Kendini Yetiştirmek

20.11.2018 21:37:32
Kendini Yetiştirmek

Kendini Yetiştirmek

Prof.Dr M.Ali Haşimi  ‘’Kur’an ve Sünnete Göre Müslüman Şahsiyeti’’ isimli kitabının tanımında şunları ifade eder: “Kur’ân ve sünnette insanın Rabbi, kendisi ve yaşadığı topluma yönelik bütün ilişkilerini ve yaşam tarzını kuşatan temel prensipler bulunmaktadır. İslam’ın bu hükümler ile şekillendirdiği "Müslüman şahsiyeti" eşsiz ve örnek bir insan tipidir. Bu değerler ile donanan bir Müslüman, toplum içinde üstün değerlere sahip bir birey olarak seçkin bir konuma sahip olur. Müslüman Rabbine, kendisine, ailesine, yakın çevresine ve içinde yaşadığı topluma karşı olan sorumluluklarını dile getirmekte, diğer insanlarla sevgi ve saygıya dayalı ilişkiler kuran bir şahsiyete sahip olması için gerekli hususları Kur’ân ve sünnetten hareket ederek açık ve yalın bir şekilde sunmaktadır.”(1)

“Kendini yetiştirmek”ten kasıt elbette İslami bir şahsiyetin oluşum evreleri ile ilgilidir.Yukarıda Haşimi’nin ifade ettiği şahsiyet Kur’an ve Sünnet’e göre oluşturulması gereken bir şahsiyet.Gelin görün ki Türkiye sosyolojisi, siyasalve ideolojik yapısı bu şahsiyetin yetiştirilmesinin önünde ki en büyük engellerdendir.

Toplumun siyasi yapısı, ekonomik yapısı ve eğitim yapısı kendini yetiştirme sürecinin niteliğini etkileyecektir.İsviçre Medeni Hukuku’na göre evlendirilen,İtalyan Ceza Hukuku’na göre cezalandırılan,Fransız laik ideolojisiyle idare edilen ve liberal kapitalist bir yaklaşımın etkili olduğu bir ortamın neslin yetiştirme sürecine etkide bulunacağı açıktır.

Bitmedi tabi. Modern iletişim kanalları ile iradeleri ipotek altına alınan:‘’Sen düşünme biz düşünürüz,sen yapma biz yaparız.’’Komut verdiğimizde harekete geç!Dünyanın küçük bir köye dönüştüğü ve küreselleşmenin getirdiği handikapların bizi çepeçevre kuşattığı bir ortamda tabi ki değer merkezli şahsiyetlerin yetişmesi kolay olmayacaktır.

Bu zihinsel hengâmede kendini yetiştirmek oldukça zor olsa gerek.Zor fakat imkânsız değil.İmkânsız olmayan bu yolun başında elbette takip edilmesi gereken yöntemler mevcut.Bu yöntemlerin başında dikkat etmemiz gereken en önemli husus genellemeci ve indirgemeci yaklaşımlardan uzak durmak geliyor.

Böylece biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta (vasat) bir ümmet kıldık. (Bakara 143)

Vasat, dengeli bir ümmet olmamız isteniyor bizden. Bugün bu anlamda içinde bulunduğumuz duruma baktığımız da “topyeküncü”mantığın bir virüs gibi iliklerimize kadar işlediğini görürüz.Yani ya ifrat ya tefrit…

Örneğin “Bütün Kürtler kötüdür” genellemesine niye diye sorduğunuzda koskoca bir halkın kötülüğüne delil “Onlar PKK ya destek veriyor.” olur.Evet, neresini değerlendireceksiniz bu düşüncenin? Bu mantık her alanda kendisini göstermektedir.Birey değerlendirmesi,cemaat değerlendirmesi ırk, soy, sop değerlendirmesi vs. yapılırken maalesef bu sapkınlığın pençesinden kurtulmuyoruz.Fakat samimiyetle kendimizi yetiştirmenin gayesinde isek bu düşünceden sıyrılmak şart…

Muhalefetteyken ya da iktidardayken istikametiniz değişmemeli.Evet, muhalifin sorumluluğu laftan ibaret olduğu için muhalif olmak kolay; fakat iktidar olmak daha zor.Niye? Çünkü iktidar makamı icraat makamıdır. İcraat makamı beraberinde hatalar getirir elbet.

 

Bu hataların pergeli muhalifken söylediğiniz şeylerle arası çok açık ise sorun başlar.Çünkü ‘’Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.’’ demiş atalarımız.

Tabi ki Yusuf Yavuzyılmaz Hocamın da tabiriyle bir yeryüzü cenneti ideamız yok; fakat söylem ile eylem uyuşmazlığı minimum olmalıdır.

Okuma ve anlama kendini yetiştirmenin en önemli parametreleridir.Aslında son yüzyıldır içinde bulunduğumuz buhranın ana sebebi olarak okumamayı gösterebiliriz.İlk emri “Oku” olan bir dinin müntesiplerine okumanın ve anlamanın önemine dair konuşmak ne kadar mantıklı olur bilinmez.Çünkü asli bir unsurdan bahsediyoruz.İnanıyorum diyen bir kişide doğal olarak olması gereken bir durum.

Yinede biz, bize düşeni söyleyelim.Okumadan, okuduğunu anlamadan olmaz.Okumayan akıl atıl akıldır.Yönlendiren değil yönlendirilendir.Özne değil nesnedir.

“Deki hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.” (Zümer 39/9)

Ayet, açık bir şekilde bilmekle bilmemek arasındaki farkı ancak akıl sahiplerinin anlayabileceğini söylüyor. Akıl sahibi olmak,Allah’ın lütfettiği akıl nimetini kendi zatının bir parçası olarak özgür ve özgün bir şekilde kullanabilmek demektir.Başkasının aklıyla hareket edenler ya da kendi aklını kullanmaksızın başkasının aklına tabi olanlar gerçek anlamda akıl sahibi olamazlar.Gerçekten bilmek ya da bilgi sahibi olmak için önce akıl sahibi olmak gerekir.

Gerçek imanın tahkiki iman olmasının sebebi de budur.Tahkiki iman, akledebilen yani akıl sahibi olan bir zatın/öznenin imanıdır.(2)

Unutma, kadim kültürde vurgulandığı üzere “Bilgi erdemdir.” ancak burada zikredilen bilgi,aktarılan herhangi bir malumat değil;aklınla ve iradenle kendinin kıldığın zihinsel yapı taşıdır.(3)

Kur’an yaklaşık olarak sekizyüz yerde bilgiye, hikmete, tahkike vurgu yapar.Burdan anlayacağımız şudur: Okumanın her türlüsü; kitabı okumak, kâinatı okumak insanı akıl sahibi kılar.Tek başına et parçası olarak aklın bir hükmü yoktur.Marifet o et parçasını kullanışlı kılmaktır.

Okuma ve anlama gayreti, beraberinde elbette mümeyyiz bir aklın yetiştirilmesi sürecini getirir.Mümeyyiz akıl asli olan ile tali olanı fark edebilen akıldır.Bu anlamda Kur’an tefsirlerini okurken ya da Kur’an eksenli yazılan eserleri okurken gözeteceğimiz en önemli husus ana metin ile ana metnin yorumlarını birbirinden ayırt etmektir.Maalesef son yüzyıllarda yorumların asıl metnin önüne geçirildiğini görmekte ve bunun sancılarını yaşamaktayız.

Seyyit Kutub’un Fizilal ’ini okurken üstadın eserinde gözettiği temel esası bir örnekle izah edeyim. ”Allah’ın eli”meselesini anlatırken konu ile alakalı bütün yorumları düşünceleri serdedip sonunda şu izahatı yapmaktadır.Bizim yaptığımız yorumdur.En iyisini, doğrusunu Allah bilir.Elbette burada ifade ettiğimiz görüşlerden herhangi birine kendimizi yakın hissedebiliriz.Lakin biz Allah’ın muradı ne ise ona iman ederiz.

Yorumların mutlaklaştırılması mevzusu yukarıda da ifade ettiğimiz gibi bize çok sancılar çektirdi.Bu sancıların en yakın örneği Fetö vb. yapılardır.Fetö mensuplarının genel profiline baktığımız zaman (Burda gerçekten samimiyetle Allah rızası için çalışan ama aldatılan; aldatıldığını fark ettikten sonra bu yoldan dönen kişileri tenzih ederim.) Çok rahat bir şekildeİslami esasların terkedildiğini görüyoruz. Füruat diye başörtüsünü çıkaran, askeriyede makam ve rütbe kapmak için namaz kılmayan,içki içen,eşlerini gazinolara götürüp paşalarla dans ettiren ve ila nihayet mehdilik düşüncesi ile sarhoş olan bir topluluk… Bu topluğun benzeri nice topluluk bu ümmetin başına bela oldu.Hariciler,haşhaşilar vs.

Ali Şeriati’nin‘‘Ali Şiası ve Safevi Şiası’’ adlı kitabında yaptığı kritiğin özeti de aynı mantıktadır.

Yani Safevi Şiası kendi dünya görüşü için İslami kavramların içini boşaltırken Ali Şiası bu literatürün içini doldurmuştur. Burda özellikle bu örneği vermemizin sebebi İslam’ın iki ana damarı olarak ifade edilen Şii-Sünni damarda da aslında sorunun aynı olduğunu belirtmektir.

Ana metnin değil yorumun esas alındığı Fetö’nün nasıl bir katliama sebep olduğunu gördük.Bu anlayışın mümin değil militan yetiştirdiğini gördük.Ve militanın hiçbir şeyi derinlemesine düşünmediğine de şahit olduk.Tarihin en aşağılık yapısına nasıl büründüğüne de şahit olduk.Bu yüzden ana metinden Kur’an’dan ve sünnetten kopmayacağız.

Tabi buna karşılık 15 Temmuz’daki alçakça girişime karşı Anadolu irfanının nasıl bir direniş sergileyip hainleri nasıl dize getirdiğini de bir daha gördük.

Anadolu irfanı ilk defa bu şekilde sahneye çıkmıyordu.Cumhuriyetin kurulduğu günden bu yana kimi zaman kısa bir süreliğine sessiz kalarak zamanı geldiğinde bu irfanı ortaya koydu.Tıpkı Adnan Menderes’in idamı ve sonrasında gösterdiği gibi…Kimi zaman kardeş kardeşe kırılmasın diye sustu, kritik zamanlarda tepkisini ortaya koydu. Seksen iki darbesi, 28Şubatsüreci, e-muhtıralar vs bunlardan sonra istediği kişileri fırsatını bulduğu an başa getirdi.Özal, Erbakan ve Erdoğan bunun örnekleridir.

Peki dilimize pelesenk olmuş ve her defasında bizlere kendini hissettiren bu Anadolu irfanı nedir?

Anadolu irfanı devlet, millet, İslam sacayağına dayanır, bunun haricindeki her türlü cemaat, tarikat, dini-siyasi yorum fürudur!(4)

Önüne vasıflı, yetenekli, hakkı söyleyenler düştüğü zaman engel tanımaz. Tevekkül, teslimiyet, dua, merhamet, hak ile batıla dayalı düşünme yöntemi Anadolu irfanının belirgin vasıflarındandır.(5)


İslam ile yoğrulan Anadolu irfanında örf, İslami umdelerle birleşir; saf iman hala bir yerlerde gezinir, kritik eşiklerde ortaya çıkar; bizi Çanakkale'de, İstiklal Harbi'nde biraz da “siyasi tecrübemize", safi imanımıza, İslami kültürümüze, hayatı hala hak-batıl olarak gören benliğimize, en önemlisi “kalbî iman"a bağlı Anadolu irfanı kurtardı!(6)

Yunus Emre’nin deyimiyle Anadolu insanı âlim değildir ama ariftir.İrfan sahibi olmak kendini yetiştirmenin en önemli şartlarından olsa gerek.

İslami ahlaktan bahsederken sıklıkla kullandığımız bir hadis vardır.

-Hz.Âişe’ye
“Bana Rasûlullah’ın ahlâkından haber ver!” dedim. Hz. Âişe
“Sen Kur’an okumuyor musun? Dedi.
“Evet, okuyorum.” dedim. Hz. Âişe
“İşte onun ahlâkı Kur’an’dır.” dedi. ( Bidaye, VI/35 (Müslim, Sa’d b. Hişam’dan)

Bu hadis haddi zatında temel bir referanstır Müslüman için. Ahlak İslam’ın bütünüdür. Bugün yaşadığımız kimlik bunalımlarının ana sebebi ibadetlerimizin formunu yerine getirip ibadetlerin kazandıracağı ahlakı göz ardıetmektir. Yani namaz kılıyoruz ama yalan söylüyorsunuz. Oruç tutuyorsunuz ama harama tevessül ediyorsunuz.

Ahlaktan yoksun hiçbir ibadet sağlam kişilikler kazandıramaz.Esma bint-i Yezîd (Radıyailâhu Anha)'dan rivayet edildiğine göre; Kendisi Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi veSellem)in (sahâbîlerin) :
‘‘Dikkat ediniz! Ben size en hayırlı olanlarınızı bildirmeyeyim mi? Buyurduğunda, 
sahâbîlerin (de) : ‘‘Belâ (yâni bize bildir) Yâ Rasûlallah.’’ diye karşılık vermişler.
Rasûl-u Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in (bunun üzerine) : "Sizin en hayırlılarınız o (mu'min)kimselerdir ki görüldükleri zaman Allah (Azze ve Celle) hatırlanır." buyurduğuna şâhidolmuştur."
(İbn Mâce, Zuhd, Bab 4, Hadis no: 4119)

Görüldüğünde Allah’ı hatırlatan mümin imanca en hayırlı mümindir.

Sonuç olarak kendini yetiştirmek bir süreç işidir.Ve sonu ölümle biten bir süreçtir.Bu anlamda hayatın akışı içerisinde olan ve olması muhtemel olan hususlardan bahsettik.Elbette genel ilkelerimizi de vurguladık.Şunu iyi bilmeliyiz.Müslümanın ütopyası olmaz Müslümanın mücadelesi olur.

Not:Eğitimle Diriliş Derneğimizin düzenlemiş olduğu ve konuşmacı olarak Yusuf Yavuz Yılmaz Hocamın katıldığı konferansın konu başlığı “Kendini Yetiştirmek.” Konferanstan aldığım notlardan yola çıkarak bu yazıyı hazırladık.Yazının omurgasını Yusuf Yavuz Yılmaz hocamın fikirleri oluşturmaktadır.Allah Kendisinde razı olsun

 

Kaynakça:

1-      Prof.Dr M.Ali Haşimi’nin Kur’an Ve Sünnet’e Göre Müslüman Şahsiyeti

2-      Ahmet Davutoğlu Duruş sayfa 150

3-      Ahmet Davutoğlu Duruş Sayfa 151

4-      Yeni şafak Ercan Yıldırım 12/12/2016

5-      Yeni şafak Ercan Yıldırım 12/12/2016

6-      Yeni şafak Ercan Yıldırım 12/12/2016

 

 

 

Bu haber toplam 1485 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.