KABİLE TAASSUBUNDAN İMAN KARDEŞLİĞİNE / Köşe Yazısı - Muhammed AKÇAL

8.11.2015 11:09:53
Muhammed AKÇAL

Muhammed AKÇAL

 

KABİLE TAASSUBUNDAN İMAN KARDEŞLİĞİNE

 

Allah’ın insanlara vahiy ve peygamber göndermesinin en önemli gayesi insan - Allah ilişkisi ve insan -  insan ilişkisini düzenleyen bilgiler vermektir. İnsanın yaratılma amacı, yaratıcısını Rab olarak ve en doğru bilgilerle bilmek ve O’na kulluğunu bihakkın yapmaktır. Peygamberlerin görevi de insanlar için öğüt, hidayet ve rahmet olarak gelen vahyi ( kitabı) tebliğ (anlatmak), tebyin (açıklamak) ve temsil (örneklik) etmek suretiyle Allah’ın muradını insanlara en güzel şekilde ulaştırmaktır. Hz. Âdem (a.s.)’den Hz. Muhammed’e (a.s.) bütün peygamberler, insanların bozulan tevhit inancını düzeltmekle görevlendirilmişlerdir. İnsanları kula kul olmaktan kurtararak sadece Allah’a kul olmalarının mücadelesini vermişlerdir. Sadece yaratma filiyle sınırlı bir tevhidi anlayış getirmemiş; bireysel hayattan toplumsal hayata, iktisattan idareye, hayatın bütün alanlarında tevhidi bir yaşam tarzının savunuculuğunu yapmışlardır. Bütün insanları tevhit akidesi etrafında birliğe,  Allah dışında yücelttikleri insan, nesne, siyasi otorite vb. şeylerin tasallutundan özgürlüğe ve sadece Allah’a kulluğun izzetine davet etmişlerdir.
Hz. Muhammed’in (a.s) son peygamber olarak bu kutlu görevi ifa etmesinde Allah ona çok büyük muvaffakiyetler ihsan etmiştir. O, vahiy muallimi olarak Arap Yarımadası’na gönderildiğinde dağınık, birbirine düşman ve kan bağına dayalı aidiyetlerin dışında bir bağın olmadığı bir toplumda tevhit daveti ve vahiy eğitimiyle onların kalplerini ve güçlerini birleştirmiş; güçlü, zayıf herkes için güvenli ve huzurlu bambaşka bir toplum meydana getirmişti.
Güvenlik her çağda insan için en önemli konu olmuştur. Ancak cahiliye dönemi Arapları için çok daha önemliydi. Arap yarımadasında siyasi ve askeri bir birliğin olmaması, geçimin çoğunlukla hayvancılık ve ticaretle sağlanması, can ve mal güvenliğinin sürekli tehlikede olması demekti. Arapların bu soruna buldukları çözüm kan bağına dayalı en geniş anlamda bir akraba dayanışması (asabiyet) idi. Akrabalık dayanışması olarak şekillenen bu sosyal organizasyon kişilerin iradesinin çok üstünde olup herhangi bir kimsenin bu yapının dışında yer alarak can güvenliğini ve mal varlığını koruması imkansızdı. (1) İşte bu nedenledir ki cahiliye döneminde gidişattan, mevcut inanç ve hayat tarzından rahatsız çok kişi kabilesi tarafından dışlanmayı göze alamadığından kendini açığa vuramayıp mevcut yapının içinde sessizce hayatlarını yaşıyorlardı. Hz. Muhammed (a.s.)’in İslam davetiyle birlikte bu durum değişti. Allah, kan bağına alternatif bir bağı işaret ederek iman edenlerin kalplerindeki tevhit inancıyla birbirine kardeş kılındığını buyurunca iman kardeşliği şemsiyesi altında yeni bir emniyet alanı oluştu. İslam için elbette ki soy bağı önemliydi; ancak asıl olan iman bağıydı. Bundan dolayıdır ki Risaletin ilk günlerini takiben vahyolunan birçok ayette, yeni inşa edilen iman bağının önemine ve İslam’a mensup olanların karşılıklı hak ve sorumluluklarının çok daha ileri olduğuna sürekli vurguda bulunuldu. (Mearic : 8-15,22-29,32-35)
Hz. Muhammed (a.s.) birbirinden farklı bu insanları iman kardeşliğine göre yetiştirmek için ve hele de risaletin ilk yıllarında müminlerin sayısının az olduğu dönemde onların emniyetini sağlamak için bu kardeşliğin gereklerini yerine getiriyor ve onları da teşvik ediyordu. “Her kim Müslüman kardeşinin ırz ve şahsiyetini korursa, Allah onun yüzünü kıyamet gününde cehennem ateşinden uzak tutar.” (2)  “Hiçbiriniz kendi nefsiniz için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz.” (3)
 

“Müminler birbirini sevmede, birbirlerine acımada ve birbirlerine şefkat göstermede bir beden (in organları) gibidirler. Organlardan birisi sıkıntı çekerse, diğer organlar onun sıkıntısına ortak olurlar. (4) Birbirinizle ilgiyi kesmeyin sırt dönmeyin kin tutmayın ve haset etmeyin. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun…..(5) Müslüman Müslüman’ın kardeşidir, ona haksızlık etmez, onu haksızlığa da bırakmaz. Kim kardeşinin bir ihtiyacını karşılarsa Allah da onun ihtiyacını karşılar……….(6)

 

Hz. Peygamber bir eğitimci olarak öyle bir nesil yetiştirdi ki kısa bir zaman sonra bu kardeşlik ortamının getirdiği birlik ve dirlik ruhu meyvelerini vermeye başladı. Hz. Ebubekir Müslüman olduğu için tevhit inancından vazgeçmediği için işkenceden inim inim inleyen köle Habeşli Bilal’e servet ödeyip azat ediyordu. Bu tevhidi iman kardeşliğine Medine’den Evs ve Hazreç kabileleri de talipti. Birbirine düşman bu kabileler kendilerini kardeş kılacak bir tevhidi imana susamışlardı. Bu iman kardeşliğine dahil olmak için biat ettiler, sözleştiler. Ancak kalplerindeki kinin sökülüp atılması için bir ülfet gerekliydi: “Ve onların gönüllerine sevgi verip birleştirendir. Sen yeryüzünde olan her şeyi toptan harcamış olsan yine onların gönüllerini böyle birleştiremezdin. Fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı…” (7) Allah’tan başka hiç kimsenin yapamayacağı, ilahi akideden başka hiçbir inancın beceremeyeceği bir mucize vuku buldu ve o nefretle dolu olan kalpler, zıt tabiatlar, kardeşlik ve tevazu ile birbirine sımsıkı sarılan, birbirini seven, birbiriyle kaynaşan bir kitle halinde kaynaşıverdi. Tarihin benzerine şahit olmadığı, adeta cennet hayatının bariz alametlerini taşıdığı yüce bir seviyede kalpler sımsıcak hislerle kaynaşıverdi. (8) Artık iman – küfür, Tevhit – şirk, mümin – kafir, mümin - müşrik vardı. Soy sop, ırk gibi dünyevi hiçbir bağın değeri yoktu. Çünkü artık onları “bir”leştiren tevhitti. Tevhit yani kardeşlik, Allah için sevmek demekti. Artık Ensar ve Muhacir vardı. Hz. Peygamberden öğrendikleri tevhit onları kardeş kılmış ve onlar vatanını ve ekmeğini hiç tereddüt etmeden inançlarının gereği olarak paylaşmışlardı. İman etmeyen babasını, kardeşini, akrabasını, vatanını bırakıp gelen Muhacir, Ensar ile omuz omuza, küfür ve şirk saflarında olan terk ettikleri akrabalarıyla savaştı. Çekilen onca işkencenin, maruz kalınan onca baskının, yapılan savaşların tek sebebi ve ölçütü tevhitti. Hz. Peygamberin tevhit hususunda pazarlığı kabul etmeyişiydi. O savaşlarda saf seçmenin tek kriteri tevhitti.
Mekke’nin fethiyle birlikte iman eden Mekkeli müşrikler de müminlere yapılmış onca baskı ve işkenceler, yaşanan savaşlara rağmen tevhit inancıyla müminlerle eşitlendiler ve kardeş oldular. Aralarındaki kin ve düşmanlık tevhitle birlikte yerini Allah için sevgiye ve iman kardeşliğine bıraktı.
İslam davetinin eğitimcisi Hz. Muhammed insanları tevhide davet ederken öyle bir eğitim veriyordu ki o eğitimin hedefi insanları bir olan Allah’a kulluk etmeleri istikametinde bir araya getirmek, kardeş ve tek millet kılmaktır. Dolayısıyla tevhit birleştiriyordu. Tevhit Allah’a ve Rasul’e mutlak teslimiyeti gerektiriyordu: “Allah ve Rasulü bir iş hakkında hüküm verdiği zaman artık mümin erkeğe ve mümin kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah ve Rasulüne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.(9)
Müslümanların tarih boyunca ama bilhassa günümüzde iman kardeşliği şemsiyesinin dışında ya da altında bazı inanç ya da etnik aidiyetlerle ayrışması bizi şu ayetin muhatabı kılmaktadır: “Allah’a ve Rasulü’ne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyiniz. Sonra gevşersiniz ve gücünüz devletiniz elden gider. Sabırlı olun çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (10)
Bugün de İslam tarihinin çeşitli dönemlerinde olduğu gibi yine Müslümanlar, İslam’ın tevhit inancının birleştiren, kaynaştıran, kardeş kılan nimetlerinden nasipsiz bir şekilde her etnik veya mezhebi grubun, dışlayan, ayrıştıran, din anlayışlarını din haline getirmelerinin sıkıntılarıyla karşı karşıyadırlar. Tevhit bizi birleştirmişken, kardeş yapmışken biz birbirimizi tekfir ediyor ve düşman ilan ediyorsak, tevhit inancımızın Hz. Muhammed (a.s.)’in davet ettiği ve düşmanları bile kardeş yapan tevhit inancı olduğunu söyleyebilir miyiz?
İslami bir eğitimde dünya hedeflerinin üstünde mutlaka tevhit inancı ve ahiret hedefi verilmelidir. Salt dünyevi hedeflerin konulduğu seküler eğitim anlayışında insanlar bu hedeflere ulaşmak için mücadele ederken birbirini çekemez, aralarında kin ve düşmanlık duyguları oluşur. Tevhit inancı eksenli bir eğitimle insanlar birbirini Allah için sever. Zira Allah Resulü: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız.”(11) buyurmuştur. Bu hadis bize imansız cennete girilemeyeceğini ve Müslümanların cennetin olmazsa olmaz şartı olan imana sahip olmaları için de birbirlerini sevmeleri gerektiği sonucunu açık ve kesin bir şekilde ortaya koymaktadır. Günümüz Müslüman toplumlarının temel eğitim sorunlarından olan sevgisizlik kaynaklı sorunlar iman merkezli, ahiret ve dünya hedefleri optimal olarak konulmuş bir eğitim anlayışıyla çözülebilir.
 
1) (Hz.Muhammedin Hayatı ve islam Daveti Mekke Dönemi Celaleddin Vatandaş Pınar Yayınları syf:148
2) (Tirmizi Birr 20)
3) (Buhari iman, 7  Müslim iman,72)
 

(4)Buharî, Edeb 27; Müslim, Birr 66

 

[5] Buhari, Edeb 57
 

(6) (Buhari, Mezalim 3)

 

(7) (Enfal8/63 )
(8) (İslamda Eğitim B. Bayraklı)
(9) Ahzap 36
 

(10) Enfal 46

(11)Müslim, İman 93,94,   Tirmizi , Etimme 45 

 

Bu yazı toplam 3497 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.