Kur’ani Atmosferde Toplum Kur’ani Atmosferde Toplum Kur’ani Atmosferde Toplum / Köşe Yazısı - Cevdet BALLI

20.05.2020
Cevdet BALLI

Cevdet BALLI

Kur’ani Atmosferde Toplum

 

“…Bir toplum kendisindekini değiştirmedikçe Allah onlarda bulunanı değiştirmez. Allah herhangi bir toplumun başına bir kötülük gelmesini diledi mi, artık onun geri çevrilmesi mümkün değildir. Onların Allah’tan başka yardımcıları da bulunmaz.” (Rad: 11)

İnsan sosyal bir varlıktır, insanlar ihtiyaçlarını karşılayabilmek için toplum halinde örgütlenmişlerdir. O halde toplu olarak yaşamak zorunluluktur. Bu zorunluluk nedeniyle ekonomik, sosyal, politik ve kültürel ilişkiler giderek artmakta ve yoğunlaşmaktadır.

Toplum, bireylerin yaşam alanı, sosyal ilişki alanı ve tabiatla iç içe olduğu yerdir. Sözlük anlamı; tarihsel gelişme içinde, aynı toprak parçası üzerinde birlikte yaşayan ve ortak bir uygarlığı olan, yaşamlarını sürdürmek, birçok temel çıkarlarını gerçekleştirmek için işbirliği yapan insanların tümü olarak ifade edilir.

Toplum, sosyolojinin en temel kavramıdır ve belirli bir kültürü ve birtakım toplumsal kurumları paylaşan insanlar arasındaki ilişkilerden meydana gelir. Başka bir deyişle toplumu oluşturan şey bireylerden çok bireylerin arasındaki ilişkiler, paylaştıkları değerler ve davranış kalıplarıdır. Dolayısıyla toplum, bireylerin toplamı demek değil, birbiriyle bağları bulunan bireylerin bir aradalığıdır.

Toplumlarda insanlar gibidir. Doğar, yaşar ve ölürler. Aslında insanın kaderi toplumun kaderini, toplumun kaderi de insanın kaderini belirler. Yani insanı toplumdan ayrı düşünemeyiz. Bu durum Kur’an’ı Kerim’de şöyle izah edilmektedir;

“Biz hiçbir toplumu, kendilerine gönderilmiş belli bir kitap olmadan helâk etmedik. Hiçbir ümmet kendi ecelini ne öne alabilir ne de erteleyebilir.” (Hicr: 4-5)

Kur’ an Kerim’deki bu yüce ifade ile de belirtildiğine göre insanın ömrünün olması gibi aynı şekilde toplumun da bir ömrünün olduğu ve toplumun yok oluşunun insanın ölümü olduğu belirtilmiştir. “Ayeti kerimenin değindiği olay şudur: Yakında geleceği beklenen yahut yakınlığıyla onları tehdit eden ecel, bireysel anlamdaki ecel değil toplumsal eceldir. Zira normalde hiçbir toplumun fertleri aynı anda ölmez. Burada ifade edilmek istenen cemaattir. Onun manevi ve külli varlığının eceli yakındır. Tehdit altında olan toplumsal varlıktır. Burada toplumsal ecel cemaatin durumunu ilgilendiren bir olguyu ifade eder. Şu veya bu bireyin durumunu değil. Fakat onlara toplumsal açıdan baktığımızda, bir tek toplumu oluşturan bir bütünün parçaları olarak gördüğümüzde, toplumun zulmünde ve adaletinde, sevincinde,  tasasında onunla beraber olduğunu düşündüğümüzde hepsinin bir tek eceli olduğunu idrak edebiliriz.”(1)

Kur’an-ı Kerimin başka bir ayetinde: “Eğer Allah, insanları kazandıkları yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı, yerkürenin sırtında hiçbir canlı bırakmazdı. Ne var ki, onları belirli bir süreye kadar erteliyor. Nihayet süreleri gelince, (gerekeni yapar). Çünkü Allah, kullarını hakkıyla görmektedir.” (Fatır:45) der Allah’u Zülcelal.

Bu ayeti kerimede ise; “Herhangi bir ümmetin zulüm ve azgınlık yoluna saparak kazandıklarının tabii karşılığı olarak kendilerini bekleyen cezadan bahsetmektedir. İşte bu taşkınlığın en tabii sonucu olarak ortaya çıkan cezalandırma olgusu o zaman toplumun bireyleri içinde özellikle zalimlere münhasır kalmaz. Aksine bu musibet toplumun tüm bireylerini içine alır. Onların hüviyetlerine ve hayat biçimlerine bakmaz.”(2)

Kur’an’ı Kerim’deki birçok kıssada bu duruma örnekler verilmiştir. Ve cezalandırma  bireysel değil toplumsal olmuştur. Örneğin Lut kavmi olayında bu sözü edilen cinsi sapıklığı toplumun bir kısmının yaptığı diğer kısmının ise olaya seyirci kaldığı görülmektedir. İlahi adalet buna razı olmadı ve toplumu tümüyle cezalandırdı. İslam toplumunu başına gelenlerde bu minvalde değerlendirilmelidir. Kerbela olayı, Moğol istilası, Endülüs medeniyeti ile Osmanlı medeniyetinin yok oluşu ve günümüzdeki uyku hali.

İşte bunların hepsi, tarihi yasaların ve cezalandırmanın gereği ve mantığına göre işlenen olaylardır. Bu musibetler tarihi yasalara göre bir toplumun başına geldiğinde yaş kuru demez, söz konusu toplum bireylerinin yalnız zalim olanlarıyla yetinmez. Bunun içindir ki Kur’an’ı Kerim başka bir ayette;

‘Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (umuma sirayet ve hepsini perişan eder). Biliniz ki, Allah'ın azabı şiddetlidir.(Enfal:25)’

Bu Sünnetullahtır ve değişmez. Yani tarihi yasa ancak toplumlar kendilerini değiştirince değişir. Başlarına bir bela gelmemesi için toplum olmanın gereği olan Sünnetullahın gereklerini yerine getirmeleri şarttır. İçinde yaşadıkları toplulukta ‘bireyci davranış’ sergileyenlerin ekseriyeti oluşturması durumunda o toplumun sonu hüsrandır. Tarihin çöplüğü nemelazımcı bireylerin toplumları ile doludur. ‘Adet edinme, vurdumduymazlık, nemelazımcılık, şahsiyetsizlik ve horlanmışlık psikolojiktir. Bu psikolojik haller bir millette yaygınlaştığı zaman, söz konusu toplum o andan itibaren dondurulmuş sayılır. Artık bu toplum kendi ilahını yaşam biçiminde alır.’(3)

Şımarmış ya da şımarık bireylerden oluşan bir topluma sünnetullah yani tarihi yasa gereği mühlet verilir. Bu mühlet toplumun kendini düzeltmesi içindir. Toplumu oluşturan bu bireylerin kendilerine çeki düzen vermeleri ve toplumun diğer bireylerinin de bu duruma itiraz etmeleri en doğal sonuç iken çoğunlukla aksi yaşanmıştır. Bu durum Kur’an’ı Kerim’de şöyle belirtilir;

“Biz, hangi memlekete bir uyarıcı göndermişsek oranın şımarık zenginleri, ‘Biz, sizinle gönderileni inkâr ediyoruz’ demişlerdir. Yine, ‘Bizim mallarımız ve çocuklarımız daha çoktur. Bize azap edilmeyecektir’ demişlerdi. “ (Sebe;34-35)

Toplumların ve bireylerin tercihi onların yol haritası ve kaderidir. İnsana verilen akıl nimeti ve ilahi destek insana hayat yolunda rehberdir, öncüdür. Onun için insan kendi akıl ve iradesi ile yaşar ve tercihte bulunur. Toplumların da kaderi böyledir. Toplum eğer kötü yolda devam ederse sonu hüsrandır. Yok, eğer tercihini Rabbani yola girmekle kullanırsa da Allah o toplumun önünü açar ve toplum yok olmaktan kurtulur. Bunun için de toplumun değişmeye istekli ve gayretli olması ön şarttır. Kur’an Kerim de: “İnsanı önünden ve ardından takip eden melekler vardır. Allah’ın emriyle onu korurlar. Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilemez. Onlar için Allah’tan başka hiçbir yardımcı da yoktur. (Rad;11)” der Allah’u Teâlâ.

Bireylerin mahşer günü tek ve toplumsal hesap vereceği göz önüne alınırsa kendimize karşı sorumluluklarımız gibi toplumsal sorumluluklarımızın da muhasebesini yapmamız gerekir. Biz sadece kendimizden değil toplumdan da sorumluyuz. Bu durum Kur’an’ı Kerim’de şöyle anlatılır: “O gün her ümmeti diz çökmüş görürsün. Her ümmet kendi kitabına çağrılır. (Onlara şöyle denilir:) “Bugün (yalnızca) yaptıklarınızın karşılığı verilecektir. İşte kitabımız, size karşı gerçeği söylüyor. Çünkü biz yapmakta olduklarınızı kaydediyorduk.” (Casiye 28-29)

Her toplumun kendine has değer yargıları vardır. Bu değer yargıları o topluma özgüdür. Ve toplumu toplum yapan bu değerlerdir. Bazen de toplumdaki şımarık kimseler kendi heva hevesini tatmin etmek ve çıkar ilişkilerini sağlamlaştırmak için topluma yeni değerler katarlar. Zaman içerisinde bu değer yargıları alışılmış bir hal alır. “Bu değer yargıları dini kisveden ayrı olarak varlıklarını hiçbir zaman ortaya koymazlar. Bu dini kisve bazen açıkça bir din şeklinde ortaya çıkarken bazen de gizemli, saklı ve maskeli dini bir yapı biçiminde tezahür edebilir.”(4) Bu durum Kur’an’ı Kerim’de şöyle ifade edilir: “Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız!” derler. Peki, ama ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna uyacaklar)?” (Bakara;170)

Sonuç olarak; toplumu bireysiz, bireyi de toplumsuz düşünemeyiz. Sevinçleri de, üzüntüleri de ortaktır. Yani toplumun kaderi bireyin, bireyin kaderi de toplumun kaderini belirler. ‘Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın’ fikrinin gerçekliği yoktur. İnsan ailesiyle vardır. Ailelerde etkileşim içinde olduğu aileler ile vardır. İşte toplum dediğimiz şey de tam da budur. Öyleyse iyi bir aile olmamız, iyi olan ailelerle ile daha da güçlenecektir. Öyleyse mutlu olmak istiyorsak mutlu olan bir toplumu inşa etmek zorundayız.

 

Dipnotlar;

1-Kur’an Okulu- M. Bakır Es-Sadr

2- a.g.e

3- a.g.e

4- a.g.e

Bu yazı toplam 1776 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.