BEDİUZZAMAN'IN EĞİTİM ANLAYIŞI / Köşe Yazısı - İsmail IŞIK

24.04.2016 12:46:38
İsmail IŞIK

İsmail IŞIK

 BEDİUZZAMAN'IN EĞİTİM ANLAYIŞI                                                                      ''Kendini başıboş zannetme. Zira şu misafirhane-i dünyada nazarı hikmetle baksan; hiçbir şeyi gayesiz, nizamsız göremezsin. Nasıl sen nizamsız gayesiz olabilirsin .''( Sözler 14. söz)

               Tarihe adını yazdırmış insanlar, canlılığını ve tazeliğini yitirmeyecek işlere ve kararlara imza atanlardır. Üstad Bediuzzaman, beyinlerin bulanıklaştığı, İslam Coğrafyasının buhranlar içinde olduğu sıkıntılı bir zamana tanıklık etmiş ve ona yön vermiş İslam Dünyasının önemli şahsiyetlerinden biridir. Biz burada onun nasıl bir eğitim aldığını irdelemeye çalışacağız. O'nun almış olduğu eğitimi elbette birkaç sayfalık yazıda anlatmak, bir damlada okyanusu anlatmak olacaktır. Büyüklerimizin dediği gibi '' gül tutan ele gül kokusu sinermiş''.İnşallah gül kokusundan biz de nasiplenmiş oluruz.

               Öncelikle bir insanı tanımak istiyorsan, ailesinin (anne-baba) ve çocukluğunun geçtiği ortamı tanınması gerekir. Çok farklı bir anne-baba ve çevre... Onun en büyük şansıdır ailesi. Sait Nursi,  kendine has özellikleri olan, verileni alabilen yüksek zekâ ve güçlü bir hafızaya sahiptir. Bu, onun kapasitesini de ortaya koyuyor. Bediuzzaman bu kapasitesini gelecek için kullanan bir şahsiyet olmuştur. Şunu biliyoruz ki eğitim, anne karnında iken başlar. Sait Nursi'yi Bediuzzaman yapan da ailesinden almış olduğu enerji ve eğitimdir. Kendi ifadesiyle ''Bir insanın en tesirli muallimi ve üstadı validesidir.''(Lemalar,24.) der.

Bediuzzaman bu tepiti yaptıktan sonra ''Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinat ve manevi derslerdir ki, o dersler fıtratımda, adeta maddi vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum. demek bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma merhum validemin ders ve telkinatını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahade ediyorum''.(Lemalar,24. )

 Görülüyor ki annesinden aldığı dersler ve telkinatlar, seksen yaşına kadar almış olduğu tüm derslerin çekirdeği ve özü olmuştur. Bu öz ve çekirdek onda kuvvetlice mevcuttur ki onun hayatında devamlı taze ve canlı olarak yaşıyor.  ''Kalbi eğitim''diyebileceğimiz ' iman eğitimi’ni Nuriye Hanım, kalbindeki iman nurunu, feyzini, ahlakını fıtri bir şekilde Said Nursi'ye aktardığını görmekteyiz.

Çocuğun anneden emdiği sütle beraber annenin, kızgınlığı, öfkesi, sevinci, bütün hissiyatı da çocuğa geçer. Bu bilinçle anne, ihlâsla, abdestle kendini arındırır, çocuğu emzirmeye hazırlarmış. Böylelikle annenin bütün zaafları perdelenir. Çocuğun bu şekilde sütle buluşmasıyla Bediuzzaman şahsiyeti meydana gelmiştir.

Bediuzzaman'ın anne - babasındaki hassasiyet; baba değil çocuklarına, hayvanlarına bile haram lokma yedirmiyor. Tarlasına giderken köylülerin tarlasından geçmesi gerektiğinden, hayvanları, başkasının tarlasından yemesin diye ağızlarını bağlayıp geçermiş. Bu da Mirza Bey'in helale - harama ne kadar dikkat ettiğini, helal rızık peşinde koştuğunu gösteriyor. Validesi de çocuğunu abdestsiz emzirmediğini dile getirmiştir.

Çocuğa iman eğitiminin ilk yıllarda başlaması, ilerleyen süreçte bu imanın onun akıl ve zeka gelişimine göre artarak devam etmesini ve çocuğun disiplinli bir şekilde büyümesini gerçekleştirir. Şu tespitiyle Bediuzzaman "Bir çocuk küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imani alamazsa, sonra pek zor ve müşkil bir tarzda İslamiyet ve imanın erkânlarını ruhuna alabilir.“(Emirdağ Lahikası) çocuklukta alınacak din eğitiminin ilerleyen yıllarda ne kadar etkili olduğunu açıklamıştır. Gayrı müslim birisinin İslamiyeti kabul etmesi, ne kadar zor ise, yeteri kadar iman dersi almamış çocuk da ileriki yaşlarda iman ve İslamla hemhal olması o kadar zor olur. Çözüm; anne -babanın çocuğa canlı bir örnek olması…

Bediuzzaman'ın yukarıda yapmış olduğu tesbitler onun bu noktada ne kadar tecrübeli olduğunu gösterir ve nasıl bir eğitim aldığıyla ilgili ipuçlarını da bize vermiş olmaktadır.

Kendisi uzun süreli, sıralı, formel bir eğitim almamıştır. Ağabeyleri medreseye gidip normal bir eğitim almıştır. Said Nursi de kısa süreliğine de olsa bu eğitime devam etmiştir. Yüksek zekâsı sayesinde eğitim sistemini sorgulamaya başlar. Bu yaşlardan sonra Said Nursi'nin muhalif tavrı dikkatimizi çekmektedir.

Said Nursi geceleri köyün camisinde hocadan ders alırdı. Haliyle o zamanlarda camide idare lambaları yanarmış. Bu idare lambalarının üzerinde herhangi bir cam veya koruyucu bulunmazmış. Lambanın alevleri pencereden dışarıya doğru çıkarmış. Lambanın etrafında, sürekli kelebekler dolaşıyor, alevlerden yanıp ölüyorlarmış. Bu durum, Said Nursi'nin dikkatini çekmişti. Bu durumdan rahatsız olur, anne ve babasına durumu açıklar, derdini anlatır.'Camide kelebekler yanıyor' 'Camide kelebekler yanıyor' der ve çözümü de kendisi bulur. Babası, “ne yapalım oğlum yanıyorsa?” der. Said Nursi ;''Yaş ağaç dallarından küçük kafesçikler örelim, lambanın üzerine koyalım. Kelebekler gelsin hem ışıktan istifade etsin hem de yanmasınlar'' der. İşte anne - baba olmanın özelliği burada ortaya çıkıyor.'' Şimdi onunla mı uğraşacağız, vaktimiz müsait değil !''gibi bir yığın bahane üretebilirlerdi. Ama onlar Said Nursi'ye layık bir annelik -babalık yaparlar, teklifi kabul ederler. Baba Mirza Bey kafesi yapar, kelebekler yanmaktan kurtulur. Mirza Bey oğlunun bu hassasiyetini çocuksu bir heves sayıp geçiştirseydi, Said Nursi'nin rahatsızlığı artacak ve sonra bu hassasiyeti, yüreğindeki yangını kabuk bağlayacak bir daha belki yanmayacaktı.

Said Nursi ahlaki değerlerin ön planda olduğu bir ortamda büyümüş, iyi insan olmanın temel alındığı şartlarda yetişmiştir. Koruyucu, şefkat veren annelik tarzı ile ilme ve okumaya yönlendiren bir baba ve ağabeylerinin cesaretlendirici tavırları Said Nursi üzerinde etkili olmuştur. Bununla ilgi olarak Bediuzzaman "Ben şefkat, merhamet dersini annemden, hikmet, nizam ve intizam dersini de babamdan almışım" demektedir.

Normal yollardan (formel)bir eğitim almayan Said Nursi'nin okuması çok güzeldir fakat yazmada problem yaşamaktadır. Okuduğu bir sayfayı rahatlıkla aklında tutabiliyor ve bir müddet sonra okuduğu sayfayı ezberden tekrar edebiliyor. Bu da onda sözel ve görsel öğrenmenin yüksek olduğunu, yazıyla ifade noktasında sıkıntısının başarısızlığının olduğu görülüyor. Bu öğrenme modeline göre kendine has farklı bir öğrenme yöntem gelişmesini sağlamış, bilgileri daha kolay bir şekilde aklında tutabilmeyi sağlamıştır. Yüksek zekâsı ve çabasıyla hocalardan ders almış, okuduğu derslere ait kitapların hepsini öğrenmiş, hocalarına dahi ders verecek düzeye ulaşmıştır. Medreselerde gördüğü eğitimi sorgulamaya başlamış ve toplumsal bir dönüşümün gerekli olduğunu bilerek hareket tarzı geliştirmiştir. Kendi egosunu ve kariyerini ikinci planda tutup, ideallerini ve toplumun ihtiyaçlarını birinci plana almıştır. Zekâsı ve güçlü hafızası sayesinde medresenin klasik itaat sisteminden uzak kalmıştır. Bu da ona medrese eğitimini sorgulama özelliğini kazandırmıştır. Hz. İbrahim de mağarada mevcut düzenden uzak yetişerek kurulu düzeni ve dolayısıyla kurulu ibadet düzenini sorgulamayı başarmıştır. Bediuzzaman da aynı şekilde eğitim sistemini sorgulamıştır.

Bu durum (toplumsal ihtiyaçlar) Bediuzzaman'ın kişiliğinin oluşmasında, hareket adamı olmasında, bir aktvist, fikir ve düşünce adamı olmasında etkili bir amil olmuştur. Soru sormamak kaydıyla kesbi ilim yanında vehbi ilme de sahip olmuş, tüm ilimlerin kitaplarını o ilimlerin uzmanlarıyla konuşacak kadar öğrenmiştir. Kendi okuduğu medresede talebelere ders öğretirken aynı zamanda öğrenmiş, eğitimin 'taallümle tekemmül 'modelini uygulamıştır.

 Kitabi okumayla birlikte kevni okuma (kâinat kitabı) da onun eğitim alış tarzlarındandır. Muhtemeldir ki kevni okuma özelliğini ve deneyimini annesinden almıştır. Şöyle ki Beduzzaman evin penceresinden dışarıdaki ağaçların yapraklarını seyrederken, Nurs’taki evlerinin bahçesinde bulunan ağacın yapraklarıyla şimdi gözlemlediği ağacın yapraklarının aynı olduğunu söylemiştir.' Her ikisinde de ilahi sanatı müşahade etmekteyim' demiştir. Burada önemli olan günümüz eğitim sistemine girmiş olan kendi kendine keşfetme, keşfederek öğrenme metodunu Bediuzzaman'da görmekteyiz. Keşfetme ve tefekkür kavramları Bediuzzaman'ın eğitim hayatında iç içe geçmiş kendine has bu öğrenme metodunu ömrünün sonuna kadar kullanmıştır.

Bediuzzaman bu metodla asrın hastalıklarına karşı koymuş, geleneği geleceğe taşımış, moderniteyi de yok saymamış; sağlıklı yönlerini yeniden yapılandırmış, zararlı yönlerini redderken, niçin reddedilmesi gerektiğini delilleriyle ortaya koymuştur. Ona göre büyük kitap bütün kâinattır. O kitapta yüce yaratıcımızı onun sonsuz güzellikte ve mükemmellikte olan isim ve sıfatlarını anlatan sayısız ayetler bulunur.

Bediuzzaman zaman zaman kırlara gider yüksek yerlere çıkar. Bazen yüksek ağaçların ve kayaların üstüne çıkar kâinatı müşahede eder, namaz kılacağı zamanda yüksek yerleri tercih ederdi. Bu Bediuzzaman'ın keşf ve tefekkür yolculuğudur. Ondaki bakış açısını, idrakini, bilincini ve şuurunu temaşa etmekteyiz. Bir meleke halinde 'tüm benliğiyle, tüm hücreleriyle kâinat kitabını harf harf okuyuşudur ki, hakikatin derinliklerine nüfuz etmiştir. Kâinata mana-i isimle değil mana-i harf ile bakıldığında eserden müessire geçilmiş olur. Seradan Süreyya’ya yolculuktur bu. Bir çiçekteki veya böcekteki ayetleri okurken, tefekkür haletiyle aynı anda güneşi, gezegenleri müşahade edecek yüce yaratıcının sanatını, nizam ve intizamını asrın idrakine sunacaktır. Ona göre canlı cansız, şuurlu şuursuz tüm varlıklar birer aynadır birer ayettir. Allah'ın (c.c) sonsuz güzellikteki isimlerinin, sonsuz mükemmellikteki sıfatlarının yansıdığı aynadır. Görerek, müşahade ederek okunan büyük bir Kuran’dır. Bediuzzaman'ın tefekküründe, bütün varlıklarla birlikte en büyük kulluk mertebesi olan marifetullaha ulaşma vardır.

Bediuzzaman için her yer medrese ve eğitim alanıdır. Hapishane "Medrese-i Yusufiye”dir, tren "Medrese-i Seyyare"dir onun için. Ona göre; her yerde ve zeminde insan için ibretler olduğunu ve bunun bir süreç olduğunu vurgulamıştır. "Eğitim, bireyin saklı güçlerini ortaya çıkarmak üzere hayatı boyunca süren bir öğrenme sürecidir."diyen A.Bengas Lync Jr. gibi, eğitimin amacı, hayatı sorgulayarak "taallümle tekemmül etmek" olduğunu ifade eden Bediuzzaman; bu gün okullarımızda kullandığımız çoklu zeka kuramına yakın bir anlayış getirmiş olması, onun almış olduğu eğitim modelini ve eğitimci bakışını ortaya koymuş, yerinde eğitim, uygulamalı eğitim, öğrenci merkezli eğitimi hayata aktarmıştır. Sokrates ;" Samimiyetle sorgulayan bir vatandaş, samimiyetle alkışlayandan daha önemlidir." derken Said Nursi "Eğitim hem insanda ve hem de kâinatta yerleştirilmiş gizli hazineleri keşfetme sürecidir." diyerek eğitimin keşfetme süreci olduğunu söylemiştir. Hayatın manasını, yaşamın ne olduğu, insanın nerden gelip nereye gittiğini, vazifesinin ne olduğunu sürekli sorgulamıştır. Sorgulayan kişinin soru sorma tekniğini bilmesinin yanında bazı ilimleri de tam bilmesi lazım gelir ki verimli bir sonuca ulaşabilsin. Sahi, sorgulanmamış bir hayat, hayat mıdır? Hayatını sorgulamayan insanların, toplum hayatına ilişkin gözlemlerini sogulaması, yaşadığı çağa etkileri, katkıları olabilir mi?

Eğitim- öğretimi, bilgiyi fıtrata faydalı kılma, bilgiyi amel ve hayata çevirme sanat ve mahareti olarak tanımalarsak, bu sanat ve maharetin fıtratlara işlenmesinde ve yansıtılmasında, uygulamaya dönüştürülmesinde Bediuzzaman zor ve meşakkatli olanı başarmıştır. Günümüzde eğitim kurumları, birinci derecede "öğretme"disiplini üzerinde yoğunlaşıp, öğrencilerin beyinlerine aşırı bilgi yükleme yarışına girmektedirler ve öğrenciyi bir yarış atı gibi kullanmaktadırlar. Genç dimağlar, robotlaştırılmaya çalışılmaktadır. Dünya bankasının hazırlamış olduğu bir raporda ;"Mevcut sistem, uzman düşünüş, karmaşık iletişim ve problem çözmede ileri yetkinliklerin öğrenilmesini engelliyor."denilmektedir. Ülkemizde eğretim sistemi içerisinde yaşanan sorunlar, problemler ve ciddi boşluklar, ileri düzeydeki ülkelerin standartlarının çok gerisinde kalmaktadır.

Bediuzzaman, tesadüfî varoluş anlayışı yerine, tasarımsal varoluş yaklaşımını, öğrenme ve keşfetme sürecinde sistemli bir şekilde kullanmıştır. Bu, yaratılış gerçeğinin bilimdeki ifadesidir. Kâinattan bağımsız, kainat cinsinden olmayan aşkın bir yaratıcının olması gerektiğini dile getirmiştir. Bu yaklaşım günümüzde din ilimleri ile pozitif bilimlerin bir bakıma birlikte yorumlanmasını sağlamıştır. Bu metot Bediuzzaman'da keşfetme ve tefekkür etmeyi bilinç düzeyine çıkarmıştır.

Talebeleriyle beraber, tefekkür ve teemmül için okumuş, önce yazarak sonra müzakere ederek defalarca okumuşlar, bu okumalardan kendisinin de istifade ettiğini bizzat dile getirmiştir. Kendi eserlerinin talebeliğini yapmıştır. Eserleri aracılığıyla,  Allah ile kalbi arasında tefekkür aracılığıyla bir bağ kurmaya çalışmıştır. Felsefi nitelikteki hakikat arayışı ve iç keşif yolculuğu içerisinde hareket ederek hayal dünyasını çok geniş tutmuş ve çok tefekkür etmiştir. Beynini son reddesine kadar hayaller kurmuş, iç keşif yolculuğunun yanı sıra kâinatla da keşif yolculuğuna çıkmıştır. Talebelerini de hayal kurmaya teşvik etmiştir."Âlemin miftahı insanın elindedir ve nefsine takılmıştır." diyerek marifetullaha ulaşmanın düşünerek, tefekkür ederek, keşfederek ve akıl yürüterek, enaniyetimizi ortadan kaldırdığımızda, bunu kendimizde bulabileceğimizi ifade etmiştir.

Said Nursi ;"Sırtında yumurta küfesi gibi bir hazine taşıyan, kendisine tekme atan çoluk çocukla uğraşmaz ." diyerek insanın üzerinde bulunan mükellefiyete atıfta bulunur. O şahıs merkezli değil kitap merkezli bir hareket tarzı ortaya koymuştur. Onun üzerinde etkili olan bir nokta daha var ki o da; içinde bulunduğu şartların ve ihtiyaçların; görünmeyen fikirleri, bilgileri onda görünür hale getirmesi olmuştur.

               ''İnsan ebet için yaratılmıştır. Onun hakiki lezzetleri ancak marifetullah, muhabbetullah, ilim gibi umur-u ebediyedir.'' (işaratül icaz)

Sonuç olarak Bediuzzaman'ın yetişmesinde, eğitiminde ona etki eden amiller ve metotları şu şekilde maddeleştirebiliriz:

1- Anne- babanın olumlu etkisi: Şefkat ve merhamet eğitimini anneden, nizam ve intizam eğitimini de babadan almış olması. Anne - babanın ihlas ve samimiyetinin fıtratına nakşedilmesi.

2-Keskin bir zekâ ve güçlü bir hafıza: Bu sayede onbeş senede öğrenilecek kitapları üç ayda öğrenmesi.

3-Sözel ve görsel zekânın etkisi: Okuduğunu hafızasında tutabilmesi.

4-Sorgulayıcı olması: Kurulu düzeni, eğitim sistemini sorgulaması.

5-İhlâs ve samimiyeti: Risklere girebilmiş, bu da ona karşı sempati uyandırmıştır.

6-Şartların ve toplum ihtiyaçlarının etkisi: Kendisinde görünmeyen bilgilerin, ilimlerin görünür hale gelmesi.

7-Kişi merkezli değil, kitap merkezli düşünmesi.

8-Hayal kurma gücü.

9-Keşf ve tefekkür gücü: Manayı harfi elde ederek, bilginin keşfine yolculuk etmiştir.

10- Öğretirken öğrenme (taallümle tekemmül etmek)  : Kendi yazdırdığı kitapların talebesi olmuştur, öğretirken de öğrenmiştir.

11-Akıl yürütme metodlarını sistemli bir şekilde kullanması.

"Vicdanın ziyası din ilimleridir, aklın ışığı ise fen ilimleridir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taasub, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder." Bediuzzaman

 

Bu yazı toplam 4087 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar
ANAMİN
4 Eylül 2016 Pazar 11:35
11:35
ÇOK GÜZEL OLMUŞ ELİNİZE SAĞLIK
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.