Hz.Peygamber (Sav)’in Sireti’nin Siyasi Boyutları

3.05.2019 21:18:40
Hz.Peygamber (Sav)’in Sireti’nin Siyasi  Boyutları

 Hz.Peygamber (Sav)’in Sireti’nin Siyasi  Boyutları

"Yani size Allah’ın açık açık ayetlerini okuyan bir elçi (gönderdi) ki inanıp faydalı, işler yapanları karanlıklardan aydınlığa çıkarsın.“  (Talâk/11)

Allah Kuranda Hz. Peygamberi bu şekilde tanımlamaktadır. Fakat buradaki hitap sadece peygamberin çağdaşlarına değil, aynı zamanda gelecekteki bütün insanlaradır. Bu yüzden o bütün peygamberlerin sonuncusudur. Peygamberlik Muhammed (sav) ile sona erdi, çünkü O’nun sireti, tarihin herhangi bir zamanında ve mekânında “iman eden ve salih amel işleyenler” tarafından tatbik edilebilir ve onları “karanlığın dibinden” aydınlığa çıkarabilir.

“Karanlığın dibi” bugün bir taraftan Batı ve Batı medeniyeti, diğer taraftan Müslüman toplumların içine gömüldüğü çıkmaz durum tarafından temsil edilmektedir. Bu, büyük örnekliğe (Usvet’ün Hasene) karşı çıkan cahiliyenin çağdaş versiyonudur. Ve bu çağdaş karanlık bütüncüldür. Çünkü Batı medeniyeti bütün dünyayı çepeçevre kuşatmıştır. Her yerde o vardır. İran’daki İslâm Devrimi, bu karanlıktan kurtulmak için cesur bir hamle yaptı, ancak deneyim halâ ilk safhalarındadır.

Şüphesiz ümmetin geri kalanı, bugün akla gelen her alanda “bu karanlığa” batmış vaziyettedir. Bu karanlık, Müslümanların bireysel davranışlarından kollektif durum, kimlik ve davranışlarına kadar her şeyi içine almıştır. Ümmetin yalnızca  bugünkü durumunu izah etmek için bile ciltlerce kitaba ihtiyaç vardır.

Basitçe anlatılacak olursa, Müslümanlar bugün şeklen ve resmen İslâm’dan uzaklaşmadan cahiliyye durumuna ya da karanlığa (zulümat) düşmüşlerdir. Bugün bir kere daha, o büyük örnekliğin karşılaştığı problemlerle karşı karşıyayız. Bu durumda takip edilecek yol, O’nun (sav) sünneti ve siretidir. Fakat mesele -Peygamber’in (sav) sünneti ve siretinin nasıl takip edileceği- öyle basit değildir. Bugünün şartlarında Siret, konuyla ilgili klâsik kitaplardaki kayıtlı haliyle takip edilemez. Siret de sünnet de, Kur’ân gibi bütün zamanlar için bilgi kaynaklarıdır. Siret meydana gelen her yeni tarihi durum için araştırılmalı, anlaşılmalı, yazılmalı ve uygulanmalıdır. Yakın geçmiş tarihlerde, Siret temeline oturmuş olduklarını iddia eden bir dizi İslâmî hareket ortaya çıkmıştır. Fakat elde edilen sonuçlar, sömürü döneminde ortaya çıkmış “İslâmî partilerin” pek çoğunun müphem başarıları ile İran’daki İslâm Devrimi’nin büyük zaferi arasında bir yelpazeye dağılmıştır. Her yeni nesil, her yeni tarihi durum için özel şartları ve gereksinimleri de hesaba katarak Siret'i yeniden tatbik etmelidir. Belki de bugünün şartlarında Siret'in özünü yakalamak için, bir muhakeme ve yanılgıları ayıklama süreci kaçınılmazdır

Mümkündür ki, Siret’i konu alan ilk klâsik eserler derlendiğinde, o zamanın tarihi koşulları ve entelektüel iklimi İbn-i İshak, el-Vakidi ve İbn-i Hişam gibi eserlere kendi mantık, limit ve ihtiyaçlarını empoze etmiştir. İslâm’ın siyasi hâkimiyet durumu, daha doğrusu coğrafi açıdan İslâm’ın hakimiyeti ve gücü ilâhî olarak takdir edilmiş bir planın bir parçası gibi algılanmıştı.

İşte bu durum Siret müelliflerini Hz. Peygamber’in (sav) ve ilk Müslümanların kişisel nitelikleri ve takvâları  üzerinde yoğunlaşmaya sevk etmiştir. Onlar, olayların büyük bir doğrulukla  kronolojik kaydının tutulması olan tarihsel metodu izlemişlerdir.

Önceki olaylarla sonraki olaylar arasında bağlantı kurma metodu yoktu veya Peygamber (sav) tarafından kullanılan önemli metodlara rehber olan, Siret’teki  modelleri ortaya çıkaramamışlardır. Bu bağlamda önemli olan gücün kullanımıdır. Güç ilişkileri aslında bütün ilişkilerin temelidir. Güç dengesizlikleri de doğal olarak var olacaktır ve davranışları belirlemede bunlar önemli faktör olacaktır. Güçlü hayvanlar zayıfları yiyecek veya sömürecektir ve zayıf olan da ya yer altında ya da sık çalılıklarda bir sığınak arayacaktır. Kur’ân, insanı yaratıkların en şereflisi olarak tanımlar  (95/4).  Bu demektir ki, insana diğer bütün varlıkları kontrol altına alma gücü veya yeteneği verilmiştir. İnsan yine diğer insanları hâkimiyeti altına alabilir ve yönetim el değiştirebilir.

“Allah sizden, iyi işler yapanlara va’d etti; onlardan öncekilere nasıl hükümran kıldıysa onlar da yeryüzünde hükümran kılacak ve kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine sağlamlaştıracak ve korkularının ardından kendilerini (tam)bir güvene erdirecektir. Onlar hep bana kulluk ederler ve bana hiç bir şeyi ortak koşmazlar. Ama kim (ler)bundan sonra da nankörlük ederse işte onlar yoldan çıkanlardır. ” (Nur Suresi: 55)

Çağdaş dünyada yanlış giden, insan ilişkilerinin neredeyse tamamen gerçek veya sanal güç faktörleriyle belirlenmesidir. Güçlü olanlar kendi irade ve çıkarlarını zayıf olanlara empoze etmektedir. Zayıflar genellikle güçlü olanlara boyun eğmektedirler. Açıktır ki, insan davranışları yalnızca güç farklılıklarıyla belirlendiğinde adalet olmaz; kocalar karılarına, işverenler işçilerine zulmeder, tekelci firmalar müşterilerine fahiş fiyatlar dayatır, üstler astlarına baskı yapar, yöneticiler yönetilenlere zulmeder ve güçlü devletler zayıf devletleri ezer, onlara ağır antlaşmalar dayatır İslâm bütün ilişkilerde güç kullanımını düzenleyerek adaleti sağlar. İslâm güç eşitliği sağlamaz. Çünkü bu eşyanın tabiatına aykırıdır güç farklılığı ve taksimi olmadan düzen sağlanamaz. Burada İslâm’ın yaptığı, gücün bütün düzeylerde uygulanmasında keskin sınırlar ve ahlâkî kurallar koymasıdır.

“Eğer biz yer yüzünde onlara iktidar verirsek, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler, iyiliği emreder kötülükten sakındırırlar; işlerin sonu Allah’a aittir” (Hac/41)

Kendilerine zulmedilenlere, zulmedenlere karşı savaş izni verilmiştir. (22/39) Hz. Peygamber’in gücü kullanımı ve güç kullanımına ilişkin koyduğu sınırlar (28/83, 38/26), yeni araştırmanın zengin bir kaynağıdır.

Hz. Peygamber’in sireti aynı zamanda gücün elde edilmesi ve kullanımı içinde bir modeldir. Muhammed (sav) doğduğunda bir yetimdi. Düzenli olarak edebî ve kültürel sempozyumların düzenlendiği, hayli gelişmiş bir dile sahip bir toplumda, okuma yazma öğrenemeden büyüdü. Fakat onlar kendi aralarında kabilelerine bölünmüşler ve kendi aralarında dahi gücü kötüye kullanmışlardır; zayıfları ezmek için güç harcamışlardır. Örneğin; kabileler arasında nesiller boyu süren kan davaları yaygındı ve kız çocukları diri diri toprağa gömülürdü. Kabile liderleri ve yaşlıları kendi halkına, ailelerine ve komşularına karşı ellerindeki gücü pek çoğunlukla kötüye kullanmışlar ve masum insanların kanını akıtmışlardı.

İktidardakilerin gücünü düzenleyecek bir ahlâkî ve siyasi yapı neredeyse yok gibiydi.

Bu çevrede Hz. Peygamber, hiçbir gücü yokken ortaya çıktı. Öldüğünde ise, diğer bütün güç merkezlerini ortadan kaldıracak bir güç üssünü, yani İslâm Devleti’ni kurmayı ve onu karşı konulmaz bir güç haline getirmeyi başarmıştı. Bu güç neydi ve kaynağı neresiydi? Hz. Peygamber’in istediği ve elde ettiği güç, diğer ülkeleri zabdetmek ve onların halklarına zulmetmek için değildi. O’nun gücünü belirleyen emrindeki insanların, materyallerin veya toprakların sayısı değildi; gücünün sırrı etrafındaki erkek ve kadınların inancında, itaatinde ve bağlılığında yatmaktadır.

Siret'in bütünü, Hz. Peygamber’in gücü elde etmesi ve kullanması çevresinde yazılabilir, okunabilir ve anlaşılabilir. Bunu daha önce yapılmamış olması gerçeği İslâmî Hareket’in acilen telafi etmesi gereken İslâmî bilimlerin entelektüel ve siyasi tarihindeki büyük başarısızlıklardan biridir.  Siret’te yer alan gücü tanımlamak, gücü elde etmek için gerekli metodları açığa kavuşturmak  ve gücün kullanımı için gerekli ilkeleri ortaya koymak için araştırmalar hemen şimdi başlamalıdır. Bunu yapmak için, bazı bilginler bünyesinde İslâm’ın gücünün bulunduğu Hz. Peygamber (sav) tarafından oluşturulmuş siyasi yapıların bir profilini çizmek zorunda kalacaklardır. Bu bütün yönleriyle liderlik meselesi ve eğer varsa  liderliğin tabii olacağı gücün sınırlarını açıklığa kavuşturur. Hz. Peygamber kendi gücünü sınırlamış mıdır? Gücü paylaşmış mıdır? Karar vermede şura mekanizmasını çalıştırmış mıdır? Bunların örnekleri Siret’te bulunmalı ve detaylıca incelenmelidir. Gerekli olan, ne olduğunu sadece açıklamak değildir. Her durumu analiz etmeli ve Siret’teki diğer olaylarla karşılaştırmalıyız. Bu ve benzeri soruları cevaplamalı ve kavramlar Sirete tatbik edildiğinde sonuçlar bir bütün olarak uyumluluk  arz ediyorsa, elde edilen cevapları kavramsallaştırmalıyız.

Güç meselesine takiben, ”siyasetin” tanımı meselesi gelmektedir. Bir kere daha çarpışan fikirlerin mayın tarlasına girmiş durumdayız. İslâm’daki siyasetin anlamını, Batı etkisinde ortaya çıkmış çağdaş dünyadaki bilinen genel anlamından ayırabilir miyiz?  Bu mesele İslâm’da siyaset ahlâkı iken İslâm’ın dışında gayr-i ahlâkîdir gibi kolaycı beyanlarla çözümlenemez. Siret’te ortaya konan siyasette , ahlâkî temele dayanan siyasetten daha fazlası vardır. En azından, o nasıl tanımlanabilir veya tasvir edilebilir? Peygamber’in (sav) siyasi tavırlarında baştan sona bir uyumluluk modeli var mıdır?  Eğer varsa, Siretteki siyasetin ilkeleri ve kuralları nelerdir?

Bütün Müslümanlar, ”İslâm Devleti”ni veya “Hilafet”i İslâm’ın fiziksel bünyesi ve nihai manifestosu olarak kabullenmişlerdir. Hz. Peygamber’in ilk İslâm Devleti’ni Medine’de kurduğu hususunda tam bir ittifak vardır. Yine aynı şekilde, Hz. Peygamber’in kurduğu İslâm Devleti O’nun siretinin bütüncül ve ayrılmaz parçasıdır. Ne yazık ki, Medine devleti klasik Siret yazınında pek yer bulamamıştır. Ancak, çok yakın geçmişte yazılan siyasi motiveli Siret kitaplarında, Medine devletine nispeten dikkat çekilmiştir. İslâm Devleti’ni kurma görevi, Müslümanlar için namaz, oruç, zekat, hac, v. s. gibi farz bir ibadettir. Bu farz hiç bir şekilde askıya alınamaz veya değiştirilemez.

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Resulüne itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin.” (Nisa, 59)

Görevin ilk safhasından itibaren, Hz. Peygamber’in (sav) Mekke’de bile o küçük Müslüman topluluğu bir devlet çizgisinde organize ettiğinin bir delili vardır.

Mekke müşrikleri ile Habeşli Necaşi ile İslâm denen bir siyasi varlığın lideri olarak muhatap olmuştur.

Bu, bilginlerin onu tanımlamak için İslâm’ın gücünün izini sürmeye başlayacakları önemli bir araştırma sahasıdır. Siyasi güç anlayışımızı sadece devletin üzerinde kurulduğu toprakla sınırlamak, çağdaş Müslüman siyasi düşüncelerin Batı etkisinde kalarak yaptığı hatalardan biridir. Öyle ki, güç bir toprak parçasına hakim olsunlar veya olmasınlar Müslümanların bireysel ve kollektif inanış ve takvaları ile ilgili çok kapsamlı bir İslâmî niteliktir. Böyle olunca, bu İslâmî hareket ve tüm dünyadaki azınlıklar için büyük bir repertuar özelliği taşır. Bunun için, küçük gruplarda olduğu kadar büyük devlet ve imparatorluklarda da İslâm’ın gücünü ve kaynaklarını mobilize etmek mümkün olacaktır. Sonuçta, birlikte ayrı ayrı yaşayan küçük Müslümanlar, bugünün bilgi ve teknolojisini ve örgütsel yapılarını kullanarak, İslâm’ın gücünü başarılı bir şekilde ispat edebilir ve uygulayabilirler.

İslâm Devleti ve onun liderliğinin tarihte önemli rol oynadıkları gerçeğini görmezlikten gelemeyiz. İslâm Devleti’nin ahlâkî temellerinin Hz. Peygamber’in (sav) ölümünden hemen sonra sallanmaya başladığını iddia edebiliriz. Bu, Ümeyye idaresinden başlayarak, melikliğin ihdası şeklini almıştır. Hanedan idaresinin, her ne kadar İslâm adı altında şu veya bu şekilde devam etmesi en sonunda Dar’ul İslâm’ın Avrupalı sömürgeciler eliyle yenilgiye uğratılması ve parçalanmasıyla sonuçlanmıştır. Müslüman tarihçiler, bir yönetim biçimi ve liderlik olarak meliklikte açık bir şekilde var olan zayıflama ve yenilgi süreçlerini araştırmaktan ve aydınlatmaktan çekinmişlerdir. Bilgimiz dâhilinde olan bu boşluk hemen doldurulmalıdır.

Daru’l-İslâm’ın Avrupalı sömürgecilerce yönetimi ve elliden fazla zayıf ve uşak ulus-devlete bölünmesi beklenmedik bir durum ortaya çıkardı. Bu çıkmazdan kurtulmak ve ümmeti yeniden bütünleştirmek Peygamber’in (sav) siretinin ve siyasi metodlarının yeniden gözden geçirilmesini ve yeni bakış açılarını gerektirmektedir. Son yüzyılda tanımlayıcı, analitik ve çözümleyici birçok düşünce kaleme alınmıştır. Netice olarak Mısır, Türkiye, Malezya, Pakistan ve Sudan gibi ülkelerdeki lâik yönetimlere asgari veya kısmi katılımı öngören “İslâmî partiler” ve İran’daki İslâm Devrimi’ni doğuran İslâmî Hareket meydana gelmiştir. Ayrıca, kendilerini “İslâmî” olarak niteleyen rakip grupların ortaya çıkardığı kanlı bir iç savaşın öncesinde, Afgan’lı mücahitlerin kazandığı zafer de vardır. İlk önce zayıflayan, daha sonra tamamen kaybedilen ve yerini ulus-devletler şeklinde batı destekli milliyetçiliğin aldığı İslâmî güç ve yeni yeni oluşmuş “İslâmî partiler” ve “hareketler” tarihi sonuçları Siret ile karşılaştırmak için zengin bir kaynak sunmaktadır. Bu önemli sahada, araştırmacılar daha önce ortaya atılmamış yeni görüşler ve bakış açıları ortaya koymalıdırlar. Bu devir Neo-Cahiliyye Devri olarak tanımlanabilir. Çağdaş milliyetçilik, Hz. Peygamber zamanındaki kabilecilik ile aynileştirilebilir mi? Eğer öyleyse, Hz. Peygamber kabilecilik ile nasıl başa çıkmıştır? Mekke müşrikleri kendilerinin İslâm’a girmeleri için, bir ön şart olarak Arap ırkından olmayanların kovulmasını istediklerinde Kur’ân vurgulu bir şekilde:

”Sabah akşam Rablerinin rızasını isteyerek O’na yalvaranları (Kureyş büyüklerinin arzusuna uyarak) kovma, onların hesabından sana bir sorumluluk, senin hesabından da onlara bir sorumluluk yok ki onları kovup ta zalimlerden olasın!” (En’am 52) buyurmaktadır.

Bugün Müslümanlar milliyetçilik ile Hz. Peygamber’in kabileciliği ortadan kaldırdığı yöntem ile uğraşabilirler mi?

Milliyetçilik ve İslâm arasında Dar’ul İslâm'ın farklı kesimlerinde iç savaşlar çıkması ihtimali nedir? Bu tür iç savaşlar kaçınılmaz mıdır veya hatta arzu edilir midir? Dış müdahaleye de açık bu savaşların anlatmak istediği ne olacaktır? Belki bu tür iç savaşlar hali hazırda birçok Müslüman ülkede düşük düzeylerde olmaktadır. Siret İslâmî hareket ile milliyetçi, laik ve sömürge artığı elitler arasında silahlı mücadelenin kaçınılmazlığına işaret ediyor mu? Eğer ediyorsa, Müslümanların kendi aralarındaki ve Müslümanlarla gayri müslümler arasındaki silâhlı çatışmaların şiddetinin asgariye indirilmesi için hangi adımlar atılmalıdır? Bu tür silâhlı mücadelelerde savaş kuralları nedir? O halde, Müslüman siyasi düşünce ve dağarcığında günlük kullanımını bulan, Batılı siyasi tarih tecrübe ve felsefedeki kökenleriyle kaim geniş bir çağdaş siyasi kavramlar yelpazesi vardır. Bunlardan bazıları demokrasi, temsili idare, seçimler, çok partili sistemler, çoğulculuk, sosyalizm, komünizm, kapitalizm, eşitlik, ifade özgürlüğü, kadın erkek eşitliği v. s. ’dir. Bunların her biri Siret’in ışığında detaylıca incelenmeyi gerektirmekte ve eğer gerekiyorsa toptan reddedilmelidir. Eğer Müslümanlar Müslüman toplumları yeniden düzene sokmak için kendi kavram “çantalarını” oluşturmak zorundalarsa bu inceleme elzemdir. İslâm ve batı medeniyetlerinin uyuşmazlığını ileri sürmek yeterli değildir; bu uyuşmazlık Siret bünyesi içinde açıklığa kavuşturulmalıdır. Alternatif İslâm medeniyetinin bütün bir taslağını, detaylı bir haritasını geliştirmeye ve takdim etmeye ihtiyacımız vardır. Bu, belki de bugün İslâmî ilimlerin karşı karşıya bulunduğu en önemli engeldir.

Bu bizi, kritik muhalefet meselesine götürmektedir. Peygamber’e (sav) muhalefet, bugün yeni bir İslâm medeniyeti oluşturmaya çalışan İslâmî hareketin karşılaştığı muhalefetten hiçte aşağı kalmazdı. Batı şu anda elindeki bütün imkânlarla, dünyanın her yerinde en küçük İslâmî grupları bile düşman ilân etmiştir. Siret bazında İslâm’ın siyasi hedeflerinin topyekûn bir ifadesi, kesin olarak batının ve Müslüman ülkelerdeki Batı uşaklarının topyekûn düşmanlığını kazanacaktır. (Bu konuda Seyyit Kutub’un özellikle de “Allah Yolunda Cihad” bölümü olmak üzere Yoldaki İşaretler kitabına bakınız.) Bu durumla başa çıkmak için uzunca bir süredir var olan bu global cepheleşmenin her safhasında İslâm’ın taarruz ve müdafa stratejilerini belirlemek için Siret detaylıca incelenmelidir. Şunu da bilmeliyiz ki, günümüzdeki bazı durumlar için Sirette emsal bir olay olmayabilir. Bu durumlar için yapılacak en iyi şey anolojik sonuç çıkarma prensibi olan kıyasa başvurmaktır. Bu durumda, ahlâkî ve ekonomik sorunların karışımı bir sürü mesele ortaya çıkacaktır. İslâm, dünyanın kaynaklarını ve zenginliklerini nasıl dağıtacaktır? Bu sermaye oluşumunu ve yatırımı nasıl etkileyecektir? Büyümenin bir sınırı var mıdır? Böyle bir sınır arzu edilir mi? Çok az sayıda bazı insanların, müsrif yaşantılarına devam etmelerine izin verilmeden önce, herkes için hangi minimum yaşam standartları sağlanmalıdır? Batının, Kuzey Atlantik çevresinde öbeklenmiş zengin yarım kürenin çıkarı için, Asya, Afrika ve Güney Amerika’yı sömürülecek bir hinterland (ardalan, arka-bahçe) olarak kullanması nasıl önlenebilir? Çağdaş dünyada batının rolü, Kur’ân’ın “Yeryüzünde fesat çıkaran” tanımıyla tam tamına uyuşmaktadır. (Kur’ân 28:83) Siret sosyal düzensizlik, haksızlık ve adaletsizlik gibi bu çok önemli meselelerde bize nasıl yol gösterebilir?

Çok ortaklı kapitalizm, bankacılık, faiz, döviz oranları, sermaye oluşumu ve yatırımla ilgili sorunların detaylıca ele alınması gerekir. ”İslâm ekonomisi” adı altında bir literatür yığını ortaya çıkmıştır. Genellikle, ”İslâm demokrasisi” varyetesinin (çeşitliliğinin) siyasi literatürü ile karakter olarak benzerlik göstermektedir.

Esasında bunlar, Batı’nın tüm ekonomik ve siyasi deneyimini İslâm’a ithal etme girişimleridir. Son yıllarda açıkca ortaya çıkmıştır ki, batının dünyayı ekonomik ve politik açıdan tamamen sömürüye tutması kaçınılmaz olarak dünyayı ekolojik ve çevresel felaketlere sürükleyecektir. Bu bizi, İslâm ve Batı’nın ortak uyuşmazlığına ve bütün sorunların bu ikisi arasındaki çatışmadan kaynaklandığı gerçeğine getirmektedir. Bu sorunların cevapları Siret’te aranmalıdır. Şu kabul edilmeli ve bilinmelidir ki, bu sorunların bazıları Siret bağlamında daha önce ortaya çıkmamıştır. Bu yüzden, bu konulardaki ilk eserlerin çoğu araştırmaya ve denemeye yönelik olacaktır. Bu kaçınılmazdır. Fakat araştırmaya yönelik eserlerin yayınlanması ve tartışılması gelecekte yeni fikirlerin ve yüksek kalitede literatürün ortaya çıkmasına neden olacak yeni araştırmaları ve düşünceleri meydana getirecektir. Gerçek şu ki, Müslümanlar bu makalede sorulan soruların bazılarına cevap bulmak için Siret'i hiçbir zaman incelememişlerdir. Bu safhada biz bu yönde bir başlangıç yapmayı ümit ediyoruz.

Siret konusunda yapılacak yeni araştırmanın ana hedefleri şu şekilde özetlenebilir:  

1. Yeni bir İslâm medeniyetinin detaylı bir profilini çıkarmak için Siret'i kaynak materyal olarak kullanmak;

2. Günümüz şartlarında, “karanlığın dibinden” aydınlığa çıkacak safhaları belirlemek için Siret'i kullanmak;

3. İslâm'a karşı olası muhalefetin yapısını ortaya koymak ve bunun üstesinden nasıl gelineceğinin belirlenmesi için Siret'i kullanmak;

4. İslâm’ın bütün insanlık için istediği iyi ve adil düzeni belirlemek için Siret'i kullanmak;

5. İslâm’ın, global İslâmî hareketin ve onun bütün kesimleri için liderlik şartlarını belirlemede Siret'i kullanmak;

6. Günümüz şartlarında, ümmetin ve insanlığın problemlerini çözmek için gerekli cevapları ortaya koyacak, Siretle ilgili yeni araştırma metodolojileri geliştirmek ve uygulamak;

7. Klâsik Siret literatürünün dar, tanımlayıcı ve kronolojik kalıplarından sıyrılmak;

8. Gelecekteki eylemler için hipotezler ve faraziyeler geliştirmek ve onları Siret bünyesinde test etmek;

9. Adalet gibi anahtar kelimeleri tanımlamak ve onları günümüz siyasi, ekonomik ve sosyal şartlarında uygulamak;

10. İslâm Devleti’ni tanımlamak ve bu tür devletlerin günümüz şartlarında nasıl kurulacağını açıklamak;

11. Hz. Peygamber’in siretindeki İslâmî Hareket’in köklerini ve metodlarını sağlam bir şekilde inşâ etmek.

Mevcut sorunlar konusunda Müslüman düşüncenin birleşmesini temin etmek için, Siret’in uzun süreli uygulama süreci başlatıldığında, geçmişte mezhepler arasında belirsizliğe ve sertliğe neden olmuş teolojik tartışmalardan şiddetle kaçınmalıyız. Bu tür meseleler bütün pratik hedefler açısından bugün ölüdür veya en azından önemsizdir. Yeni fikirler yeni ve açık bir yaklaşıma ihtiyaç duyarlar.

Açık uçlu bir Siret araştırmasıyla ortaya konan yeni fikirler daha sonra uygulanabilir ve sonuçların Siretle bir sağlaması yapılabilir. Bu aşamadan sonra Siret yeni fikirler, eylemler ve sonuçlar için dinamik bir paradigma olur. Yeni fikirler yeniden düzenlenip değiştirilebilir ve belirli zaman ve mekânda başarılı sonuçlar elde etmek için uygulamaya konulabilir. Bu süreç tarihi şekillendirmek yeni İslâm toplumunu oluşturmak, yeni İslâm Devletleri kurmak vs. için belirsiz geleceğe doğru devamlı sürdürülmelidir. Bu suretle biz Siret'i yeni fikirler, hipotezler ve politik seçenekler için daimi ve devingen bir kaynak yapmış oluruz. Ne zaman ki Müslümanlar çağdaş tarihin her aşamasında Siret'i aktif bir rehber olarak kullanmayı öğrenirler, işte o zaman Hz. Peygamber’in (sav) siretinin tam anlamıyla kavrandığı görülecektir.

Bu illa ki her aşamada başarılı olunacak anlamına gelmez; bazen Hz. Peygamber bile başarısızlığı tatmıştır. Fakat yapılacak iş başarısızlığı asgariye indirmek, başarısızlığın sebeplerinin değerlendirilmesini ve metod revizyonunu kolaylaştırmaktır. Siret temeline oturtulmuş bir siyasi sistem kararlı ve uzun ömürlü olur. Bu durum temel meselelerde geniş bir kamuoyu ittifakının oluşmasını kolaylaştıracak, kişilikler ve parti mevkilerinde sertlik olmaksızın tartışma ortamının doğmasına yol açacaktır.

Aşağıda ulemânın, bilginlerin, araştırmacıların, öğrencilerin ve yazarların ilgi alanlarına girecek araştırma konuları verilmiştir. Tabiatı gereği Siret ve tabiki bizim sorunlarımız için detaylı bir liste yapamayız. Elimizdeki Siret bilgisi hali hazırda pek geniştir; ümmetin problemlerini çözmek için Siretten derilecek yeni anlayışlara vurgu yapılmalıdır. Örneğin; bizden mevcut dertlerimize yol açan en önemli faktörün ne olduğunu söylememiz istendiğinde bunun güç yoksunluğu olduğunu söylemeliyiz. Bu yüzden güç meselesi, onun tanımı, elde edilmesi ve kullanılması çalışmamızın önemli bir kısmını işgal etmelidir.

Biz biliyoruz ki, Peygamber (sav) işine güçten mahrum olarak başlamıştır. Hayatının sonunda ise, Arap yarım adasının büyük çoğunluğuna komuta eden ve zamanın ”süper güçleri” olan Pers ve Bizans imparatorluklarının yerini almaya muktedir bir devletin başındaydı. Bunlar bugünün koşullarında Müslümanların tekrarlaması gereken tarihi başarılardır. Eski Sovyetler Birliği’nin Afganistan’da, Amerika’nın İran, Vietnam ve Somali’de ve İsrail’in Lübnan’da aldıkları yenilgiler en kötü ve en yetersiz koşullarda bile nelerin mümkün olabileceğini göstermiştir. Açıkçası eğer şartlar düzeltilirse daha fazlasını yapabiliriz. Siret temeline oturtulmuş bir alternatif  medeniyet taslağı ve haritası çizmek boş bir uğraş değildir. Bilâkis, yenilgi parçalanmışlık ve küfrün gücüne kölelik olan karanlık dönemlerimizden İslâm’ı ve ümmeti kurtarma yolunda yapılması gereken mantıksal bir adımdır bu.

 

ÖNGÖRÜLEN ARAŞTIRMA SAHALARI

1. Çağdaş Siret Literatürünün Gözden Geçirilmesi

Zamanın Arap kültürel gelenekleri içinde yazılan ilk Siret kaynakları cazip bir araştırma     sahasıdır. Sözlü kıssalar ve şiir geleneği İbn-i İshak’ın büyük boyutlu Siret’inin ve el- Vakidî’nin Meğâzî’sinin oluşmasına öncülük etti. Biz burada o dönemle ilgilenmiyoruz; bizim bilmek istediğimiz İslâm’ın gücünün zayıflamasının, sünnet ve Siret araştıma ve yazımını nasıl etkilediğidir. Biz tabii ki, Siret yoluyla ümmetin çağdaş sorunlarının çözülmesini ilk isteyenler değiliz. Osman don Fodio 19. yy’ın başlarında Batı Afrika’da Sokoto Hilâfeti’ni kurmuştu. Kendisinin, ailesinin ve takipçilerinin hicreti ve cihadı da içerecek şekilde Siret metodunu takip ettikleri söylenmektedir. Son iki yy. boyunca Batı’ya karşı direnmek için, ilham kaynağı ve mücadele metodu olarak Siret'i ön plana çıkaran birçok şahsiyetler ortaya çıkmıştır. Onlar tarafından ya da onlar hakkında yazılan eserler büyük önem arz etmektedir ve enine boyuna analiz edilmelidir. Türkçe, Urduca, Bangladeşçe, Malayca ve İngilizce gibi dillerde yazılan yakın geçmişteki eserler İran’daki İslâm Devriminden etkilenmiş gözüküyor. Siret'in İslâm Devrimi’ne yol açan Şii geleneğindeki gelişmeleri, nasıl ve ne şekilde etkilediği ise ayrı bir dikkat çekmesi gereken konudur. Son iki yy. ’daki Siret yazısının bir incelenmesi, İslâm gücünün hızlı gerilediği bir dönem süresince Siret’in Müslüman siyasi ve dini düşünceyi nasıl etkilediğine dair çıkarımlar verilebilir.

2. Son Peygamber ya da Hatemül Enbiya

Muhammed bin Abdullah’ın (sav) Hatemü’l-Enbiya oluşu İslâm inanışının temel taşlarından biridir (33: 40). Akide olarak, bunu tekrar belirtmeye gerek yok. Fakat tarihin ve özellikle de Müslüman siyasi düşüncenin evrimi açısından bu gerçeğin bazı imaları vardır. Örneğin, yeni bir peygamberin gelmeyeceği ve doğrudan vahyin tamamlandığı gerçeğine Sirette büyük vurgu yapılır. Kur’ân’ın  yaşayan manifestosu olan Siret Kur’an için bir anahtardır da. Bu sebebten Siret ilk tefsir olarak da tanımlanır. Bilginler bunun bütün yönlerini araştırmak isteyebilir. Şunu net olarak söyleyebiliriz ki, Müslümanların İslâm'ın köklerinden sapmaları küçük boyutlu ve geçici olabilir. Ki İslâm, uzun bir sapmadan sonra bütün Müslümanların kendine döndürecek bir iç yapılanmacı çok yönlülük, çekicilik ve mekanizmaya sahiptir. Ayrıca, Müslümanların sapmasının doğası ve limitleri, karmaşık olabilecek tarihi süreçler ve İslâm’ın köklerine dönüş çabaları hakkında çok şey öğrenebilir. Yine, Müslümanların ve İslâmî hareketlerin düşünce süreçlerini ve siyasi programlarını düzeltme çabalarında karşılaştıkları önemli yapısal engeller meselesi de vardır. Bu yapısal engellerin açık örnekleri, dünyanın birçok yerinde çeşitli mezheplerin (düşünce ekolleri) ve geleneksel dini grupların benimsediği -çoğunlukla sapkın- ikincil teolojik meseleler, milliyetçilik ve ulus-devletlerdir. Bu tarihin bütün zamanlarında Siret sınırları içinde Müslümanların dinamik entelektüel gelenekler geliştirmesinin önemini inkar etmek için değildir. Aksine böyle entelektüel geleneklerin değişik zaman ve mekanlarda büyümesi ve tomurcuklanmasına ihtiyacımız vardır.

3. İslâm’a Muhalefet

İslâm, Muhammed (sav)’in peygamberliğin başlangıcından O’nun hayatının sonuna kadar şiddetli muhalefet ile karşı karşıya olmuştur. Hz. Peygamber'in bu daimi muhalefetle uğraşma metodu Siret'in ayrılmaz bir parçasıdır. Onu aydınlatmaya ve araştırmaya ve bugünün koşullarında nasıl uygulanabileceğini incelemeye ihtiyacımız vardır.

Bundan başka, bu muhalefetin geniş bir taslağı Sirette kayıtlı ve tanımlı iken, muhalefetin kendisi bir fenomen olarak analiz edilmemiştir. Çağdaş dünyada İslâm’a muhalefet esasında, Hz. Peygamber’in (sav) zamanındaki İslâm’a muhalefetin bir devamı mıdır? Eğer öyleyse, bu durumda biz çağdaş İslâm düşmanlığını anlama ve bu tehditi en iyi nasıl karşılayabilme hususunda daha iyi donanımlıyız.

4. Liderlik

Hz. Peygamber (sav) risaletin gelişinden hayatının sonuna kadar halkının tartışmasız lideri olduğuna göre, Siret bir liderde olması gereken niteliklerin neler olduğunu ortaya koyan zengin bir kaynaktır. İslâm’da lider ve liderlik peygamberde örneğini bulduğu şekliyle, önemli bir araştırma sahasıdır. (3/159; 9/128; 15/88). Hz. Peygamber'in liderlik eğitim metotları ve programları nelerdir? Buna verilecek cevaplar eğitim alanındaki çağdaş problemlerimiz için anahtar rolünü oynar. ”İslâmî partilerdeki” liderliğin başarısızlıkları ürünü oldukları eğitim sistemlerine bağlanabilir. Şii ekolündeki eğitim sistemi mi İslâm Devrimi’ni mümkün kılan liderliği meydana getirdi? Dünyanın diğer yerlerindeki “İslâmî eğitim” sistemleri için hangi dersler alınmalıdır? Bu da zengin bir araştırma sahası sunar.

Sirette liderlik, Peygamber’in (sav) ölümünden sonra da devam etmesi için güçlü bir kavramsal tabana sahiptir. Şii ve Sünni ekolleri arasında Hz. Peygamber’in halefi olma hususunda ciddi zıtlaşmalar olmuştur. Bu konu etrafında, bir sürü “tâli teoloji” konuları yazılmıştır. Bunlara tekrar değinmek istemiyoruz.

Fakat bugünün hakim koşullarında, bu konuda Müslüman siyasi düşüncenin birleşmesini gösteren işaretler vardır. Bununla birlikte, burada bir mesele özellikle önemlidir: Global İslâmî Hareket bünyesinde yapılan yeni araştırmalar ihtilâfları asgariye indiren ve üzerinde açıkca mutabık olunan konuları yayan alanlar üzerinde yoğunlaşmalıdır. Mezhepçi bir ruhla yazılan ve herhangi bir konuda bir mezhepçi duruşu öne çıkaran eserler artık kabul edilemez. Kur’ân’ın deyimiyle tarihi ihtilaflarımızı bir kenara koymalı ve “kendi aralarında merhametli” olmayı öğrenmeliyiz (Kur’ân: 28/29).

5. Mekke’deki Kabilevî Toplum

Mekke’deki toplum yapısının bir incelemesi, onun iktidar yapısını ve hiyerarşisini ortaya çıkarmak ve Hz. Peygamber’in (sav) nasıl bir çevrede kararlar aldığını anlamak açısından önemlidir. Mekke’de önemli ölçüde güç ve nüfuz sahibi kimseler vardı. Yine, Mekke toplumunda büyük zaaflıklar, rekabetler ve zıtlıklar vardı. Hz. Peygamber’in bu toplumla uğraşması; Mekke toplumunu ve yakın çevresini kullanması Siret’in esaslı bir kısmını teşkil eder. Mekke’deki küçük Müslüman topluluğun organizesi, küçük toplulukların kendilerinden daha büyüklerle nasıl uğraşacağı ve onlara galebe çalacağı konusunda birçok dersler sunar. Habeşistan’a ilk hicret ve Necaşi ile yapılan ilk görüşmeler bu çerçevede ele alınabilir.

6. Hicret

Medine’ye hicret, Peygamber (sav) siretinde en büyük tek olaydır. O’nun  bu hicrete nasıl hazırlandığı geleneksel Siret literatüründe yazılıdır. Bu olay, bir yerdeki büyük zorlukların başka bir yerde bir güç üssü kurarark üstesinden gelme metodu olarak, derinliğine incelenmeye muhtaçtır. Peygamber’in (sav) Mekke’yi temelli olarak terketmediği açıktı. O, bir fatih ve kurtarıcı olarak tekrar dönmeyi hedeflemişti. Medine’ye varır varmaz attığı adımlar, Mekke otoritesine kafa tutma niyetinin göstergeleriydi. Öyle ki, bunun savaşı da içereceği Peygamber’in (sav) Medine’deki ilk hareketlerinden ve kendisini savunma sözü vermiş oradaki kabilelerle yaptığı antlaşmalardan belliydi. Birinin temelli olarak hakimiyeti altına almak için hazırlık yapmak üzere kendi normal düşman çevresini terk etmesi tarihte bilinen bir olgudur. Peygamber’in (sav) bu metodu kullanması, çok dikkatli olarak ele alınmalıdır. Öğrenilecek çok siyasi ders ve bugünün koşullarında kullanılmak için geliştirilecek çok teknik vardır.

Habeşistan’a ilk hicret ve Necaşi ile yapılan görüşmeler bu bağlamda ele alınmalıdır. Bu hicretin sonuçları, Peygamber’in (sav) Mekke’nin dışında yeni bir güç üssü elde etmek için daha büyük bir hicreti istemeye veya planlamaya teşvik etmiş midir? Alternatif bir güç merkezi geliştirme metodu olarak hicret, detaylı bir şekilde incelenmeyi gerektirir.

7. Güç Arayışı

Bu, incelemeye başlamamız gereken Siret’in özüdür. İslâm’da güç, diğer tarihi ve siyasi durumlardaki güç gibi değildir. İslâm’da güç, büyük güçler, süper güçler, bölgesel güçler, küçük güçler vs. gibi çağdaş terimlerin kullanımındaki gibi aynı anlamı içermemektedir. Siret’te güç, diğer bütün şekillerin üzerinde bir ilave niteliğe sahiptir.

Yüzlerce yıllık gerileme ve fiziksel yenilgiye rağmen, İslâm’ın, bugünün dünyasında tatbik ettiği global gücü ve varlığı hiç bir şey açıklayamaz. Sömürgeci güçler, müslüman gücünün bünyesinde bulunduğu yapıları yenme ve imha etmede başarılı olmuş olabilirler. Fakat, İslâm’ın askeri güçle yok edilemeyecek bir gücü vardır. İslâm, siyasi ve askeri yapılara bağlı olmayan bir reaktif kapasiteye sahiptir.

İslâm siyasi ve askeri yapıya sahip değildir. Fakat uzun vadede hayatta kalmayı, fiziki eylem, işgal veya askeri istila yoluyla imha olmaktan münezzeh olan bir güç ile sağlar. Bu güç nedir? Nasıl tanımlanabilir? Siret’te ona dalalet eden olaylar nelerdir? Siret ayrıca, bir yenilgi ve parçalanma döneminin ardından İslam gücünün yapısal temellerini ve kurumlarının yeniden inşası için de bir rehberdir. Gücü, onun yapılarından ayırma yetisi de İslâm’a özgüdür. İslâm Devleti’ni kurma süreci, yeni güç yapıları kurma hamlesi olarak görülebilir. Tarihteki bütün eski medeniyetler -Çin, Hindistan, Mezopotamya, Mısır, Yunan vs. - şaşaalı dönemlerini yaşamışlar ve bir daha görünmemek üzere kaybolmuşlardır. Bu konuda İslâm medeniyeti tektir; tektir çünkü yenilenme sürecindedir; tektir çünkü bu amaç için kullanılabilecek tarihsel bir geniş güç tabanına sahiptir. Artık bu davaya bağlı, bütün mümkün seçenekleri inceleyen ve Siret’i rehber kabul eden bir global ümmet vardır.

8. Müzakereler, Antlaşmalar ve İttifaklar

Bunlar Siret’te önemli rol oynamışlardır. Peygamber olmadan önce de O’nun (sav) hayatında bunların örnekleri olmuştur. O, bütünleştirici ve dürüst birisi olarak biliniyordu. Araplar O'nu, ‘el-Emîn’ diye çağırdılar. Kâbe’nin yeniden inşâsı ve Haceru’l-Esved’in yerleştirilmesi hususunda çıkan potansiyel kanlı bir zıtlaşmayı önlemiş ve arabuluculuk yapmıştı. Peygamber olduktan sonra, Mekke’deki düşmanlarıyla ve Mekke’nin etrafındaki kabilelerle barış içerisinde olmayı yeğlemiştir. Bu dönem boyunca, kendisine ve diğer Müslümanlara işkence edenlerden acımasızca intikam almış birisi olarak tanınmadı. Peygamber (sav), Medine’ye hicretin temellerinin atıldığı iki Akabe Sözleşmesi’ni de sabırlı bir şekilde tamamlamıştır. Ne zaman ki Medine’ye hicret tamamlandı, işte o zaman, ikisi de Yahudi olmak üzere, birçoğu düşman olan şehir kabileleriyle antlaşma imzaladı. Siret’te ‘Sahife’ olarak bilinen bu sosyal sözleşme, Medine Anayasası olarak da bilinir. Bu konuda birçok soru ortaya çıkıyor. Örneğin; Medine Anayasası, Peygamber’in (sav) dış düşmanlarına karşı iç düşmanlarını nötralize etmek için mi planlanmıştı? Medine Anayasası, lâyık olduğu şekilde derinliğine incelenmemiştir. Hicret’in 6. yılında Peygamber (sav), Mekke müşrikleriyle Hudeybiye Anlaşması’nı imzalamıştı. Birçok Sahâbî, anlaşma hükümlerinin Mekkeliler’in lehine ve Müslümanları aşağılayan nitelikte olduğunu düşünmüşlerdi. Bu yüzden, Peygamber (sav), mümkün olan her zamanda savaştan sakınmayı tercih edecek kadar barışçı idi; ne var ki, Hicret’ten sonra müşriklerle erken bir askeri çatışmayı da arzu etmişti. Peygamber’in (sav) düşmanlarıyla yaptığı barış antlaşmalarının ve ittifakların, İslâm’ın nihâi zaferi için güç toplama süresini kazanmak amacıyla yapıldığı iddia edilebilir. Burada bu türden iki veya üç örnek zikredilmiştir. Siret’te bunun örnekleri vardır. Bu sahada yapılacak detaylı araştırma ve analizler,  İslâmî  Hareket’in ve İslâm Devleti’nin gelecekteki tavırları için bir model sağlayabilir.

9. Siyasetin Tanımı

Çağdaş dünyada siyaset neredeyse bir ‘kirli oyun’ gibi algılanmaktadır. Ayrıca ‘her zaman, herkesi aldatma’ oyunu olarak da mütalaa edilmektedir. Ciddi ve akademik çevrelerde siyaset, güçlülerin kendi ülkelerinde iktidarda kalma veya iktidarını perçinleme ya da diğer ülkelerle ilişkilerinde güçlü olma temeline dayandırılır. Siyaset sanki sıfırların toplamı oyunudur; birinin kaybettiği, diğerinin kazandığıdır veya denk olanlardan birinin kazanması veya bir diğerinin kayıplarının artmasıdır.

Burada şunu belirtmeliyiz ki siyaset, Kur’ân’da ya da ilk dönem Siret literatüründe hiç geçmez. Ne var ki  Peygamber (sav), devamlı bugün siyaset olarak adlandırılan faaliyetlerde bulunmuştur.

Bu, insanların, bütün düzeylerde örgütlenmesi, vergi ve zekât toplanması, pazar yerlerinin tanzimi, liderlik, yöneticilik, yabancı ülkelere elçiler göndermek, valiler atamak, askerî eğitim, istihbarat toplamak, savaşlar ve diğer küçük boyutlu askeri seriyyeler gibi faaliyetleri içerir. Üstelik Peygamber (sav), bu faaliyetlerin büyük bir kısmını Medine’de olduğu kadar, Mekke’de de yürütmüştür. Fark şu ki, Mekke’de toprağa sahip bir devleti yoktu. Bu demek olabilir ki, İslam’da siyasetin bütün yönleri uygulanabilir ve bir toprak parçası olsun ya da olmasın ifa edilmesi zorunludur da. O halde davâ, İslâm’da siyasetin, bir arazi tabanına otursun ya da oturmasın, uygulanabilmesi ve zorunlu olması mıdır? Ve mümkün olduğunca çabuk, bir toprak parçasını üs olarak kurmak da farz mıdır? Hatta bu, hicreti de gerektirse bile. Eğer öyleyse, bu noktada önemli bir fark karşımıza çıkar. Siyaset ve siyasi süreçler, illâ ki her zaman devletle ilişkili değildir. Mümkündür ki İslâm’ın siyasi süreçleri, bir devlet olmadan eyleme dökülürse, kaçınılmaz olarak devlete gidilecektir. Durum bu olunca, (Siret de, bu görüşü destekler görünmektedir.) İslâmî Hareket’in söylemleri sağlam ve derindir.

Bazı sûfî şeyhleri de kendi tarikatlarını ‘vatansız İslâm Devletleri’ gibi yönetmişlerdir. Fakat her ne kadar bazıları çok ciddi muhalefetle karşılaşmış ve cihad ilân etmişlerse de, hiçbiri sûfî temellere dayanan bir İslâm Devleti kuramamışlardır. Bu da, yeni araştırmalar için önemli bir sahadır. Bu eserlerin bazıları, idarecilikle ilgili ulu’l-emr, hılâfet ve velâyet gibi Kur’ânî kavramları hesaba katmalıdır.

10. İslâmî Hareket

İslâmî Hareket kavramına, İslâm Tarihi’nde, Siret, tarih, fıkıh ve usûlü’d-dîn tarihinde rastlanmamaktadır. Yaygın olarak kullanılmaya son zamanlarda, özellikle de Osmanlı Hılâfeti’nin 1924’te kaldırılmasıyla başlanmıştır. Ne ki Siret’in kendisini kemâle ermiş, şümullü ilk İslâmî Hareket olarak ileri sürmek de zor değildir. Bu durumda şu soru ortaya çıkıyor: Bin üç yüz yıldan fazla bir zamanda Siret, niçin İslâmî Hareket olarak görülmemiştir? Bu soruya verilebilecek cevap, şu olabilir: Bir İslâm Devleti ve onun başında bir Halife olduğu müddetçe, İslâmî Hareket’e olan ihtiyaç, gün yüzüne çıkmaz ya da en azından fark edilmez. 1924’ten sonra ‘İslâmî Hareket’, Hılâfet’in yokluğunda en azından Sünni dünyada bu boşluğu dolduran vatansız bir İslâm Devleti olmuştur. Vatanlı İslâm Devleti’ni kurma mücadelesi, İslâmî Hareket olarak bilinegelmiştir. İslâmî Hareket’in ortaya çıkışı, İslâm tarihinde yeni bir dönem başlattı. Hasan el-Bennâ’nın, 1928’de Mısır’da ve Mevdûdî’nin 1941’de Hindistan’da başlattıkları hareketler, İslâm Devleti’ni kurmak için gerekli unsurları bir araya getirmede hilafet sonrası ilk deneyimler olarak görülebilir. İslâmî Hareket bugün global emperyalizmin çıkarları için milliyetçiliğin empoze ettiği siyasi sınırları aşan global bir fenomen olmuştur. İran’daki İslâm Devrimi, Şii ekoldeki içtihat temeline oturmuş teolojik formülasyonlardaki devrimin bir ürünüdür. Fakat  kurulu düzeni yıkmanın son aşamalarına ve onun yerine yeni bir İslâm Devleti kurmaya gelindiğinde, durum daha bir ciddiyet ve önem arz eder. İslâm Devrimi, liderlik ve yöneticilik konularında, Şii ve Sünni düşüncenin ortak bir noktada buluşmasını temin edinceye kadar, Siret’in araştırılmasının büyük bir önemi vardır. İslâm’daki parçalanmışlık ancak Siret bünyesi içerisinde giderilebilir. Sîret bütün Müslümanlar için ortak bir zemindir ve Müslümanların üzerinde kaymadan duracakları da tek zemindir. Global İslâmî hareketin temeli olarak Siret’in bilinçli bir şekilde anlaşılması hareketi bütünleştirecek ve Ümmet’in ortak hedeflerini berraklaştıracaktır. Temel olarak Sîret, liderlik, büyüme safhaları ve nihâi hedefler gibi meselelerde İslâmi Hareket’in bazı kesimlerinde bugün var olan gerilimleri ortadan kaldırmaya yarayacaktır.

Bu önemli safhadaki araştırmalar, bugün bütün dünyadaki Müslümanların karşılaştığı önemli sonuçların çözümleri için gerekli orjinal Siret düşüncesi ve reformülasyonu için büyük alan sunmaktadır. İslâmi gruplarca basılan dergi ve gazetelerde de birçok İslâmi Hareket tanımları vardır. İslâmi Hareket’i Siret açısından bir tanımlama girişimi, onun gelişmesi ve metod ve hedeflerinin birbiriyle uyumunu sağlamak için oldukça faydalıdır. Bu alanda yapılacak araştırma ayrıca, İslâmi Hareket’in gelecekteki teşkilatlanmaları, öncelikleri, metodları ve hedefleri için faraziyeler ve hipotezler geliştirmemize yardımcı olabilir. Bir anlamda, İslâmî Hareket bugünün koşullarında Sîret’i takip etmektir. Bunun olması için iki şartın yerine getirilmesi gerekir:

a. Sîret öyle derinlemesine anlaşılmalıdır ki bugün uygulanabilsin.

b. Bugün hakim olan koşulları anlaşılması.

Öyle görülüyor ki, Müslümanlar uzun bir süredir bu şartlardan hiçbirini kısmen dahi yerine getirememişlerdir. Siret’i inceleyen ve anladığını iddia edenler çağdaş dünyayı anlamamışlardır. Bu İslâmî Hareket’in bütün kesimlerinin ortak bir zaafıdır. Bu yüzden hepsi de etkili bir performans göstermekten oldukça uzaktır.

11. İslâm Devleti’nin Tanımı

Bu sahada bir kafa karışıklığı yaygındır. Sömürgeci güçlerin peydahladığı ulus-devletler de İslâm Devleti olduklarını iddia etmektedirler. Bir “İslâm Sekretaryası” kurmuşlar ve “İslâmcı Dışişleri Bakanları” yıllık konferanslar düzenlemişlerdir. İslâmî Hareket’in bazı kesimleri, bu ulus-devletlerin bir şekilde demokratik yoldan değiştirilip İslâm Devletleri’ne dönüştürülebileceği görüşünü benimsemişlerdir. Ayrıca bazı kesimler, bütün gerekenin bir ‘İslâmî Parti’ çatısı altında bir seçim kazanmak ve o ülkenin idaresini bir ‘İslâmî İdare’ye’ dönüştürmek olduğu görüşünü benimsemişlerdi. Bu görüş, Pakistan’da Mevdûdî tarafından kabul edildi ve hâlâ İhvân-ı Müslimîn, Tanzîmü‘l Devle kanadının durduğu pozisyondur. Bu görüşün yanlış olan tarafı, milliyetçilik temeli üzerine kurulmuş herhangi bir devletin tarihinden ve temellerinden milliyetçiliği ve diğer sömürü kalıntılarını kökünden temizlemeden onun bir İslâm Devleti’ne dönüştürülemeyeceğinin kavranamamış olmasıdır.

Bu, artık İslâm dünyasının ve İslâmî Hareket’in bütün kesimlerinin büyük ölçüde kabul ettiği bir gerçektir. Klâsik Sünni düşüncede, bir devletin başı kendisini “Halife” olarak takdim ettiği müddetçe, o devleti ‘İslâmî’ olarak kabul etmeye eğilimli bir düşünce var olagelmiştir. Böylelikle, mesele üzerindeki tartışma devleti by-pass etmiş ve Sünni “tâli teoloji” bir yönetici biat edilmeye hak kazanmadan önce kendisinde var olması gereken asgari şartları tanımlamada yoğunlaşmıştır. Dahası,” Bir hânedan yöneticisi tahtını ve hanedanının haklarını korumak için bu şartları askıya alabilir” görüşü bile kabul edilmiştir. İslâm Devleti’ni, Siret’teki kökeni göz önünde bulundurularak tanımlama zamanı gelmiştir. Bir kere bu yapıldı mı, otorite ve liderlik kaynağı olarak hilafet ve velâyet, minimal şartlarda biat meselesi olmaktan daha ziyade, İslâm Devleti bağlamında yeniden tanımlanmalıdır. Mevcut siyasi yapıları, İslâm Devletleri’ne dönüştürmeyi gerektiren tarihi süreçlerin yorumlanması, İslâmî Hareket bünyesinde çalışan Müslüman entellektüellerin karşı karşıya bulunduğu çetin bir meseledir.

12. Hz.Peygamber’in (sav) Askeri Seferleri

Bu, bazı zorlukları olan önemli bir sahadır. Peygamber’in (sav) Medine’den başlattığı 68’den fazla askeri seferi vardır.

Bunlardan bazıları, Hicret’in 2.yılında Bedir Savaşı’na da neden olan ticaret kervanlarına zarar verme niyetiyle yapılan seferlerdir. Aynı konumdaki başka bir imparator, yönetici veya maceracı, düşmanlarını bertaraf etmeden gücünü bu derece sağlama almak için, Medine’de birkaç yıl barış ortamına ihtiyaç duyulabilirdi. Peygamber (sav), tam tersini yaptı. Bir avuç takipçisiyle, oldukça güçlü Mekke müşrikleri arasında erken bir cepheleşmeyi seçti. O (sav), Mekkeliler’e karşı alınacak bir zaferin, Medine’de bile gücü sağlama almak için gerekli olduğunun farkına vardı. O zaman Mekkeliler’i kışkırtmak aklın değil, inancın bir eylemiydi. Askeri seferlerin hepsini bu bağlamda ele almalıyız. Hz.Peygamber’in (sav) askeri seferler yoluyla takip ettiği ana hedefler nelerdi? Böyle kısa bir süre içerisinde niye birçok askeri seferler düzenlenmiştir?

13. Bir Alternatif Medeniyet Kaynağı

Bugün bütün insanlık, bir tek medeniyetin, onun gücünün, değerlerinin, kültürünün ve ekonomisinin kıskacındadır. Bu hakim güç, Batı Medeniyeti’dir. İslâm Medeniyeti ise, dünyanın farklı yerlerinde çeşitli şekillerde parçalanmış bir alt-kültür olarak varlığını sürdürmektedir. İslâm artık her ne kadar global olan güçlü değerlere sahip ise de -ki bu değerler, şimdi global bir kültürel ve siyasi yapı olarak durmaktadır- global bir güce ve işleyen bir ekonomik sisteme sahip olduğunu iddia edemez. Batı’nın şimdi ‘fundamentalist’ ve ‘terörist’ olarak damgalamaya çalıştığı bu global siyasi varlıktır. Batı’yı Kureyş ile ve medeniyetini de Cahiliye ile karşılaştırabilir miyiz? Bütün Müslümanlar, Batı’nın dünyadan İslâm’ın bütün izlerini silmeye kararlı olduğunda hemfikirdirler. Dünyanın büyük bir kısmında ekonomik ve siyasi hegemonyasını kurmuş olan Batı, İslâm’ın bir daha kendisine asla meydan okumayacağına herkesi inandırmak istiyor. Batı sadece İslâm’ı kendi hakimiyetine karşı bir tehdit kaynağı olarak görmektedir. Bu tehdit, Batı’nın kendilerini ve İslâm’ı soktuğu darboğazdan kurtulmak gerektiğine inanan bütün Müslümanların bunun bilincinde olmalarında mündemiçtir. Bir düzeyde, bu Batı’nın manipülasyon ve kontrolünden kurtulmak için, bütün Müslüman ülkelerde İslâmî devrimleri meydana getirme sorunudur. Fakat bu, yeterli değildir. Bütün insanlığa barış, güvenlik, ahlâkî yücelik v e ekonomik ve sosyal adalet sunan yeni bir İslâm Medeniyeti oluşturmaya çalışmalıyız. Peygamber’in (sav) sireti, bu yeni medeniyetin köklerinin var olduğu topraktır. Bu kökler bulunmalı, tanımlanmalı ve geliştirilmelidir. İslâm ve Batı arasındaki mücadelenin neticesini bombalar ve teknoloji belirlemeyecektir; bu savaşın neticesini, bütün insanlara daha fazla huzur, güven, sağlık ve hepsinden önemlisi adalet sunan daha üstün bir medeniyetin ortaya çıkışı belirleyecektir. Batı Medeniyetinin temellerini zulüm, tecavüz, köleleştirme, sömürü, vahşilik, savaş, soykırım, ahlâksızlık, eşitsizlik ve adaletsizlik oluşturmaktadır. Batı’nın gerçek yüzü, Batı’daki insanlar da dâhil, bütün insanlığa gösterilmelidir. Ve eşzamanlı olarak Peygamber’in (sav) siretinden yeni alternatif bir İslâm Medeniyeti şekillendirilmelidir. Bunu yaparken de elbette, araştırma metodolojilerinin biçiminde bazı zorluklarla karşılaşılacaktır. Bu, orijinal, hatta spekülatif bir zengin sahadır.

Sonuç

İslâm Peygamberi’nin sireti, kısa bir makalede ayrıntılı olarak anlatılamayacak kadar geniş bir ummandır. Aksini söylemek boşunadır. Bu makalenin amacı, mümkün olduğunca kısa bir şekilde anlatılması gereken meseleleri göstermektedir.

Ulemâ, bilginler, entellektüeller, öğrenciler ve yazarlar, kendi önceliklerine göre, bu konuların biri ya da birkaçı üzerinde yoğunlaşacaktır. Bu yönde bir çalışma başlatıldı mı, Siret’in anlaşılması hususunda yeni fikirler ve yaklaşımlar ortaya çıkacaktır. Ümmet’i, Siret’in ortak zeminine çekecek böyle bir entellektüel devrim, global İslâmî Hareket’in istikbaldeki başarısı için bir ön gerekliliktir. Ancak bu şekildi Ümmet, içinde bulunduğu Neo-Cahiliyye durumundan kurtulabilir ve gelecekteki Yeni İslâm Medeniyeti Çağı için temeller atılabilir.

Çeviren: Adem YALÇIN  

Bu haber toplam 1316 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.