe inançları, dinin esasları olarak kabul etmişler. Bu nedenle indirilen din yerine uydurulan ve millete yutturulan din egemen olmuştur.  Böylece dinin özü tahrif edilerek çok farklı fırkalar meydan gelmiştir. Her fırka bilgileri ile  en doğruya sahip olduklarına inandırılmıştır. Böylece evrensel düşünmekten yerel çaplı düşünme belirleyici olmuştur. Batıda yetişen aydınlarımız ise kendi hayallerini yitirip başkalarının hayallerinin işgaline uğramıştır. Böylece kendi öz değerlerinden, öz medeniyetinden uzaklaşmışlardır.

 Batı hayranı aydınlarımız;  kültür ve medeniyeti,  elbise satın almak olarak zannetmişlerdir. Oysaki kültür ve medeniyet ihraç malı değildir.  Köksüz, hazırlıksız, düşünce değişikliği yapamayan, kendi kültürel, tarihi,  derinlik temelleri üzerinden inşa edemeyen toplumlar, sadece medeniyetsiz kalmaz, aynı zamanda medeniyet sahibi olma şanslarını da kaybederler. Aynı durum aydınlarımız içinde geçerlidir. Aydın tercüme, kopya, taklit yoluyla yetişmez. Bu yolla entelektüel, doktor, mühendis ve mimar meydana gelir. Ama aydın meydana gelmez. Aydın, yeni bir şekilde düşünen kimsedir. Eğitimli olmasının yanında kendi yaşadığı zamanı hissedebilen halkın dertleriyle dertlenen kimsedir.

 Jean Paul Satre, Frantz Fanon’un “Yeryüzünün Lanetlileri“ adlı kitabın önsözünde, Batının aydınlanmaya hazırlanmasını ve kullanım alanlarını (17.18.19. Yüzyıldaki) Doğuyu göstererek şöyle diyor; “Biz Afrikalı,  Asyalı kabile reislerine, ağa çocuklarını, zenginleri ve kalın enselileri götürüp birkaç gün Amsterdam, Londra, Norveç, Belçika ve Paris’te dolaştırıyoruz, kıyafetleri değişiyor yeni sosyal ilişkiler, ceket ve pantolon giyiyorlar, yeni kabul tarzı, otomobil sürme, dans ve dilimizi öğreniyorlardı. Bazen bir Avrupalıyla evleniyorlar. Yeni lüks hayat Avrupa tarzı, yeni tüketim meydana getiriyorduk. Sonra da kendi ülkelerine geri gönderiyorduk. Hangi ülkeler? Kapıları her zaman yüzümüze kapalı olan ve bizi düşman sayan kimselerin ülkeleri.  Biz konuşurduk onlar papağan gibi tekrar ederlerdi. Onların ağızlarından dökülen bizim sözcüklerimizdir. “ der.

Müslüman toplumlarında sözde aydınlar kurtçuk gibi, sağlam İslam medeniyetinin kökünü kurutmaya çalışmıştır. Asaletlerini kaybederek, medeniyetlerini içten içe kemirip zillete düşürdüler. Geri kalan bir toplum,  ileri bir dine sahip olduğu halde, bilinçli değilse ilerleyemez. Olsa olsa bu ileri dini, kendi gerilik düzlemine düşürür. Kirli ve dar kalıplarına sıkıştırır ve tahrif eder. Medeni ve ileri bir toplum ise tam aksine geri ve olumsuz bir dini kendi aşkın ve ileri bir dine dönüştürür. İleri bir medeniyet kendini oluşturmakla, kendini düşünmekle, düşünce tarzında bakış,  görüş, tefekkür ve duyguda devrim yapmakla güçlü olur. 

 Peygamberlerin varisleri olan aydınlar, 1400 yıldır peygamber olmadığından yaşadığı çağın peygamberlik misyonunu üstlenmişlerdir.  Peygamberler, bildiğimiz gibi filozof, bilgin sanatçı, mühendis değildi.  Daha çok halkın sorunlarıyla ilgilenmiş, her daim halka yönelmiş, toplum ve zamanlarının vicdanında yeni bir düstur,  yeni bir bakış,  yeni bir hareket ve yeni bir enerji meydana getirmişlerdir. Peygamberler, cehalet içinde yüzen ve geri kalmış toplumların kaderini değiştirmişlerdir. Peygamberler ve aydınlar yaşadığı toplumun özgürlük ve iman ateşinin birer sembolü ve ateşleyicisidir. Aydın, halk ile temas kurarak yönetim ve halklar arasında köprü vazifesi görür.

Toplumların yönlendirilmesi ve sağlıklı bir gelecek tasavvuru ancak aydınlarla gerçekleşir. Toplumsal hareketliliğin ve değişimin motor gücü olan aydınlar, pasif kalarak değil özneleşerek sorumluluğunu icra edebilir. Toplumsal hastalıkların, bozuk inançların tedavisi vahye dayalı ve vahye bağlı aydınlarla ıslaha kavuşur. Aydın olmayı, bir meslek olarak görüp koltuklarına yapışan maaşlı insan görmek yanlış bir görüştür. Üç beş kuruşun derdine düşüp toplumsal sorumluluk almaktan kaçınan bir çok aydın türevi ile karşılaşıyoruz.  Sorunlara ideolojik yaklaşımlarla, tarafgirlikle yaklaşan ve kendisine sorumluluk yüklemeyen aydınlar, aydınlık yerine karanlık emellere hizmet ederler.

Sonuç olarak;  İslam toplumlarının aydınları, bir araya gelerek fikri donuklukla mücadele etmelidir. İçtihad ve toplumsal konularda istişareler yapılarak sorunlara çözümler üretilmelidir. Hep başkasının beyni ile düşünmemek, başkasının ağzıyla konuşmaktan vazgeçilmelidir. Zihinsel köleliliğe son verilerek, toplumun ve aydınların bağımsız düşünme, karar verme yolu açılmalıdır. İslam medeniyetinin kadim geleneğiyle bağlar güçlendirilmelidir. Aydın, üretken ve yapıcı olmalıdır.  Topluma önderlik yapmalıdır.

Mevdudi,  bilginlerle ilgili “ Bilginler, milletin doktorlarıdır. İtikadi ve ameli bozulma, salgın hastalık evvela zayıf şahısları yakalar. Toplumsal bünyedeki bozulmayı önleyebilirler. Fakat bilginler, görevlerini yapmazlarsa tüm toplumda hastalık yayılır” der. Aydınların, bilginlerin, entelektüellerin hataları donukluğu, cehaleti, korkaklığı getirir. Batıyı mabed belleyen ve toplumun hafızasını sıfırlamaya çalışan sözde aydınların ve o dönemin anlayışının tahribatını temizlemek epey zaman alacaktır. Bitkisel hayata düşen toplumun yeniden güç toplaması ve direnç göstermesi sağlıklı aydın ve toplumla gerçekleşir. Özgüveni yeniden kazanacak ve iddialarının peşinde yürüyecek ilkeli, dürüst, şuurlu, üretken aydınlarımızın çoğalması dileğiyle.

                                                                                                                            

KAYNAK:     Ne Yapmalı-Ali Şeriati

Bu yazı toplam 3166 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.