BİR SEMİNER VESİLESİYLE

4.07.2015 10:49:41
BİR SEMİNER VESİLESİYLE

 

Bir seminer vesilesiyle “Türkiye’nin Maarif Dâvası”
Yakın zamanda Nurettin Topçu’nun eserleri ve fikirleri üzerine düzenlenen etkinlikler arasında Milli Eğitim Bakanlığı’nın Haziran 2015 Meslekî Çalışmaları kapsamında “Öncü Bir Eğitimci Olarak Nurettin Topçu ve Maarif Davamız” başlığıyla eğitimcilere verdirdiği seminer/ler pek gündeme gelmedi. Olağan seminer etkinlikleri çerçevesinde, Topçu’ya dikkat çekilmiş olması takdire şayan hatta -yersiz bir ümit olsa da- sırf başlığıyla bile “yarınki Türkiye” için alınması gerekenli olan ciddi ve esaslı tedbirlerin başlangıcı olarak görülebilir
 
Türkiye’de daha ziyade 1990’lar ve sonrasında yalnız düşünür, “özel düşünür” imgesiyle sembolleşen Nurettin Topçu vefat yıldönümlerinde bir dizi faaliyetle anılır oldu. Topçu’nun yeniden keşfedildiği yılların ardından vefatının 40. yılına denk düşen bu sene onun hakkında can alıcı hususlara temas eden etkinlikler düzenlenmedi belki de yılın ikinci yarısında düzenlenecek. Bu durumun altında yatan nedir, diye sorulduğunda siyasî bilincin gelişmesi ile pratikteki çelişkiden bahsetmek yerinde olacaktır.
 
Yakın zamanda Topçu’nun eserleri ve fikirleri üzerine düzenlenen etkinlikler arasında Milli Eğitim Bakanlığı’nın Haziran 2015 Meslekî Çalışmaları kapsamında “Öncü Bir Eğitimci Olarak Nurettin Topçu ve Maarif Davamız” başlığıyla eğitimcilere verdirdiği seminer/ler pek gündeme gelmedi. Olağan seminer etkinlikleri çerçevesinde, Topçu’ya dikkat çekilmiş olması takdire şayan hatta -yersiz bir ümit olsa da- sırf başlığıyla bile “yarınki Türkiye” için alınması gereken ciddi ve esaslı tedbirlerin başlangıcı olarak görülebilir. Zira sonuçta seminer İmam Hatip Okullarında görev yapan öğretmenlerle Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenlerine veriliyordu. Başlığa ve muhataplara bakınca insan, herhalde İmam Hatip Okulları konusunda Topçu’nun teklifleri hatırlanmaya başlandı, diye düşünmek istiyor. Ne de olsa İmam Hatip Okullarını gerçek gayesine götürücü eğitim nasıl yapılmalıdır, sorusu üzerinde bir miktar da olsa fikir yürütmek kabil olabilirdi. Ne var ki, seminer bu beklentiyi karşılamak bir yana gerek içerik gerekse sunum açısından oldukça zayıftı. Sunumun hayranlık duyan tarafı bir yana cılızlığından kaynaklanan etki oluşturamama durumu Topçu’nun eğitimle alakalı fikirlerinin kavranması sürecini olumsuz etkiledi. Ayrıca İmam Hatip okullarında görev yapan öğretmenlerin tümünün muhafazakâr zümre mensubu zannedilmesinden kaynaklanan dil sıkıntısı da din değil fakat İslâm bahsindeki “devrimci” aleyhtarlığa su taşıyacak şekildeydi.
 
SEMİNER “ESARETİ”NİN ÖTESİ
Oysa aklı ve duyguyu birleştirmesi beklenirdi bu etkinliğin öncelikle. Aslına bakılırsa 1940’lardan 1970’lere uzanan oldukça geniş bir zaman diliminde kaleme alınan yazılardan oluşan Türkiye’nin Maarif Dâvası kitabının üzerinde durduğu konularla uzun zamandır tartışılan eğitim konuları ekseninde son derece uygun bir bağlam vardı. Gelgelelim seminerde oluşturulan imaj hem Topçu hem de Türkiye’nin Maarif Dâvası için en hafif tabirle talihsizlikti. Zira bahsedilen kitap ister lise dersleri ister mektep/muallim/medrese bahsinde olsun bizden ileri bir anlayış, yüksek bir kültür, bir seviye istiyordu. Böyle olmadığı için bırakın başka meseleleri ne Hareket dergisinden ne de Topçu’nun kırkıncı ölüm yıldönümünden bahsedilebildi. Topçu’nun “öncü” eğitimci rolüne dair talebelerinin hatıralarında geçen anekdotlar bile anlatılmadı. Bilinen yerleşik ve oldukça sığ Topçu algısının kasvetli bir şekilde tekrar edilmesinin ötesine geçilemedi. Elbette eğitim alanındaki en iyi Topçu uzmanlarından beklenen performansı bekleyemeyiz bu semineri sunan kişiden ama geçen yüzyılın önemli bir düşünürüne gösterilen saygının mahiyetini sorgulamadan da olmaz. Haddizatında bu seminer “esareti” uzun bir süre anlayamadığım hizmet içi eğitim düzeneklerinin niçin amacına ulaşamadığını daha da belirgin hale getirmişti. Düşünülerek girilmeyen konferans salonu kapısının yanlış bilincinin, zihnin iç görüsünü harap ettiği son derece açıktı. Diğer bir deyişle Topçu’nun eğitimle ilgili yazıları bihakkın kavranmak isteniyorsa, Topçu’nun çalışmasını bütün olarak değerlendirmeli bağlamı dikkate alınmadan çekip çıkarılan birkaç paragrafta ifade edilenleri dinlemekle yetinmemelidir.
 
Bu yazı, Topçu’nun eğitimle alakalı doğrudan veya dolaylı olarak ifade ettiği analiz, yorum, fikir ve güncel pratikler hakkındaki kanaatleri arasından pek öne çıkarılmayanlara özellikle din eğitimi konusundaki fikirlerine dikkat çekmeyi amaçlamaktadır. Bir de bunu verili siyasî ve sosyal şartlar çerçevesinde yapmaya çalışmak. Bu noktada Topçu’nun eleştirel düşüncelerinin genel bir taslağını oluşturmak mümkün gözükmektedir. Unutulmamalıdır ki Topçu, sadece eğitim üzerine eleştirel bir kitap yazmamış, bu konudaki kanaatleri diğer yazılarıyla birlikte sürdürdüğü eleştirelliği beslemiştir. Özü itibarıyla bu metinler siyaset ve kültür gibi alanların dâhil olduğu diğer alanlardan ayrılamaz. Aslında Topçu’nun tüm siyasî ‘projesi’ idealizmden beslenen eğitsel bir ‘projedir’. Keza okullarda ahlak ve din eğitiminin nasıl verileceği meselesi de onun yazılarında üzerinde durduğu en hayati sorunlar arasındadır. Topçu’nun kalpleri işleme konusunda başarı elde edemeyen din adamlarına dönük eleştirileri hatırlanabilir. Onun düşüncesinde eğitimin üstlendiği rol nefsin bilgisi, irade ve iç eğitimi kavramları merkeze alınmadan doğru bir şekilde kavranamaz. Nitekim kendilerine “şeriatçı” diyen hocalar için “ahiret polisleri” ifadesini kullanmış olması bunun ufak bir örneğidir. Hatta onun din adamlarına ve “şeriatçı çevrelere” dönük eleştirilerinde öne çıkan üslubun vaktiyle talebesi olan fakat sonradan fikrî ve amelî güzergâhı farklılaşan isimlerce de sürdürülmekte olduğunun tespiti zor olmasa gerek.
 
Çıkardığı Hareket dergisi, yazıları, siyasî ve kültürel değerlendirmeleri ve hepsinden öte irade vurgusuyla Nurettin Topçu, aynı zamanda döneminin pek çok müellifi gibi toplumsal hayatı kapsayan eğitsel bir stratejinin ögelerini ortaya koyar. Bu strateji, Topçu’nun iradecilikle, ahlak terbiyesiyle, şahsiyetle, mesuliyet ve fedakârlık örnekleriyle cemiyetin karanlık ufuklarında fikrî ve ahlakî bir değişim meydana getirmeyi amaçladığının ispatıdır.
 
YOK SAYILAN ELEŞTİRİLER
Hemen şunu söyleyelim ki Topçu’nun Türkiye’nin Mâarif Davası kitabında ele alınan konular oldukça çeşitlidir. Ahlak eğitimi, mektep, din eğitimi, lise dersleri muallim, Kuran kursları, İmam Hatip Okulları, Yüksek İslâm Enstitülerine değindiği yazılarında, iradeye vurgu yaparak eğitimin çöküşüne sebep olan gelişmeleri irdelediği sayfalar kitabın ana fikrini bir miktar da olsa belirginlik kazandıracaktır. “Zavallı millî maarif”, “Hevesler ve hırslar bizi helâk ediyor.” ifadelerinde görüldüğü üzere var olan olumsuzlukların tasvirinde kullanılan ifadeler ana hatlarıyla bir buğz siyasetinin yansımasıdır. Topçu’nun, din adamı rolünü üstüne alan “cahillerin” dini hisseden fakat onu yaşamaya kabiliyeti olmayan halkı “şeyh, mürşid, vaiz, âlim maskeleri ile istismar etmelerini” eleştirirken bunların karşısına gerçek münevverlerle hakiki din adamlarını yerleştirmesi 1970’lerin dini zümreleri arasında vuku bulan tartışma konuları açısından mutlaka dikkate alınması gereken karşıtlıklardır. Topçu’nun vefatı sonrasında yayımlanan Hareket dergisinin Topçu Özel Sayısında Mustafa Kara’nın Topçu’nun din adamlarına dönük eleştirilerini merkeze alan bir yazı kaleme almış olması da dönemin tartışmaları dikkate alındığında sebepsiz değildir.[1] Ayrıca Topçu’nun Asr-ı Saadet devrinde din adamı sınıfının olmadığına dikkat çekmesi ve İslâm’ı kurtarmak için aynı samimiyetle ihlâs devrine dönmemiz gerektiğini söylemiş olması da kayda değer bir husustur. Çünkü Müslüman dünyada Asr-ı Saadet vurgusunun öne çıkarılması çoğu zaman entelektüel çevrelerde küçümsendi ve bu vurgu tarihsizleşmek veya ütopyaya kaçış şeklinde ele alınarak yerildi. Nedense meselenin şahsiyet oluşturma sürecindeki yeri çoğu zaman kasıtlı bir şekilde ihmal edildi.
 
Nurettin Topçu bir yazısında şöyle der: “Sizi size medh edip de mest edenler değil, acı söyleyenler sizin dostunuzdur. Onlar sizden hiçbir şey beklemiyorlar. Dilenci ve meddah över. Sizi seven size ağlamasını bilir…” Din eğitimi konusu Topçu’nun pek çok meseleyi içeren maarif stratejisinin önemli bir parçasını oluşturur. Onun, din eğitimi denildiğinde lehte ve aleyhte söz söyleyenlerin ötesinde din öğretiminin mahiyeti üzerinde zihin yorduğu kitabın bazı temel özellikleri çerçevesinde vurgulanmalıdır. Topçu, oldukça erken bir tarihte liselerde din dersi konulmasını sevinçle karşılayanların yanıldığını belirtecektir. Çünkü ona göre, “ilimsiz, metotsuz, sistemsiz ve felsefesiz” bir tarzda canlandırılacak olan dini kültür ruhlarımıza “selamet” getirmeyecektir. Beri yandan Topçu’nun yüzyıllardan beri medresenin yaptığı dini öğretimi “arı ve çorak bir yol”dan gitmesinden ötürü hatalı bulması, İslâm dünyasının içinde bulunduğu vecd yoksunluğuna dikkat çekmiş olması son derece önemlidir. Topçu, din eğitiminin müfredat programlarında müstakil bir ders ele alınmasına itiraz eder. Onun konu hakkındaki yazıları din eğitiminin farklı şekillerini bir bütün olarak ele aldığı için önem arz eder. Belki onun maarife bakışı konusunda derin bir felsefî tartışma yapmak için bu konudaki düşüncelerine ayrıca odaklanmak gerekmektedir. Belli konuları dikkatlice açıklığa kavuşturmak için parçaların bütünleştirilmesi esas addedilmelidir.
 
Nurettin Topçu’nun farklı konular etrafındaki yazıları toplumsal hayatın tüm alanlarında karşı bir dönüşümün gerçeklik kazanabilmesi için hayat boyu mücadele edilmesi gerektiğini yansıtır. Bazıları kendine has bir özlemi dile getirir. Bu ise temelde idealizme vurgu yapan irade eksenli anti-kapitalist bir özlemdir. Topçu’nun eğitim düşüncesini çalışan uzmanların çoğu onun yukarıda sıralanan görüşlerinin pek çoğunu çok iyi bilmesine ve yazılarının eğitsel yönünü defalarca incelemelerine rağmen, eğitimi temel alan Topçu çalışmalarında değişmeyen şey onun ait olduğu/kenarında bulunduğu dini çevrelere dönük eleştirilerinin neredeyse yok sayılmasıdır. Gerçek şu ki, Topçu’nun Türkiye’nin Maarif Dâvası genellikle dönemin milliyetçi mukaddesatçı çevrelerinden(veya “sahte sağ”dan) kesin bir kopuşun işareti olarak kabul edilmelidir. Yazılarındaki güçlü eleştirellik hemen kendini fark ettirir. Dini çevrelerin yapıp ettiklerinin sert bir şekilde eleştirildiğini hatırladığımız takdirde, Topçu okuyucuları muhtemel yanlış yorumlardan veya özdeşleştirmelerden de kurtulma imkânına kavuşacaklardır. Bu bağlamda ilkin Müslüman cemaatin “berbat ve değersiz neşriyat ticaretiyle”, “sahtekâr mürşitlerin istismarına boyun bağlayışı” çerçevesindeki satırları hatırlanabilir. Topçu’nun bu konudaki değerlendirmelerini daha iyi anlamak ve çokça atıfta bulunulmayan ( hatta göz ardı edilen) birkaç paragrafı aktarmak yararlı olacaktır. Önce 1968’de Hareket’te neşredilen ve ana mevzusu farklı olan “Milli Eğitim ve Muhtasar Üniversite” başlıklı yazısından şu satırları okuyalım:
“[… ]başkasına değil kendi kendimize zulüm olan bütün [… ] âfetlerin, [...]musibetlerin temizleyicisi, ruhların kurtarıcısı olması lazım gelen din adamı ise mâbedte ibadet pazarlığı yapıyor; bölük bölük olmuş her biri bir taraftan, ilme koşan gençliği taşlıyor. İslâm kültürünü ihya gayesiyle din liseleri, İslâm enstitüleri açtık. Onlarsa mâsum yavruları köy köy toplayıp Kur’an kurslarında yetiştirme iddialarıyla bu ilim yuvalarını taşlatıyorlar. Yaptıkları iş fitneyi din ve ilim dünyasına salmaktır.”
 
Burada gene İmam Hatip okulları aleyhindeki birtakım cemaatsel oluşumların eleştirisini görebiliriz. Bununla birlikte en azından toplumsal pratiğin farklı alanlarının dönüştürülebileceği fikrine de vurgu yapar gibidir bu satırlar. Şüphesiz o daha başka kaygılar da yaşamaktadır. 1970’te yayımlanan yazılarında ise aynı meseleyi yorumlayıp değerlendirirken şunları ifade ediyor Topçu:
(…) hem İslâm Enstitülerinde hem de İlâhiyat Fakültelerinde […] yetişecek olan, nesil geçmişte olduğu gibi şimdi de türeyen çeşitli isimler altındaki iddialı, benlikçi, gerçekte din ile ilgisi bulunmayan zümreler, sayıları gittikçe artan sahtekâr kerametciler ve şeyh taslaklariyle şiddetli mücadele açmalıdır.
 
Onun ilk işi yanlış din anlayışıyla din zümreciliklerini ve halk dolandırıcısı sahtekâr şeyhleri mutlaka ortadan kaldırmayı gaye edinen tam bir kültür seferberliği olmalıdır. Şimdi İmam- Hatip Okullariyle Enstitü ve İlâhiyat Fakültesi gençliği böyle yetiştirilmediği için İslâm’ın ufuklarından uzaktadırlar. Onlar bu hakikat savaşını açmadıkça vebal altında ve İslâm’a ihanet durumundadırlar.”
 
1950’lerden bugüne Türkiye’deki din eğitimiyle ilgili süren pek çok tartışmaya şöyle bir baktığımızda, bu yıllarda sadece Topçu’nun hem din eğitimini savunanları hem de karşı çıkanları eleştirdiğini görürüz. Bu yönüyle onun ahlak/din eğitimini sorunsallaştırmasının, altında yatan sebeplerden biri dini zümrelerin ruhun bilgisine yanaşmayan din eğitimi anlayışlarıdır. Bundan dolayı Topçu, muhalifi bulunduğu “din öğretime aleyhtar Allahsız” zümrelerden ziyade “dini içinden çökertecek” kanaatlerin neşvü nema bulma ihtimalinden kaygı duyar:
“[...] Bütün ilkokullarla ortaokullarda ve liselerde yapılmakta olan din derslerinin manasızlığına işaret etmek istiyoruz. Bugün ismi öğrenci karnelerinin en altına yazılan din dersleri, özellikle yaşı biraz ilerlemiş gençlerde dini küçümsemekten başka işe yaramıyor. Dinî tatbikata ait kaidelerin öğretilmesi, çocuğa dinî ruh ve hörmet aşılayamaz. Din, bütün hareketlerimizin dışında kalan bir hayat ve hareket alanı, bir ihtisas konusu değildir ki, ayrı bir ders ve öğretim yapılsın. Bu okullarda din kültürünü, bütün kültür derslerinin içinde, felsefe, tarih ve edebiyat derslerinde vermek en doğru yoldur.[... ]Ayrıca bir din dersine lüzum yoktur. Din, bütün duygularımızla hareketlerimize ve bütün varlığımıza sindirilmesi gerekli bir kültürdür, bir aşıdır, damarlarımızda dolaşan ve insanlarla temasımızda kendini gösteren bir cevherdir. Sadece Kur’ân’ın ezbere okunması, mâbeddeki saygısız merasim, hac ticaretleri, cehennem ve azap tehditleri dinin dairesinin dışındadırlar. Bugün İslâm âleminde Müslüman kalmadı, pek küçük bir azınlık çıkarsa onlara da bütün İslâm âlemi düşmandır. Din eğitimini, bugünkünün tam tersine, Allah istikâmetine doğru çevirmek, onu hakikatina ulaştırmaktır.”
 
“Evhamlı muarızların” aleyhteki tezviratı bir yana, okullarda denemesi yapılan din derslerinden alınan neticenin muhasebesinin yapılması sürecinde mutlaka dikkate alınması gereken fikirler bunlar. Zaten onun filozofun “gelecek bir zamanın yararına çağa aykırı bir biçimde hareket etmek” şeklindeki tarifinden habersiz olduğu düşünülemez. Hiç şüphesiz meseleyi kendi his ve alışkanlıklarının savunması şeklinde ele alanlarla, bugünlerde yerli yersiz kullanılarak aşındırılan “dava” çerçevesinde kavrayanlar arasında her zaman esaslı bir fark olacaktır. Belli ki bu satırların farklılığı içine alan birden fazla düzlemde kesişen daha karmaşık bir analize ihtiyacı vardır. Çünkü Topçu, Sebilürreşad dergisinde 1958’de neşredilen bir yazısında kültürün bütün kaynaklarının kurutulmasından sonra mekteplerde “okutulacak birkaç sayfalık devşirme din dersleriyle din kültürünün yapılacağını ummanın” abes olduğunu belirtecektir. Ona göre, bu denemelerin buz üzerine yazı yazmaktan öte manası olmadığı gibi dini ruhu zayıflatacak ve din düşmanlarının ekmeğine yağ sürecektir. Ayrıca 1967’de İslâm Medeniyeti dergisindeki bir yazısında din ve ahlak eğitiminin bir derste verilemeyeceğinin farkında olarak ilkokullarda din dersinin her sınıfta okutulması gerektiğini de ifade etme gereği duyacaktır.
 
Türkiye’de mevcut din eğitimini uygulamalarının bu çerçeveden eleştirisi neredeyse yok gibidir. Hele liselerdeki din derslerine mesafeli yaklaşan, bunları sınırlı oluşları nedeniyle reddeden fikirler son drece azdır. Bu bakımdan Nurettin Topçu’nun kayda değer bir istisna teşkil ettiğini hele bu mevzunun dindar çevrelerde tartışılmaz addedildiği göz önüne alındığında girişte bahsettiğimiz seminerin yerleşik olanın dışında herhangi bir hususa temas etmemiş olması daha da ilginç bir hale gelmektedir.
 
Din eğitiminin aktüel sorularına cevaplar vermek için Nurettin Topçu’nun istisnai yazılarını kendi içinde kısımlara ayırmak ve onu güncelleştirmek gerekmektedir. Gerçekleşir mi bilemem ama uzun vadede tedrisat cephesinde dinî kültürün, muayyen mevzulara ve yalnız bir dersin sınırları içerisine hapsedilemeyeceği kavrandığında elan yürürlükte olan dilemmalardan kurtulmak mümkün olabilir. Dahası var olanı olumlamaktansa eleştiriyi yeğ tutan Topçu’nun maarif konulu metinleri birtakım kanaatlerin gözden geçirilerek Türkiye’nin öğrenilmesine katkı sunabilir.
[1] Bu özel sayının birtakım ilavelerle 1990’lardaki neşrinde ilgili yazının yerine başka bir metnin konulmuş olması da yayın siyasası açısından fakat daha ziyade toplumdaki dönüşüm süreçleriyle ilişkilendirilerek ele alınması gereken “tekil” olmayan bir durumdur.
Asım Öz
 
Kayna:Dünya Bülteni


 

Bu haber toplam 2963 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.