DİJİTAL EMPERYALİZMİN YÜKSELİŞİ VE İNSANLIĞIN KRİZİ-1- MEHMET CAN HALLAÇ
Mehmet Can HALLAÇ
DİJİTAL EMPERYALİZMİN YÜKSELİŞİ VE İNSANLIĞIN KRİZİ
21. yüzyıl, emperyalizmin sadece askeri ve ekonomik değil, dijital ve kültürel boyutlarda da yoğunlaştığı bir çağdır. İnternetin, sosyal medyanın ve yapay zekâ teknolojilerinin küreselleşmesi, Batı merkezli yeni bir hegemonya biçiminin doğmasına neden olmuştur. Artık ülkeler toprak işgalleriyle değil, algoritmalar ve veri akışları üzerinden kuşatılmaktadır. Özellikle İslam dünyası, bu dijital kuşatma ile değerlerinden, kültüründen ve bağımsız kimliğinden koparılmaya çalışılmaktadır. Bu makale, dijitalleşmenin, yapay zekânın ve medya tekellerinin kültürel sömürgeciliği nasıl yeniden ürettiğini; Türkiye’nin ve İslam dünyasının bu kuşatma karşısındaki direnişini derinlemesine analiz etmektedir.
I-Dijital Emperyalizm: Yapay Zeka ve Kültürel Hegemonya
21. yüzyıl, dijitalleşme ve internet teknolojilerinin küresel ölçekte yaygınlaştığı bir dönem olarak, kültürel emperyalizme yeni bir boyut kazandırmıştır. Geleneksel medya imparatorluklarının yerini, sosyal medya platformları, çevrimiçi yayın servisleri ve algoritmaların yönettiği dijital içerik ortamları almıştır. Bu dönüşüm, kültürel etkileşimleri hızlandırmış ve Batı (özellikle Amerikan) kültürünün dünya geneline nüfuz etmesini kolaylaştırmıştır. Aslında uluslararası iletişim alanında “kültürel emperyalizm” kuramı yeni değildir; 20. yüzyıl boyunca medya araştırmacıları, Batı’nın (çoğunlukla ABD’nin) kültür endüstrilerinin küresel kültürü kontrol ederek daha zayıf kültürleri boyunduruk altına aldığını savunmuşlardır. Dijital çağda ise yapay zeka destekli platformlar ve çevrimiçi ağlar, bu tek yönlü kültürel akışı daha da güçlendirmektedir. Bu makale, dijitalleşme ve yapay zekanın Batı emperyalizminin devamını nasıl sağladığını irdelemekte; dijital platformlar aracılığıyla Batı kültürünün yayılımını, yapay zeka algoritmalarının Batı merkezli içerikleri öne çıkarırken yerel kültürleri nasıl marjinalleştirdiğini, bu sürecin geleneksel kültürler üzerindeki etkilerini ve dijital emperyalizme karşı direniş yöntemlerini incelemektedir. Son olarak, küresel ölçekte kültürel homojenleşme tehlikesine dikkat çekilerek dijital çeşitliliğin korunmasının önemi vurgulanacaktır.
Dijitalleşme, Yapay Zeka ve Batı’nın Kültürel Emperyalizmi
Dijital teknolojilerin yükselişi, Batı’nın kültürel hegemonya kurma kapasitesini önemli ölçüde artırmıştır. Küresel dijital altyapının büyük bir kısmı ve popüler platformların hemen hepsi Batı menşeilidir. Facebook, Google, Twitter, Netflix gibi şirketler dünya genelinde milyarlarca kullanıcıya ulaşmaktadır. Nitekim araştırmacı Abeba Birhane, Afrika’nın dijital altyapısının büyük ölçüde Batılı teknoloji şirketlerinin kontrolünde olduğunu ve Batı menşeli yapay zeka araçlarının yerel bağlamlarda ne kadar geçerli olabileceğinin sorgulanması gerektiğini vurgular. Bu durum, dijitalleşmenin yeni-sömürgeci bir boyutunu gözler önüne sermektedir. Batı merkezli platformlar, yalnızca teknik standartları değil, aynı zamanda içerik akışının kurallarını ve normlarını da belirleyerek “dijital kolonyalizm” olarak adlandırılan bir güç dinamiği yaratmaktadır. Yapay zekanın küresel siyasi ekonomisi de benzer şekilde Batı’nın üstünlüğünü yansıtır. En etkili yapay zeka ürün ve hizmetlerinin tasarımı ve kontrolü, büyük ölçüde ABD merkezli teknoloji devlerinin elindedir. Bu şirketler, kâr odaklı küresel bir rekabet içinde yeni pazarlara girerken, kendi kültürel değerlerini ve iş modellerini de ihraç etmektedir. Sonuç olarak, yapay zeka uygulamaları ve dijital hizmetler, çoğunlukla “Batı modeli” dediğimiz bir yaşam tarzını, dil kullanımını ve dünya görüşünü içkin olarak yaymaktadır. Örneğin, büyük dil modelleri ve yapay zeka destekli asistanlar çoğunlukla İngilizce ve diğer yaygın Batı dilleriyle eğitildiğinden, kullanıcılar bu sistemlerle etkileşime girdikçe baskın Batı dillerinin ve ifadelerinin dijital ortamda daha da kökleştiği görülmektedir. Batı’da geliştirilen platformların egemenliği, dijital alanı tek tipleştirici bir yönde şekillendirirken; yerel ve geleneksel unsurlar, bu yeni düzende çoğu zaman ikincil plana düşmektedir.
Dijital Platformlar ve Batı Kültürünün Küresel Yayılımı
İnternet tabanlı dijital platformlar, Batı kültürel içeriklerinin dünyaya yayılmasında başat rol oynamaktadır. Sosyal medya ağları (Facebook, Instagram, Twitter, TikTok vb.), milyarlarca insanın günlük iletişim ve içerik tüketim mecrası haline gelerek Batı merkezli popüler kültürün sınır tanımaksızın dolaşıma girmesini sağladı. Bu platformlar, kullanıcılara kendi içeriklerini üretip paylaşma imkânı verse de, içerik akışını yönlendiren algoritmalar genellikle Batı popüler kültürünü ve değerlerini ön plana çıkarmaktadır. Örneğin, TikTok’ta dünya çapında trend olan dans ve müzik videolarının büyük bölümü Batı (özellikle Amerikan) pop ve dans kültürüne dayanmakta, farklı ülkelerdeki genç kuşakların bu trendlere uyum sağlamasına yol açmaktadır. Bu yolla Batı’ya ait kültürel ögeler evrensel bir gençlik kültürü görünümü kazanmakta ve yerel motiflerin geri plana itilmesine neden olmaktadır.
Benzer biçimde, çevrimiçi streaming servisleri ve içerik platformları da (Netflix, YouTube, Spotify gibi) küresel kültür tüketimini homojenleştirmektedir. Netflix gibi platformlar, büyük bütçeli Hollywood filmleri veya kendi ürettikleri Batı menşeli diziler ile dünyanın dört bir yanındaki izleyicilere ulaşmaktadır. Netflix orijinal yapımları ve Hollywood içerikleri, dijital ortamda da Batı kültürel normlarını evrensel değerler gibi sunarak kültürel hegemonya tesis etmektedir. Örneğin bir Netflix dizisi, yerel dilde dublaj veya altyazı ile dünyanın her köşesinde izlenebilmekte ve benzer yaşam tarzlarını, moda anlayışlarını ve değer yargılarını küresel ölçekte yaygınlaştırmaktadır. YouTube’da da durum benzerdir: Popüler vloglar, makyaj ve oyun videoları, hatta eğitim içerikleri dahi çoğunlukla Batı menşeli yaşam pratiklerini teşvik etmektedir. Algoritmalar en çok izlenen veya etkileşim alan içerikleri öne çıkardığından, bu platformlarda başarılı olmak isteyen içerik üreticileri de çoğu kez Batı’daki trendlere öykünmektedir. Sonuç olarak dijital platformlar, küresel bir içerik tekeli oluşturarak Batı kültürünün dolaşımını hızlandırmış ve dünyanın dört bir yanında ortak bir popüler kültür havuzu yaratmıştır.
Dijital platformların haber ve bilgi akışındaki rolü de Batı kültürel etkisini pekiştirmektedir. Özellikle küresel haber ajansları ve medya kuruluşları (CNN, BBC, Reuters vb.) dijital mecralarda yoğun şekilde takip edilmekte; Facebook ve Twitter gibi ağlarda haber algoritmaları, popülerlik veya etkileşim ölçütleriyle sıralama yaparken çoğunlukla İngilizce içerikli ana akım haberleri öne çıkarmaktadır. Bu durum, uluslararası gündemin hangi pencereden görüleceğini belirleyerek Batı merkezli bir bakış açısını hakim kılabilir. Örneğin, dünya çapında kullanılan bir arama motoru veya sosyal medya haber akışı, bir kriz anında yerel kaynaklardan ziyade önce Batılı kaynaklı haberleri kullanıcıya sunabilir. Böylece küresel kamuoyu, olayları Batılı medyanın filtrelediği biçimiyle algılar. Bu tür dijital haber algoritmaları, yerel haberciliği gölgede bırakarak tek sesli bir enformasyon ortamı yaratma riski taşır.
Yapay Zeka Algoritmaları: Batı Merkezli İçerikler ve Yerel Kültürlerin Marjinalleşmesi
Dijital platformların kalbinde yer alan yapay zeka algoritmaları, kullanıcılara hangi içeriklerin gösterileceğini belirleyen gizli küratörlerdir. Bu algoritmaların çoğu, Batı’da geliştirilmiş veri setleri ve başarı metrikleriyle tasarlandığı için tarafsız değillerdir; aksine kültürel bir yanlılığı kodlarında barındırırlar. Nitekim araştırmalar, arama motoru sonuçlarından sosyal medya akışlarına dek birçok algoritmik sistemin Batı merkezli bilgi ve içeriklere öncelik verdiğini göstermektedir. Örneğin, Google’ın arama algoritması veya YouTube’un öneri motoru, bir konuda evrensel tarafsızlıkta sonuçlar sunmak yerine, içerik popülerliğini ve etkileşimini ölçüt alır. Bu da genellikle İngilizce içeriklerin ve Batı kaynaklarının üst sıralarda yer alması anlamına gelir. Sonuçta yapay zeka sistemleri, kültürel önyargıları farkında olmaksızın yeniden üretip pekiştirerek dijital ortamda kültürel emperyalizmin sürdürülmesine hizmet edebilmektedir. Tarleton Gillespie’nin vurguladığı üzere, algoritmik içerik yönetimi “tarafsız” değil, belirli değerleri (çoğunlukla geliştiricilerinin kültürel perspektifini) yansıtan kurallarla işler ve bu da yerel kültürlerin geri plana itilmesine yol açar. Yapay zeka algoritmalarının öneri ve kişiselleştirme mekanizmaları, özellikle kültürel çeşitliliği azaltıcı etkiler doğurabilir. Bir platform, kullanıcıların geçmişte beğendiği türden içerikleri daha çok öneriyorsa, kullanıcılar benzer kültürel çevrede kalmaya devam eder ve farklı kültürlerden içeriklere rastlama olasılığı düşer. Üstelik popülarite temelli çalışan algoritmalar, global ölçekte en çok izlenen, tıklanan içerikleri ön plana çıkarırken, bu popüler içeriğin büyük kısmı Batı kaynaklı olduğundan yerel içerikler görünürlük sorunu yaşamaktadır. Netflix’in içerik öneri algoritmaları buna örnek gösterilebilir: Kullanıcıların izleme geçmişine dayanarak benzer yapımları önermesi, zaten halihazırda kütüphanesinde ağırlıkta olan Batı yapımlarının daha da fazla tüketilmesine yol açar. Taina Bucher’in belirttiği gibi, bu tür algoritmik yönlendirmeler dijital dünyada yeni bir kültürel emperyalizm biçimini güçlendirmektedir. Aynı şekilde, Spotify gibi müzik platformlarında da popüler listeler genellikle küresel hit parçalardan oluştuğu için, yerel müzisyenlerin eserleri kullanıcıların ana sayfasına daha seyrek düşmekte ve müzikal tekdüzelik oluşmaktadır.
Yapay zeka destekli dijital reklamcılık da kültürel emperyalizmin bir diğer aracı olarak ortaya çıkmaktadır. Büyük platformlar, kullanıcıların çevrimiçi davranışlarını izleyip devasa veri setleri toplamakta ve bu verileri hedefli reklamlar sunmak için kullanmaktadır. Shoshana Zuboff’un gözetim kapitalizmi kavramıyla açıkladığı üzere, kullanıcı verilerinin bu denli kapsamlı analizi, insanların tüketim tercihlerinin yönlendirilmesinde muazzam bir güç oluşturur. Nitekim sosyal medya algoritmaları, bireylerin ilgi alanlarına ve arama geçmişlerine göre reklam ve sponsorlu içeriklerle karşılarına çıkar. Bu süreçte küresel markaların ve Batı’nın tüketim normlarının dünyanın her köşesindeki kullanıcılara dayatıldığını görüyoruz. Örneğin, Instagram’da tıkladığınız veya beğendiğiniz birkaç moda gönderisinin ardından karşınıza çıkan reklamlar genellikle Batılı yaşam tarzlarını ve Batı modasını yansıtan ürünlere ait olacaktır. Bu şekilde yapay zeka algoritmaları, tüketim kültürü üzerinden Batı kültürünü küresel bir arzu nesnesi olarak sunmakta ve yerel tüketim pratiklerini dönüştürmektedir. Son kertede, algoritmalar veri odaklı kararlarıyla tarafsız gözükse de içerik ve reklam önceliklendirmesinde Batı’nın kültürel ve ekonomik çıkarlarına hizmet eden bir yanlılık sergileyebilirler. Western kökenli platformların hakimiyeti altında gelişen bu algoritmik ekosistem, azınlıkta kalan kültürel içerikleri görmezden gelerek dijital alanı Batı lehine yeniden şekillendirmektedir.
Dijitalleşmenin Geleneksel Kültürler Üzerindeki Etkisi
Dijitalleşme ve yapay zeka destekli içerik akışı, dünyanın dört bir yanındaki geleneksel kültürler üzerinde derin dönüştürücü etkilere sahiptir. Bu etkiler dil kullanımından sanat ve müziğe, medya tüketim alışkanlıklarından kültürel kimlik algısına kadar geniş bir yelpazeye yayılır.
Dil: İnternet ve yapay zeka çağında dilsel çeşitlilik büyük bir meydan okumayla karşı karşıyadır. Dünya üzerindeki binlerce dilin ancak çok küçük bir kısmı dijital ortamda görünürlük bulabilmektedir. İnternet içeriğinin önemli bir bölümü birkaç baskın dilde üretilir ve özellikle İngilizce, çevrimiçi içerik dünyasında başat konumdadır. Örneğin son yıllardaki analizler, web sitelerinin neredeyse yarısının birincil dilinin İngilizce olduğunu göstermektedir. Yani onca dil arasında İngilizce ve birkaç büyük dil (Çince, İspanyolca, Fransızca vb.) dijital içeriklerin çoğunluğunu oluştururken, yüzlerce yerel dil yok denecek kadar az temsil edilmektedir. UNESCO raporlarına göre, çevrimiçi ortamda İngilizcenin görece payı eskiye nazaran azalsa da halen yaklaşık üçte birlik baskın bir dil konumundadır; dünyanın yaklaşık %90’ına varan web içeriği yalnızca ilk 10 dilde üretilmektedir. Bu manzara, dijital mecralarda küçük dillerin ve yerel anlatıların kolayca silikleşebileceğine işaret etmektedir.
Dahası, yapay zeka teknolojileri de dilde homojenleşme riskini artırmaktadır. Büyük dil modelleri (örneğin ChatGPT gibi), çoğunlukla devasa İngilizce metin korpuslarıyla eğitilir ve bu modellerin ürettiği çıktılar da baskın dilin kalıplarını yansıtır. Sonuç olarak, kullanıcılar farklı dillerde üretim beklese bile bu sistemler Batı dillerinin dilbilgisi ve anlatım normlarını küresel bir standartmış gibi yeniden üretir. Bu durum, yazın ve düşünce dilinde tek tipleşme tehlikesi yaratmakta; daha az dijital içeriğe sahip dillerin genç nesiller tarafından terk edilmesi riskini beraberinde getirmektedir. Örneğin, İngilizce internette “default” dil haline geldikçe, küçük dil topluluklarından birçok kullanıcı kendi dilinde içerik bulamadığı için İngilizce içerik tüketimine yöneliyor. Böylece günlük hayatta ana dil kullanımının alanı daralabiliyor. Bu dilsel emperyalizm, sadece iletişimi değil, kültürel düşünüş biçimlerini de etkiliyor; zira dil bir kültürün taşıyıcısıdır ve dijital dünyada dil kullanımının tekdüzeliği, farklı düşünce ve ifade biçimlerini zayıflatabilir.
Sanat ve Müzik: Dijital çağda geleneksel sanat ve müzik pratikleri de küresel platformlar karşısında dönüşüme uğruyor. Streaming servisleri ve sosyal medya, geleneksel yerel sanatların yerini popüler ve hızlı tüketime uygun içeriklerle doldurma eğiliminde. Örneğin, bir zamanlar yerel müzikler ve folklorik öğelerle büyüyen gençler, bugün Spotify listelerinde Amerikan pop, hip-hop veya Latin müzikleriyle haşır neşir oluyor. Bu elbette kültürel etkileşimin bir boyutu olarak zenginlik sunabilir; ancak orantısız bir dominasyon söz konusu olduğunda yerel müzik kültürleri zayıflayabiliyor. Geleneksel enstrümanlar ve tarzlar genç kuşağa eski moda gelirken, evrensel pop müzik normları her yerde ortak bir müzik dili yaratıyor. Sanat alanında da benzer bir dinamik görülüyor: Dijital platformlar ve yapay zeka araçları, sanat üretimini küresel bir rekabete açmış durumda. Yapay zeka ile tablo üreten veya grafik tasarım yapan sistemler, beslendiği veri kümeleri nedeniyle sıklıkla Batı’nın estetik anlayışını yansıtıyor. Örneğin DALL-E gibi bir yapay zeka modeli, “sanat” dendiğinde çoğunlukla Avrupa merkezli sanat tarihinin görsel kodlarını referans alarak ürün veriyor; diğer kültürlere ait özgün estetik formlar ise bu modelde marjinal kalabiliyor. Dijital sanat piyasasında başarılı olmak isteyen birçok sanatçı da küresel trendlere uygun içerikler üretmeye yöneliyor. Böylece, yerel motiflerin, temaların ve tarzların yeni nesil sanat ortamındaki görünürlüğü azalabiliyor.
Medya Tüketimi ve Kültürel Kimlik: Dijitalleşmenin getirdiği sınırsız içerik akışı, insanların medya tüketim alışkanlıklarını kökten değiştirdi. Geleneksel kültürler, kuşaklar arası bir kopuşu da deneyimliyor: Örneğin ebeveynleri yerel televizyon dizileri veya geleneksel hikayelerle büyüyen gençler, bugün YouTube’da global influencer’ların videolarını izleyerek veya Netflix’te Amerikan dizileri takip ederek vakit geçiriyor. Geleneksel masalların yerini Marvel’ın süper kahraman filmleri, yerel tiyatronun yerini Netflix stand-up şovları aldığında, kültürel kimlik inşasında da farklı etkiler ortaya çıkıyor. Genç nesiller, dijital ortamda maruz kaldıkları içerikler sayesinde melez kimlikler geliştirebiliyor: Kendi yerel kültüründen öğeleri, küresel popüler kültür öğeleriyle harmanlayan yeni bir kimlik. Bu durum bir yandan kültürel değişimin doğal bir parçası sayılabilir; ancak aynı zamanda kültürel köklerden kopuş endişesini de doğurur. Sürekli küresel içerik tüketen bireylerin, kendi toplumlarının tarihsel ve kültürel mirasına yabancılaşması riski vardır. Dijital kültür ile geleneksel kültür arasındaki çatışma, örneğin dil kullanımında, giyim-kuşamda, değer yargılarında kendini gösterebilir. Nitekim internetin kendine özgü kültürü (meme’ler, viral trendler, küresel espriler) hızla yayılırken, bu içerikler genellikle Batı pop kültürüne dayandığı için yerel kültürel referansların anlamını aşındırmakta ve Batı merkezli bir dijital dil oluşturmaktadır. Limor Shifman’ın meme kültürü üzerine yaptığı çalışmalar, internette popüler olan espri ve görsel kalıpların çoğunlukla belli bir kültürel arka plana (Amerikan popüler kültürü) dayandığını ve zamanla küresel kitle tarafından bu referansların benimsendiğini ortaya koymaktadır. Bu da, yöresel mizah anlayışlarının ve ifade biçimlerinin zayıflamasına yol açarak kültürel çeşitliliği gölgeleyebilmektedir.
Özetle, dijitalleşme ile birlikte gelen kültürel dönüşüm, yerel ve geleneksel olana hem fırsatlar hem de tehditler sunar. Fırsattır çünkü dijital platformlar her kültüre kendini gösterme imkânı da tanıyabilir; tehdit ise bu alanların fiilen birkaç baskın kültür tarafından doldurulmasıdır. Kültürel kimliğin şekillenmesinde dijital deneyimin payı arttıkça, bu kimliğin bileşenleri de dönüşmekte ve küresel kültüre eklemlenen bir yerel kimlik modeli ortaya çıkmaktadır.
Dijital Emperyalizme Karşı Direniş Yöntemleri
Batı merkezli dijital emperyalizmin yükselişi karşısında, dünyanın farklı bölgelerinde yerel kültürel direniş ve alternatif stratejiler de gelişmektedir. Kültürel emperyalizme karşı direniş, hem içerik üretimi düzeyinde hem de politik/düzenleyici düzeyde ortaya çıkmaktadır.
Yerel Kültürel Üretimler: Birçok ülke ve kültürel topluluk, Batı’dan gelen popüler kültüre karşı kendi cazibe merkezlerini oluşturarak direnmeye çalışıyor. Bu bağlamda karşı akış (contra-flow) denilen olgu dikkat çekicidir: Batı’dan Doğu’ya tek yönlü içerik akışının dışında, Doğu’dan veya Küresel Güney’den de dünyaya yayılan kültürel ürünler doğmaktadır. Özellikle son yıllarda Güney Kore’nin Kore Dalgası (Hallyu), Batı egemenliğindeki küresel popüler kültür piyasasına alternatif bir örüntü sunmaktadır. K-pop müziği, Kore dizileri ve filmleri sadece Asya’da değil Batı’da bile büyük kitlelere ulaşarak tek merkezli kültürel akışı kırmıştır. Nitekim araştırmacılar, Kore Dalgası fenomeninin Güneydoğu Asya’da Batı kültürel emperyalizmine karşı bir alternatif oluşturduğunu vurgular. Benzer şekilde Hindistan’ın Bollywood filmleri, Latin Amerika’nın telenovela dizileri veya Nijerya’nın Nollywood sineması, kendi bölgelerinin ötesinde izleyici bularak çok merkezli bir küresel kültür olasılığını canlı tutmaktadır. Türkiye’de üretilen dizilerin (örneğin Orta Doğu ve Latin Amerika’daki popüler Türk dizileri) dünya pazarlarında ilgi görmesi de, yerel içeriklerin küresel rekabette yer bulabileceğine bir işarettir. Bu tür kültürel ürünler, Batı dışı toplumların kendi hikâyelerini küresel vitrine taşıyarak kültürel temsil eşitsizliğine meydan okur.
Alternatif Platformlar: Dijital emperyalizme direnişin bir başka yolu, alternatif dijital platformların geliştirilmesidir. Çin’in küresel Batı platformlarını (Google, Facebook, Twitter vb.) yasaklayarak kendi yerel muadillerini (Baidu, WeChat, Weibo) yaratması, kültürel ve dijital egemenliğini koruma stratejisidir. Her ne kadar bu örnek, devlet kontrolü boyutuyla farklı bir tartışmayı getirse de, sonuç itibariyle Çinliler dijital ekosistemlerinde kendi dillerinde ve kültürel normlarına uygun platformlara sahiptir. Rusya’nın VKontakte’yi veya bazı ülkelerin kendi ulusal streaming servislerini teşvik etmesi de benzer motivasyonlarla gerçekleşir. Öte yandan tamamen yerel olmayan ancak merkezî yapıya alternatif oluşturan dağıtık platformlar da önem kazanmaktadır. Örneğin, kar amacı gütmeyen ve açık kaynak kodlu sosyal medya ağları veya yerel topluluk odaklı içerik siteleri, küresel tekellere karşı küçük ölçekli de olsa birer sığınak işlevi görür. Bu tür alternatif mecralar, içeriğin küresel algoritmalar tarafından bastırılmadan, yerel topluluklarca öne çıkarılmasına imkân tanıyabilir. Ancak elbette büyük kitleleri çekmekte zorlandıkları için ana akım karşısında nış konumda kalmaktadırlar.
Politik ve Toplumsal Talepler: Dijital emperyalizme direnmenin bir diğer cephesi, politika yapıcılar ve aktivistlerin baskılarıyla görülür. Özellikle kültürel çeşitliliğin korunması ve tekelleşmenin önlenmesi için uluslararası ve ulusal düzeyde düzenlemeler gündeme gelmektedir. UNESCO’nun 2005 tarihli “Kültürel İfade Çeşitliliğinin Korunması ve Geliştirilmesi Sözleşmesi”, küreselleşme karşısında kültürel çeşitliliği korumayı amaç edinmiştir. Bu sözleşme, dijital alan da dahil olmak üzere kültürel ürün ve hizmetlerin tek bir kültürün hâkimiyetine girmesini önlemeye yönelik ilkeleri içerir. Avrupa Birliği, bu konuda somut adımlar atan önemli bir örnektir. AB, Netflix gibi dijital yayın platformlarına kataloglarının en az %30’unu yerel/Avrupa yapımı içeriklerden oluşturmaları ve bu içeriklere görünürlük kazandırmaları yönünde kota ve yükümlülükler getirmiştir. Bu sayede dijital platformların tek taraflı bir içerik akışı yaratmasının önüne geçilmeye ve yerel yapımların rekabet gücü artırılmaya çalışılmaktadır. Ayrıca AB’nin Dijital Hizmetler Yasası gibi yeni düzenlemeleri, büyük algoritmik platformların şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkelerine uymasını şart koşmaktadır.
Kullanıcılar ve sivil toplum kuruluşları da algoritmaların şeffaflığı konusunda giderek daha yüksek sesle talepte bulunmaktadır. Özellikle sosyal medya devlerinin, haber akışını ve içerik görünürlüğünü belirleyen algoritmalarını kamuoyuna açık hale getirmesi, en azından işleyiş ilkelerini paylaşması istenmektedir. Bunun altında yatan gerekçe, hesap verebilirlik ve adil içerik dağılımı talebidir: Algoritmaların kutuplaştırıcı etkilerinden, yanlı önerilerinden veya yerel içerikleri dışlamasından endişe eden kullanıcılar, bu sistemlerin nasıl çalıştığını bilmek istemektedir. Örneğin, Fransa ve Almanya gibi ülkelerde kültürel içerik üreticileri, kendi dillerindeki içeriklerin YouTube veya Netflix’te yeterince önerilmemesine karşı şikayetlerini dile getirmiş; bu da ulusal düzeyde bazı yaptırımlar ve şeffaflık talepleri doğurmuştur. Sonuç olarak, dijital emperyalizme karşı direniş çok katmanlıdır: Hem kültürel içerik düzeyinde alternatifler üretilmekte, hem de politik ve teknik düzeyde dijital alanın demokratikleştirilmesi için mücadele verilmektedir.
Kültürel Homojenleşme Tehlikesi ve Dijital Çeşitliliğin Korunması
Dijital çağın en büyük risklerinden biri, küresel ölçekte bir kültürel homojenleşme yaratmasıdır. Eğer birkaç büyük platform ve onların algoritmaları, dünyanın ne izleyeceğine, ne dinleyeceğine, neye inanacağına karar verirse, farklı kültürlerin kendine has renkleri solmaya başlayabilir. Kültürel homojenleşme, dünyadaki çeşitliliğin yerini tek düze bir tüketim ve yaşam modelinin alması demektir. Bir başka deyişle, her yerin birbirine benzemesi, özgün yerel özelliklerin değersizleşmesi tehlikesidir. Dijital emperyalizmin kontrolsüz bırakılması durumunda, gelecekte dünya gençliğinin aynı filmleri izleyip aynı müzikleri dinlediği, aynı dille (muhtemelen İngilizce internet argosuyla) konuştuğu, benzer giyim tarzları ve düşünce kalıplarını benimsediği bir tablo ortaya çıkabilir. Böyle bir ortam, kültürel açıdan zenginlik değil, aksine insanlığın ortak mirası olan kültürel çeşitliliğin fakirleşmesi anlamına gelir. UNESCO bu çeşitliliğin insanlık için önemini vurgulayarak, kültürel ifadelerin korunup geliştirilmesini bir hak ve gereklilik olarak görmüştür. Eğer dijital çağda tek seslilik baskın hale gelirse, sadece kültürel adalet değil, yaratıcılık ve inovasyon da zarar görecektir; çünkü bunlar genellikle farklı bakış açılarının ve çeşitliliğin etkileşiminden doğar.
Dijital çeşitliliğin korunması için küresel ve yerel ölçekte çeşitli adımlar atılması gerektiği açıktır. İlk olarak, dil çeşitliliğini desteklemek kritik önemdedir. İnternet içeriklerinin mümkün olduğunca çok dilde üretilmesi ve ulaşılabilir olması teşvik edilmelidir. Yapay zeka araçlarının farklı diller ve kültürel bağlamlar için uyarlanması, veri setlerinin çoğulcu bir yapıya kavuşturulması gerekmektedir. Örneğin arama motorları veya içerik öneri algoritmaları geliştirilirken, sadece baskın kültürün verilerine değil, az temsile sahip kültürlerin içeriklerine de yer veren dengeli yaklaşımlar benimsenebilir.
İkinci olarak, kültürel politikalar dijital çağa uygun şekilde güncellenmelidir. Yerel içerik üreticilerinin dijital platformlarda görünür olmasını sağlamak için fonlar, teşvikler ve kotalar uygulanabilir (nitekim AB’nin %30 yerel içerik kotası bunun bir örneğidir). Küçük dil konuşurlarını ve marjinal toplulukları çevrimiçi içerik üretmeye özendirmek, dijital ortamda onların sesi olabilecek projeler (örneğin yerel dil Wikipedialar, dijital arşivler) oluşturmak da uzun vadede kültürel çeşitliliği güvence altına alacaktır.
Üçüncü olarak, algoritmik şeffaflık ve denge sağlanmalıdır. Büyük teknoloji şirketleri, algoritmalarının kültürel etkilerini göz önüne alarak çeşitlilik kriterlerini de sistemlerine dahil etmeyi değerlendirebilir. Örneğin bir müzik uygulamasının öneri sistemi, kullanıcının ülkesindeki yerel sanatçılardan parçaları da belirli oranlarda önermeyi tercih edebilir; bir video platformu, farklı coğrafyalardan içerikleri karışık sunarak kullanıcının keşif yapmasına imkân tanıyabilir. Bu tür adımlar hem kullanıcıların ufkunu genişletecek hem de tek bir kültürel havuzda sıkışıp kalmayı engelleyecektir.
Son olarak, bilinçlendirme ve dijital okuryazarlık boyutu vardır. Kullanıcıların algoritmaların önyargıları olabileceğini, içerik akışının nötr olmadığını anlaması çok önemlidir. Kendi istekleriyle farklı kültürlerden içerikler aramak, dil bariyerlerini aşmak için çaba göstermek de bireysel düzeyde çeşitliliğe katkı sağlar. Dijital aktivistler ve akademisyenler, homojenleşme riskine karşı kamuoyunu bilgilendirmeye ve farklı seslerin değerini anlatmaya devam etmelidir.
II-Batı’nın Dijital Emperyalizmi ve İslam Dünyası
Dijital çağda Batı merkezli güçlerin dijital emperyalist politikaları, İslam dünyasını hedef alan yeni sömürgecilik pratiklerine dönüşmüştür. İnternet ve sosyal medya aracılığıyla bilgi akışının kontrolü, yapay zekâ destekli gözetim ve propaganda teknikleri, ile küresel dijital kültürün tek taraflı biçimde yayılması, Batı’nın dijital hegemonya kurma çabasının temel araçlarıdır. Aşağıda, Batı’nın dijital emperyalizminin İslam coğrafyasına yönelik işleyişi dört ana başlıkta incelenmektedir.
1. Dijital Medya ve Enformasyon Savaşları
İnternet çağında enformasyon savaşları, geleneksel silahlı çatışmalar kadar stratejik bir önem kazanmıştır. Batı, küresel haber ajansları ve sosyal medya tekelleri üzerinden İslam dünyasına dair söylemi şekillendirme gücüne sahiptir. Özellikle 11 Eylül sonrası dönemde Batı medyasında İslam konulu haberlerin hem sayısı hem de tonu değişmiş; artan İslamofobi, medya söylemine de yansımıştır. Bu süreçte Müslümanlar genellikle “radikal terörist” veya “bağnaz” gibi olumsuz stereotiplerle resmedilmiş, böylece kamuoyu algısı manipüle edilmiştir. Dijital platformlar bu çarpık söylemleri daha geniş kitlelere taşıyarak adeta bir dijital oryantalizm yaratmaktadır.
Batı’nın dijital medya hâkimiyeti, algoritmalar aracılığıyla da pekişmektedir. Facebook, Twitter, Instagram gibi sosyal medya platformlarının ve Google, YouTube gibi arama motorlarının algoritmaları, tarafsız görünmekle birlikte, gerçekte belirli içerikleri önceliklendirip diğerlerini arka plana atabilmektedir. Bu durum, İslam dünyasına dair içeriklerin çerçevelenmesinde de gözlemlenmektedir. Örneğin, arama motoru sonuçlarında algoritmalar “popülerlik” ve “kalite” kriterleri adı altında Batı yanlısı haber ve yorumları öne çıkarırken, Filistin yanlısı veya genel olarak Batı politikalarını eleştiren içerikleri geri plana itebilmektedir. Nitekim yapılan araştırmalar, Google arama sonuçlarının sözde nötr kurallarla belirlense de çoğu zaman önyargılı çıktılar ürettiğini göstermiştir. Bu algoritmik önyargı, kötü niyetli aktörler tarafından da manipüle edilebilir; örneğin Bangladeş ile ilgili bir çevrimiçi dezenformasyon kampanyası, Google’ın bu bias’ını istismar ederek İslamofobik ve alarmist bir söylemi yaymak için kullanılmıştır. Dolayısıyla, Batı merkezli dijital şirketlerin kontrolündeki bilgi akışı, İslam dünyasına yönelik tek taraflı bir anlatıyı güçlendirmekte, alternatif bakış açıları görünmez kılınmaktadır.
Bilgi manipülasyonunun en güncel ve çarpıcı örneklerinden biri, Filistin meselesinde görülmektedir. Özellikle Filistin halkının maruz kaldığı hak ihlalleri ve İsrail’in saldırıları söz konusu olduğunda, sosyal medya platformlarının çifte standartlı bir içerik yönetimi uyguladığı iddia edilmektedir. İnsan hakları kuruluşları, Meta (Facebook ve Instagram) gibi şirketlerin Filistin yanlısı içerikleri sistematik biçimde sansürlediğini raporlamıştır. Örneğin 2023’te Gazze’ye yönelik saldırılar sırasında, Meta’nın platformlarında Filistin’i destekleyen seslerin susturulduğu ve hesapların kapatıldığı belgelenmiştir. Filistinli dijital haklar merkezi Sada Social’in verileri, 2024’ün ilk aylarında on binlerce Filistin ile ilgili içeriğin kaldırıldığını veya erişiminin kısıtlandığını ortaya koymaktadır. Öte yandan, aynı algoritmalar İsrail narrativini veya genel olarak Batı’nın söylemini destekleyen paylaşımların dolaşımını kısıtlamamakta, hatta bunları öne çıkarmaktadır. Sonuç olarak, Batı menşeli dijital medya, enformasyon akışını kontrol ederek İslam dünyasına dair gerçekleri çarpıtmakta ve kendi jeopolitik çıkarlarına uygun bir kamuoyu algısı inşa etmektedir.
2. Dijital Takip ve Gözetim
Batı’nın dijital emperyalizmi, yalnızca bilgi akışını değil, bireylerin mahremiyetini ve güvenliğini de hedef almaktadır. Gelişmiş yapay zekâ destekli gözetim sistemleri ve kitle izleme araçları, İslam dünyasında hem Batılı devletler hem de onların müttefiki yerel aktörler tarafından yoğun biçimde kullanılmaktadır. Özellikle “terörle mücadele” ve güvenlik söylemleriyle meşrulaştırılan bu dijital takip uygulamaları, aslında geniş kitlelerin fişlenmesine ve davranışlarının denetlenmesine zemin hazırlamaktadır. Edward Snowden’ın sızdırdığı NSA belgeleri, ABD istihbaratının PRISM gibi programlar aracılığıyla Google, Facebook, Apple gibi teknoloji devlerinin sunucularından yabancı hedeflere ait geniş çaplı iletişim verileri topladığını ortaya koymuştur. Bu tür gözetim programları, doğrudan Amerikan vatandaşlarını değil “yabancıları” hedef almak üzere tasarlandığından, Orta Doğu ve diğer İslam coğrafyalarındaki milyonlarca insanın e-postaları, arama geçmişleri ve sosyal medya etkileşimleri hiçbir yargı kararı olmaksızın izlenebilmiştir. Benzer şekilde İngiliz istihbaratının da küresel internet omurgalarını takip eden sistemler kurduğu ve Ortadoğu’daki fiber hatlardan geçen trafiği topladığı bilinmektedir. Uluslararası istihbarat servislerinin dijital teknolojileri kullanımı, neticede İslam dünyasını “şeffaf bir hedef” haline getirerek dijital mahremiyeti ortadan kaldırmaktadır.
Batı menşeli özel teknoloji şirketleri de İslam dünyasında kapsamlı bir dijital gözetim altyapısı kurulmasına katkı sağlamıştır. Arap Baharı sürecinde ortaya çıkan belgeler, bazı Batılı şirketlerin otoriter Orta Doğu rejimlerine gelişmiş izleme yazılımları sağladığını gösterir. Örneğin Fransız Amesys (Nexa) firmasının Libya’daki Kaddafi rejimine muhaliflerin internet trafiğini izleyebilecek sistemler sattığı; ABD merkezli Blue Coat şirketinin Suriye’de internet sansürü ve takibi için ürün sunduğu rapor edilmiştir. Nitekim “Surveillance Inc” adıyla anılan bu olgu, Ortadoğu’da demokratik talepler yükselirken diktatörlerin Batı yapımı dijital araçlarla muhalefeti bastırmasına olanak tanımıştır. Günümüzde de siber gözetim pazarı büyümeye devam etmekte; Batılı ülkelerde geliştirilen yüz tanıma, veri madenciliği ve izleme yazılımları Körfez ülkeleri başta olmak üzere pek çok İslam ülkesi hükümeti tarafından satın alınıp kullanılıyor. Bu teknolojiler, görünürde suç ve terörizmi önleme amacı taşısa da pratikte gazetecilerin, aktivistlerin ve hükümet eleştirmenlerinin izlenip sindirilmesinde kullanılmakta, böylece Batı kaynaklı dijital araçlar otoriter kontrolün hizmetine girmektedir.
Dijital gözetimin en uç örneklerinden biri, İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında kurduğu yüksek teknoloji takip rejimidir. İsrail, yıllardır Filistin halkını fiziki olarak kontrol altında tutmak için gelişmiş dijital yöntemlere başvurmaktadır. Özellikle yüz tanıma teknolojileri, Filistin’de bir baskı ve kontrol aracı haline gelmiştir. Amnesty International’ın raporlarına göre İsrail, işgal altındaki Batı Şeria’da “Red Wolf” adında yapay zekâ destekli bir yüz tanıma sistemi kullanmaktadır. Bu sistem, Hebron (El-Halil) gibi kentlerdeki kontrol noktalarına yerleştirilmiş kameralarla, Filistinlilerin yüzlerini habersizce taramakta ve devasa bir biyometrik veri tabanı olan “Wolf Pack” ile karşılaştırmaktadır. Blue Wolf adlı akıllı telefon uygulaması ise İsrail askerlerine, sokakta gördükleri herhangi bir Filistinlinin fotoğrafını çekip anında bu veri tabanında sorgulama imkânı vermektedir. Toplanan veriler, Filistinli bireylerin izin alıp alamayacağından, aranıp aranmadığına kadar her konuda dijital bir fişleme sistemine dönüşmüştür. İsrail askerlerinin daha fazla yüz kaydı toplamak için yarıştırıldığı ve en çok kişiyi kaydeden birimlere ödül verildiği dahi belgelenmiştir. Bu derece kapsamlı bir dijital takip, Filistinlilerin günlük yaşamını kuşatma altına alırken, uluslararası hukukçular tarafından “dijital apartheid” olarak nitelendirilmektedir. Sonuç olarak, Batı blokunun bir parçası sayılabilecek İsrail’in Filistin’deki uygulamaları, dijital teknolojilerin baskı ve kontrol amacıyla nasıl kötüye kullanılabileceğine dair çarpıcı bir örnek teşkil eder.
3. Yapay Zekâ Destekli Propaganda
Dijital emperyalizmin bir diğer boyutu, yapay zekâ destekli propaganda ve algı operasyonlarıdır. Algoritmalar ve otomatik sistemler, sadece içerik seçmek için değil, aynı zamanda belirli ideolojik mesajları yaymak veya rakip söylemleri bastırmak için de kullanılabilmektedir. Özellikle büyük veri analizine ve makine öğrenmesine dayalı araçlar, toplumların nabzını tutarak hangi mesajların, hangi kitlelerde, ne şekilde etkili olacağını öngörebilmektedir. Batılı güçler, kendi çıkarlarını meşrulaştırmak ve küresel kamuoyunu yönlendirmek amacıyla bu tür dijital propaganda tekniklerine ciddi yatırımlar yapmaktadır. Örneğin ABD Savunma Bakanlığı’na bağlı Özel Operasyonlar Komutanlığı (SOCOM), 2022 yılında yayınladığı bir ihale belgesinde, “etki operasyonları, dijital aldatma, iletişim bozma ve dezenformasyon kampanyaları” yürütebilecek araçlar talep etmiştir. Bu belgede, özellikle çevrimiçi derin sahte (deepfake) üretim teknolojilerinin de bu amaçlar için değerlendirilmek istendiği belirtilmektedir. Bu girişimler, Batı’nın rakip gördüğü aktörlere karşı psikolojik üstünlük kurmak için yapay zekâ ürünlerini devreye soktuğunu göstermektedir. Nitekim Pentagon destekli bazı gizli projelerde, sahte sosyal medya hesapları (sokak tabiriyle “bot” veya “sockpuppet” hesaplar) oluşturularak Rusya, Çin, İran gibi hedef ülkelerin sosyal medya ortamlarında Batı lehine algı oluşturulmaya çalışıldığı ortaya çıkmıştır. Hatta Stanford Internet Observatory’nin bir analizinde, İranlı gibi davranan sahte hesapların, İran hükümetini itibarsızlaştırmak için içeriden “aşırı” görüşleri savunur göründüğü, bazılarının da Afgan mültecilere organ kaçakçılığı iftirası atan asılsız hikâyeler yaydığı tespit edilmiştir. Bütün bu örnekler, dijital psikolojik savaş yöntemlerinin ve yapay zekâ destekli dezenformasyonun Batılı stratejilerde yerleşik hale geldiğini göstermektedir.
Algoritmaların denetimsiz gücü, içerik akışında taraflı bir düzenleme yaparak İslam dünyasını hedef alan olumsuz söylemleri de yaygınlaştırabilmektedir. Özellikle sosyal medyada İslamofobik propaganda, yapay zekâ destekli içerik tavsiye sistemlerinin suiistimal edilmesiyle büyütülmektedir. Örneğin, Avrupa’da yabancı düşmanı gruplar veya Hindistan gibi ülkelerde aşırı milliyetçiler, Müslümanlara karşı nefret mesajlarını örgütlü biçimde çevrimiçi ortamlarda yaymaktadır. Bu nefret söylemleri, Twitter’daki trend algoritmaları veya Facebook’taki paylaşım mekanizmaları sayesinde kısa sürede geniş kitlelere ulaşabilmektedir. “#StopIslam” (İslam’ı durdurun) gibi etiketler altında örgütlenen kampanyalar, Instagram ve benzeri platformlarda İslam’ı ve Müslümanları şeytanlaştıran içerikleri dolaşıma sokmuştur. 2020 yılında yapılan bir araştırma, Instagram’da #StopIslam etiketiyle paylaşılan içeriklerin, Müslüman toplumu “öteki”leştirip değersizleştirmeye hizmet ettiğini ve bu yolla İslam karşıtı yanlış inanışların pekiştirildiğini ortaya koymuştur. Sosyal medya şirketlerinin içerik denetim politikaları her zaman bu tür nefret kampanyalarını engelleyememekte; otomatik sistemler nefret söylemini tam ayırt edemediğinde veya yeterince hızlı müdahale edilmediğinde, sonuçta İslam dünyasını karalayan söylemler dijital ekosistemde kök salmaktadır. Dahası, YouTube gibi platformlardaki öneri algoritmaları, kullanıcıların izlemiş olduğu birkaç benzer videoya dayanarak onları giderek daha uç içeriklere yönlendirebilmektedir. Bu durum, örneğin Batı’da yaşayan bir kullanıcının terörizmle ilgili birkaç video izlemesi sonrasında, önüne giderek İslam’ı terörle eşdeğer gösteren veya komplo teorileri barındıran içeriklerin önerilmesiyle sonuçlanabilmektedir. Böylece yapay zekâ algoritmaları, farkında olmadan kullanıcıyı bir radikalleşme tüneline sokabilmekte ve İslam hakkında tek taraflı, çarpıtılmış bir fikir dünyası yaratmaktadır.
Sonuç olarak, dijital platformlar üzerindeki algoritmik denetim, yeni nesil propaganda mekanizmaları olarak işlev görmektedir. Algı yönetimi, geçmişin basılı yayınları veya tek kanallı televizyonları aracılığıyla değil; artık bireylerin cep telefonlarına kadar giren kişiselleştirilmiş bilgi akışıyla yapılmaktadır. Batı, bu alandaki üstünlüğünü kullanarak kendi jeopolitik söylemlerini evrensel hakikat gibi sunabilmekte; İslam dünyasını ilgilendiren meselelerde de kendi bakış açısını hâkim kılmaktadır. Yapay zekâ destekli dezenformasyon ve propaganda, demokratik toplumlar için bile bir tehdit oluştururken, hedef alınan toplumlarda çok daha derin bir etki bırakarak zihinsel sömürgeciliğe zemin hazırlamaktadır.
4. Kültürel Sömürü ve Dijital İşgal
Dijital emperyalizmin belki de en sinsi yönü, kültürel sömürü ve dijital işgal aracılığıyla ortaya çıkmaktadır. Batı merkezli dijital içerikler, eğlence endüstrisinden günlük hayat pratiklerine kadar geniş bir alanda İslam dünyasındaki kültürel dokuyu dönüştürmektedir. Hollywood filmleri, Netflix dizileri, Spotify’daki popüler Batı müziği listeleri veya TikTok’taki küresel trendler, Batı’nın yaşam tarzını ve değerlerini adeta Truva atı misali İslam toplumlarına taşımaktadır. 21. yüzyılın iletişim kanallarında içerik akışı tek yönlü değildir; ancak pratikte içerik üretimi ve dağıtımı konusunda büyük bir asimetri vardır. Küresel dijital platformlarda dolaşıma giren içeriklerin önemli bir kısmı Batı kaynaklı olduğu için, İslam ülkelerindeki genç nesiller giderek artan oranda Batı popüler kültürüne maruz kalmaktadır. Nitekim yapılan bir araştırmaya göre internet kullanan Müslümanlar, kullanmayanlara kıyasla Batı müzik, film ve televizyonlarına çok daha olumlu bakmakta; internet erişimi arttıkça Batı eğlence kültürünün “zararlı” olduğu fikri zayıflamaktadır. Bu istatistik, dijital mecraların kültürel hegemonyayı pekiştirmekteki rolünü açıkça ortaya koymaktadır: İnternet, Batı popüler kültürünü İslam coğrafyasının en ücra köşelerine kadar taşıyarak, yerel kültürel değerlerin yerini küresel (Batılı) normlarla doldurmaktadır.
Dijital platformlar aracılığıyla yayılan bu kültürel içerik bolluğu, İslam dünyasındaki sosyal normları ve değer yargılarını dönüşüme uğratmaktadır. Örneğin, geleneksel olarak muhafazakâr değerlere sahip bir toplumda, Netflix’te popüler olan ve Batılı hayat tarzlarını anlatan diziler genç kuşaklar arasında yeni yaşam biçimlerini özendiriyor olabilir. Sosyal medyada Instagram veya YouTube ünlülerinin yaşamları, moda anlayışları ve tüketim alışkanlıkları, bu ülkelerdeki kültürel algıları etkilemekte; aile, mahremiyet, gelenek gibi kavramların anlamı değişime uğrayabilmektedir. Batılı yaşam tarzını yücelten içeriklerin sürekli ön planda olması, yerel kültürleri “geri kalmış” veya “modası geçmiş” gösteren algıları da beslemektedir. Sonuçta kültürel bir dijital işgal durumu ortaya çıkmaktadır: Fiziksel bir sömürgecilik olmaksızın, zihinler ve gündelik pratikler fethedilmektedir. Bu sürece direnç gösteren kültürel ögeler ise dijital ortamda ya görünürlük bulmakta zorlanmakta ya da alay ve itibarsızlaştırma konusu edilmektedir. Örneğin, geleneksel İslami değerleri savunan içerikler çoğu zaman küresel ana akımda marjinal kalırken, Batı menşeli içerikler “evrensel norm” olarak sunulmaktadır.
Bu dijital kültürel hegemonya, sadece mevcut içeriklerle değil, geleceğin teknolojileriyle de tahkim edilmektedir. Yapay zekâ, kültürel emperyalizmin yeni aracı olarak belirmektedir. Gelişmiş dil modelleri, çeviri araçları ve içerik üretim algoritmaları büyük ölçüde Batı dillerinde ve Batı perspektifinde geliştirilmiştir. Bu da, bu araçların çıktılarını kullanan kitlelerin farkında olmadan Batı’nın dilsel ve düşünsel kalıplarını benimseme riskini doğurmaktadır. Nitekim uzmanlar, “tekno-hegemonya” olarak adlandırılan bir olguya dikkat çekmektedir: Batı’da geliştirilen yapay zekâ sistemleri, küresel ölçekte Batı’nın dil normlarını dayatmakta ve yerel dil ve kültürleri gölgede bırakmaktadır. Örneğin, otomatik çeviri servisleri en iyi İngilizce ve birkaç Avrupa dili arasında çalışmakta; daha az kaynaklı diller (birçok İslam ülkesinin dili dahil) için bu servisler yetersiz veya hatalı olabilmektedir. Bu durum, kullanıcıları İngilizce gibi baskın dillere daha fazla yönelmeye teşvik ederek dilsel çeşitliliği azaltır ve iletişimde Batı dillerinin üstünlüğünü pekiştirir. Benzer şekilde, ChatGPT gibi büyük dil modelleri, eğitim verilerinin ağırlığı nedeniyle Batı kültürüne özgü üslup ve içerikleri tercih etme eğilimindedir. Sonuç olarak yapay zekâ destekli içerik üretimi, farkında olmadan kültürel emperyalizmin hizmetine girebilir; yerel kültürlerin yaratıcı ifade alanını daraltabilir.
Dijital kültürel sömürüye karşı İslam dünyasında çeşitli tepki ve direniş mekanizmaları da gelişmektedir. Son yıllarda Türk dizilerinin küresel başarısı, Kore popüler kültürünün (K-Pop, K-Drama) dünya genelindeki etkisi veya Bollywood’un Batı dışında büyük kitlelere ulaşması, Batı tekelini kırma yönünde bazı adımlar olarak değerlendirilebilir. Bu yerel ve bölgesel içerikler, küresel platformlarda kendi kitlelerini yaratarak kültürel çeşitliliğe katkı sunmaktadır. Bununla birlikte, dağıtım mecralarının mülkiyeti ve algoritmik kontrolü halen büyük ölçüde Batı merkezli olduğundan, dijital kültürel adalet sağlanması güç bir hedef olarak durmaktadır. Yapay zekâ ve algoritmaların tarafsız ve çok kültürlü değerlerle tasarlanması, hem teknoloji şirketlerinin hem de uluslararası toplumun çözmesi gereken önemli bir sorundur. Aksi takdirde, dijitalleşmenin getirdiği yeni dünyanın tek renkli (homojen) bir kültürel atmosfere bürünmesi ve özellikle İslam dünyasının bu tek renklilik içinde kendi renklerini yitirmesi tehlikesi devam edecektir.
Sonuç olarak, Batı’nın dijital emperyalist politikaları İslam dünyasını çok boyutlu bir kuşatma altına almaktadır. Enformasyon savaşlarından gözetim teknolojilerine, algoritmik propagandadan kültürel hegemonyaya uzanan bu süreç, klasik emperyalizmin çağımıza uyarlanmış biçimidir. İslam dünyasının bu dijital meydan okumaya karşı dijital okuryazarlığını artırması, kendi alternatif platformlarını ve içerik ekosistemlerini geliştirmesi ve uluslararası düzeyde dijital hakları savunması hayati önem taşımaktadır. Aksi halde, dijital emperyalizm çağında egemenlik sadece topraklarda değil, veri akışında ve zihinlerde kaybedilecektir.
III-Türkiye’nin Dijital Medya Platformları ve Batı Kültürel Hegemonyası
Türkiye’nin dijital medya ekosistemi son yıllarda hem yerli platformların yükselişine hem de küresel platformların etkisine sahne olmaktadır. Bu durum, Batı kültürel hegemonyası kavramı çerçevesinde incelendiğinde, içerik üretimi ve medya politikaları alanında çeşitli gerilimler ve stratejiler ortaya koymaktadır. Bu araştırmada, Türkiye’deki yerli dijital platformların Batı kültürel hegemonya ile ilişkisi ve Batı’dan gelen fonların etkileri, Türk medya kuruluşlarının karşı anlatı stratejileri, Batı menşeli ve yerli platformlar arasındaki içerik farkları, dijital medyada kültürel bağımsızlık stratejileri, Batı’nın medya stratejileri ve algı yönetimi teknikleri ile bazı yerli medya kanallarının (haber, çocuk ve belgesel) alternatif katkıları ele alınmaktadır. Akademik çalışmalar, medya analizleri ve haber raporlarından derlenen verilerle, Türkiye’nin dijital medyadaki konumunun kapsamlı bir değerlendirmesi sunulmuştur.
1.Yerli Dijital Platformlar, Batı Hegemonyası ve Fon Etkileri
Türkiye’de BluTV, Exxen, GAİN, Puhutv gibi yerli dijital yayın platformları son yıllarda önemli oranda izleyici çekmeyi başardı. Bu platformlar, Netflix, Disney+, Amazon Prime Video gibi Batı menşeli platformlara karşı yerli alternatifler olarak doğdu. Hâlihazırda Netflix, Disney+ ve Prime Video yabancı sermayeli iken BluTV, Exxen, GAİN ve Puhutv yerli girişimler olarak başladı; ancak BluTV kısa süre önce Warner Bros. Discovery tarafından satın alınarak kısmen yabancı sermayeli hale geldi. Nitekim 2021’de Amerikan medya devi Discovery, BluTV’nin %35 hissesini 20 milyon dolara alarak ortak olmuş, 2023’te ise şirketin tamamını devralmıştır. Bu Batı’dan gelen sermaye desteği, BluTV’nin içerik portföyünü ve büyüme stratejisini etkiledi. Örneğin, Discovery ile kurulan stratejik ortaklık sayesinde BluTV’de Discovery’nin belgesel ve eğlence içeriklerinin yayınlanması sağlanmış, karşılığında Türk yapımlarının yurt dışına açılımı için fırsat yaratılmıştır. Bu tür ortaklıklar, yerli platformların finansal olarak güçlenmesine ve teknoloji transferine katkı sunarken, içerik tercihlerinde Batılı izleyici beklentilerine uyum sağlama baskısı da yaratabilir.
Batı kültürel hegemonyası, Antonio Gramsci’nin kavramlaştırdığı anlamıyla, baskın kültürün kendi değerlerini ve ideolojisini yayarak diğer toplumlarda rıza üretmesi sürecini ifade eder. Küresel ölçekte Netflix gibi platformlar, orijinal yapımları (“Netflix Originals”) ile “küresel hikâye anlatıcısı” rolüne soyunup yerel medya yapımlarına meydan okumaktadır. Bu süreç, Batı’nın kültürel değerlerinin dünya geneline yayılmasını hızlandırmaktadır. Nitekim geçmişte Avrupa merkezli değerler küreselleşme projesiyle dünyaya kök salar ve kültürel merkeziliği korurken, günümüzde dijital platformlar bu hegemonyayı teknoloji vasıtasıyla pekiştirmeye çalışmaktadır. Türkiye’deki yerli dijital platformlar da bu hegemonik dalganın etkisini hissetmektedir. Örneğin, Netflix dünya çapında genç kuşaklara Amerikan yaşam anlayışını ve liberal değerleri yeni formatlarda sunarken, yerli platformlar rekabet baskısıyla benzer tür içeriklere yönelme veya Batı’daki trendlere uyum sağlama eğilimi gösterebilmektedir. Bu durum, Türkiye’de popüler olan dijital dizi ve film içeriklerinde kültürel kodların nasıl şekillendiği sorusunu gündeme getirmektedir.
Öte yandan, Batı kaynaklı fonların ve ortaklıkların etkisi sadece finansal değil, içerik bazında da incelenmelidir. BluTV örneğinde görüldüğü üzere, yabancı ortaklık platformun küresel içerik dolaşımına entegrasyonunu kolaylaştırmış; Discovery’nin programları BluTV’de yer alırken, BluTV orijinal dizileri de uluslararası izleyiciye sunulmaya başlamıştır. Benzer şekilde, Exxen platformu her ne kadar tamamen yerli sermayeli olsa da uluslararası spor organizasyonlarının yayın haklarını alarak (örneğin UEFA maçları) küresel medya pazarıyla entegre olmuş durumdadır. GAİN ve Puhutv gibi girişimler ise daha sınırlı bütçelerle çalıştığı için yabancı fon etkisinden görece uzaktır; ancak onlar da popüler yabancı dizi-film içeriklerini lisanslayarak kataloglarına katmakta, böylece dolaylı yoldan Batı menşeli içerik akışının parçası olmaktadır. Sonuç olarak, yerli dijital platformlar bir yandan kültürel bağımsızlık ve yerel içerik üretimi iddiasını sürdürmeye çalışırken, diğer yandan küresel/batılı sermaye ve içerik düzeniyle etkileşim içinde bir denge arayışı içindedir.
2. Türkiye’nin Yerli Medyasının Karşı Anlatı Stratejileri
Türkiye, Batı merkezli uluslararası medyanın etkisine karşı kendi karşı anlatı stratejilerini geliştirmektedir. Özellikle TRT, Anadolu Ajansı (AA), TVNET, GZT gibi devlet destekli veya iktidara yakın medya kuruluşları, son yıllarda alternatif bir medya gücü oluşturmak üzere çeşitli hamleler yapmıştır. 2015’ten itibaren Türkiye hükümeti, küresel iletişimde daha etkin olma hedefiyle TRT World gibi İngilizce yayın yapan bir haber kanalını devreye sokmuş, AA’nın yabancı dillerdeki servislerini ve SETA gibi düşünce kuruluşlarının uluslararası etkinliklerini artırmıştır. Bu hamleler, Türkiye’yi dünyaya kendi penceresinden anlatma çabasının parçasıdır. Bilge Yeşil’in ifade ettiği üzere, devlet destekli bu küresel iletişim atağı, Erdoğan hükümetinin politikalarını meşrulaştırmak, ülkeyi olumlu bir imajla sunmak, dış rakipleri eleştirmek ve Müslüman kamuoyunu Türkiye liderliğinde bir araya getirmek amacını gütmektedir.
Bu karşı anlatının temelinde, belirli tekrarlayan söylemler öne çıkmaktadır: Türkiye, mazlumların sesi olan hayırhah bir güç; Batı ise ahlaken çökmüş ve gerileyen bir hegemon; Müslüman toplumlar Batı hegemonyasının mağdurları; Türk-İslam medeniyeti ise üstün bir konumdadır. Nitekim Türkiye’nin küresel mesajlarında sık sık “adil bir dünya mümkün” teması, “dünya beşten büyüktür” sloganı veya İslamofobi eleştirileri görülmektedir. TRT World’ün haber dilinde ve AA’nın uluslararası bültenlerinde, Batı’nın çifte standartlarını ifşa eden, Orta Doğu’daki krizlerde Türkiye’nin insani rolünü vurgulayan içerikler yer almaktadır. Örneğin, göçmen krizi haberlerinde Türkiye’nin yardımseverliği ve Avrupa’nın duyarsızlığı kıyaslanmakta; Suriye veya Filistin meselelerinde Batı’nın hataları işlenirken Türkiye’nin “mazlumların koruyucusu” imajı işlenmektedir. Bu dil, küresel izleyiciye yönelik bir karşı-hegemonik söylem üretme çabasıdır.
Yerli medya kuruluşları içinde TVNET ve GZT gibi mecralar da iç kamuoyunda benzer karşı anlatıları yaygınlaştırmaktadır. Albayrak Medya Grubu’nun bir parçası olan TVNET, tartışma programları ve belgeselleriyle tarihsel olarak Batı’nın emperyalist tutumlarını hatırlatan, güncel olaylarda ise hükümet tezlerini destekleyen bir yayın çizgisi izler. Dijital içerik platformu GZT ise özellikle genç kitleye hitap eden kısa video, infografik ve sosyal medya içerikleriyle, Türkiye’nin tezlerini popüler bir dille aktarmaya çalışmaktadır. Bu mecralarda Batı medyasının “Türkiye karşıtı önyargıları” sıkça eleştirilir; örneğin terörle mücadele konusunda Batılı ülkelerin çifte standardı vurgulanır, Türkiye’deki olumlu gelişmelerin yabancı basında görmezden gelindiği anlatılır. Sonuç olarak, TRT’den özel kanallara uzanan geniş bir yelpazede, Türk medyası Batı’nın medya hâkimiyetine karşı bir söylem birliği oluşturarak kamuoyu oluşturma gayretindedir. Bu karşı anlatılar, Türkiye’nin sadece iç siyasi gündeminde değil, dış dünyaya dönük imaj mücadelesinde de kritik bir rol oynamaktadır.
3. Batılı ve Yerli Dijital Platformların İçerik Farkları ve Toplumsal Etkileri
Küresel dijital platformlar ile Türkiye menşeli platformlar arasında belirgin içerik politikası farklılıkları bulunmaktadır. Netflix, YouTube, Disney+, Amazon Prime Video gibi Batı kaynaklı platformlar, dünya genelinde benimsedikleri içerik standartlarını büyük ölçüde Türkiye pazarında da uygulamaya çalışır. Bu platformlar küresel trendlere uygun olarak daha çeşitlilikçi, bazı durumlarda daha cesur veya tartışmalı temaları içeren yapımları kataloğunda barındırır. Örneğin Netflix’in dünya genelinde popüler olan dizileri arasında eşcinsel karakterlerin veya aile dışı ilişki temalarının yer aldığı içerikler bulunabilmektedir. Türkiye’deki yerli dijital platformlar ise içerik seçiminde genellikle yerel kültürel normlara ve regülasyonlara daha duyarlıdır. BluTV, Exxen gibi platformlar başlangıçta internet özgürlüğünün verdiği imkânla daha rahat davranabilse de, RTÜK denetiminin çevrimiçi ortama genişletilmesiyle birlikte oto sansür ve içerik ayıklama uygulamalarına yönelmişlerdir. Örneğin, Exxen’de yayınlanan küfürlü ve müstehcen mizah içeren bir komedi programı (Konuşanlar) toplumda ve resmi makamlarda tepki görünce platform ilgili bölümlere erişimi kısıtlamış ve para cezası ödemek durumunda kalmıştır (basına yansıyan bu durum, yerli platformların da içerik sınırları konusunda ne denli baskılandığını göstermektedir).
Batılı platformların içerik politikaları, bazen Türkiye gibi ülkelerin kültürel-muhafazakâr kesimlerince yozlaşma eleştirilerine hedef olmaktadır. Ali Can’ın çalışmasında vurguladığı üzere Netflix, küresel egemen sistemin ideolojik değerlerini yeni bir dil ve formatta özellikle genç kuşaklara empoze eden bir araç olarak değerlendirilmektedir. Bu görüşe göre Netflix, “sapkın arzuları normalleştirerek her alanda liberalleştirilmiş bir toplum inşası” misyonu güden içerikleri yaygınlaştırmaktadır. Örneğin, pek çok Netflix film ve dizisinde eşcinsellik, geleneksel aile yapısının sorgulanması, cinsel özgürlük gibi temaların sıkça işlenmesi, bu platformun toplumsal-kültürel etkisinin bir göstergesi olarak sunulmaktadır. Batılı platformlar, küresel kitlelere hitap etme kaygısıyla evrenselci ve birey odaklı temaları öne çıkarırken; yerli platformlar daha ziyade aile, gelenek, yerel yaşam biçimi gibi konuları işleyen içeriklere ağırlık verme eğilimindedir. Nitekim bir incelemeye göre Netflix Türkiye’de hem yerli dizi hem yerli film yapımlarına dengeli yatırım yaparken, BluTV daha çok yerli dizilere odaklanmıştır; Exxen ise yarışma ve eğlence programlarıyla öne çıkarak Türk televizyon geleneğini dijital ortama taşımaktadır. Bu farklı yaklaşımlar, izleyici kitlesinin toplumsal algılarını da etkiler.
Toplumsal-kültürel etkiler bakımından, Batı menşeli platformlar genç nesillerin dünya görüşünü dönüştürme potansiyeline sahiptir. Küresel platformlarda izlenen diziler/filmler sayesinde izleyiciler Batı’daki hayat tarzlarına, diline ve değer yargılarına aşinalık kazanıyor. Bu da kültürel etkileşimi artırmakla birlikte, bazı çevrelerde kültürel erozyon endişesini doğuruyor. Öte yandan, aynı platformlar Türk yapımlarını da dünyaya taşıyarak karşılıklı bir etkileşim sağlamaktadır. Örneğin Netflix’te yayınlanan Bir Başkadır ve Hakan: Muhafız gibi Türk dizileri, hem Türk toplumuna ait ögeleri küresel izleyiciye tanıtmış hem de bu içeriklerdeki Doğu-Batı karşıtlıkları Türkiye’de tartışma yaratmıştır. Yapılan akademik analizlerde, Hakan: Muhafız dizisinde “Batılı ve modern” olanın eğitimli, seküler ve akılcı; “Doğulu ve geleneksel” olanın ise hurafeci ve cahil olarak kurgulandığı, adeta bilinçaltında bu karşıtlığın normalleştirildiği saptanmıştır. Bu tür içerik alt metinleri, toplumda modernlik ve geleneksellik kavramlarının algılanışını dahi etkileyebilmektedir. Yerli platformlardaki içeriklerde ise daha dengeli veya milli değerlere saygılı bir dil kullanma çabası görülür. Ancak genel olarak, dijital platformların yükselişiyle birlikte Türk izleyicisinin içerik tüketim alışkanlıkları köklü biçimde değişmiş; tek sezonluk diziler, binge-watching (ardışık izleme) kültürü ve çevrimiçi özgün yapımlar popülerleşmiştir. Bu dönüşüm, toplumsal yaşamda da yeni sohbet konuları, yeni rol modeller ve kültürel referanslar ortaya çıkarmıştır.
Ayrıca, içerik politikaları bağlamında sansür ve denetim farklılıklarına da değinmek gerekir. Batılı platformlar, faaliyet gösterdikleri ülkelerin talep ve yasaklarına uyum sağlamakla birlikte, çoğu zaman mümkün olan en geniş içerik özgürlüğünü korumaya çalışır. Türkiye’de 2019’da yürürlüğe giren düzenlemelerle RTÜK, Netflix gibi platformları denetleme yetkisine kavuşunca, Netflix iki yerli yapımda (gençlik dizisi Aşk 101 ve planlanan Şimdiki Aklım Olsaydı) senaryodaki eşcinsel karakterler nedeniyle değişiklik yapmak zorunda kaldı. Hatta Şimdiki Aklım Olsaydı dizisi, bu müdahale sonucu Türkiye’de çekilemeyerek iptal edildi; Netflix projesini yurt dışında farklı bir ekiple hayata geçirdi. “Önleyici sansür” olarak nitelenen bu uygulama, Netflix’in küresel deneyiminde eşi olmayan bir durum olarak rapor edilmiştir. Yerli platformlar ise zaten RTÜK lisansı altında kuruldukları için bu tür içerikleri en başta üretmemeyi tercih ederek otosansür uygulayabilmektedir. Neticede, Batı menşeli ve yerli dijital platformlar arasındaki içerik politikasına dair farklar, toplumda değerler, aile yapısı, yaşam tarzı ve ifade özgürlüğü konularında tartışmalara yol açmakta; her iki tür platform da kendi biçimince Türkiye’de kültürel bir iz bırakmaktadır.
4. Dijital Medyada Kültürel Bağımsızlık için Stratejiler
Türkiye, dijital medyada kültürel bağımsızlığını korumak ve güçlendirmek için hem kamu otoritesi hem de sektör paydaşları düzeyinde çeşitli stratejiler geliştirmelidir. Bu kapsamda öne çıkan bazı stratejiler şöyle sıralanabilir:
Yerli Dijital Platformlar Geliştirmek ve Desteklemek: Türkiye, küresel platformlara alternatif oluşturabilecek kendi dijital yayın platformlarını teşvik etmektedir. TRT’nin 2023’te kullanıma sunduğu Tabii platformu bu stratejinin bir parçasıdır. TRT Genel Müdür Yardımcısı Muhammed Ziyad Varol’a göre Tabii, Türkiye’nin bir markası olarak yola çıkmış bir eğlence platformudur ve temel amacı “kendi hikâyelerimizi, ülkemizi, tarihimizi ve medeniyetimizi doğru anlatmak”tır. Tabii’nin yazılım ve altyapısının tamamen Türk mühendislerce geliştirilmesi, içeriğinin büyük oranda yerli yapımlardan oluşması hedeflenmiştir. Böylece Türkiye, Netflix gibi platformlara bağımlı kalmaksızın kendi dijital içerik ekosistemini kurmaya başlamıştır. Tabii projesi, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın da desteğiyle ulusal iletişim stratejisinin önemli bir adımı olarak görülmektedir. İlerleyen dönemde Tabii’nin uluslararası pazara da açılarak Türkiye’yi ve kültürünü global izleyiciye tanıtması planlanmaktadır. Bu girişim, dijital alanda kültürel egemenlik sağlamaya yönelik bir hamledir.
Yerli İçerik Üretiminin Teşviki: Kültürel bağımsızlığın temel şartı, özgün ve nitelikli yerli içeriklerin bolca üretilmesidir. Devlet, son yıllarda dizi-film sektörüne teşvikler sunarak ve uluslararası ödüller alan filmleri destekleyerek yerli içerik üretimini artırmaya çalışmaktadır.
Dijital platformlar özelinde, Netflix ve benzeri yabancı platformların Türkiye’de yerli yapımlara yatırım yapması da sağlanarak, bu içeriklerin mülkiyetinin ve yaratıcı kontrolünün Türk yapımcılarda kalması amaçlanabilir. Ayrıca, dijital yayıncılıkta kota uygulamaları değerlendirilebilir; örneğin Fransa, Netflix gibi platformlara yerli içerik kotası uygulayarak kültürel üretimi korurken, Türkiye de benzer düzenlemeler ile kendi içerik endüstrisini koruyabilir.
Finansal ve Teknik Bağımsızlık: Yerli medyanın yabancı fonlara ihtiyaç duymadan varlığını sürdürebilmesi önemlidir. Bunun için kamu-özel sektör işbirlikleriyle fonlar oluşturulabilir, teknoloji şirketleriyle ortaklıklar kurulabilir. Örneğin, Türk Telekom veya TURKSAT gibi milli kuruluşlar dijital platform yatırımlarına dahil olarak altyapı ve dağıtım desteği sağlayabilir. Böylece hem bant genişliği, CDN gibi teknik konularda dışa bağımlılık azalacak, hem de platformların hissedar yapıları milli kalacaktır.
Küresel Pazarlara Açılma (Soft Power Kullanımı): Türk dizileri zaten yıllardır Latin Amerika’dan Ortadoğu’ya geniş coğrafyalarda ilgi görüyor. Bu avantaj, dijital platform stratejileriyle pekiştirilebilir. Türkiye menşeli platformlar, içeriklerini İngilizce, Arapça gibi çok kullanılan dillere çevirerek kendi streaming hizmetlerini global ölçekte sunmayı hedeflemelidir. Tabii’nin de ifade edildiği üzere turizme ve ülke imajına katkı sunacak biçimde, Türkiye’nin tezlerini yansıtan yapımlar dünyaya servis edilebilir. Bu sayede Türkiye, dijital kültür ihracatçısı rolünü de üstlenerek kültürel hegemonya dengesinde söz sahibi olabilir.
Medya Okuryazarlığı ve Algı Farkındalığı: Stratejilerin bir diğer boyutu, iç izleyicinin bilinç düzeyini artırmaktır. Dijital çağda küresel platformlar her eve girdiğinden, medya okuryazarlığı eğitimleri ile genç nesillerin izledikleri içeriklerin ardındaki değerleri sorgulayabilmesi sağlanmalıdır. Kültürel bağımsızlık, sadece üretimle değil, tüketim bilinciyle de ilgilidir. Bu nedenle, Milli Eğitim müfredatında ve sivil toplum çalışmalarında dijital medya okuryazarlığına yer verilmesi, Batı’nın kültürel sembollerinin eleştirel süzgeçten geçirilebilmesi için gereklidir.
Düzenleyici Rol ve Diplomasi: Türkiye’nin RTÜK gibi düzenleyici kurumları, kültürel içeriklerin korunmasında hassas davranmaktadır. Ancak bunun sansüre varmadan denge gözetmesi önemlidir. Uluslararası alanda ise Türkiye, dijital platformların tekelleşmesine ve tek taraflı kültürel dayatmalarına karşı UNESCO gibi platformlarda çok taraflı girişimlerde bulunabilir. Örneğin, kültürel çeşitliliğin dijital ortamda korunmasına dair küresel sözleşmeler veya iyi niyet anlaşmaları önerilebilir.
Bu stratejilerin ortak paydası, dijital medyada içerik egemenliğinin tesisi ve kültürel kimliğin korunmasıdır. Türkiye, hem içerik üreticisi ve dağıtıcısı olarak güçlenerek hem de izleyici bilincini arttırarak, Batı kültürel hegemonyasının etkisini dengelemeye çalışmaktadır.
5. Batı Medyasının Türkiye’ye Yönelik Stratejileri ve Algı Yönetimi
Batı’nın önde gelen medya kuruluşları, Türkiye’ye yönelik haber ve içeriklerinde zaman zaman algı yönetimi tekniklerine başvurmakla eleştirilmektedir. Akademik literatürde, küresel medyanın kamuoyuna sunduğu içeriklerin salt gerçekliği yansıtmaktan öte, belirli niyetlerle kurgulandığı ve böylece hedeflenen algıyı oluşturduğu belirtilir. Medya gücünü elinde tutan odaklar, kitlelerin zihninde kendi istedikleri fikirlerin yerleşmesi için manipülasyon ve dezenformasyon yöntemlerini kullanabilmektedir. Türkiye söz konusu olduğunda da, Batı basınında çıkan bazı haberlerin gerçeği yansıtmaktan ziyade olumsuz bir imaj çizmeye yönelik olduğu düşünülmektedir. Özellikle dijital medyada hızla dolaşıma giren imgeler ve haber başlıkları aracılığıyla, Türkiye hakkında örtük mesajlar verildiği örneklerle sabittir. 2020’de yapılan bir araştırma, COVID-19 haberlerinde BBC, CNN, New York Times, The Guardian gibi kurumların Türkiye ile ilgisi olmayan haberlerde dahi İstanbul’daki cami dezenfeksiyon görüntülerini kullanarak, farkında olmadan izleyicide Türkiye’yi salgının merkezi gibi algılatabilecek bir etki yarattığını ortaya koymuştur. Bu gibi vaka analizleri, Batı medyasının algı manipülasyonu iddialarını güçlendirmektedir.
Batı medyasının Türkiye’ye yönelik stratejilerinde tarihsel bir oryantalist bakış da etkisini sürdürmektedir. Batılı haber organları, Türkiye’deki gelişmeleri değerlendirirken kimi zaman önyargılı veya çifte standartlı bir dil kullanabiliyor. 2023 seçimleri sonrası Batı basınında çıkan yorumlar buna örnek gösterilebilir: Dr. Adam McConnel, Batılı medya kuruluşlarının Türk seçmeninin tercihlerini anlamakta başarısız olup, olumsuz ve hatta nefret dolu bir yayın dalgası estirdiğini belirtmiştir. Yıllardır değişmeyen bu tutumun ardında oryantalizm, şovenizm, siyasi çıkarlar, kibir ve cehaletin harmanlandığına dikkat çekerken; Charlie Hebdo dergisinin hakaretamiz karikatürleri ile New York Timesın Türkiye analizlerinin aynı önyargılı bakışın ürünü olduğunu vurgulamıştır. Bu tür değerlendirmeler, Batı medyasının Türkiye imajını şekillendirirken sıklıkla negatif çerçeveleme (framing) kullandığına işaret eder. Örneğin bazı büyük gazeteler, Türkiye’deki liderleri otoriter bir mercekten tanıtıp, hükümet politikalarını sürekli eleştirel bir tonla aktarmakta; buna karşın benzer uygulamaları kendi ülkelerinde farklı bir üslupla ele almaktadır.
Batı’nın medya stratejileri arasında yerel dilde yayın yapan yabancı medya kuruluşları da önemli bir yer tutar. BBC Türkçe, Deutsche Welle Türkçe, Amerika’nın Sesi (VOA) gibi kanallar, Türkçe içerik üreterek Türkiye’deki gündeme Batı perspektifinden bakmaktadır. Bu yayınlar, basın özgürlüğünün kısıtlandığı durumlarda alternatif bir haber kaynağı işlevi görse de, iktidar yanlısı çevrelerce “Batı’nın propaganda aygıtı” olmakla suçlanmaktadır. Nitekim son yıllarda Türkiye, DW Türkçe ve VOA gibi sitelere lisans baskısı uygulamış, gerekli izinleri almayanların erişimini engellemiştir. Bu adımlar, Türkiye’de dijital egemenlik arayışının bir parçası olarak görülse de eleştirenler tarafından sansür girişimi olarak da yorumlanmaktadır.
Algı yönetimi teknikleri bağlamında, Batı medyası çoğu zaman belirli üslup oyunlarına başvurur: Örneğin haber başlıklarında belirsiz ifadeler kullanarak Türkiye’yi suçlayıcı bir izlenim bırakmak ancak detaylarda bundan kaçınmak, uzman yorumları adı altında tek yanlı görüşlere yer vermek, görsel seçimiyle subliminal mesajlar vermek gibi. Mehmet Ulaş ve Abuzer Yeşil’in araştırmasında belirtildiği üzere, BBC, CNN, AP, The Independent gibi kuruluşlar COVID-19 döneminde Türkiye’ye ait fotoğrafları hiç ilgisi olmayan bağlamlarda kullanmış ve bu yolla Türkiye imajını zedeleyebilecek bir manipülasyon ortaya çıkmıştır. Bu, sistematik bir dezenformasyon olmasa da dikkatsiz veya bilinçli çarpıtma stratejilerinin varlığını gösterir. Öte yandan Rusya’nın RT’si veya Çin’in CGTN’i gibi aktörler de Batı medyasına rakip olarak kendi algı operasyonlarını yürüttüğünden, medya algı savaşları küresel boyutta çok aktörlü bir hal almıştır. Türkiye, bu rekabette zaman zaman Batı karşıtı blok ile söylem birliği yaparak (örneğin ABD’yi eleştiren konularda) kendi pozisyonunu güçlendirmeye çalışır.
Genel olarak bakıldığında, Batı’nın Türkiye’ye yönelik medya stratejileri iki yönlü ilerler: Bir yandan uluslararası kamuoyunda Türkiye’nin imajını etkilemeye yönelik haber akışı (örneğin insan hakları, demokrasi karnesi üzerinden eleştiriler); diğer yandan Türkiye kamuoyunu etkilemeye yönelik Türkçe yayınlar ve sosyal medya kampanyaları. Türk yetkililer sık sık “dış mihrakların algı operasyonları”na dikkat çekerek halkı uyarmakta, bu da zaten kutuplaşmış olan medya tüketicisinin kendi mahallesindeki medya organlarına daha fazla sarılmasına yol açmaktadır. Sonuç olarak, Batı medyasının algı yönetimi hamleleri, Türkiye’de medya egemenliği mücadelesinin önemli bir cephesini oluşturmaktadır.
Alternatif Medya Gücü Olarak Yerli Haber, Çocuk ve Belgesel Kanalları
Türkiye’de ulusal televizyon kanalları ve tematik kanallar, Batı medyasına alternatif içerikler sunarak kültürel bağımsızlığa katkıda bulunmaktadır. Özellikle haber kanalları, çocuk kanalları ve belgesel kanalları, farklı izleyici gruplarına yönelik yerli ve bağımsız programlar üretmektedir.
Haber Kanalları (Ülke TV, CNN Türk, Haber Global, A Haber): Bu kanallar, Türkiye ve dünya gündemini Türk perspektifinden aktarma iddiasındadır. Örneğin A Haber ve Ülke TV, genellikle hükümet yanlısı bir çizgide olsalar da, Batı medyasının görmezden geldiği veya farklı açıdan ele aldığı konuları işlemeyi vurgularlar. A Haber, sık sık “Batı medyasının yalanları” temalı haber dosyaları hazırlayarak uluslararası haber ajanslarının hatalarını ifşa etmektedir. Haber Global (Azerbaycan sermayeli bir Türk haber kanalı) ve CNN Türk ise daha ortada duran kanallar olarak, hem resmi görüşlere hem de muhalif seslere yer verme iddiasıyla yayın yapar. Bu kanalların en büyük katkısı, Türk izleyicisinin dünya olaylarına dair bilgiyi sadece CNN International, BBC World gibi yabancı kaynaklardan değil, yerli kaynaklardan alabilmesidir. Örneğin, bir uluslararası kriz anında Ülke TV’deki tartışma programları veya CNN Türk’ün Türk analistleri, olayı Türkiye’nin çıkarları ve tarihi perspektifi ışığında değerlendirerek farklı bir bakış açısı sunar. Bu şekilde, kamuoyu oluşturulurken Batı merkezli söyleme alternatif bir söylem geliştirilmiş olur. Ayrıca, bu haber kanalları bazı özel belgesel ve haber programlarıyla doğrudan doğruya Batı’yı eleştiren veya Türkiye’nin tezlerini savunan içerikler üreterek, uluslararası algı savaşında iç cepheyi sağlam tutma işlevi görürler.
Çocuk Kanalları (TRT Çocuk, TRT Diyanet Çocuk): Çocuklara yönelik içerik, kültürel değerlerin nesiller arası aktarımında kritik önemdedir. TRT Çocuk kanalı, 2008’den bu yana yayımladığı çizgi filmler, programlar ve dijital içeriklerle Türkiye’de bir yerli animasyon sektörü doğmasına öncülük etmiştir. TRT Çocuk Kanal Koordinatörü Bora Durmuşoğlu’nun belirttiği gibi kanal, Türk çocuklarını yıllarca ithal çizgi film karakterleri yerine yerli yapım kahramanlarla tanıştırmış ve bu sayede çocuklar artık Rafadan Tayfa, Aslan, Niloya gibi kendi kültürümüzden gelen karakterlerle büyümektedir. TRT Çocuk içeriklerinin %80’inden fazlası yerli animasyondur. Bu içeriklerde kültürel ve milli değerler başrol oynamakta; Anadolu’ya özgü motifler, tarihsel karakterler, geleneksel aile ve mahalle yaşamı gibi unsurlar öykülere yedirilmektedir. Örneğin “Rafadan Tayfa” serisi, İstanbul’un geleneksel bir mahallesinde geçen maceraları konu alarak hem eğlendirip hem değer aşılayan bir yapımdır. TRT Çocuk’un bu başarısı, ebeveynlerin de güvenini kazanmıştır; kanalın YouTube’daki 6 milyona yakın abonesi ve milyarlarca izlenmesi bulunmaktadır. TRT Diyanet Çocuk kanalı ise daha spesifik olarak İslami değerleri ve temel dini bilgileri çocuklara aktarmayı hedefleyen bir kanaldır. Burada yayınlanan çizgi filmler ve programlar, evrensel çocuk içeriklerine alternatif olarak ahlâk, iyilik, paylaşma, dini hikayeler gibi konuları işler. Bu sayede, muhafazakâr ailelerin çocukları için Disney veya Cartoon Network gibi kanallara karşı kültürel açıdan içlerine sinen güvenli bir içerik havuzu oluşturulmuştur. Sonuç itibariyle, çocuk kanalları alanında Türkiye kendi içerik üretimini güçlendirerek kültürel bağımsızlığa stratejik bir yatırım yapmıştır.
Belgesel Kanalları (TRT Belgesel): TRT Belgesel kanalı, dünyadaki ilginç coğrafyaları, kültürleri, insan hikâyelerini ve tarihin bilinmeyen yönlerini ele alan pek çok yapımı ekrana getirmektedir. Bu kanalın önemi, belgesel türünde uzun süre yurtdışından ithal edilen içeriklere alternatif yerli yapımlar sunmasıdır. TRT Belgesel, son yıllarda “Anadolu Arkeolojisi”, “Osmanlı’dan Günümüze”, “Anadolu İnsanı” gibi konularda özgün belgeseller üretmiş; ayrıca Afrika’dan Asya’ya uzanan coğrafyalarda Türkiye’nin izlenimlerini aktaran belgesel serileri hazırlamıştır. Örneğin, Afrika ülkelerindeki Osmanlı mirasını veya Türk dizilerinin Latin Amerika’daki etkisini konu alan belgeseller hem yurt içinde hem yurt dışında ilgi görmüştür. Bu yapımlar, Discovery Channel veya National Geographic gibi büyük markaların belgesellerinden farklı olarak Türkiye’nin önceliklerine ve bakış açısına göre şekillenmektedir. TRT Belgesel’in “Gönül Coğrafyası” temalı yapımları, Türkiye’nin kültürel ve tarihi yakınlık hissettiği bölgelerdeki yaşamları ekrana taşıyarak bir bağ kurmaktadır. Aynı şekilde, uluslararası popüler belgesel konularına (doğa, bilim, macera) Türkiye’den uzmanlar ve sunucularla yaklaşarak, izleyiciye hem kaliteli içerik hem de tanıdık bir yüz sunmaktadır. Bu da kültürel aidiyet hissini pekiştirir.
Özetle, Türkiye’deki yerli haber kanalları, çocuk kanalları ve belgesel kanalları, Batı medyasının hâkimiyetine karşı içerik üretme ve kendi hikâyelerini anlatma misyonunu üstlenmiş durumdadır. Haber kanalları, anlık gelişmelerde milli bir perspektif sunarken; çocuk kanalları, yeni nesilleri yerli değerlerle büyütmekte; belgesel kanalları ise dünyayı Türkçe bir mercekten keşfetme imkânı sağlamaktadır. Bu üç alandaki bağımsız programlar, Türkiye’nin medya alanında kendi ekosistemini güçlendirmekte ve Batı kültürel hegemonyasına karşı uzun vadeli bir kültürel direnç oluşturmaktadır.
IV- Batı Emperyalizminin Dijital Medya ve Kültürel Hegemonya Saldırıları ve Türkiye’nin Direnişi
Batı’nın günümüzdeki emperyal stratejileri, askeri veya ekonomik işgalden ziyade dijital medya ve kültürel hegemonya yoluyla etkisini hissettirmektedir. Özellikle İslam dünyası, küresel medya tekellerinin ve dijital platformların yayılan içerikleri aracılığıyla değerlerine ve kimliğine yönelik yoğun bir kültürel saldırı altındadır. Bu “yumuşak güç” kullanımı, İslam toplumlarında geleneksel yapıları çözmeyi, genç nesilleri kendi kültür ve inançlarından uzaklaştırmayı ve Batı merkezli yaşam tarzlarını egemen kılmayı hedeflemektedir. Küresel medya akışı, pek çok Müslüman gözlemci tarafından adeta bir “kültürel işgal” veya “dijital sömürgecilik” olarak nitelenmektedir. Bu bağlamda, Türkiye hem tarihsel mirası hem de güncel politik vizyonuyla İslam dünyasının liderliğine soyunarak Batı’nın bu stratejilerine karşı direnç göstermekte ve dijital platformlarda İslami değerleri koruma misyonunu üstlenmektedir. Aşağıda, Türkiye’nin İslam alemi içerisindeki konumu, Batı’nın medya ve kültür üzerinden saldırı yöntemleri, küresel medya tekellerinin yıkıcı etkileri ve Türkiye’nin geliştirdiği alternatif stratejiler incelenecektir.
1. Türkiye’nin İslam Dünyasındaki Liderlik Rolü
Osmanlı mirasının varisi ve çoğunluğu Müslüman olan Türkiye, 21. yüzyılda İslam dünyasının meselelerinde öncü bir rol üstlenme iddiasını açıkça ortaya koymuştur. Nitekim Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Türkiye, İslam dünyasını yönlendirebilecek yegâne ülkedir” şeklinde çıkış yaparak bu liderlik iddiasını dile getirmiştir. Bu söylem, Türkiye’nin mevcut iktidar kadrosunun sadece ulusal düzeyde değil, ümmetin genelinde de söz sahibi olma hedefini yansıtmaktadır.
Türkiye, son yıllarda dış politikasında dini ve kültürel bağları güçlendirmeye özel bir önem vermiştir. Erdoğan liderliğinde dini diplomasi aktif bir araç haline gelmiş; Diyanet İşleri Başkanlığı gibi kurumlar ülke sınırlarını aşan bir etkiyle Balkanlar’dan Afrika’ya uzanan coğrafyalarda faaliyet göstermeye başlamıştır. İslam’ı yumuşak güç olarak kullanma stratejisiyle Türkiye, cami inşaları, eğitim programları ve insani yardımlar yoluyla farklı ülkelerdeki Müslüman topluluklarla güçlü ilişkiler tesis etmektedir. Bu faaliyetler, Türkiye’nin kendisini İslam’ın hamisi ve sözcüsü olarak konumlandırma çabasının bir parçasıdır.
Türkiye’nin İslam dünyasının liderliği iddiası, somut girişimlerle de desteklenmektedir. Örneğin, Filistin meselesi ve Kudüs’ün statüsü gibi konularda Ankara, sık sık İslam ülkelerini ortak tutum almaya çağırmıştır. 2024 yılında Erdoğan, Gazze’ye yönelik saldırılar karşısında İslam İşbirliği Teşkilatı’nı (İİT) acil zirveye toplamaya davet ederek Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın “kırmızı çizgimiz” olduğunu vurgulamıştır. Yine benzer şekilde, İsrail’in Filistin’deki eylemlerine karşı İslam ülkelerini ittifak kurmaya çağırması ve uluslararası hukuki adımlar atacağını ilan etmesi, Türkiye’nin ümmetin sözcüsü rolünü üstlendiğini gösterir niteliktedir.
Bu liderlik rolü, sadece siyasi arenada değil, medya alanında da kendini göstermektedir. Türkiye, küresel iletişimde tek sesliliği kırmak adına TRT World, Anadolu Ajansı (AA) gibi uluslararası yayın organlarını güçlendirmiş ve Batı merkezli anlatılara karşı alternatif bir perspektif sunmaya başlamıştır. Örneğin, TRT World Forum tarafından hazırlanan analizlerde, Batı ana akım medyasının Müslüman dünyaya yönelik önyargılı yaklaşımına dikkat çekilirken, Türkiye’nin bu alandaki boşluğu doldurabilecek konumda olduğuna işaret edilmektedir. Neticede Türkiye, tarihi sorumluluğu ve jeopolitik konumuyla İslam dünyasında hem politik hem de medya bazlı liderlik misyonu üstlenerek Batı hegemonyasına karşı direnç merkezi haline gelmiştir.
2. Batı’nın Medya ve Kültürel Stratejileriyle İslam Dünyasına Yönelik Saldırıları
Soğuk Savaş sonrasında askeri cepheleşmenin gerilemesiyle birlikte Batı, kültürel emperyalizm ve medya gücünü kullanarak İslam coğrafyasını etki altına alma stratejisine hız vermiştir. Bu stratejinin temelinde, İslam dünyasının inanç ve geleneklerini hedef alan, onları değersizleştirmeye veya dönüştürmeye yönelik planlı bir söylem ve içerik üretimi bulunmaktadır. Orientalism (şarkiyatçılık) geleneğinin mirası olan bu yaklaşım, günümüz dijital medyasında yeni biçimlere bürünmüştür. Hollywood filmlerinden Netflix dizilerine, haber kanallarından sosyal medya platformlarına kadar uzanan geniş bir yelpazede, Müslümanlar çoğu zaman fundamentalist, terörist ya da geri kalmış olarak damgalanmakta; İslam ise çağdaş dünyayla uyumsuz, şiddet üreten bir kültür olarak resmedilmektedir. Bu sistemli karalama kampanyası, Edward Said’in tanımladığı şekliyle zihinsel bir sömürgeleştirmenin parçasıdır ve Müslüman toplumların özgüvenini hedef almaktadır.
Öte yandan Batı medyasının saldırısı sadece İslam’ın imajına yönelik değildir; aynı zamanda Müslüman toplumların yaşam tarzlarını dönüştürmeyi de amaçlamaktadır. Uydu yayınları ve dijital içerikler vasıtasıyla Batılı seküler değerler en ücra köşelere kadar taşınmakta, mahremiyetinden aile yapısına kadar toplumsal dokuyu çözebilecek fikirler yayılmaktadır. İslam ülkelerinde pek çok kişi, uluslararası medya aracılığıyla ülkelerine akın eden bu değer bombardımanını adeta bir “kültürel istila” olarak nitelendirmiştir. Örneğin, televizyon ve internet üzerinden kontrolsüzce akan eğlence içerikleri, genç nesillerin zihinlerinde kendi kültür ve dinlerine yabancı bir dünyanın “normal” olduğu algısını yerleştirmeye çalışmaktadır. İletişim bilimci Akbar S. Ahmed, Batı medyasının İslam’ın dünya görüşünün tersyüz edilmiş bir versiyonunu oluşturduğunu ve “yoğun ve ısrarlı saldırısıyla Müslümanların karakterini değiştirmeyi bile başarabileceğini” ifade eder. Nitekim alkol tüketimi, kumar, cinsel serbestiyet gibi İslami değerlere aykırı davranışlar, popüler kültür yoluyla özendirildiğinde, geleneksel toplum yapılarında erozyona yol açmaktadır. Batı’nın kültürel hegemonya stratejisinin bir diğer boyutu da İslam dünyasını kendi içinde bölme ve zayıflatma çabasıdır. Özellikle 1990’larda Sovyetlerin çöküşüyle tek süper güç kalan Batı, zaferini “tarihin sonu” olarak ilan ederken, İslam coğrafyasındaki uyanış emareleri karşısında hızlıca “medeniyetler çatışması” tezini gündeme getirmiştir. Bu tez, Batı’nın yeni ötekisini İslam olarak belirlediğini ve kültürel cepheleşmeyi körüklediğini göstermektedir. İslam dünyasında kimi zaman laik-ulusalcı rejimlerin de desteğiyle dini eğitim ve pratikler baskılanmış; genç nesiller kendi medeniyet değerlerinden kopuk yetiştirilmeye çalışılmıştır. Tunus’ta Habib Burgiba gibi liderlerin Kur’an eğitimini engelleme ve toplumunu Batı’ya benzetme politikaları, bu içeriden kolonileştirme projesinin bir parçasıydı. Ancak tüm bu baskılara rağmen İslam toplumları asli kaynaklarına dönerek 20. yüzyıl boyunca bir dizi uyanış hareketi gerçekleştirmiş; Batı’nın kültürel emperyalizmi umduğu kesin başarıyı elde edememiştir. Bu durum, Batı’yı daha da agresif kültürel yöntemlere sevk etmiş; medya propagandası, STK görünümlü ideolojik enjekte mekanizmaları ve dijital ağlar üzerinden yürütülen psikolojik harekâtlar, İslam dünyasına yönelik saldırıların yeni cephesi olmuştur.
3. Küresel Medya Tekellerinin İslam Kültürü Üzerindeki Yıkıcı Etkileri
Günümüz dünyasında bilgi akışı, birkaç küresel şirketin kontrolü altına girmiş durumdadır. Google, Meta (Facebook, Instagram), X (Twitter) ve benzeri dijital medya devleri ile Hollywood’un başını çektiği eğlence endüstrisi, milyarlarca insana tek tipleştirilmiş bir kültürel içerik sunmaktadır. Bu küresel medya tekelleri, pazar paylarını büyütürken aynı zamanda Batı’nın değerler manzumesini de evrensel norm haline getirmektedir. Sonuç, İslam kültürü açısından yıkıcı bir homojenleşme baskısıdır: Yerel diller, kıyafetler, aile bağları ve dini pratikler genç kuşakların gözünde “geri kalmışlık” olarak yaftalanırken, Batı menşeli yaşam tarzı bir ideal gibi parlatılmaktadır. Bir araştırmada, Arap ülkelerindeki Müslümanların, sınırlarından kontrolsüz şekilde giren dış içerik selini “kültürel istilâ” olarak algıladığı saptanmıştır. Bu istilânın taşıyıcıları olan televizyon programları ve sosyal medya içerikleri, İslami normlara taban tabana zıt fikirleri ve alışkanlıkları cazip bir paket içinde sunarak zihinleri etkilemektedir. Batı menşeli eğlence sektörünün İslam toplumlarındaki etkisi, yalnızca ahlaki yozlaşma ile sınırlı değildir; aynı zamanda kimlik karmaşası ve özgüven kaybı yaratmaktadır. Özellikle gençler, internet aracılığıyla maruz kaldıkları hayat tarzlarını taklit etmeye yönelirken, kendi kültürel köklerinden uzaklaşma tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar. Televizyonun istilacı etkisi üzerine yapılan bir tespit, ekranlardan taşan modern yaşam mesajlarının İslami kavramlarla taban tabana zıt bir ideoloji aşılayarak “hazcı, dünyevi zevkleri her şeyin önüne koyan, ahiret inancını unutturan” bir tutum yaydığını belirtiyor. Bu, geleneksel aile yapısını zayıflatıp bireyciliği ve sekülerizmi beslerken; uzun vadede İslam toplumlarının sosyokültürel dokusunda onarılması zor yaralar açıyor.
Küresel medya tekellerinin hakimiyeti, aynı zamanda haber ve bilgi akışında tek sesliliğe yol açmaktadır. Filistin, Arakan, Suriye gibi Müslümanların maruz kaldığı zulümler çoğu zaman bu tekellerin filtrelerine takılmakta veya çarpıtılmaktadır. 1978’de Karaçi’de düzenlenen Asya İslam Basın Konferansı’nda, Müslüman gazeteciler Batı’da “Siyonistlerin kontrolündeki medya tekeline” dikkat çekerek bunun İslam dünyasına düşmanca yaklaştığını vurgulamışlardı. Aradan geçen on yıllara rağmen tablo değişmiş değildir: Batı’nın büyük medya kuruluşları ve dijital platformları, İslam ve Müslümanlar hakkında olumsuz algıları pekiştiren içerikleri dolaşıma sokarken, karşı söylemleri genellikle sansürlemekte veya görünmez kılmaktadır. Facebook, YouTube gibi platformların algoritmaları dahi bu hegemonik dilin taşıyıcısı haline gelmiştir. Örneğin, Filistin yanlısı haberlerin veya İslami perspektifli içeriklerin “aşırılık” yaftasıyla kaldırılması sıkça rapor edilen bir olgudur. Bu durum, dijital sömürgeciliğin modern bir tezahürüdür: Emperyalist geçmişin izlerini taşıyan güçler, şimdi dijital çağda veriyi ve içeriği kontrol ederek düşünce dünyalarını şekillendirmektedir. Küreselleşme olgusunu da arkasına alan Batı, medya tekelleri sayesinde dünyanın dört bir yanını tek bir “köy”e dönüştürme iddiasındadır. Ancak bu köyün normları, Müslüman olmayanların inanç ve yaşam tarzlarına göre belirlenmektedir. Bir başka deyişle, küreselleşme adı altında dayatılan şey, Müslümanların kendi yerel kimliklerini terk ederek egemen kültüre tabi olmasıdır. Bu süreç, İslam’ın tarihî mirasını ve yerel renklerini hedef almakta; geçmişten kopuk, köksüz bir tüketici kitle yaratmaya çalışmaktadır. Sonuç itibariyle, küresel medya tekellerinin İslam kültürü üzerindeki etkisi çok katmanlı bir tahribat şeklinde tezahür etmektedir: İnançlar aşındırılmakta, değerler relativize edilmekte, gençlik kendi özüne yabancılaştırılmaktadır.
4. Türkiye’nin Dijital Platformlarda İslami Değerleri Koruma Misyonu
Batı’nın dijital medya saldırıları karşısında Türkiye, savunmacı ve alternatif üretici bir stratejiyle İslami değerleri koruma misyonunu üstlenmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, dijital dünyanın küresel ölçekte ahlaki dejenerasyona yol açtığını vurgulayarak “dijital alemin, dünyadaki tüm dinleri ve değerleri baltalayarak yapay bir din oluşturmaya çalıştığını” dile getirmiştir. Bu güçlü tespit, Ankara’nın meseleyi bir bekâ sorunu olarak gördüğünü ortaya koymaktadır. Nitekim Erdoğan, sosyal medyanın art niyetli kullanımının gençleri yanlış yönlendirdiğini belirtmiş; “bugün çocuklar, ebeveynlerinden veya öğretmenlerinden ziyade dijital medyanın etkisine maruz kalıyor” diyerek aile ve toplum yapısının korunması için harekete geçme çağrısı yapmıştır. İslam’a ve Müslümanlara yönelik saldırıların ateizm, sapkın akımlar veya ahlaksızlık ideolojileri aracılığıyla yürütüldüğünü ifade eden Erdoğan, “özellikle gençlerimizin zihnini bulandırmayı hedefleyen bu saldırıları sona erdirmekte kararlıyız” diyerek net bir duruş sergilemiştir. Bu kapsamda Türkiye, gerek yasal düzenlemeler gerekse alternatif platform teşvikleriyle dijital kültür alanını muhafaza altına alma yolunda adımlar atmaktadır.
Türkiye’nin dijital platformlarda değer koruma çabalarının somut örneklerinden biri, ulusal ve uluslararası düzeyde alternatif medya mecraları oluşturmasıdır. 2019 yılında Türkiye, Pakistan ve Malezya liderleri bir araya gelerek Batı’daki İslamofobik söyleme karşı ortak bir İngilizce televizyon kanalı kurma kararı almıştır. Bu kanalın amacı, İslam hakkında yanlış algıları düzeltmek, Peygamber’e ve mukaddesata yönelik saldırılara karşı doğru bağlamı sunmak ve Müslümanların kendi hikâyelerini kendilerinin anlatacağı bir mecra oluşturmaktır. Dönemin Pakistan Başbakanı İmran Khan’ın ifadesiyle, üç ülke el ele vererek İslam’ın büyük medeniyet birikimini dünya ile paylaşacak, ümmetin sesi olacak bir platform inşa etmeye soyunmuştur. Bu girişim, Türkiye’nin medya alanında öncü rol oynayarak, Batı’nın tekeline karşı kolektif bir İslami cevap üretme arzusunu göstermektedir.
Aynı şekilde, Türkiye içeride de dijital alanın regülasyonu konusunda aktif davranmaktadır. Sosyal medya platformlarına dair çıkarılan yasalar ile Facebook, Twitter, YouTube gibi şirketlere yerel temsilci bulundurma ve hukuka aykırı içerikleri hızlıca kaldırma yükümlülüğü getirilmiştir. Bu adımlar, her ne kadar eleştirenler tarafından sansür tartışmalarıyla gündeme gelse de, hükümet yetkililerince toplumun ahlaki dokusunu ve milli güvenliği koruma gayreti olarak sunulmaktadır. Erdoğan, “son yıllarda sosyal medyada artan ahlaksızlıklar, düzenleme eksikliğinden kaynaklanıyor” diyerek dijital dünyanın başıboş bırakılmayacağının sinyalini vermiştir. Nitekim Türkiye Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), dijital yayın platformlarındaki içeriklere lisans ve denetim şartı getirerek, toplum değerleriyle uyuşmayan yayınlara müdahale edebilecek konuma gelmiştir. Amaç, Batı menşeli platformlarda dahi olsa, Türk toplumunun ve İslam’ın temel değerlerine hakaret eden veya gençleri zararlı alışkanlıklara yönelten içeriklerin frenlenmesidir.
Türkiye, sadece sansür veya yasal önlemlerle değil, kendi alternatif içeriklerini üreterek de dijital kültür mücadelesi vermektedir. Son yıllarda dünya çapında ilgi gören Türk dizileri ve filmleri, bu açıdan stratejik bir araç haline gelmiştir. Özellikle tarih temalı diziler, İslami değerleri ve kahramanlık öykülerini ön plana çıkararak geniş bir coğrafyada izleyici çekmektedir. Örneğin “Diriliş: Ertuğrul” dizisi, 13. yüzyıl Anadolu’sunda geçen hikâyesiyle İslam kültürünün değerlerini dramatize etmiş ve Pakistan’dan Orta Doğu’ya milyonlarca gence ulaşmıştır. Pakistan Başbakanı İmran Khan, bu dizinin İslami kültürün değerlerini sergilediğini belirterek Pakistan gençliğinin Hollywood ve Bollywood yerine Türk yapımı bu diziyi izlemesini tavsiye etmiştir. Khan’a göre Batı ve Hindistan kaynaklı popüler kültür içerikleri ülkede “üçüncü sınıf bir kültür” aşılamakta, bu da gençlerde uyuşturucu kullanımından cinsel suçlarda artışa kadar pek çok soruna yol açmaktadır. Buna karşın Diriliş Ertuğrul gibi yapımlar, “değerlerle yoğrulmuş başka bir hayat tarzının da mümkün olduğunu” göstererek aile yapısını ve ahlaki normları güçlendirmektedir. Bu örnek, Türkiye’nin dijital platformlarda İslami değerleri koruma ve yaygınlaştırma misyonunun ne denli etkili olabileceğini gözler önüne sermektedir.
Türkiye merkezli girişimler sadece dizi/film ile sınırlı kalmamış, aynı zamanda sosyal medya alternatifleri geliştirme çabaları da gündeme gelmiştir. Örneğin, 2012 yılında İstanbul merkezli olarak duyurulan “Salam World” projesi, Facebook’a İslami bir alternatif oluşturma iddiasıyla ortaya çıkmış ve içerikleri filtreleyerek “helal bir sosyal ağ” sunmayı hedeflemiştir. Her ne kadar Salam World beklenen ölçüde başarılı olamasa da, bu girişim Müslüman toplumların dijital alanda kendi mecralarını kurma arayışının bir göstergesidir. Günümüzde de benzeri şekilde kimi İslami içerik platformları, uygulamalar ve web siteleri (örneğin çevrimiçi hadis, tefsir veritabanları, İslami eğitim içerikli YouTube kanalları) Türkiye’den çıkarak uluslararası çapta izleyici bulmaktadır. Tüm bu çabalar, dijital ekosistemde kültürel egemenlik mücadelesinin bir parçasıdır ve Türkiye bu mücadelede ön safta yer almaktadır.
Batı emperyalizminin dijital medya ve kültürel hegemonya araçlarıyla İslam dünyasına yönelttiği saldırılar, askeri işgaller kadar tehlikeli ve derin etkilere sahip bir mücadele alanı yaratmıştır. Bu mücadelede hedef alınan, sadece topraklar veya ekonomik kaynaklar değil; inançlar, değerler ve kolektif bilinçtir. Kültürel emperyalizm, İslam toplumlarını içerden fethetmeyi amaçlayan sinsi bir proje olarak işlemektedir. Ancak İslam dünyası bu saldırılara karşı tepkisiz değildir. Özellikle Türkiye, hem tarihsel sorumluluğunun bilinciyle hem de mevcut liderliğinin vizyonuyla, ümmetin kalkanı olmaya soyunmuştur. Türkiye’nin sert üslubu ve somut girişimleri, Batı’nın tek yanlı medya hâkimiyetine karşı alternatif bir ses yükseltmekte; dijital çağa uygun bir direniş modeli ortaya koymaktadır. Bu model, bir yandan uluslararası platformlarda haksız söylemlere meydan okumayı, diğer yandan da kendi medya organlarını ve içeriklerini güçlendirmeyi içermektedir. Son tahlilde, dijital çağın kültürel cihadı diyebileceğimiz bu mücadelede, İslam dünyasının öz değerlerine sahip çıkarak birlik olması ve kendi hikâyesini kendisinin anlatması hayati önem taşımaktadır. Türkiye’nin öncülüğünde atılan adımlar, bu kutlu yolda önemli bir eşik olup ümmetin geleceği için bir umut kaynağı teşkil etmektedir.

Bu haber toplam 426 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
İMSAK | GÜNEŞ | ÖĞLE | İKİNDİ | AKŞAM | YATSI |
04:22 | 05:44 | 11:45 | 14:58 | 17:34 | 18:49 |
Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.