ANADOLU'DAKİ AMERİKA / Köşe Yazısı - Mehmet Ali ÇETİN

10.02.2016 09:10:40
Mehmet Ali ÇETİN

Mehmet Ali ÇETİN

 ADADOLU’DAKİ AMERİKA

Anadolu’daki Amerikan yayılmasının 19 yüzyıldan başlayıp gönümüze kadar kalıcı etkiler bıraktığı herkesin malumudur. 18 yüzyılının sonunda bağımsızlığını kazanan genç Amerikan devleti istikbalinin ticarette gelişmekte olacağının farkındaydı. Bu amaçla Amerikan çıkarları adı altında yeni pazar yerlerini sömürmek için her türlü hazırlıklara başladılar.

Bunları gerçekleştirmek için iki yol seçmişlerdir. Birinci yol askeri yol; bu yol yüzü sert soğuk yanıdır. İkincisi ise daha sıcak sempatik insancıl bir mekanizma şeklindeydi. Birinci yol biraz sor, sıkıntılı ve bir hayli masraflıydı. İkincisi ise daha kolay kazançlı bir yol idi.  Amerikalılar genel olarak çıkarlarını korumada ikinci yolu tercih ettiler. Ancak kendilerine karşı çıkan siyasi, askeri ve ekonomik engelleri bertaraf etmek için askeri donanmalarını kullanmaktan hiç çekinmediler.  

Yeni Pazar arayışına girişilen Amerikan Devleti konumu itibariyle ekonomik ve ticaret yollarının merkezinde yer alan Osmanlı İmparatorluğu ile sıcak ilişkiler kurmaya başladı. 19 yüzyılın ilk yarısında başta tacirler ve denizciler olmak üzere misyonerler, mühendisler, mucitler, zanaatkarlar, bilim adamları ve maceracılar Anadolu’ya akın ettiler. Bunların içerisinde, etkileri itibarıyla en kalıcı olanlar kuşkusuz sonuçları günümüzde bile hissedilen misyonerlerin yaptıkları çalışmalar oldu.  Misyonerlerin ilahi gerekçesi, İsa’nın Havarilerine “Gidiniz! Gerçeği (Kutsal Kitabı ) onlara anlatınız!” şeklinde buyruğunda gizlidir.

Misyoner sözcüğü, Latincede göndermek fiiliyle ilgilidir. 16 yüzyıldan itibaren Hıristiyan inanışını vaaz vermek ve ayinleri yönetmek yetkisiyle donatılmış din adamlarının çevreye gönderilmesine misyon denir. Bu gibi görevlilere de misyoner adı verilir. 17 yüzyıldan itibaren ise ticari yada siyasi amaçlarla yabancı bir ülkeye özel görevliler gönderilmesine de misyon adı verilmiş, kısaca özel bir görevle görevlendirilerek ve yetkili kılınarak yabancı diyarlara gönderilmek olgusuna misyon dendiği anlaşılmaktadır.

Misyonerlik tarihi incelendiğinde faaliyetleri açısından çeşitli farklı dönemsel oluşumlardan geçtikleri görülecektir. Bu dönemleri özetlersek havariler dönemi (MS 33-100), Kilise Korucuları Dönemi (MS 100-800), Ortaçağ Dönemi (800-1500), Reformasyon Dönemi (1500-1650), Reformasyon sonrası Dönem (1650-1800) olarak başlıca beş döneme ayrılırlar. 19 yüzyılın ilk çeyreği misyonerlerin altın çağıdır. Zira bu çağ aynı zamanda kapitalizmin emperyalizme dönüştüğü çağdır. Misyonerliğin özü dindir.

Misyonerliğin en ulvi ve kuruluş görevi dini (Hristiyanlığı) yaymaktır. Ancak bu dini amaçlarını gerçekleşmede bir adım bile ileri gidemediler. Ancak bu durum misyonerlerin başarısız olduğu anlamı taşımaz. Başta sadece dini yaymak gibi halis bir niyetle kurulan misyonerlik faaliyetleri zamanla amaç ve hedeflerinde değişikliğe gittiler. Çünkü amaç Amerikan çıkarları ise bunun içinde sadece dini faaliyetlerle sınırlandırmak doğru bir tespit yapılmış olamazdı. Bu sepetin içinde askeri, siyasi, kültürel, ticari endüstriyel ve insancıl her türlü görevi barındırır. Misyonerler bu amaçlarını gerçekleştirmek için kilise, okul, matbaa, kitap, hastane, vb. model kurumları araç olarak kullandılar. Buradan şu anlamı çıkarmak mümkündür. Misyonerlik faaliyetleri bütün uhrevi görünüşe rağmen tamamen dünyevidir.

Amerikan Misyonerlerin Anadolu’ya, Osmanlı topraklarına ilk ayak basan misyoner Pliny Fisk ve Levi Parsons adlı Amerikalı misyonerleridir. 1868 yılında ABD’deki 16 Protestan misyoner örgütünden yalnızca bir tanesi ön plana çıkmıştır. Bunlardan birisi ABCFM (Amerikan Boar of Commissioners for Foreing Missions) bir diğer adı BOARD diye anılan misyoner örgüttür. Boston’da kurulan ABCFM 16 misyoner örgütün topluca yaptığı harcamanın %30 nu tek başına yapmakta ve istihdam edilen misyonerlerin yaklaşık olarak %30 nu barındırmaktadır. Dünyadaki tüm Protestan misyoner örgütlerin %30-35 payı Amerikan misyoner örgütlerine aittir. ABCFM misyoner örgütü dünyadaki misyoner örgütlerinin başını çekmektedir.

19 yüzyılda coğrafi keşifler ile dini yayılmalar batılılar tarafından hep içe yürütülüyordu. Bazen yapılan keşifler misyonerlerin öncüsü oluyor. Bazen de misyonerler keşiflerin öncüsü olabiliyordu. Batılı kapitalist güçler ticari ilişkileri kurdukları devletlere misyonerlerle birlikte vaiz, marangoz, dokumacı, çiftçi, doktor, mimar ve mühendis göndermişlerdir. Böylelikle ticari faaliyetler ile dini faaliyetlerin ortak bir payda etrafında planlı bir şekilde yöre halkının sempatisini kazanarak yapmışlardır. Yapılan bu çalışmaların batılıların lehine ne kadar karlı ve verimli sonuçlar elde edildiği ileride görülecektir.

Osmanlı imparatorluğundaki yönetim boşluğu ve tazminat fermanında ilanıyla azınlıklara birçok hakların verilmesi misyonerlerin faaliyetlerini en üst seviyeye taşımıştır.  Tazminat ilanının etkisiyle birlikte özellikle Osmanlı İmparatorluğu ile iyi ilişkileri olan büyük zengin Ermeni sarrafların arka plana itilmesi, esnaf ve tacir olan ermeni kalabalık grupları öne çıkartmıştır.  Amerikan misyonerler esnaf ve tacir ermeni gruplarıyla ittifaklar kurarak dini, eğitim ve ticari alanlarda birçok çalışmayı beraber başlatmışlardır.

Özellikle eğitim alanındaki boşluğu iyi değerlendiren misyonerler her sınıf, kesim ve inanca sahip halkın eğitim ve okullara olan taleplerini New England kolejlerini açarak oluşan bu boşluğu kendi çıkarları doğrultusunda çok iyi bir şekilde değerlendirdiler. Misyonerler Anadolu’da açılacak bu okullar sayesinde kendi ülkelerinin kültürel, sosyal ve maddi kalkınmasını hazırlamak için entelektüel kazanımlar peşinde olan gençleri yetiştirmek ancak böyle mümkün olabilirdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun on dokuzuncu yüzyılda özellikle eğitim, sağlık ve ekonomik alanda çöküş içinde olması Tazminat Fermanın da bu anlamda katalizör görevi yapması misyonerlerin önünü bir hayli açmaktaydı. Eğitinde yapılan bu politikaların meyvesi hiç kuşkusuz Amerikan çıkarlarına ileride olumlu şekilde yansıyacaktır.

Misyonerler tarafından Anadolu da açılan okulların ilki ilkokul seviyesinde üç yıllık okullardı. Ortaokulda iki türlü okul tarzı mevcuttu. Birincisi dini eğitim verilen okullar, ikincisi ise fen-i eğitim veren eğitim kurumları olarak ayrılmışlardır. Ortaokul kısmı da öğrenciler üç yıllık eğitim görerek mezun olmaktaydılar. Bu kolejlerin en son basağını da liselerden oluşmaktaydılar liselerden fen-i okuldan mezun olanlar öğretmen, mühendis, mimar ve iş adamı olarak Amerikan ve İngiliz çıkarlarına hizmet eden okul ve şirketlerinde iş hayatına atılmışlardır.  Arada çok az kesimi de kiliselerde görev alacak din adamı olarak mezun olmuşlardır. Bu okullar gelen taleplere ve Ermeni nüfusun yoğunlukta olduğu İstanbul, İzmir, Merzifon, Harput, Mardin ve Maraş gibi Anadolu’nun birçok bölgelerinde açılmıştır.

Anadolu’nun değişik bölgesinde Amerikan Hariciyesinin de desteğiyle misyonerler tarafından birçok okulun açılması beraberinde bu okullarda okutulacak ders müfredatın hazırlanması ile ders kitapların basım işlerini de gerekli kılmaktaydı. Misyonerler tarafından ilk matbaa 1833 yılında İzmir’de Kuruldu. Özellikle İzmir bölgesinin tercih edilmesinin sebebi bu bölgedeki Osmanlı otoritenin zayıf ve rahat çalışma imkânların fazla olmasıydı. Ancak bir yandan Protestan Hristiyan cemaatin gelişmesi, bir yanda da okul ve öğrenci sayılarının artışı matbaadan beklenileni de doğal artırıyordu. Yaşanan bu gelişmeler başka bölgelerde birçok matbaa yerlerinin açılmasını zorunlu hale getiriyordu.

Nitekim İstanbul’un İmparatorluğunun ana merkezi olması ve diğer bölgelerle birçok bağlantı noktaların sağlayabilmesi, ulaşım ve taşıma alanlarda gösterdiği kolaylıklar sebebiyle burada bir matbaanın açılmasını gerekli kılıyordu. Yapılan bu çalışmalarla Ermenice, Rumca, İbranice ve Türkçe harflerle yazılmış milyonlarca yaprak kâğıtlar bu matbaalarda basılıp Anadolu’daki diğer Misyoner okullara gönderiliyordu. 

Amerikalı Misyonerlerin Anadolu’daki faaliyetlerinde 1850 yılında başlayan canlanma ve hareketlenme hem örgütsel yapıyı hem de yerel Hristiyan unsurlarla ilişkilerin yeni esaslar üzerine bağlanmayı gerekli kılmaktaydı. Amerikan Misyoner örgütlerin Anadolu topraklarına yerleşme ve örgütlenme çalışmalarının nihai hedefe ulaşması için belli bir hiyerarşik, disiplinli ve koordineli bir örgüt yapısı oluşturarak sağlandı. İlk olarak 5 olan misyoner istasyon sayısı artırılarak 17’ye çıkartıldı.    Bu istasyonlara bağlı olarak açılan uç-istasyon sayısı 180’nı buldu. Yayılma İstanbul üs ya da çıkış noktası olarak batıdan doğuya doğru olarak genişleme gösterdi.

Başlangıçta İstanbul, İzmir Trabzon, Bursa ve Erzurum’da kurulan istasyonlar zamanla Tokat, Merzifon, Sivas, Amasya, Harput, Muş, Bitlis, Antep, Arapkir, Halep, Tokat, Kayseri, Maraş, Musul, Diyarbakır, Mardin, Edirne, Adana ve Harput İllerinde de kuruldu. Böylelikle 1963 yılına gelindiğinde Anadolu’nun her bölgesi Amerikan Misyonerleri tarafından işgal edildi. Kurulan bu istasyon ve uç-istasyonlarla birlikte misyoner örgütlerin faaliyetleri şehirlere, İlçelere, kasabalara ve köylere kadar ulaştı.

Yayılma o kadar çabuk ve hızlı oldu ki Amerikan Misyonerler 20 yıllık kısa bir sürede Anadolu’da İlkokul, kolej, matbaa hastane, dispanser ve sanayi alanlarında söz sahibi oldular. Sayıların ortaya koyduğu en önemli olgu, 1870 yılına geldiğinde bugünkü Türkiye sınırları içinde kalan tüm alanların Amerikan misyoner faaliyetlerinin etki alanın içine alınmış olduğudur.  Misyonerlerin Anadolu’daki yayılması Amerikan çıkarlarına ve menfaatlerine hizmet eden insan kaynaklarının da gelişmesini beraberinde getirdi. Sonuçta bu okullardan her yıl binlerce öğrenci mezun olmaktaydı.

Mezun olan öğrencilerin çok azı kendi bağlı bulunduğu devlette çalışmayı yeğlerken, büyük çoğunluğu İngiliz ve Amerikan şirketlerinde yönetici olarak görev alıyorlardı. Bunlardan birçoğu da öğretmen veya başka meslek gruplarını seçiyorlardı. Başlangıçta Tanrının kelamının egemen kılmak için kurulduğu savunulan bir eğitim sistemi, kısa sürede batı kapitalizminin değerlerini ve bir ölçüde de bilgi ve becerilerini anlatan kurumlara dönüştü.

Anadolu’daki Misyoner okulların yönetim şeklinde tek söz sahibi ABCFM ye bağlı misyonerlere aitti. Alınacak kararlar bölgedeki yerel Hristiyan unsurların da fikirlerine başvuruluyordu. Ancak nihai kararı yani son sözü parayı veren ABCFM’ ye bağlı kuruluşun heyet başkanı olan misyon sekreteri verirdi. Burada şu ABCFM’nin her zaman söylediği sözü açıklamak yerinde olacaktır. Bu söz “Amerikan parası ancak Amerikalılar eliyle harcanır.” Şeklindeydi. Bu durum zamanla yerel unsurların bu kurumlara kaynak aktarması sağlanmasıyla değişti. Bu sayede artık yerel unsurlar da Amerikan Misyoner Kuruluşlarında söz sahibi olmaya başladılar.

Misyonerlerin genel anlamda benimsedikleri Stratejileri kuruluş aşamasındaki kurumlara yüksek oranda maddi katkılar sunmakta, zamanla bu oranı düşürülerek okulların kendi kendine yetebilen bir maddi yapıya kavuşmasını sağlamaktadırlar. Benimsenen bu strateji ABCFM’nin “kendi kendine yeterlilik” ilkesine de uygunluk sağmaktadır.

Emperyalist güç olarak, dünya sahnesine biraz gecikmeyle başlayan ABD, Asya, Afrika, Latin Amerika ve Ortadoğu gibi dünyanın değişik bölgelerine nüfuz ederken misyoner dizgesinden etkin bir şekilde faydalanmıştır. Misyoner dizgesinin Amerikan Emperyalist yayılmasına en büyük katkısı tanıma ve tanıtma konusu olmuştur. Tanımak nüfuz edebilmek için, tanıtmak ise öncelikle bu nüfuz edişi haklı kılmak için gerekliydi. Misyonerler yıllarca Anadolu topraklarında kalarak bölgenin özelliklerini, halkın değerlerini, tutumlarını, özlemlerini, önyargılarını ve beklentilerini muhtemelen Osmanlı yönetimden daha çok bilgi sahibi oldular.  Bölgenin bitki örtüsü, örf ve adetleri ve sosyal yaşamları ile ilgili Amerika’da birçok kitap, makale ve gezi anıları yayınlandı.

Misyonerlerin göz önündeki amacı dini olmayan (Ateist), Yahudi veya Müslüman olan insanları Hristiyanlaştırmaktı. Bu amacı gerçekleştirmek için hastane, okul, matbaa gibi modern kurumları araç olarak kullanmaktaydılar. Nitekim 19 yüzyıla gelindiğinde yalnızca Anadolu’da misyonerler tarafından 400 tane ilk, orta, lise ve yüksekokul açılmış olması ve bu okullarda 17.500 öğrencinin okuyor olması küçümsenecek bir olgu değildir. Bu tutar tüm Osmanlı İmparatorluğunda okuyan öğrenci sayının üçte birini oluşturmaktaydı.

Bu okullar Robert Koleji, Suriye Protestan Koleji, Merkezi Türkiye Koleji (Antep 1876), Fırat Koleji (Harput-1878), Anadolu Koleji (Merzifon-1886), Merkezi Türkiye Kız Koleji (Maraş-1882), Aziz Pavlos Enstitüsü (Tarsus-1888), İstanbul Kız Koleji (İstanbul-1890) ve Uluslararası Kolej (İzmir-1903), olmak üzere Anadolu bölgesinin önemli merkezlerinde kurulmuşlardır. Bu okullardan birkaç tanesi eğitim öğretim faaliyetlerini sürdürerek günümüze kadar ayakta durabilen, Türkiye’nin gözde eğitim kurumları arasında yer almaktadırlar.

Anadolu’da açılan bu popüler okullarda yörenin sosyoekonomik faktörleri ve yöre halkının beklentilerine cevap verecek şekilde düzenlemeleri de içeriyordu. Yapılan bu faaliyetler sayesinde Amerikan kültürünü benimseyen ve çıkarlarını koruyan birçok nesil yetiştirilmiş oldu. Aklımıza şu soru gelebilir. Acaba kurtuluş savaşı mücadelesi verilirken mecliste görüşmeler esnasında Amerikan mandasına girelim diyenler bu tür çalışmalardan etkilenmiş olabilirler mi? 

 

 

 

                                                                                                                                             

Kaynak: Anadolu’daki Amerika (Uygur Kocabaşoğlu)

Bu yazı toplam 3531 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.