Çağdaş İslam Düşüncesi Eserlerinden Biri “Kur'an Okulu” / Köşe Yazısı - Zeynep TEPE

6.01.2019 19:53:30
Zeynep TEPE

Zeynep TEPE

Çağdaş İslam Düşüncesi Eserlerinden Biri “Kuran Okulu”

25 Zilkade 1353 (1935) tarihinde Irak’ın Kazımeyn kentinde dünyaya gelen Muhammed Bakır Es-Sadr, ilk eğitimini ailesinden ve yakın çevresinden aldı. Eğitimini tamamlamak üzere Necef’e gitti, kısa zamanda tanındı. Medresede yüksek seviyede dersler vermeye başladı.

Irak’taki İslami harekette önemli bir yer edinen Sadr, kısa bir süre sonra tutuklandı. Halkın protestosu ve çıkan olaylar engellenemeyince serbest bırakıldı. Sadr, faaliyetlerine uzun bir süre devam etti. İran’da çıkan olaylar Baas yönetimince Müslümanlara karşı yoğun bir sindirme kampanyasının başlatılmasına neden oldu. Ayetullah Sadr ikinci kez tutuklandı. Yapılan işkenceler sonucu 23 cemaziyülevvel 1400 (1980) tarihinde şehit edildi.

Muhammed Bakır es-Sadr tarafından kaleme alınan, çağdaş İslam ekolunun en önemli eserlerinden biri olan Kur’an Okulu, 14 dersten oluşmaktadır. Bu değerli eserin tercümesi Mehmet Yolcu tarafından yapılmıştır.

Birinci ve ikinci derste;  Teczii ve Tevhidi metodun özellikleri, fıkıh ve tefsir ilmini kullandıkları metotla, teczii ve tevhidi tefsirin farkları şeklinde üç konu üzerinden hareket eder.

Teczii metot, müfessirin Kur’an ayetlerini Mushaf-ı Şerif sırasına göre ayet ayet ele alarak izah etmeye koyulduğu metottur. Hocamızın deyişiyle atomcu metot Kur’an’ın bir parçasına ışık tutar. Müfessir burada kapalı olan lafızlarda hadislere, rivayetlere ve filolojik ilme başvurur. Hocamıza göre Cüz’i bir hedef olan teczii metot, Kur’an’ın bölük pörçük bir şekilde Kur’an’a aykırı bir tarzda sadece mana yığınından öteye bir şey ifade etmediğini söyler. Bu dağınık parçalar ve yığılmalar İslam düşüncesinde parçalanmalara ve mezhepleşmelere yol açmıştır. Hocamız bunun önünün ancak tevhidi metotla kapanacağını söyler. Tevhidi metot, inançla, toplumla, evrenle yahut hayatla ilgili konulardan birini ele alarak Kur’an‘ı bu açıdan araştırır, inceler. Mevzui tefsir Kur’an’ı Kerimi ‘in düşünce yapısını belirlemeye çalışır. Yani bütünsel bir bakış açısı vardır. Hocamıza göre fıkıh alanında tevhidi metot kullanılmıştır. Çünkü beşeri deneyimlerin sürekli yeni durumlarla karşılaşması,  yeni sorularla karşı karşıya gelmesi ve bu durumda bakılması gereken, sorunlara çözümler getirmesi ancak ve ancak Kur’an’la mümkün olacaktır. Bu metot İslam’ın gelişmesine, yayılmasına ve fıkhı düşüncenin tekâmülüne, bilimsel çalışmaların çoğalmasına büyük ölçüde yardımcı olmuştur. Tefsir ilminde bunun tam tersi teczii metot kullanılmıştır. 13.asırdan bu yana bu metotla ilerleyen tefsir ilmi hocamıza göre bir ilerleme gösterememiştir. Bu iki metot arasındaki farklara gelecek olursak birinci fark “pasiflik”, teczii metotun müfessiri pasif durumundadır. Tabiri caizse Kur’an anlatır müfessir dinler. Tevhidi metotta da ise müfessir faal durumdadır. Kur’an ve müfessir sohbet edercesine bir durum söz konusudur. Son olarak bu iki metot arasında birini tercih etmek söz konusu değildir. Hocamıza göre tevhidi metodu teczii metoda ilave edilebilir. Birinci adım teczii metot,  ikinci adım da tevhidi metot..

Üçüncü ve dördüncü derste; Kur’an’ı Kerim’de tarihin yasaları (sünnetullah),  Kur’an neden tarihi yasalara yer verir? Tarihin yasaları da var mıdır?  Tarihi yasaları ile dini yasaları farklı mıdır? Ve en son olarak da tarihin yasalarına Kur’an’dan örnekler verir.

Hocamız Kur’an’da araştırılması gereken konulardan biriyle başlıyor bu da Kur’an’ı Kerim’de tarihin yasaları konusudur. Bu konun Kur’an’da çokça işlenen bir konu olduğu vurgular. Buna örnek olarak (peygamber kıssaları) tarih sahasını, astronomi sahasını, fizik sahasını verir. Yaşanan olayların yasaların Kur’an’da yer alması, tarihin yasalarının var olduğunu kanıtlar niteliktedir.  Hocamıza göre bunların Kur’an’da var olması Kur’an’ı bir ansiklopediye benzetmemiz gerekmez. Kur’an bir hidayet kitabıdır. Kur’an’daki tarihi saha ile evrenin diğer sahaları özde bir fark vardır. Ama burada bir organik bağ olduğunu ifade eden hocamız bu bağın varlığı Kur’an’ın deyişiyle, insanların karanlıktan aydınlığa çıkarma eylemidir. Burada hocamız anlamamız adına bir örnek verir. Bedir zaferi Kur’an da yer aldığı için ilahi bir zafer değildir. Bedir zaferi Allah’ın tarihsel yasaları uyarınca zafer şatlarını yerine getirdiği için muzaffer olmuştur. Uhud savaşında da bu şartları eksik yerine getirildiği için savaş kaybedilmiştir. Birbirinden farklıdır ancak manevi bir bağ var olduğu görmekteyiz. Hocamız tarihi yasalarla ilgili Kur’an düşüncesini, pek çok ayette değişik şekillerde ve çeşitli ifade biçimleriyle aydınlanmış ve netlik kazanmış olduğunu ifade eder. Buna örnek olarak da ; “Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar, ne de ileri giderler.”(Yunus\ 49) burada “ecel” kavramından anlamamız gereken husus kişi odaklı ecel değil ümmetin, toplumun ecelinden bahseder. Evrende her ümmetin ecelini tayin eden yasalar vardır. Buradaki ayette külli düşünceye değinmiştir. Yani tarihin kendine özgü yasaların varlığı söz konusudur. Bu yasalar ferdin şahsi hürriyetine hükmedici yasalar değil genel hükmedici yasalar.

Beşinci ve altıncı derste; Kur’an’da tarihsel yasaların önemini ortaya koyan üç hakikat; süreklilik, rabbanilik, insan iradesi ve tarihin yasalarını diğer yasalardan ayıran özellikler şeklinde anlatımlar vardır.

Hocamız tarihin yasalarına Kur’an naslarından örnekler vererek açıkladıktan sonra, Kur’an’ı Kerim’den tarihin yasaları ile ilgili önemli olan üç hakikate değinmiştir.

Birinci hakikat: Süreklilik. Tarihi yasalar süreklilik arz eder ve başıboşluğun zıddıdır.  Tarihi yasalar sürekli geçerliliğini koruyan Sünnetullah’a dayanır. Burada tesadüfe rastlanmaz. Bu süreklilik söz konusu hakikate bilimsel özelliğini kazandırmak içindir.

İkinci hakikat: Rabbanilik. Tarihsel yasa rabbanidir. Allah’a bağlıdır. Sünnetullahtır. Hocamızın Rabbani ’ye bakışı hem bilimsel hem de imani bir bakıştır. Hocamız burada gaybi bir yardımın olup olmayacağına da değinir. Yalnız tarihsel yasaya uymak şartıyla, “evet, sabreder Allah’tan korkarsanız” düsturuna bağlılık göstermek şartıyla bir gaybi yardım olacağını ifade eder. Gaybden gelen bu yardımın dahi tarihsel yasalara bağlı olduğuna vurgu yapar.

Üçüncü hakikat: İnsanın iradesi. Hocamız burada insan iradesi hakikatinin araştırırken bir vehme(yanılgıya) neden olacağını ifade eder. Bu konuyu ilerideki dersinde daha ayrıntılı işler. Tarihi yasaların diğer yasalardan özelliği ise belli bir amacı olan, Kendine özgü konumu bulunan, toplumda yahut ümmette kendisine bir coğrafya oluşturan eylemdir.

Yedinci ve sekizinci derste; genel olarak, tarihsel yasaların üç şekillerinden ve Kur’an’ı Kerim’de toplumun unsurlarından bahseder.

Tarihsel yasaların üç şekillerinden birincisi: Sebep-sonuç ilişkisi. Kur’an’ı Kerim’deki tarihsel yasaların pek çoğu şartlı önerme şeklinde sunulmaktadır. Buna evrende de örnekler verebiliriz mesela suyun kaynaması. Bu tabii yasadır. Şart ve sonucu birbirine bağlıdır. Kur’an’ın değindiği tarihsel yasalarda da görebiliriz.

Tarihsel yasanın ikinci şekli: Evrensel yasalar ve insan iradesi. Hocamız yine evrensel yasaların ve insan iradesinin tarihsel kanunlara ve yasalara bağlı olduğuna değinir.

Tarihsel yasaların üçüncü şekli ise tarihsel yasaların işleyişi ve önündeki engeller. Bu yasa şeklinin Kur’an’da çokça yer aldığını ifade eder. Bu tarihsel yasalar, tarih hareketinde tabii bir yöneliş biçiminde tezahür eder. Burada Allah’ın yaratmasında değişiklik görülmeyeceğini kaydeder. Kur’an’ı Kerim’de toplumun birinci unsuru istihlafdır (halifeliğe aday kılma). Hocamız toplumu oluşturan unsurların insan, tabiat, insan ile tabiat, insan ile kardeşi insanı birbirine bağlayan manevi bağ olduğunu söyler bu bağı oluşturanında istihlaf olduğunu ifade eder. Kur’an’da toplumsal ilişkilerin düzenlenmesi istihlaf ile gerçekleşmiştir. Kur’an’da toplumun ikinci unsuru emanettir. Emanet hilafetin ilk şeklidir. Hilafette emanetin uygulamalı ve verimli olan veçhesidir diyen hocamız “ben yeryüzünde bir halife yaratacağım  “ ayetindeki insanın halifeliği kabul edip emanetini yüklemiş olmasını kastettiğini söylüyor.

Dokuzuncu ve onuncu derste; İnsan iradesine ve değerlerini günlük hayattan alan toplumların yapısına değinilmiştir.

Muhammed Bakır es-Sadr genel olarak tarih insanın iç dünyasına uygun şekilde hareket ettiği yani insanın hayatı ve geleceği insanın iç dünyasına bağlı hareket ettiğini vurgular. İnsanın içyapısı onun gayelerini şekillendirir. Her toplumun kendisine özgü değer yargıları vardır. Her bir değer yargısında bir seyir çizgisi ve akışı vardır. İşte bu değer yargılar toplumun kurallarını ve değerlerini belirler. Bu değer yargılar düşünce ve tasavvurunu hayatın kendisinden toplumun yaşadığı olaylardan almaktadır. Bu değer yargılar tekrara dayalıdır. Bunlara bağlı olarak gelişen tarihsel hareket, sürekli aynı şeyleri tekrar eden bir hareketten öte bir anlam ifade etmez. Hocamıza göre bu değer yargıların sebeplerini Kur’an’ın koyduğu tasavvurlardan çıkarırız. Bunlar iki tanedir: birincisi, psikolojik sebepler. İkincisi, harici bir sebeptir. Bu da firavunun ve tağutların, tarihin seyrine egemen olmalarıdır.

On birinci ve on ikinci ders; dinin beş temeli, insanın doğa ile ilişkisi, insanın insanla ilişkisi, insanın kendi iç mücadelesi, insanın insanla sosyo-politik mücadelesi çerçevesinde konular anlatılmaktadır.

Hocamız daha önce Kuran’ı Kerim’de toplumsal ilişkilerinin dört boyutlu olduğu ifade etmişti. Yani istihlaf’ın dört boyutlu bir sosyal ilişkiyi zorunlu kıldığını, insanın kendisine, insanlara, tabiata ve Allah’a karşı sorumluluğu gibi dört boyut üzerine ikame edildiğini, insanı halife tayin edenin Allah olduğunu izah etmişti. İşte dinin beş temeli (tevhit, adalet, nübüvvet, imamet ve kıyamet) işte sosyal ilişkinin dört boyutu saydığımız dinin beş temelinin kenetlenerek insanı yönlendirmede başka bir ifadesidir. Yani Allah’a doğru yolda gitmesinin temelidir. Hocamız son olarak bunu yine değer yargılarının insanın iç dünyasının oluşumunun temeli olduğunu ifade eder. İnsanın tabiat ve insanın kardeşi insanla ilişkisine gelecek olursak burada temelde bu iki çizgiyi birbirinden ayırıyor. İnsanla tabiat ilişkisi tabiata boyun eğdirilmesi, faydalanılması gibi eylemler ihtiva eder. Ancak burada bir problem vardır o da insanın isteklerine, ihtiyaçlarına karşı tabiatın direnmesi, onun isteklerine karşı koymasıdır. Hocamız bunun çözümünün Kur’an’da yer aldığını söyler ve derki: “İnsanların istekleri sürekli devam eder ve bu istekler tarihsel uygulamalarla karşılıklı etkileşim yasasını gerçekleştirebilir. İnsanın yine kardeşi olan insanla ilişkisine gelecek olursak bir çelişki ve problemle karşı karşıya kalır o da güçlü zayıf çelişkisi.” Hocamız bunun çözümünü yine Kur’an’ın yasalarında bulur ve açıklar.

On üçüncü ve on dördüncü derste de; İnsanın insanla ilişkilerinden zulüm veya adaletin ölçü olmasından ve tarihin yasaları değişimine değinir.

Hocamız toplumda zulüm olmasını insanın tabiatla ilişkilerin gelişmesiyle ters orantılı olduğunu, toplumda adaletin olmasının ise insanın tabiatıyla ilişkilerinin gelişmesiyle doğru orantılı olduğunu anlatır. Mesela firavuni toplum, bölücü ve dağıtıcı olduğu için gökyüzü damlasını yeryüzü ondan bereketini esirger. Adil toplum ise yani İmam Mehdi’nin toplumu ise bolluk ve bereket için yaşayacaktır. Çünkü bunun nedeni söylediğimiz gibi insanın tabiatla ilişkisiyle doğru orantılıdır.(Buradaki İmam Mehdi’yi örnek göstermesi onun savunduğu fikir anlayışından gelmektedir)Hocamız bundan sonra akılla değil, kalple beraber, gönülle beraber meseleye yönelmek istiyor. Gönülleri yokladığımız da hâkim olanın dünya sevgisinin mi yoksa Allah sevgisinin mi olduğunu sorgulatıyor. Allah bir kalpte birbirine zıt olan iki sevgiyi bir arada bulundurmaz. Dünya sevgisi bütün kötülüklerin başıdır. Namazı anlamsız, orucu kendi özelliğinden ayıran, tüm ibadetleri boş ve anlamsız bırakan tek şey dünya sevgisidir. Onun için dünya sevgisi yerine Allah’u Teâlâ’nın sevgisini kalplerimizde yaşatmalıyız.

Son olarak bu değerli eserin üstadı Muhammed Bakır es-Sadr hocamızın bir duasıyla bitirelim. Allah Subhanehu ve Teâlâ’dan kalplerimizi temizlenmesini ruhlarımızı arındırmasını diliyor, yüce Allah’ın bunu en büyük gayemiz kılmasını, gönüllerimizi kendi sevgisiyle, korkusuyla tasdikiyle ve kitabıyla amel etmek duygusuyla doldurmasını niyaz ederim. Vesselam.

 

 

 

Bu yazı toplam 2793 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.