UÇURUM / Köşe Yazısı - Habip ASLAN

7.10.2017 08:37:26
Habip ASLAN

Habip ASLAN

 Uçurum


Küf kokan betonarme bir evde akşamdan kalan yemek kokularının eşliğinde yaşlı bir kadının iniltiyi andıran bir sesi duyuldu belli belirsiz

Çocuğu uyandır, dedi.

Uyanmak bilmiyor ki sabah da namaza uyandırayım dedim nasıl bir uykudur bilmem bir türlü uyanmak bilmedi. Her gün aynı şeyleri yaşamaktan bıktım.

Yaşlı kadın:
Gençtir olur böyle sabır etmek lazım.

Öteki:
Sabır taşı olduk zaten.

Yaşlı kadın bir şeyler söyleyecekti ama boğazına dizildi kelimeler.  Okul görmemişti ama güngörmüş bir kadındı. Babası zamanın en iyi medreselerinde eğitim görmüş bir âlimdi. Herkesçe saygı duyulan, her zaman fikirlerine kıymet verilen bir insandı. Bilgeliği kadar bulunduğu yerde parmakla gösterilen takvalı bir şahsiyetti. Tek kelimeyle kendisini İslam’a teslim etmişti. İşte bu babanın dizi dibinde yetişmiş bir kadındı. Gelinini eskiden beri sevmezdi. Ailesine hiç yakıştıramazdı. Hiç bir şeyden memnun olmayan hep hayattan şikâyet eden bir yapısı vardı. Tek çocuğu vardı; ama Selim’in onu çok yorduğunu söyler dururdu.  Her zaman kadersizliğinden yakınırdı.

Zamanında gelinine çok nasihatler etmişti. Kâr etmemişti kör, sağır diye tarif ettiği gelinine.  

Gelinin cırtlak sesi yaşlı kadını düşüncelerinden uzaklaştırdı.
Seliiiim artık uyan ömrümü yedin kalk artık. Dedi Selim’in zayıf vücudunu sallayarak.
Gözlerini araladı, Selim bu kez çok uğraştırmadı annesini.

Kalktı yatağından.
Alelacele hazırlandı. Bir an önce dışarı çıkmak istiyordu. Annesinden kaçarcasına çıktı hemen evden.

Arkasından annesinin “Oğlum yine mi kahvaltı yapmadan çıkıyorsun” dediğini duydu. Ne de olsa ana yüreğiydi oğlunun kahvaltı yapmadan dışarı çıkmasına gönlü elvermiyordu.

Duymamazlıktan geldi annesini.
Adımlarını sıklaştırdı. Yine geç kalıp bir de öğretmenden azar işitmek istemiyordu. Azar işitmeye de alışmıştı; ama nenesine söz vermişti, artık kimseden kendisine laf getirtmeyeceğine.
 

Bir ıslık çalmaya başladı derken. Ne zaman bir şeyi boş vermek gelirse içinden hep böyle bir ıslık çalardı. Melodisi kendisine aitti.

Aslında iyi çocuktu Selim; ama bıkmıştı insanların sürekli ona nasihat etmesinden. Anlaşılmamak, onu böyle vurdumduymaz bir adam yapmıştı. Derken yavaşladı birden nenesine verdiği sözü çoktan unutmuştu. Melodisi kendisine ait olan boşver ıslığının volümünü biraz daha yükselterek az ilerdeki bakkala girdi. “Amca bir açık sigara” dedi dilini yuvarlayarak. Hemen içeride yakıverdi sigarasını ona nasihat edenler en çok da aman ha sigara içme diyorlardı. Birilerinin yapma dediği şeyi yapmak en büyük hobileri arasındaydı.

Tenha bir yer buldu kendisine. Birden çocukluğunu düşündü. Babasının silüeti geldi gözlerinin önüne. İstem dışı sakladı sigarasını. Ne kadar da özlemişti onu. Başını okşayışı geldi aklına. “Babam dağ gibidir” dedi kendi kendine tekrar etti bir kaç defa bunu. Gözleri doldu. Yüzünde hep keskin ve kararlı bir ifade vardı babasının; ama oğul dediği zamanki şefkat dolu bakışlarını unutmak mümkün müydü?    Birkaç damla yaş döküldü çiğ kokulu toprağa.

Çocuk yaşta kaybetmişti babasını amansız bir hastalık onu Selim’den ayırmıştı. Babasıyla geçirdi son geceyi düşündü sonra. “Oğul” demişti. “Belki de yarın sabah ameliyatta  sevgiliye kavuşacağım.  Biz Allah’tan geldik ve yine ona döndürüleceğiz. Ölüm bir son değil oğul, yeni bir başlangıç” deyişi kulaklarındaydı hala… Bir nefeste bitiriverdi kalan sigarasını.

Kapadı gözlerini rüzgârın altında oturduğu çam ağacının yaprakları eşliğinde çıkardığı senfoniyi dinledi.  Bir serinlik kapladı içini. Okulun zil sesi Selim’in içinde bulunduğu büyüyü bozmuştu. Okula yöneldi. İkinci derse yetişmeliydi. Nöbetçi öğretmenlere görünmeden sınıfa geçti. Zil çalar çalmaz içeri girdi öğretmen. Selim’i görür görmez 

Oooo Selim Bey teşrif etmişler. Haber verseydiniz aşağıda senin için bir karşılama töreni düzenlerdik. Hayırdır, seni dördüncü saat bekliyorduk. Erkencisin bugün.  

Selim’den ses yoktu. Sadece bu alay faslının bir an önce bitmesini bekliyordu. Hemen hemen her gün bu cümleleri duymaya alışmıştı. O an Mahmut’la göz göze geldi. Birbirinin içini okur gibiydiler. Mahmut, Selim’in en iyi arkadaşıydı. Onun da babası evi terk etmişti. Miras olarak da evin büyük oğlu olan Mahmut’a yığınla sorun bırakmıştı. Küçücük bir beden naif bir kalp dayanmıyordu bazen. O da babası gibi kaçmak istiyordu ama kardeşlerinin hali bir an dahi gözünün önünden gitmiyordu. Hele en küçük kardeşi Sümeyra’nın sürekli yardım isteyen  bakışları sevgi bekleyen yüreği Mahmut’un gözlerini terk etmiyordu. Sümeyra doğuştan zihinsel özürlüydü. Mahmut’a çok bağlıydı.  

Mahmut ve Selim için bitmeyen bir kırk dakika nihayete ermiş, zil çalmıştı. İkisi de okuldan kaçmak konusunda uzmanlaşmıştı. Kimseye görünmeden okulun dışına atmışlardı kendilerini.
Göz göze geldiler. Nasıl da birbirlerini bulmuşlardı. Felakete sürüklenen insanların gönlünün birbirine akmasının en büyük kanıtıydı ikisi.

Mahmut cebinden sararmış bir şeffaf poşet içerisinde muhafaza ettiği tütün poşetini çıkardı.

Selim:
Bana bir tane sarsana dedi.

Mahmut :
Öğrenemedin gitti

Söylene söylene sarıp uzattı Selim’e sigarasını.

İkisi de aşkla yaktılar sigaralarını.

Bu arada hemen ilerideki taşlıktan iki çocuk sesi geliyordu. Gizlice yanlarına yanaştılar. On yaşlarında iki çocuk birbirleriyle tartışıyorlardı. Belli ki onlar da okuldan kaçmıştı.

Ufak tefek olan kız:

Her zaman beni ihmal ediyorsun yine sevgililer gününde hediye almadın bana. Beriki kendini savunuyordu.  

Param yoktu. Yoksa seni hiç ihmal eder miyim? Dedi.

Mahmut ve Selim birbirine bakakaldı. Bu yaştaki çocukların haline gülünse mi ağlansa mı? Aslında toplumun içinde bulunduğu buhranlı halin, sıkıntıların, maneviyatın yokluğunun bir dışavurumuydu bu fotoğraf. Ayrıldılar oradan, Selim yine bestesi kendisine ait olan boşver ıslığı eşliğinde her gün uğradıkları uçurum kenarına doğru yol aldılar. İkisi çok seviyordu orayı. Okullarına çok yakındı. Hemen hemen her gün araya gidip uçurumda aşağıdaki derin boşluğu izlerlerdi. Uçurumu ölüm, oturup aşağıyı izledikleri yeri ise hayata benzetiyorlardı. İkisi için de hayatın zerre kıymeti yoktu ama bu uçurum onlara kısa bir süre de olsa hayatı sevmeyi öğretiyordu. Hayattayken ölümü seyretmeyi zevke dönüştürebilen kaç insan vardı bu dünyada.

Uçurumun kıyısındaydı ikisi artık

Mahmut’ta her zamankinden farklı bir hal oluştu. Selim o yüzden gözlerini ondan ayıramıyordu.
Sendeler gibi oldu Mahmut.

Hemen yakalayıverdi Selim kollarından. Ciğerlerini parçalarcasına hızlı hızlı nefes alıp veriyordu.

Selim korkmuştu ama soğukkanlı olmaya çalışıyordu. Ne oldu Mahmut diye sordu ürkek bir sesle

Ne oldu? Diye tekrar sordu. 

“Mahmut, Mahmut, Mahmut” diye bağırdı Mahmut’un bütün bedenini sarsarak.

Mahmut’sa cevap vermiyor sadece hızlı nefes alıp vererek aşağıyı izliyordu.

Bu yazı toplam 2412 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.