Biz Hangi Dünyada Yaşıyoruz / Köşe Yazısı - Saadet ZENGİN

Saadet ZENGİN

Saadet ZENGİN

Biz Hangi Dünyada Yaşıyoruz*

Abdülkerim Süruş, İran’ın önemli düşünürlerinden ve reformcularındandır. Son asırda görüşleriyle İslam dünyasını etkileyen entelektüel şahsiyetlerdendir. Felsefe profesörüdür. Halen Maryland Üniversitesi’nde (ABD) misafir akademisyendir.

Dört konuşmadan oluşan bu kitabında kâinat, cihan, âlem de dediğimiz evrenin tek olduğu yanılgısına dikkat çekiyor. Alışılagelen düşünceye göre tek bir evren vardır. O da belli bir coğrafyası, belli bir tarihi olan Dünya’dır ve hepimiz bu Dünya’da yaşamaktayız. Yazar bu düşünceye hepimizin aynı evrende yaşamadığını, insan sayısınca evren olduğunu, hepimizin evren tarihi ile Dünya tarihinin özdeş olmadığını, bazı insanların evreni yaşadıkları mahalleyi geçmezken bazılarının evreninin çok zengin olduğunu belirterek karşı çıkar. Bu minvalde diri olmak ile yaşamak eş anlamlı olmadığı gibi ömrün nicelik açısından eşitliği de nitelik açısından eşitliğini gerektirmez. Herkesin evreninin boyutları onun yaşantısının boyutlarına eşittir. Yeryüzünün bir noktasında bir olay oluyor da bizim hayatımızda etkisi görülmüyorsa bu olayın bizim evrenimizde vuku bulduğunu söyleyemeyiz. Dış evrenin boyutlarını kendi evrenimizle eşit sayamayız. Çünkü “gerçek” evrenimiz seyircisi olduğumuz evren değil, oyuncusu olduğumuz evrendir, der.  

Max Weber’den de destek alan yazarımız hiçbir bireysel ve toplumsal sorunun seyirci kalınarak çözülemeyeceğini, incelenemeyeceğini ifade eder. Olaylara seyirci gibi değil onlardan biri gibi girerek, dünyalarına nüfuz ederek etkili olunabilir. Herkesin evreninin özel bir dili ve ekseni vardır. Aynı dili konuşanlar dildaş, aynı coğrafyada yaşayanlar evrendaş değildir. Evrenimizin eksenine neyi koyarsak o evrendeyizdir ve o evrendekilerle dildaş olabiliriz. Asırlar önce yaşayan, İranlı olan, Farsça konuşan Hafız’la aynı evrende yaşarken aynı çağda ve coğrafyada yaşadığımız, aynı dili konuştuğumuz biri bize asırlarca uzak gelebilir, anlamakta zorlanabiliriz. Dinlerin hedefi de işte dindar bir insanın içinde yaşaması gereken evreni ve bu evrenin eksenini belirlemektir. Dinlerin tanıttığı evren, Tanrı merkezli evrendir.  İnsan merkezli, ben merkezli, sınıf merkezli, tarih merkezli değil. Tanrı merkezli evren, bütün görüngülerin nihai yorumunun Allah’ın varlığına dayanan bir yorum olduğu evrendir. Her şey Allah rızası için yapılır. Sadece Allah’a hesap verilir. Bu da düşüncede, günlük hayatta bir bütünlük, uyum ve huzur getirir.

Tek evrende yaşadığımız yanılgısı kadar kendini bilmemekten kaynaklanan hangi evrende yaşadığını bilmemek veya yaşadığını sandığı evrende yaşamamak da büyük bir sorundur. Yani yazar, yaşadığımız evrenin oyuncusu olmamızı, hangi evrende yaşadığımızı ve olmamız gereken evrende yaşayıp yaşamadığımızı sorgulamamızı istemektedir.

Yazar hangi evrende yaşadığımızı tespit için önce benimizi, gerçek değerimizi bilmemiz gerektiğini belirtir. Yoksa gerçek benimiz yerine sahte bir ben koyar ve bir ömür gaflet içinde kalırız. Ya da bir ömür kendimizden kaçarak başka evrenlerde heder oluruz. Kişi özünün değerini takdir edemezse bağımsızlığını yitirir, köksüz kalır. Kendine ve başkalarına tahammülü kalmaz. Kendine yabancılaşır, kendinden kaçar. Ve özü yerine “ulu olan” yerine değersiz olan ile oyalanır. TV, sosyal medya, moda, eğlence ve benzeri ile beninden kaçar, benine yabancılaşır. Kendini unutur. Sadece bu sayılan şeyler değil kendine yabancılaşma sonucunda öz benliği yerine sınıf, ırk, tarih, maddi beden gibi birtakım “-izm’ler” koyabilir. Bunları evreninin merkezine koyar.

Evrenimizin eksenine, merkezine, Allah’ı koymadığımızda, nice sahte Tanrı’lar, putlar yontmak zorunda kalırız. Merkeze nefsi, insanı, ırkı koyabiliriz. İnsanı merkeze koyduğumuzda, maddi beden tek değerimiz olur. İçimizi beslemek, özümüzü güzelleştirmek yerine dışımızı süsleriz. Moda tek uğraşımız olur. Kendi içimize bakmayız. Büyük cihat olan nefis terbiyesinden kaçarız. Hâlbuki evrenimizin merkezinde Allah varsa nurun merkezine ulaştığımız için, dış güzellikten çok iç güzelliğe önem veririz. Bu iç güzelliği; dışımızı, halimizi, tavrımızı güzelleştirir. Allah’ı merkez alan benlik, Allah’a karşı sorumluluğunun sürekli ve kaçınılmaz bir sorumluluk olduğunu bilir. Kendini yeryüzünde başıboş ve fırlatılmış olarak görmez. Boşluk hissetmez. Dayanaksız ve sığınaksız değildir. Bir geçmişi, geleceği ve görevi vardır. Allah’ı evreninin merkezine alma, kuru bir iman sözü ve yapmacık ibadet değildir. Allah’a teslim olmak,  O’nun uğruna çalışıp çabalamak, içten Allah’a yönelmektir. O’nun rızasını, sevgisini, başka varlıkların rızasına, sevgisine tercih etmektir. Birtakım varlıkları, düşünceleri Allah’a rakip olarak alırsak evrenimizin ekseni değişmiş olur.  Yazarımız buna tarihperestliği örnek verir.

Alman filozof Hegel’in düşüncesinin, evreninin ekseni tarihtir. Hegel’e göre varlık başıboş bir Ruh’tur. Evrende bırakılmıştır, zatındaki bir eğilim onu hür olmaya, aslına dönmeye çekmektedir. (Hegel’in öğrencilerinden bazıları, başta Marx, bunu tersine çevirdiler. Evrende özgür ve bırakılmış olan gerçek varlık maddeden ibarettir, dediler.) Hegel’in dediği saf ve özgür düşünce, ileri aşamalara vardıkça, yüzünü geleceğe döndükçe, özüne yaklaşmakta, “iyi”leşmektedir. Bu sebeple gelecek, geçmişten daha iyidir. Bu kültür geleceğe tapmayı, görünüşe tapmayı öğretir. Ona göre tarih, geçmiş değildir. Tarih insanların tutumunu, gidişini değerlendiren mahkemedir. Tarihin yargısı, tarihin akışıdır. Tarih herkes hakkında hakemlik eder, hükmünü verir. Kimini mağlup, kimini muzaffer eder. Övgü, yergi, hüküm makamı tarihtir. Tarihin gazap ve rahmeti, Allah’ın gazap ve rahmetine eşit kılınmıştır. Hegel, “Tarih Tanrı’sı, tanrıların en katı yüreklisidir. Yalnızca savaşta değil, barış sırasında da zafer arabasını cesetlerin üzerinden ileriye sürer.” der. Tanrı merkezli evrende bütün varlıklar varlıklarını ondan alırken, değerler de ondan kaynaklanır. Tarihperestlerin evreninde ise bütün olayları vücuda getiren tarihtir. Bütün olaylar, tarihi zorunluluktan, tarihi koşullardan dolayı vücuda gelmiştir. Ve tarih tanrısı iyi sandıklarını mükâfatlandırmakta, zafer vaat etmekte, gericileri ise mahkûm etmekte, ezilmekle tehdit etmektedir. Yani bizim için değer yaratmaktadır.

Allah’ı merkeze alan bir evren için evrenimizdeki bütün putları kırmamız gerekir. Nefsimizde, evrenimizde İbrahimi bir harekete ihtiyacımız var. Yazar bu eseriyle hangi evrende yaşadığımızı buldurmak isterken aslında kendimizi bulmaya, kendimizi bilmeye davet etmektedir. Kendini bilen evrenini bilir, evreninde nelerin olması ve nelerin olmaması gerektiğini bilir. Ve ancak böyle bir bireyin kendine ve topluma yararı olur.

*Abdülkerim Süruş, Biz Hangi Dünyada Yaşıyoruz, Seçkin Yayıncılık,1986, İstanbul

Not: Bu yazı Abdülkerim Süruş’un “Biz Hangi Dünyada Yaşıyoruz” adlı kitabının özeti ve değerlendirmesidir.

Bu yazı toplam 1946 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.