Adil Şahitler Olmak - Adaletli Olmak da İbadettir / Köşe Yazısı - İsmail IŞIK

15.11.2018 08:20:37
İsmail IŞIK

İsmail IŞIK

 Adil Şahitler Olmak - Adaletli Olmak da İbadettir

“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Heva ve hevese uyup adaletten sapmayın.(Şahitliği) eğer, büker yahut şahitlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki)Allah yaptıklarınızdan haberdardır. ﴾Nisâ Sûresi/135﴿

Allah'u Teâlâ (c.c) önceki ayetlerde yetimlere ve kadınlara karşı adaletli davranılması gerektiğini, bu ayette ise genel olarak her konuda adaletli davranılmasını emrediyor. İnsanın varoluşunun sebebi de budur. Toplumlar ve bizatihi bireyler ancak adaletle ıslah olur ve ayakta kalır. Düzenin ve mülkün devamı ancak adaletle mümkündür.' Adalet mülkün temelidir'

İman etmiş olmamız; İnsanlar arasındaki davranışlarımızda, işlerimizde, ticaretlerimizde, evlerimizde, çocuklarımız arasında, hâkimlik yaptığımızda ve her şartta adaleti titizlikle ayakta tutmamız anlamına gelir. Adaletli olmak, müminler üzerine namazın farz olduğu gibi farzdır. Ayrıca iman etmekle birlikte bizde vücut bulan bir görevdir. Bu görevin ifası imani bir gerekliliktir.

Bu nasıl olur; bize her türlü nimeti karşılıksız bahşeden Yüce Allah'a hamdetmek, insanlar arasında haksız bir oluşuma sebebiyet vermemek, insanların huzur ve refahı için Allah'ın emirlerini yerine getirmek, yasaklarından kaçınmak birer adalet örneğidir.

İbni Abbas (r.a): “Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır.” ayeti hakkında şöyle dedi:

“Allah (c.c) bu ayette müminlere, şahitlik yaptıklarında kendilerine, ana, babalarına, çocuklarına zarar gelse bile hakkı söylemelerini emretmiştir. Şahadet esnasında haksız bir şekilde zenginin zenginliğinden, fakire acındığından dolayı taraf tutmasınlar.” (İbni Cerir, İbni Münzir, İbni Ebi Hatim, Beyhaki)

“Heva ve hevese uyup adaletten sapmayın. (Şahitliği) eğer, büker yahut şahitlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”

Ayette müminlere şöyle sesleniyor Yüce Allah (cc);

“Şahitlik yaparken heva ve hevesinize uymayın. Çünkü heva ve hevesine uyan kişi muhakkak sapar. Sevmediğiniz, düşman olduğunuz kişinin aleyhine şahitlik ederek haksızlık yapmayın. Sevdiğiniz, menfaatlendiğiniz kişinin de lehine haksız yere şahitlik yapmayın.

Her durumda adaletli davranın.”

Bir başka ayette ise Allah (cc) ;

“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin sizi adil davranmamaya itmesin. Adaletli olun. Bu, Allah korkusuna daha çok yakışan  (bir davranış) tır.” (Maide: 8) buyuruyor.

Evet, adalet ahlâkı her Müslüman'a emredilen ve hayatın her alanında uygulama sahası olan imani bir görevdir. Bu aynı zamanda İslam'dır da. Adalet; Allah’ın nimetlerine şükür, saygı ve hürmet, yaratılmış varlıklara ise şefkat ve merhamettir. Allah’a olan görevimiz O'na ibadet etmemiz, kendimize ve Allah'ın kullarına karşı vazifemiz ise adaletli olmamızdır. İnsan her şeyi hikmete uygun ve yerinde yaptığında, nerede duracağını, kimlere karşı kimlerin safında yer alacağını doğru tercihlerle belirlediğinde adaleti gerçekleştirmiş olur. Bu tercihlerin başında ise kişinin öncelikle Allah’a karşı vazifelerindeki konum alışı gelir. Dolayısıyla Allah ile ilişkilerinde adil olamayan kimselerin insanlarla ilişkilerinde adil olmasını beklemek beyhudedir. Allah ile ilişkilerinde dürüst olmayanın insanlara karşı sergilediği tutum ve davranışlarda dürüst ve ahlaklı oluşundan bahsedilemez.( Adalet ve İman -Veli Karataş)

İlahi olan yönümüz, imani yani tevhidi yönü kulun yaratıcıya dönük tarafı temsil eder, beşeri olan yani insandan insana (beşere) doğru akan yönü insan -beşer ilişkisini temsil eden ,adalettir.

Tevhit ve adalet arasında kopmaz bir bağ vardır. Bu, tıpkı iman ile Salih amel arasındaki bağ gibidir. Tevhit, mümince duruşun akidedeki karşılığıdır. Adalet, mümince duruşun ameldeki karşılığıdır. Şöyle de diyebiliriz: Tevhit akidede adalet, adalet muamelede tevhit, tevhit imanın mihveri, adalet amelin mihveri, tevhit imanın istikameti, adalet davranışın istikametidir.” (M. İslamoğlu, Kur’ani Hayat Sayı: 23 sayfa 3)

Biz ibadeti sadece Allah'a has kılarız. İnsanlar arasında ise adaletle iş görürüz. İnsanın kendine, eşine, ailesine, çevresine, insanlık ailesine karşı ölçülü ve hakkaniyetle davranması adalettir. Bu görev Allaha karşı görevden geri kalmaz ve ondan daha az önemli değildir.( Hüseyin K. Ece) Kişinin en başta kendine sahip olması, kendine zarar verecek davranışlardan kaçınması, kendini cehennem ateşinden koruyacak tedbirler alması, diğer insanların haklarına saygı göstermesi, emrine verilen eşyaları yerli yerinde kullanması ve onlara haksızlık etmemesi de yaratıklara şefkattir. İman, insana hem Allah’ın hem de yaratılmışların haklarına saygıyı öğretir. Yaratılmışların haklarını gözetme ahlâkının kaynağı da insandaki takva ve merhamet duygusudur. .( Hüseyin K. Ece)

Adalet, Kur'ân’da ve hadisler­de genellikle düzen, denge, denklik, eşitlik, gerçeğe uygun hükmetme, doğ­ru yolu izleme, takvaya yönelme, dü­rüstlük, tarafsızlık gibi anlamlarda kul­lanılmıştır. (TDV İslâm Ansiklopedisi, 1/341)

Adalet, bir şeyi olması gereken layık olduğu yere koymaktır.

 ‘Adalet’ doğruluğu zihinde sabitlenmiş şeydir. “Adalet, tasavvurda bir şeyin en doğru ve müstakim haline denir. Adalet, hak ettiğinden eksiğini dışladığı gibi, fazlasını da dışlar. Allah’tan başkasına ibadet etmemek, ona hiçbir varlığı eş koşmamak adalettir.

 

 ‘Adl’ üzere yaratılan (İnfitar 82/6-7) insanın da yeryüzünde ‘adl’ üzere davranması gerekiyor. Adalet; insan, toplum hayatının düzenini sağlar. Bu adaleti sağlayacak olan da İslam'dır. Evrendeki mizan’ı (ölçüyü, dengeyi) koyan Allah (cc) olduğuna göre (Rahman 55/7), insan ve toplum hayatındaki dengeyi ve adaleti de ancak O’nun koyduğu ölçüler sağlayabilir.

Allah insanlara adaletle iş görmeyi, adaleti yerine getirmeyi emrediyor. Yani adalet Müslümanlara farzdır ve hangi şekilde olursa olsun yerine getirilirse bir ibadettir. (Nahl 16/90

Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder.” (Nisa 4/58)

İnsanların işlerini yürütürken, ya da hakları sahiplerine verirken dengeli olmak ve merhametle hareket etmek adaletin gereğidir.

Hz. Muhammed; ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim buyurarak adaletli olmanın da önemini belirtmiştir. O daha peygamber olmadan önce de adalet timsali örnek davranışlara sahipti. Öyle bir örnek ki, hayatı boyunca doğru olmuş, doğru davranmış, adaletli hüküm vermiş ve 'el-Emin ' sıfatını kazanmıştır.

Adalet, başta din alanı olmak üzere her türlü aşırılıktan uzak durmaktır. Bu çerçevede Hz. Peygamber şu uyarıyı yapmıştır: “Sakın dinde aşırılığa düşmeyin. Çünkü sizden önceki ümmetler dinlerinde aşırılığa düştükleri için helak oldular.” (Nesai, Menasik, 24, Had.no:217, c. V, s. 268;İbni Mace,63, Had no:3029, c. II, s. 1008)

Dine eklemeler yapmak veya var olanları dinin özünden çıkarmak, dinde aşırı gitmektir ve adaletten sapmadır. Geçmiş ümmetlerden Hz. İsa’dan sonra gelenler yemede, içmede, giyinmede ve evlenmede yeni bir hayat tarzı ortaya koydular. Daha sonra da Hz. İsa (a.s.)’ın getirdiği İslâm’ı inkâr ederek Yahudileştiler, Hıristiyanlaştılar ve idarecilerinin dinlerine girdiler. (Bagavî, Mealimu’t-Te’vil, Beyrut, trsz, s. 935.)

 İslâm’ın içerisinde de böyle bir hayat tarzı oluşturmak isteyen kimseleri haber alan Resulullah (sav.); “Ben namaz da kılarım, uyurum da, oruç da tutarım, iftar da ederim, et de yerim. Ne oluyor bazı kişilere ki evlenmeyi yasaklıyorlar. Güzel yemek yemeyi ve koku sürmeyi, uyumayı, dünyanın güzelliklerini tatmayı (kendilerine) haram kılıyorlar. Ben size ruhbanlığı emretmiyorum…” ( Vahidî, Ebu’l_Hasen Ali b. Ahmed, (tah: Eymen Salih), Kahire, 2003, s. 158) buyurmuştur. Peygamberimiz, bu uyarısıyla dindeki aşırılığın keyfiyetine değinmiş ve yapılan davranışın tevhitten bir sapma olacağına vurgu yapmıştır.

Peygamber (sav) bir keresinde sahabeler arasında ganimet paylaşımı yaptı. İçlerinden biri;  "Bu paylaştırma adalete uymuyor" dedi ve kızarak gitti. Hz. Muhammed (sav) üzülerek; "Yazık sana, ben de adil değilsem, kim olabilir ki?" dedi. (K. Sitte terc. 5.cilt) .

Peygamberimiz (sav) sadece sözde değil uygulamada da çok güzel örnekler sergilemiştir. Bu örneklerden bir diğeri de: Mekke’nin fethi esnasında, soylu bir kadın hırsızlık yapmış ve cezaya mahkûm olmuştu. Bu kadının affedilmesi için yakınları, Peygamber (sav)’in sevdiği bir kişi olan Usame b. Zeyd’i aracı kıldılar. Usame, Hz. Peygamber ile konuştu ve şu cevabı aldı: “Usame! Seni Allah’ın koymuş olduğu herhangi bir cezanın uygulanmaması için aracılık yapar görmeyeyim.” Resûlullah (sav), sonra bir konuşma yaparak şunları söyledi: “Şüphesiz sizden önceki milletlerin mahvolmasının başlıca sebeplerinden birisi, içlerinden asil (soylu) bir kişi hırsızlık yaptığında onu affetmeleri, zayıf birisi hırsızlık yaptığında ise, ona ceza uygulamalarıdır. Allah’a yemin olsun ki, eğer hırsızlık yapan Muhammed’in kızı Fâtıma dahi olsa, onu da cezalandırırdım.” (Buharî, “Hudûd”, 11; Ebû Dâvûd, “Hudûd”, 4) Hz. Peygamberin bu tavrı, adaletin temininde önemli bir etken olan hukuk/kanun önünde herkesin eşitliği ilkesini göstermesi açısından önem arz etmektedir.

Kur’an-ı Kerim’e göre adaletin ölçüsü hakkaniyettir. Bir hak konusunda hüküm verilirken, hakkın kendi lehine hükmedilmesi halinde bundan memnun olan, fakat aleyhine hükmedilmesi durumunda bu hükmü tanımayan insanlar için Allah (cc) Kuran’da şöyle buyurmuştur:” Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve peygambere çağırıldıkları zaman, bir de bakarsın ki içlerinden bir grup yüz çevirmektedir. Ama gerçek , kendi lehlerinde ise, boyun eğerek ona gelirler. Kalplerinde bir hastalık mı var, yoksa şüphe ve tereddüde mi düştüler? Yoksa Allah ve Resulünün kendilerine karşı zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, işte onlar asıl zalimlerdir. Aralarında hüküm vermek için Allah’a (Kuran’a) ve Resulüne davet edildiklerinde, müminlerin söyleyeceği söz ancak, “işittik ve iman ettik” demeleridir. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. ﴾Nûr Sûresi/48-51﴿

İnsanların birçokları günümüzde, çok basit dünya menfaatleri ve çıkarları için yalan, iftira v.b. olumsuzluklara batmakta, adaleti önemsemeden, zulüm ve haksızlıklarına devam etmektedirler. Ama şu unutulmamalıdır. “Zulüm ile abad olanın, ahiri berbad olur.”

Aile fertleri arasında farklı davranan bir sahabeyi bakınız Peygamberimiz (sav) nasıl uyarıyor:  Numan İbni Beşir (ra) anlatıyor ve diyor ki: “Babam Beşir annemin baskısı ile bana bir hibede bulundu. Annem Revaha kızı Amre babama: “Sen bu çocuğa verdiğine Peygamberimiz (sav)’i şahit kılmadıkça (yani onun tasvibini almadıkça) inanmam.” dedi. Bunun üzerine babam Peygamberimiz (sav)’e geldi ve: “Ey Allah'ın Resûlü! Ben Amre binti Revaha’dan olan oğluma bir bağışta bulundum. Fakat eşim bana sizi şahit göstermemi söyledi.” dedi. Peygamberimiz (sav): “Numan’a bağışta bulunduğun gibi diğer çocuklarına da verdin mi?” diye sordu. Babam Beşir: “Hayır, vermedim.” diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamberimiz (sav): “Allah’tan korkunuz da çocuklarınız arasında adalet ediniz.” buyurdu.

Babanın çocuklarına bağışta bulunurken eşit davranması ve çocuklarından bir kısmını mahrum etmek gayesiyle diğerlerini sevindirmemesi gerekir. Böyle adaletsiz bir durumu Peygamberimiz (sav)’in hoş görmediği ve bu tür haksızlıklara kendisinin şahit tutulmasını istemediği anlaşılmaktadır. Babanın ailedeki rolü ne ise yöneticinin toplumdaki durumu da aynıdır. Hatta yöneticinin durumu daha önemlidir ki, Peygamberimiz (sav) yöneticiyi örnek vermektedir. Çünkü toplumun birlik ve kardeşliğini korumak ve toplumda meydana gelecek huzursuzluğu önlemek için yöneticinin âdil davranmasına ve haksız davranışlardan uzak durmasına daha çok ihtiyaç vardır. İnsanlar arasında hükmederken, hakemlik yaparken veya herhangi bir olaya şahitlik ederken adalete uymak Kur’an’ın emridir.

Bu itibarla kişisel menfaat temini, akrabalık, düşmanlık gibi hissi durumlar, taraflardan birinin soylu veya alt tabakadan olması, bedenî veya ruhî bakımdan kusurlu bulunması gibi ahlakî ilkeleri ilgilendirmeyen sebepler bir hakkın ihlalini, örtbas edilmesini ve sonuç olarak adalet ilkesinden sapmayı mazur gösteremez.

Eğer hak onların arzularına uysaydı gökler ile yer ve onlarda bulunanlar elbette bozulur giderdi. Hayır, biz onlara şereflerini (Kuran’ı) getirdik. Onlar ise bu şereflerinden yüz çeviriyorlar. ﴾Mü’minûn Sûresi/71﴿

 “Siz ey iman edenler! Allah için, hakkı ayağa kaldırarak adaletin timsali olun ve birilerine olan nefretiniz sizi adaletten sapmaya sevk etmesin! Adil olun! Bu takvaya daha yakindir. Artık Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun! Şüphe yok ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Allah, iman eden ve salih amel işleyenlere günahlarının affedileceğini ve muhteşem bir ödüle kavuşacaklarını vaat etmiştir.” (Maide 5/8-9).

İnsana “Adil olun!” diyen ayet, aynı zamanda adaletin Allah’a karşı sorumluluğun bir parçası olduğunu haber veriyor. Bu durumda takva ile adalet eşleşmiş oluyor, takvanın zıddı olan fücur ile de zulüm eşleşmiş oluyor. (M. İslâmoğlu, Kur’ani Hayat, sayı: 23 sayfa 6)

Dünya malını, çıkarını baş tacı eden, maddi bir şey elde etmeyi hayatın hedefi haline getiren, insaf ve merhameti unutanlar âdil olamazlar. Makam ve mevkileri işgal eden adaletten yoksun kişiler hem kendilerine hem de içinde bulundukları topluma huzursuzluk vermekten, düzenin dengesini bozmaktan, insanlar arasında çatışma çıkarmaktan başka ne iş yapmış olurlar. Hâlbuki bu insanlar toplumun refah ve huzurunu temin etmeye talip olan insanlardır. Yaptıkları her işte, attıkları her adımda bin düşünmeleri gerekmez mi ?

Adaletli olmak ahlâklı olmanın gereğidir. Öyleyse zalimler en büyük ahlâksızlardır. İslam bu anlamda ahlâklı ve adaleti yerine getiren insanlar istiyor. (Nahl 16/90. Maide 5/8)

 İktidarını gücüne borçlu olan her iktidar zulüm üretir. Güç ve iktidar adaletin emrinde olmalıdır. Güç ve iktidar sahipleri aynı zamanda merhametli olmalılar. Bunu sağlayacak olan da insanların Kitaba ve O’nun hükümlerine uyup, mizan’ı yani ölçüyü korumalarıdır. O zaman hukukun üstünlüğü sağlanır ve insanlar haklarına kolaylıkla ulaşabilirler.

 “Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder.  Ayette emredilen ‘adalet’in kapsamı oldukça geniştir. Hayatın her cephesinde, davranışlarda, hüküm ve karar vermede, insanların haklarını ödemede, sevmede ve ilgi göstermede, yönetim işlerinde ve eğitimde; dosdoğru hareket etmek, düzgünce iş yapmak, herkesin hakkını vermek,  ya da bir şeyi ait olduğu yere koymak adalettir.

İnsanların renklerinden, kültür ve eğitim düzeylerinden, ırklarından veya geldikleri bölgelerinden, toplumsal statülerinden dolayı farklı davranmamak, haklarına tecavüz etmemektir.

 Allah Resulü (sav)’den, bir saat adaletle hükmetmenin 70 yıllık nafile ibadete bedel olduğuna dair haberler gelmiştir. Bu, yeryüzünün en eskimez hikmeti olan ve Hz. Ömer’in yönetim felsefesi olarak uyguladığı “Adalet mülkün/devletin temelidir” sözünü tasdik eden bir rivayettir. Bir Müslüman kâfirden adalet beklemez. İnsanın adalet vasfı, tevhidi bilinci ve davranışlarıyla doğru orantılıdır.

Vahiyle inşa olmuş akıllar, dünya tarihinde adaletin en güzel örneğini sergilemişlerdir. (M. İslamoğlu, Kur’ani Hayat, sayı: 23 sayfa 7)

Merhum Şair M. Akif ERSOY ne güzel söylemiş: “Ne irfandır veren ahlâka yükseklik ne vicdandır, Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır. Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havf-ı Yezdan’ın  Ne irfanın kalır tesiri katiyyen ne vicdanın.”

 

 

 

 

Bu yazı toplam 1862 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.