Ziya Tepe: Hatıralar 8.Bölüm

Ziya Tepe: Hatıralar 8.Bölüm

SEKİZİNCİ BÖLÜM

Hazırlayan: Bilal Akgül

 

Cemalettin Afgani

Bu meselenin künhüne tam vakıf olmazsak da Afgani, 19. asra İslam dünyasının büyük âlim ve mücahitlerinden biridir. Hayatının bütününü Müslümanların yeniden dirilişine vakfetmiştir. Ülkemizde ve dünyada çok sayıda âlim ve aydını etkilemiş, üzerlerinde derin etkiler bırakmıştır. Bunların arasında Kazan’dan Rızaeddin bin Fahreddin, Abdurreşid İbrahim, İran’da Ali Şeraiti, Türkiye’de Mehmed Akif, Mısır’da Muhammed Abduh gibi şahsiyetleri sayabiliriz. İslam âleminde cesareti, zekâsı ve mücadelesi ile tam destansı bir şahsiyettir. Bu şahsiyet İslami mücadeleyi sadece İslam âleminde değil, dünya çapında vermiştir. Görüş ve mücadele yöntemini bütünüyle olmazsa da beğeniyorum. Kanaatimce İslam âleminin bütünü istila ve tehdit altında iken sorunun önüne ancak zamanında ve yerinde yapılacak müdahale ile geçilebilir ve İslam âlemi toparlanabilirdi. Bu çözüm de Müslümanların birlikteliğinin sağlanması ile siyasi deha ve direnişle çözülebilirdi. Birliktelikte o dönemde ancak Sultan Abdülhamit ile sağlanabilirdi. Yoksa İslam âlemini parçalayan ve istila eden emperyalist-sömürgeci güçlerle Muhammed Abduh ’un ileri sürdüğü uzun vadeli bir eğitim planı sorun çözülemezdi.

Anlamada zorluk çektiğim hususlardan biri İslam âleminin bir kahramanı olan Cemalettin Afgani’yi ülkemiz Müslümanlarının ekseriyetinin karşı çıkıp, itham altında tutmalarını anlamakta zorluk çekiyorum. Eğer bu şahsiyet, bu derece İslam dinine ve Müslümanlara zararlı biri olsa idi başta dönemin büyük âlimlerinden Bediüzzaman, Elmalı Hamdi Efendi, Said Halim Paşa, Mustafa Sabri Efendi gibi şahsiyetler eserlerinde bunu dile getirirlerdi ve ümmeti uyarırlardı. Üstad Bediüzzaman Risaleler ’inde Afgani ’ye karşı herhangi bir uyarıda bulunmamasının yanında; hatta ittihadı ümmet konusunda kendilerinin selefi olduğunu belirtir. Bediüzzaman’ın bu duruşuna rağmen Nurcular ’ın Afgani gibi bir şahsiyeti töhmet altında tutmaları ve gözden düşürme çabalarının kendileri açısından büyük bir vebal olduğu kanaatindeyim. Ve bu husus, Nurcu camialarda gördüğüm en belirgin zaaflardan biridir. Afgani’yi itham altında tutan camiaların, milli şairimiz Mehmed Akif Ersoy’a toz kondurmazken, Akif’in Afgani hakkında yazdıklarına kör ve sağır kalmaları ilginçtir. Mehmed Akif’ yazdığı bir makalesinde zamanın Şeyhülislam’ı tarafından Afgani’ ye atılan iftirayı detaylı olarak ele alma gereği duyar. Afgani ‘nin hatıralarını, hayatını, son dört-beş yılını geçirdiği İstanbul’da yanında bizzat bulunan Muhammed Mahzumi tarafından kaleme alındı. Kitap, Klasik yayınlarından Cemaleddin Afgani ‘nin Hatıraları adıyla yayınlandı. Aynı şiddet ve karşıtlığı başta İngilizler olmak üzere diğer İslam düşmanı güçler de sergiliyor. Öyle ki Afgani aleyhinde yazılan yazıların ekseriyetinin sahibi, Yahudi asıllı müsteşriklerdir. Afgani, ülkemizdeki Müslümanların aksine Mısır, Afganistan ve İran gibi ülkelerde daha çok teveccüh görüyor ve sahipleniliyor.

Afgani, rahmetli 2. Abdülhamid’i İttihad ve Terakki Cemiyeti’ne karşı uyaran nadir şahsiyetlerdendir. Bu cemiyetin hem kendi saltanatını hem de hilafeti ve İslam âlemini yıkma amacında olduğunu net bir şekilde 2. Abdülhamid’e ifade etmiştir.

Avrupa’nın dünyada güç kazandığı ve Osmanlının da güç kaybettiği bir dönemde, İslam dünyasında modernleşme ve Batının ihtişamından Müslümanların, özellikle okumuş kesimlerin az veya çok etkilendiğini görüyoruz. Batı modernizminin etkilediği şahsiyetlerden biri de Afgani’dir. Dolayısıyla dönemin İslam âlimleri gibi Afgani de meselelere yaklaşımında ve çözüm yönteminde Batı modernizminin etkisinde kalmıştır. Bu özelliği benim de katılmadığım hususlardan biridir.

Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh ‘un, eşitlik, kardeşlik, birlik, despotizme karşı olmak gibi argümanların güçlü bir şekilde kullanıldığı Mısır’daki masonluk teşkilatına üye oldukları ve sonra bunların içyüzlerini öğrenince de kısa sürede ayrıldıkları yazılır. Bu şahsiyetler şayet mason olsalardı herhalde Yahudi güçler bunları cephe almazlardı. Tam aksine alttan alta bunların olumlu propagandasını yaparlardı. O dönemde İngilizlerin tahakkümü altında bulunan Mısır ve Hindistan’da Cemalettin Afgani ’nin çıkardığı Urvetul Vuska dergisinin bir kişinin üzerinde bulunması dahi ciddi bir suç teşkil etmekteydi. Acaba Afgani’yi İngiliz ajanlığıyla itham edenler bu duruma ne diyeceklerdir? Öyle görülüyor ki bu şahsiyetlerin hayatlarını iyi bilmeyenler çok rahatlıkla masonluk veya ajanlık damgasını vurabilmektedirler. Her nedense 33. dereceden mason olduğu sürekli yazılan ve konuşulan Süleyman Demirel söz konusu olunca, Afgani aleyhinde propaganda yapanlar, Demirel’in masonluğunu dile getirmedikleri gibi hem gönüllü olarak yanında durmuşlar hem de destek vermişlerdir.

Gönül isterdi ki ithamda bulunan camialar Cemalettin Afgani hakkında iyi bir araştırma yapıp sıhhatli bilgilere sahip olsalardı. Ve bu konuda eserler neşretselerdi. Afgani, gittiği ülkelerde devlet başkanları, devletin ileri gelen erkânı ve âlimler tarafından karşılanıp misafir edilmekteydi. Bunlardan biri de Sultan 2. Abdülhamit Han’dır. İslam tarihinde fert olarak bu şekilde ağırlanan kişilere ender rastlanır. Bu durum da Afgani ‘nin şahsiyeti hakkında bizlere veriler sunuyor. Unutmamak gerekir ki 2. Abdülhamit Han, Bediüzzaman’ı bile özel olarak bir defa dahi ağırlamamışken, Cemalettin Afgani’yi defalarca ağırlamıştır.

En son şunu ekleyeyim: Önde gelen Osmanlı aydınlarından biri olan Hüseyin Vassaf’ın yazdığı Sefine-i Evliya (Evliyalar Gemisi) da Cemalettin Afgani’yi de evliyalardan biri saymıştır. Üstelik bu kitap Türkiye’nin tanınan camialarından bir olan M.Esad Coşan Hoca grubuna ait Seha Neşriyat tarafından yayınlanmıştır.

Bediüzzaman’ın Şahsiyeti ve Hareketi

Bediüzzaman hayatının başında da, sonunda da şaibesi olmayan bir şahsiyettir. Bu şahsiyet takiyyeye hiç başvurmamış ve buna itibar etmemiş, meselelere azimetle yaklaşan bir âlimimizdir. Bediüzzaman’ı üstad edindiğini iddia eden, çoğu kesim tarafından hayatı şaibeli görünen Gülen ise azimet yerine ruhsatı tercih etmiştir. Bunun da bedelini halen ödemektedir. Bediüzzaman, çok zor zaman ve şartlarda dahi tek başına mevcut yönetimin halkı dinden uzaklaştırma projesine karşı akıllıca mücadele etmiş ve davasında direnebilmiştir.

Meselelere duygusal olarak yaklaşan Kürtler için, bilgiye ve aklıselime dayalı hareket eden Üstad Said-i Nursi örnek ve ender şahsiyetlerden biridir. Üstad ’ın bu yönünü hep takdir etmişimdir.

Bediüzzaman, insanlar arasına kin, nefret, düşmanlık tohumlarını değil; iman, merhamet, hak- hukuk ve maharete dayalı rahmani duyguları aşılamıştır. Üstad, İslam davasına iman etmiş ve hayatı boyunca tavizsiz bir şekilde bu davaya hayatını adamıştır. İlayı Kelimetullah davasında diğer önde gelen büyük âlimlerimiz gibi iman, ittihadı İslam, İslam kardeşliği gibi temel konularda büyük bir hassasiyet göstermiştir. İslam âlimlerinin dereceleri ne kadar yüksekse İslam kardeşliği ve ittihadı İslam konusundaki hassasiyetlerinin de aynı derecede yüksek olduğunu görüyoruz. Pakistan’da Muhammed İkbal, İran’da Ayetullah Humeyni, Mısır’da Hasan el Benna misali gibi… Bunun tersi de doğrudur. Yani imanı ve idraki ne kadar zayıf ise Müslümanlar arasında da o derece iman,  ittihad-ı İslam, İslam kardeşliği konularında zayıf kaldığını görüyoruz.

Bediüzzaman, direk İslam ümmetinin yaşanan sorunları ile ilgilendiği için yazdığı kitapların üslubu da bu yöndedir. Üstad ‘ın yazdığı kitapları okuyan kişiler, hem yaşanan sorunları hem de bu sorunların çözüm yolunu buldukları için bu eserlere daha çok kıymet verip, daha çok okuma ihtiyacı duyuyorlar. Bu yöntemi İslam âleminde rağbet gören âlimler de kullanmışlardır. Bu yöntem, hastalıklara hem teşhiste bulunan hem de hastalığa uygun ilacı sunan hekimlerin yöntemidir.

Üstad, yaşadığı dönemde din karşıtı akımlara karşı iman ve inanç meselelerini esas almıştır. İman ve inanç meselelerini tahmin edilenin ötesinde geniş çerçevede ele alıp işlemiştir. Şunu bilmek gerekir ki, Bediüzzaman Risaleler ‘inde iman konusunda sadece Allah’ın varlığının ispatı ile yetinmemiştir.

Bediüzzaman’ın İttihat ve Terakki konusuna işin ehli yönüyle yaklaşması ve değerlendirme yapması eleştiriye açık bir yönüdür. Hâlbuki İttihat ve Terakki devleti yönetmeye yani velayete talip olmuştur. Kendi toplumunun değerleri ve kökleriyle bağı zayıflayan ve Osmanlıya düşman emperyalist güçler tarafından önemli oranda ayartılıp kazanılmış olan İttihat ve Terakki gibi bir güruha velayet yetkisinin verilmesi İslam’ın temel siyasi, fıkhi esaslarına ters ve Müslümanlar için büyük bir felakettir. Osmanlının dağılması felaketini de getirmiştir.

O dönemde Müslüman âlimlerin siyaset konusunda yaptıkları en bariz hataları (ki bunların başında İslam’a karşıt olan İttihat ve Terakki’nin yanında durmaları ve destek vermeleri geliyor)  kendi yanlış ve suçlarını insanlık hayatında büyük önem arz eden siyaset ilmine yüklemeleridir.

İslam ve dünya siyasetinin bilgi ve anlayışı hususunda Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde yetişen neredeyse bütün mollalarda ve aydınlarımızda bu zaafiyet mevcuttur.

Nasipse Devam Edecek...

Bu haber toplam 1730 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.