Batının İslamla Savaşı / Köşe Yazısı - Fahrettin GÜN

3.10.2016 06:07:28
Fahrettin GÜN

Fahrettin GÜN

 Batının İslamla Savaşı

Son dönemlerde İslam dünyasına yönelik ciddi ve sistemli algı operasyonları yapılmaktadır. Bu saldırılarla İslam dini terör ile anılmakta ve Müslümanlar da haliyle terörist olarak dünya kamuoyuna servis edilmektedir. Şefkat ve merhamet dini olan İslam’ın böyle lanse edilmesi ne ilktir ne de son olacaktır. Özellikle 16. ve 17 yüzyıldan itibaren sistemli bir savaşa muhatap olan Müslümanlar, her konuda zirvede iken bir anda dünyanın en geri toplumlarından biri haline geldi. Bu noktada oturup iyi bir hesap yapmak ve ciddi bir entelektüel çabanın içine girmek gerekir. Eğer bir toplum dünyanın zirvesinden en aşağılara hatta dibe düşüyorsa suçluyu dışarıda değil kendi içinde kendinde araması gerekir. Bu gün kendimizle hesaplaşma zamanı! Olumsuzlukların nedenini ötekilerde değil kendimizde aramalıyız. Özeleştirimizi yapmalı kendimizi sorgulamalıyız.

Gerilememizin nedenleri arasında ötekilerin payı yok mu? Elbette var. Ancak bir toplum düşmanının eline sopayı kendi eliyle verirse burada en birinci ve önemli suçlu kendisidir. Hiç kimseyi suçlama hakkı yoktur. Eğer bir sorumlu varda o da kendisinden başkası değildir.

Bu yazımda İslam dünyasının içine düştüğü hazin durumu, oryantalizmin etkilerini ele alacağım. Buna karşı Müslümanlar olarak olayları nasıl değerlendirmeli, sorumluları nerede aramalı ve bu durumdan çıkış için neler yapılabilir? sorularını ele alacağım.

İlk etapta İslamın ilk dönem başarılarını, nedenlerini ve dinamiklerini ele alalım. İslam'ın insanlığın ilmi ve kültürel mirasındaki gerçek pay ve yardımı Müslüman dehasının söz konusu keşif ve fetihlerinden daha çok Kur’an kavramının “OKU” kelimesinden sonra entelektüel ortamda ve bizzat zihni yapıda gerçekleşmiş olduğu köklü değişime bağlıdır.

Okumaya çok önem verildiğini ilk dönem İslam devletinde bariz bir şekilde fark ediyoruz. Bedir Savaşından sonra birkaç çocuğa veya kişiye okuma öğretme karşılığında esirlerin salıverildiğini görüyoruz. Ashab-ı Suffa denilen derme çatma bir yerde Kur’an’ın ezberlendiğini, ilmi çalışmaların yapıldığını görüyoruz. Bu ilk ışık ile başlayan kıpırdama kısa sürede bir devlete dönüşmüştür. İlk dönem Müslümanları "İqra güneşi" altında hareket ederek ciddi bir okuma seferberliği gerçekleştirmiş ve böylece Ortaçağda İnsanlığın liderliğini ele geçirmişlerdir. Bu güneşin ışığında Biruniler, İbni Sinalar, İbni Heysemler, İbni Rüşdler yetişmiş, kısa sürede tarihin lokomotifi Müslümanlar olmuştur. Ne zaman ki İkra güneşini söndürüp karanlıkta çalışmaya başladılar, işte o zaman yollarını kaybettiler, her bir tarafa dağılmaya başladılar.

Okumanın ve ilmin büyüklüğünü anlatan birçok ayet ve hadis mevcuttur. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”(Zümer:9) ayeti ilmin büyüklüğünü anlatırken âlimin cahile olan üstünlüğünü açıkça ifade etmekte, toplumda ilmin üstünlüğünü ortaya koymaktadır.  “İlim her Müslüman erkeğe ve kadına farzdır” diyen ve okuma seferberliği anlamına gelen Peygamber Efendimizin bu sözünü nedense hiç dikkate almayan Müslümanlar bıyık ve sakalın ölçüleriyle pek ala lüzumsuz bir şekilde vakit kaybetmiştir. İnsanın belki de en önemli varlığı hayatıdır. Oysaki bir hadisinde “Âlimlerin mürekkebi şehitlerin kanından daha değerlidir” diyen Peygamber Efendimiz ilmin ne kadar büyük bir değer, ne kadar büyük bir şeref olduğunu açıkça ilan etmiştir.

İslam dünyasında buna bağlı olarak aşırıya kaçan bir hoşgörü anlayışı hâkimdi. Öyle ki İbn-i Nargilah gibi Yahudi asıllı biri Kur’an’a ve peygamberimize yönelik eleştiriler getirmiş ve hiç kimse onu batının Galile’yi idam cezasına çarptırılması gibi idam cezasına çarptırılmamıştır. Eleştiri dozu hakarete varmadıkça bu anlamda olumsuz bir durumun yaşandığı pek görülmemiştir. İslam devlet başkanı Hz. Ömer karşısında bir kadının mehir konusundaki duruşu ve ona Kur’an’dan ayetler getirmesi hadisesinde O “Herkes Ömer'den daha bilgili, kadınlar bile” diyerek hoşgörü ile karşılamış ve kadını haklı bularak onaylamıştır.

Ortaçağ’da doğu özellikle İslam dünyası her alanda zirvedeydi ve bugün batı dediğimiz ve o gün için bugünkü Avrupa bölgesi ise kelimenin tam manasıyla “karanlık çağ”ı yaşamaktaydı. Avrupa bu dönemde doğuya yöneldi ve onu öğrenmeye ve anlamaya çalıştı. Özellikle haçlı seferleri ile beraber batının doğu hayranlığı zirveye çıkmıştır. Doğuculuk veya şarkiyatçılık kavramının ilk izlerine bu dönemde rastlıyoruz. İlk oryantalizm çalışmaları bu dönemde ortaya çıkmıştır.

Oryantalizm kelime anlamı olarak Şarkiyatçılık, Doğuculuk anlamına gelir. Doğu kültürlerini, inançlarını, değerlerini batılı gözüyle yorumlama biçimidir. İlk dönem oryantalizm çalışmaları doğu kültürlerini araştırma onu öğrenme ve batıya taşıma şeklinde çoğunlukla iyi niyete dayalı olarak ortaya çıktı. Eski oryantalistler diyebileceğimiz bu dönemin batılıların Ortaçağda bizden çok Batı dünyası üzerinde etkisi oldu. Rönesans hareketi bu ilk dönem oryantalistlerin eserleri sayesinde ortaya çıkmıştır.

Rönesans’la birlikte meydana gelen bilimsel, sanatsal, sosyal ve ekonomik devrim niteliğindeki değişme Avrupalının aklını başından alacak türdendi. Bu gelişme hiç şüphesiz ki din olgusunun terk edilmesinden kaynaklanıyordu. Hıristiyanlık dininin mistik anlayışından kurtulan batı artık din olgusuna toptan karşı çıkmaya başladı. Yaşam tarzı olarak ekonomiyi merkeze yerleştiren batı, daha çok kazanmak, daha çok biriktirmek, daha çok yemek ve içmek olarak özetlenebilecek seküler hayat felsefesini benimsedi. Yaşamak için yiyen değil, yemek için yaşayan, başıboş bir yaşam tarzı egemen oldu. Daha da ileri giderek yaşamak için "öteki"leri öldürmeyi hayat felsefesi haline getirdi.

16. ve 17 yüzyıllarda hızla gelişen batı artık diğer toplumlara emperyal bir gözle bakmaya başladı. Sömürgeci ve modern oryantalistler elindeki ile yetinmeyip “öteki” olarak gördüğü diğer toplumları daha iyi sömürebilmek, kendi kültürünü ve politikasını onlara kabul ettirebilmek için hegemonyasındaki milletlerin kültürlerini öğrenmeye ve değiştirmeye girişmişlerdir.

Bu anlamda -Afrika ve Amerika yerlileri dışında- İslam dünyası batı kültürünün en ağır darbesini yedi. Batı karşısında her alanda geriye düşen İslam dünyası bu durumu giderek aşağılık kompleksi ile bunu önleme çabasına götürmüştür. Oryantalistlerin İslam dünyasında yaptıkları araştırmalardan yararlanmayı bilen aydınlarımızın yanında batıya tamamen teslim olmuş ona karşı aşağılık duygusu taşıyan ve bu durumdan kurtulmanın da ancak batının bilim, sanat ve teknolojisinin taklit etmekten geçtiğini ifade eden batı ürünü aydınlar da ortaya çıkmıştır.

Batı karşısındaki aşağılık kompleksini bilgi ve teknoloji ile karşı koyamayan Müslümanlar bu kompleksten kurtulma çaresi olarak geçmişiyle övünmeyi gördü. Özellikle bu durum batı tarafından da kullanıldı. Müslümanlar vaazlarda konuşmalarda, konferanslarda, filmlerde bir an geçmişe gidiyor ve tarihin o şaşalı atmosferini yaşıyordu. Ondan sonra tekrar günümüze yani batı karşısındaki yenilmişliğiyle tekrar yüzleşmektedir.

İslam dünyasını istila etmeye çalışan ve onları ebedi bir uykuya daldırmaya hazırlanan batı, İslam dünyası üzerinde hararetle çalışmalar yapmaktadır. Müslümanların sorunlarını bile onlardan önce ele almakta, sorunun derinleşmesi için her adımı atmaktadır. Müslümanları kendi sorunları ile baş başa bırakmamaktadır, “Ne haliniz varsa görün” demiyor “Sizi halden hale sokacağız” diyor.

Geçmişte batının İslam ile mücadelesi açık ve netti. Rönesans'la birlikte başlayan süreçte batı strateji değiştirdi. Özellikle 16. Ve 17. Yüzyıllarda Müslüman kimliğine bürünmüş ajanlarla kirli bir savaş başlatıldı. Kuranı ortadan kaldırmanın mümkün olmadığını anlayan batı bu dönemlerdeki stratejisi İslamı ve Kuranı değiştirmek, kendine göre yorum farkları yapmak oldu. Böylece batıya zarar vermeyen yat dediğinde yatan kalk dediğinde kalkan emrine amade bir İslam üretmeye girişti. Bunun için kendi âlimini, hocasını, imamını, şeyhini, cemaatini, örgütünü yaratarak Müslümanlar arasındaki ayrılıkları, tefrikaları alevlendirme başladı.

İslam'ın ana kaynaklarını tercüme ederek kendine göre yorumlayan oryantalistler kuran mealleri, hadis külliyatları üzerinde ciddi çalışmalar yapmakta, İslamı Müslümanlardan daha çok araştırmaktadır. Yine Müslüman âlimlerin ve aydınların kitaplarının birçoğu daha piyasaya çıkacağı zaman bu kitabın çevirisini eşdeğer zamanda hazırlayıp piyasaya sunabilmektedirler. Böylece bozmak ve başka yönlere çekmek gibi metotlarla bu kitapların etkilerini tersine çevirebilmektedirler.

İdeolojik savaş ajanları olan oryantalistler büyük çoğunluğu gerçeği gerçek adına araştıran saf düşünceli kimseler değildir. Tam tersine ortaya çıkma ihtimali olan gerçeğin peşine takılarak onu bertaraf etmeye çalışan kötü niyetli kişilerdir. Onlar emperyalizmin sömürmeye çalıştıkları toplumlardaki akıncı guruplarıdır. Giderler araştırırlar, keşfederler o toplumu değiştirip sömürülmeye hazır hale getirirler. Toplumda ideolojik boşluk yaratarak öncelikle kendi ideolojilerini yerleştirmeye kalkışırlar. Eğer kendi ideolojilerine karşı bir direnç görmeleri halinde kendilerinin de kabul etmediği başka geçici bir görüşü (Örneğin Marksizm, komünizm gibi,) pekâlâ yerleştirebilirler. Arap toplumlarındaki sosyalist milliyetçi baas rejimleri buna örnek verilebilir. Gençlerimize çeşitli sloganlarla aşılandırılan Marksizm onları milli ideoloji cephesinden koparıp ayırmak için kullandırılan geçici fikirlerden başka bir şey değildir.

İslam dünyası bunca tuzaklara rağmen ayakta durabiliyorsa bu Müslümanların mücadelesinden dolayı değil İslamın kendi gücünden kaynaklanmaktadır. İslam tek başına mücadelesini vermekte fikri, ideolojik, sosyolojik, ekonomik, siyasal zeminlerin hepsinde de başarılı bir şekilde savaşmaktadır. Şu anda emperyalizme ve onun türevi kapitalizme karşı ayakta dimdik duran tek düşünce, tek inanç, tek din ve tek ideolojidir.

Müslümanlar artık İslam davasına sahip çıkmalı gerekli mücadeleyi gerçekleştirmelidirler. İslam’ın savaşı, mücadelesi belirli bir ana değil tüm zamanlara şamildir. Bu savaşı yürütecek olanlar gelişen ve değişen olayların çemberinden sıyrılamazlar, sosyal gelişme ve değişmelerin dışında kalamazlar. Gerçek İslam erleri çağa yön verenler olmalı, savaşın tüm cephelerinde sahip oldukları tüm imkânları kullanmalıdır. Bugüne ve geleceğe yönelmeli, gözlerimizi içinde bulunduğumuz ana ve ileriye çevirmeliyiz. Dünün altın sayfalarına saplanmamalı, geçmişin yanlışlarını bırakıp doğrularını almalıyız. Dünün şartları farklı olduğundan belki dünün doğruları bugünün şartlarına cevap vermeyebilir. Bu durumda yapılacak şey dünün doğrularını günümüz şartlarına uyarlamak olmalıdır. Nasıl ki dünün kılıcıyla, okuyla,  mızrağıyla bugün savaşamazsak dünün yöntemleri ve araçlarıyla da bu günün şartlarında mücadele veremeyebiliriz. 

20. yüzyılda gerek İslam dünyasında yeniden gerçekleşen uyanış hareketleri gerekse Batı dünyasında İslam’a ilginin artması ve birçoğunun İslamı kabul etmesi günümüzde artık onu temel aktörlerden biri yapmıştır. Artık bundan sonra kapitalizm-sosyalizm çatışmasından değil komünizmi de içine alan emperyalizm ile İslam çatışmasından söz edeceğiz. Bu mücadelede özellikle Müslümanlar olarak ilk etapta iki tehlikeye dikkat edeceğiz:

1-Geçmişte yaşanmış olan ihtişamlı dönemlere saplanıp geleceğe yönelik planlar yapmamak.

2-Geçmişte yapılan hataları her gün tekrarlayarak “Geçmişe veryansın yapmak”.

Müslümanlar bu iki zihniyetten de sıyrılmalıdır. Geçmişin başarılarına ihtişamına saplanarak Binbir Gece Masalları ile avunmak bizi o ihtişamlı günlere döndürmeyecektir. Tersi tutum da yanlıştır. İstediğimiz kadar geçmişi eleştirelim hatta küfredelim elimize bir şey geçmeyecektir. Bu iki tutum da birbirinden sakattır.

O halde ne yapmalı?

Öncelikle bir zihniyet değişimi gerçekleştirmeliyiz. Bakış açılarımızda devrim yapmalıyız. Çünkü bizim zihniyet ve bakış açılarımızda ciddi sıkıntılarımız var. Tarihe, olaylara, olgulara bakışımızda ve onları değerlendirmemizde sıkıntı var. Öncelikle bu sıkıntıları aşmalıyız.

İslam davasını yeniden etkin duruma getirmek bizim sorumluluğumuzdadır. Asıl görevimizin bu dava olduğu bilinciyle hareket etmeli mücadele yolunda gereken her türlü fedakârlığı yapmalıyız. Unutmayın ki Allahu Teâlâ kitabında şöyle diyor:“İnsanlar, (yalnızca) «İman ettik» diyerek, sınanmadan bırakılıvereceklerini mi sandılar?”( Ankebut-2)

Gün uyanma günüdür. Gün kavga ve düşmanlık günü değil; barış ve kardeşlik günüdür. Artık iğneyi de çuvaldızı da kendimize batırma zamanı geldi geçiyor!

İslam dünyası bugünkü acıklı halinin sorumluluğunu geçmişten gelen bir alışkanlıkla hala düşmanlarının üzerine atmaktadır. Bulunduğu duruma nasıl düştüğünü bile bilemeyecek kadar maalesef cahil ve kör! İçinde bulunduğumuz hazin durumun bütün sorumluluklarını dış güçlere yükleyerek işin içinden sıyrılmak kendimizi kandırmaktan başka bir işe yaramaz. İslam dünyası bilsin ki bu acıklı ve hazin duruma düşmesinin birinci ve en önemli sorumlusu yine Müslümanların kendileridir. Bugün Filistin'de, Myanmar'da, Afganistan'da, Somali'de, Mısır'da, Suriye'de, Irak'ta, Yemen'de ve diğer Müslüman ülkelerde akan kanların, ölen insanların, kirlenen namusların tüm sorumluluğu Müslümanların omuzları üzerindedir. Hiç kimse bu sorumluluktan kaçamaz ve kendini kurtaramaz. Bu sorumluluğun cezasını bu dünyada rezil ve rüsvay bir hayat olarak yaşamakta öbür dünyada kılı kırk yaran ince hesaplarla bedelini en ağır şekilde ödeyecektir.

Artık uyanma ve kendimize gelme zamanı geldi geçiyor! Özlenen İslami uyanışı gerçekleştirme zamanı gelmiştir. Bireysel ve toplumsal düzeyde bütün bireysel ve sosyal yapıları, uluslararası güç etkilerini kapsayıcı, İslam'ın istediği gelişim için yılmadan yorulmadan çalışmaya başlamalıyız.

İlk etapta ciddi bir okuma seferberliği gerçekleştirmeliyiz. İkra güneşini tekrar yakarak her türlü çalışmalarımızı, ibadetlerimizi bu ışığın aydınlığı altında gerçekleştirmeliyiz. Okumayan bir toplumda hiçbir hareket, hiçbir gelişim olmaz. Anne babalar olarak çocuklarımızla beraber evlerimizde okuma saatleri ayarlamalı televizyon bilgisayar vs. her şeyi kapatmalıyız. Eğer geleceğimizi kurtarmak istiyorsak bunu muhakkak yapmalıyız. Velisiyle, öğretmeniyle, öğrencisiyle her gün kendimize okuma saatleri ayarlamalı boş zamanlarımızda da kitabı yanımızda bulundurmalıyız. Evde, işte, yolculukta, gezide, turlarda; uçakta, otobüste, vapurda kitabımız yanımızda olmalı en ufak boş zamanlarımızı kitap okuyarak değerlendirmeliyiz.

Fuat Sezgin Hocamız seyahatlerinde uçakta kitap okuyanların hep batılılar olduğunu, boş boş oturanların ise Müslümanlar olduğunu bizzat gördüğünü ifade eder. Bir yere giderken alacağımız eşyalarımızın yanında muhakkak kitap da olmalıdır. Bir çay bahçesinde bir parkta dinlenirken kitabımız yanımızda hazır olmalı; dolmuş, otobüs, uçak, tren beklerken boş boş oturmak yerine kitabımızı elimize alıp okumalıyız. Eğer biz kendimiz kitap okumazsak çocuklarımıza da okutamayacağımızı unutmayalım. Eğer çocuklarımızın okumasını bekliyorsak, iyi bir okuyucu olmasını istiyorsak beraber oturup okumaya başlayacağız. Bunun başka yolu yoktur.

İkinci olarak eğitim sistemimizi ele almalıyız. Eğitim sistemimiz öğrenciyi eğiten değil tam tersine öğüten bir yapıda. Tek tip, farklılıkları göremeyen bir eğitim sistemi ile hiçbir yere varılmaz. Tüm öğrencileri aynı kulvardan geçiren eğitim sistemimiz böylelikle öğrencilerin yeteneklerini körelten öğütücü bir makineye benzemektedir. Eğitim sistemimizde yapılan eğitim ve öğretim çalışmaları fil, kaplan, timsah, kartal gibi farklı yetenekteki hayvanlara ağaca tırmanmayı öğretmeye benzemektedir. Eğitimimizde ilkokuldan itibaren yetenek keşfinin yapıldığı ve yapılan bu yetenek keşfi sonunda yetenekleriyle ilgisiz derslerle öğrencinin muhatap olmadığı bir sistem oturtmalıyız. Yıllarca matematik, geometri, fizik, kimya derslerinin sorumluluk sınavlarına gelip giden sözel öğrencileri görünce "Acaba kaç tane yeteneği yok ettik" diye kendi kendime sordum.

Üçüncü olarak okullarımızın yapı olarak, derslik sisteminin değiştirilmesi gerekir. Oyun salonları, müzik salonları, resim salonları, bilim salonları, akıl oyunu salonları vs. gibi tüm öğrencilerin yeteneklerini ortaya koyabileceği yetenek keşif sınıflarımız olmalıdır. Sınav kaygısının olmadığı veya sıfıra indirildiği, okuma alışkanlığının yüksek olduğu bir eğitim sistemi oturtmalıyız. Sınav kaygısından dolayı idarelerimiz, öğretmenlerimiz, velilerimiz de öğrenciyi soruya, teste, sınava yöneltmekte, bu nedenle çocuklarımız hiç kitap okumamakta hatta okumaktan nefret etmektedir. Kitap okumaya en başta öğretmenlerimizden başlamalıyız. Sınıfta kendimce yaptığım sorgulamada "İlkokulda öğretmeni kitap okuyanlar parmak kaldırsın" dedim. Koca okulda bir öğrenci parmak kaldırdı. O da dedi ki "Hocam bizim öğretmenin bir tanesinin elinde bazen kitap görürdüm, okuyordu." Öğretmenleri bu halde olan bir toplumun öğrencilerini siz düşünün. Önce velimizi, öğretmenimizi okumaya alıştıracağız, sonra emin olun ki öğrencilerimiz kendiliğinden kitabı ellerine alırlar.

Tüm bunlarla birlikte tarihimizi iyi bir elekten geçirmeliyiz, iyi irdelemeliyiz. Geçmiş geçmiştir, ne yaparsak yapalım geçmişi değiştiremeyiz. O halde yapmamız gereken geçmişe küfretmek veya onun altın sayfalarına saplanıp kalmak değil geçmişten dersler çıkarmak olmalıdır. Bunu yaparken özellikle şu soruların cevabını netleştirmeliyiz:

1-Geçmiş ne yaptı ki o ihtişamlı çağı yakaladı ve insanlığa yön verdi? Geçmişin itici dinamiklerini bulmak, bunları günümüze uyarlamak gerekir.

2-Yine geçmiş ne yapmadı ki her alanda geriledik ve günümüzdeki bu duruma düştük? Bizi gerileten faktörlerin ne olduğunu bulmalı yanlışları düzletmeli, eksikleri tamamlamalı ve bunlara karşı çözümler üretmeliyiz.

Bundan sonraki süreçte akademik düzeyde çalışmalara başlamalı özellikle üniversitelerimizi bilim yuvası yapmalıyız. Üniversiteler öğrencilerin birbirleriyle boğuşturulduğu arena olmaktan çıkarılmalı birer bilim yuvalarına dönüşmelidir. Eline fotoğraf makinesini alıp öğrencinin saçını, sakalını, örtüsünü çekip öğrencileri mimleyen onlarla uğraşan akademisyen değil,  üniversitesinde bilim üreten akademisyenler yetiştirmeliyiz. Gelişmiş ülkelerin sahip olduğu bilgi, bilim ve teknolojiyi ele alıp en kısa süre içinde en iyisini ortaya koyacak şekilde tarihin altın sayfalarını yazmalıyız. Özellikle özgün eserler ortaya koymalı, yerli üretimi hayata geçirmeliyiz. Emperyalizme bağımlı bir ekonomi ve teknolojiyle hiçbir yere varılamayacağını bilmeliyiz. Başkalarının merkebiyle her zaman yaya kalırız.  

Emperyalizm her alanda bize açıkça savaş ilan etmiş ve bizi yok edene veya kendine bağlı koyunlar yapana kadar da bu savaşı sürdürecektir. Düşman düşmandır ve doğal olan da onun bize düşmanlık yapmasıdır. Yanlış olan bizim ona güvenmemiz ondan merhamet ve insaf beklememizdir. Düşmanından insaf ve merhamet bekleyen ancak bir ahmak olabilir. Düşmanımız bu savaşta her türlü yolu kullanmakta, her türlü yöntemi meşru görmektedir. Bu yolların belki de en tehlikelisi ve sinsi olanı Müslüman kılıklı aktörlerle yaptığı mücadeledir. 2007 yılında CIA ve Amerikan yönetimine sunulan raporda, Ilımlı Müslüman Ağ'ın oluşturulması için desteklenmesi gereken gruplar bakın nasıl sıralanmış:

-Liberal ve laik Müslüman entelektüeller!

-Genç ve Ilımlı Din Bilginleri!

-Ilımlı Toplumsal Liderler!

-Cinsiyet Eşitliğini Savunan Kadın Grupları!

-Ilımlı gazeteci ve yazarlar!

Bu bölümde en ilginç önerilerden biri de şu:

"ABD bu grup (ya da kişilerin) resmi ziyaretlere katılımlarını sağlayarak, kendi kamuoylarında ve siyaset çevrelerinde daha iyi tanınmalarını sağlamalı."

Günümüzde bir anda parlayan aydınlar, gazeteciler, din adamlar; adını sanını daha önce hiç duymadığımız cemaatler, örgütler bir anda dünya gündemine oturmaktadır. Belki de en ilginç olanı bu kişi ve gurupların İslama hizmeti bir tarafa, bunlar sayesinde İslam bir terör dini olarak dünyaya lanse edilmektedir.  

Tarihte Hampher ve Lawrence gibi Müslüman kılıklı ajanlar türemiştir. Günümüzde de onların daha gelişmişleri var. Bunlar âlim, hoca, şeyh, imam, din adamı, müftü, aydın, gazeteci, yazar, sunucu v.s kılıklarına bürünerek bu savaşı en sinsi ve en adi şekilde sürdürmektedirler. Hatta kendi Müslüman cemaatini, Müslüman örgütünü, Müslüman derneğini oluşturmakta ve bu gurupları istediği gibi kullanmaktadır. Kendi Kur’an meallerini yazmakta,  Kur’an’ı kendilerine göre yorumlamaktadırlar. İslam'ın temel kaynaklarını kötü niyetli olarak kendilerine göre değiştirmekte, kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde yorumlamakta, onların kölesi bir İslam dini oluşturulmaya çalışılmaktadır.

Kirli bir savaşın içinde olduğumuz muhakkak. Biz bu savaşta daha dikkatli olmalı gerçek Müslümanlar ile sahtekârları birbirinden ayırt etmeliyiz. Her sakallıya dede, her bıyıklıya baba, her yazmalıya anne dersek daha çok çekeceğimiz var demektir. Bunu ayırt etmek için görmek gerek, görmek için bilmek gerek, bilmek için okumak gerek. Dönüp dönüp okumaya geri geliyoruz. Böylelikle her işin başı "İqra" ya dayanmaktadır. Allah Teâlâ süs olsun diye ilk ayetinde "İqra" dememiştir. Allah Teâlâ’nın her işi bir hikmete dayanmaktadır. "İqra" değişimin, dönüşümün, gelişimin ilk ateşleyicisidir.  

İslam dünyası günümüzde varoluş ve yok oluş seçenekleri ile karşı karşıyadır.  Eğer özüne dönüp kendi dinamiklerine sahip çıkarak mücadeleyi başlatırsa emperyalizm bunca ihtişamına rağmen karşısında duramaz. Emperyalizm ve onun ideolojisi materyalizm şişirilmiş kocaman bir balondur, onu patlatacak iğneyi biz üreteceğiz.  Bilin ki insanlığın tarihini yazmak İslam dünyasının omuzları üzerinde olacak, yeter ki biz İslam'ın istediği örnek bir ümmet olalım. "Böylece sizi vasat bir ümmet kıldık ki, insanların üzerine şahidler olasınız. Peygamber de sizin üzerinize şahid olsun."Bakara-143

Emperyalizmin çöküşü yakındır. Çünkü emperyalizmin paradan, maldan, aşktan, cinsellikten başka insana vereceği bir şeyi yok. İnsanı tatmin edecek ne "var oluş" felsefesi ne de geleceğe yönelik olarak insanın "akıbeti" ile ilgili bir düşüncesi var. Aklı olmayan kocaman bir fil gibidir. Ve bu akılsız fil gittikçe insanlığa zarar vermekte insanlığı uçuruma sürüklemektedir. Yolda son sürat giden freni olmayan kocaman bir tırın uçurumdan uçmaktan başka bir akıbeti yoktur. Fikri dayanağı sağlam olmayan batı bu akılsız cüsse ile fazla ayakta duramaz.

Sonuç olarak biz Müslümanlar kendimize bakacağız. Bu savaşta gerekli olan mücadele azmini ortaya koyacak, teorik ve pratik her türlü zeminde söz sahibi olacağız. İslam bugün hiç hak etmediği bir konumda ve yakışıksız ithamlarla itham edilmektedir. Bunun müsebbibi en başta biz Müslümanlarız. Biz İslam’a layık bir birey, ona yakışan bir ümmet olamadık. Biz yaptığımız davranışlarla veya yapmamız gerekirken yapmadığımız çalışmalarımızla ona zarar vermekte, böylece merhamet ve selamet dininin adının terör ile anılmasına katkıda bulunmaktayız. Kendimize gelmeli, mücadelemizle Emperyalizme ve onun akıncıları olan oryantalistlere, onların yerli uşaklarına karşı Müslümanca duruşumuzu sergilemeli, artık onlara dur demeliyiz. 

Bu yazı toplam 3279 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.